28 Haziran 2019 Cuma

ATATÜRK’ÜN CHP’Sİ


Cumhuriyet Halk Fırkası programı, amaç ve anlayış olarak toplumu tanımaya ve köklü bir tarih bilincine dayanıyordu. Yalnızca bir parti programı değil, bir ulusun geleceğini belirleyen, tümüyle milli bir uzlaşma belgesiydi. Tarihten alınan derslere ve ülke gerçeklerine dayanıyor, yenileşme önündeki tüm engelleri gidermeyi amaçlıyordu. Birbirini tamamlayan iyi düşünülmüş sekiz bölümden oluşuyor ve ulusun tümünü temsil etme işlevini, o güne dek hemen hiçbir siyasi partide görülmeyecek kadar başarıyla yerine getiriyordu.

25 Haziran 2019 Salı

KAMU BİNALARI DA SATILIYOR



Satılacak devlet işletmesi kalmayınca, Maliye Bakanlığı, geçmişte ve günümüzde örneği olmayan bir işe girişti. Kamu mülklerinin, devlet binaları dahil, listesini çıkardı ve satılmaları için Hazine Müsteşarlığı’na gönderdi. Ankara ve İstanbul’daki toplam 22 devlet binasına, 15.5 milyar lira değer biçildi. Satışa çıkarılan kamu binaları arasında Başkent Ankara’nın simge yapılarından biri olan Milli Kütüphane binası bile var. Bu tarihi yapının satış fiyatı, 336 milyon lira olarak belirlendi. Satılacak kamu binalarının bazılarının adları ve fiyatları şöyle: Ankara Valiliği 234 milyon TL, Maliye Bakanlığı (2 bina) 850 milyon TL, Tarım Bakanlığı 819 milyon TL, Milli Eğitim Bakanlığı 209 milyon TL, Tarım Bakanlığı (AOÇ) 349 milyon TL, Vergi Denetim Kurulu 252 milyon 438 bin 29 TL.

22 Haziran 2019 Cumartesi

22 HAZİRAN 1919; AMASYA GENELGESİ



Samsun’dan Amasya’ya dek geçen bir ay içindeki çalışmalarıyla, giriştiği eylemin amaç ve niteliğini ortaya koymuştu. Ancak, eylemin kişisellikten çıkarılarak bütün ulusun birlik ve dayanışmasını sağlayacak ve temsil edecek bir kurul adına yapılması gerekiyordu. Dile getirdiği görüşlerini; öz olarak koruyup bir genelge haline getirdi ve yanındaki komutanlara da imzalatarak ülkenin her yanına, asker ve sivil yöneticilere gönderdi. ‘Türkiye’nin Bağımsızlık Bildirisi’, ünlü Amasya Genelgesi böyle ortaya çıktı. ‘Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın ilanı’ anlamına gelen bu genelge, aynı zamanda ‘Kemalist Devrimin doğuş bildirisiydi’.


21 Haziran 2019 Cuma

21 HAZİRAN 1934 SOYADI YASASI; ÜMMETTEN YURTTAŞA



Eski Türkler, özgür ve katılımcı toplum düzenleri geliştirerek; bireylerin topluma bağlı, yalın ve sıradan eşitler haline gelmesini sağlamıştır. Ancak, bu eşitlik kimliksizliğe ya da soyun gözardı edilmesine asla yol açmamıştır. İlişkinlik (aidiyet) duygusu güçlü biçimde korunmuştur. Türklerde; boya, buduna, millete bağlılık, aile ve aile büyüklerine saygı, geçmişini bilme, onu koruma güçlü bir gelenekti. Oysa, Osmanlı padişahları, imparatorluğa dönüşen devleti koruma adına, saltanat makamını mutlak bir güç haline getirmek zorundaydılar. İktidarlarını korumak için, onda hak iddia edebilecek kişi ve toplulukların olmaması gerekiyordu. Tahta gözkoyabilecek  bir soy bırakmamak için, Türk ailelerinden kızlarla değil, Hıristiyan kadınlarla evlendiler. Devşirmelerle, adsız ve ailesiz bir yönetici sınıf yarattılar. Batı'da sanayi devrimiyle yurttaş haline gelen insanlar, ad ve soyad alırken, Türkiye'de insanların kimliğini ve geçmişini bilmemesi için her şey yapıldı ve 1934 yılına dek soyadı kullanılmadı. Cumhuriyet bu sorunu da çözmek zorundaydı ve Atatürk'ün öncülüğünde bunu da kısa bir sürede başardı.  

19 Haziran 2019 Çarşamba

KURTULUŞ SAVAŞI VE TÜRK GERİLLA KURAMI



Mustafa Kemal’in gerilla savaşı anlayışı, her konuda olduğu gibi özgündür ve Türk toplumunun ekonomik-siyasi yapısı, gelenekleri ve tarihsel birikimiyle bütünleşmiştir. Bağımsızlık ereğiyle (hedefiyle), emperyalizme karşı başarılan ilk ulusal kurtuluş savaşında geliştirilmiş olduğu için, örnek alma değil, örnek olma konumundadır. O güne dek, başka ülkelerde gerilla savaşı olarak tanımlanan yerel çatışmaların hiçbiri, ulusal bağımsızlık için emperyalizmle çatışmayı kapsayan bir strateji oluşturamamıştı. Sömürge dünyasında, siyasi izlenceye (programa) bağlı olarak silahlı direniş eylemde değil, düşüncelerde bile yoktu.

16 Haziran 2019 Pazar

ARAP KÜLTÜRÜNDE TÜRK İMGESİ



Türkiye’de, ulusçuluğu yadsıyan ümmetçilik ya da ulusçuluğu ümmetçilikle kaynaştırmağa çalışan siyasi girişimler, çok yönlü ve yaygın bir girişim olarak, yeni bir aşamaya gelmiştir. Ümmetçiler ve Türk-İslam Sentezciler, Batıcılıkla kolayca uyuşmaktadır. Uyuşmanın temelinde, Amerikalıların Ilımlı İslam adını verdiği, ulusçuluğu ümmetçilik içinde eritmeyi amaçlayan ve azgelişmiş ülkelere yönelen küresel politikalar vardır. Kavramlar üzerinde, yaşanmakta olan yozlaşma ve bu yozlaşmanın devlet politikalarına yerleştirilmesi, küresel bir girişimdir. Ancak, bu girişimi hazırlayan düşüngüsel (ideolojik) temel, yüzlerce yıl işlenen Türk karşıtlığına dayanır. İlk dönem Arap düşünürlerinin Türklere yönelik değerlendirmeleri, Batıdakiler gibi bilim ve gerçeklerle ilgisi olmayan, karalamaya dayalı öznel yargılardır.

ABD’NİN TÜRKİYE’YE YERLEŞMESİ



1945-1950 arasında temelleri atılan ve daha sonraki dönemlerde etkisi ve uygulama alanı genişleyerek sürdürülen ABD’ye bağımlılık, resmi politikaya o denli yerleşmiştir ki; ihtilaller, darbeler dahil hiçbir yönetim değişikliği bu politikayı değiştirememiştir. Ortadoğu ABD için, “siyasi, askeri ve ekonomik çıkarların birleştiği kavşaktır ve yaşamsal önemdedir”. Bu nedenle Amerikalılar, Türkiye’yi “hiçbir koşulda bırakılmayacak” bir ülke olarak görmüştür. 1946 yılında, daha için başında; ‘Türkiye’de iktidar da muhalefet de Birleşik Devletler’den yana olmalıdır’ saptamasını yapmışlardır. Nitekim, ABD Türkiye’ye öylesine yerleşti ki; siyasetten kültüre, devlet yapılanmasından eğitime dek hemen her alanda, yabancı unsur olmaktan çıktı ve içsel bir güç haline geldi. Hükümetler kurdu, hükümetler devirdi, darbeler yaptı. Ekonominin tek belirleyicisi oldu.

13 Haziran 2019 Perşembe

ULUSAL HAKLAR NEREYE?



Türkiye’de, ‘tarihin yeniden yaşanması’ biçiminde ilginç ve tehlikeli bir dönem yaşanıyor. Ulusal varlık, şiddetini giderek arttıran sistemli bir baskı altında. İçerde ekonomik yapı ve kamusal düzen çökerken, dışarda karmaşık ilişkilere girilmektedir. Kıbrıs’tan işgal edilen adalara, İsrail’den hazine altınlarına, Varlık Fonu’ndan Suriye olaylarına dek; bir dizi uygulama esrarını korumaktadır. Türk halkı, bilmediği ve anlamadığı uygulamalarla düşünsel karmaşa içine sokulmuşken; rejim değişikliğini içeren ‘başkanlık düzeni’ gündeme sokulmuş, Seçim Yasası’nda kuşkulu değişiklikler yapılmıştır. Türkiye, sancılı bir geleceğe doğru yol almaktadır. Dışarda; nerede, kimlerle, neler konuşulduğu, ne anlaşmalar yapıldığı bilinmemektedir. Yabancılarla yapılan kimi görüşmelere, devlet yetkilisi bürokratlar alınmamaktadır.

10 Haziran 2019 Pazartesi

EGE SORUNU, YUNANİSTAN VE AKP



Karasuları, Hava Sahası, Kıta Sahanlığı, ada işgalleri ve Yunan Adalarının Silahlandırılması’ndan oluşan Ege “sorunu”, özgünlüğü olan bir konular bütünüdür. Yunanistan, arkasına aldığı uluslararası desteğe dayanarak; Ege konusunu dilediği gibi yorumluyor, kararlar alıyor ve aldığı kararları uyguluyor. Türkiye’deki yetersiz yönetimi bir fırsat olarak görüyor ve arkasına aldığı uluslararası destekle Türkiye’ye karşı siyasi üstünlük sağladığına inanıyor. Ada işgal ediyor, karasularını 12 mile çıkarıyor ve bunları Türkiye’ye kabul ettiriyor. Yakın gelecekte, kıta sahanlığı konusunu gündeme getirmeye hazırlanıyor.

ABD’NİN TÜRKİYE’YE GİRİŞİ



Amerikan donanmasının Missouri Zırhlısı, 5 Nisan 1946 günü İstanbul’a geliyor ve büyük törenlerle karşılanıyordu. O günlerde TBMM’de inanılması güç konuşmalar yapılıyor, Atatürk’ün tüm yaşamını adayarak sağladığı tam bağımsızlık, ulusal onur gibi kavramlar adeta yok sayılıyordu. Başbakan Şükrü Saraçoğlu, o günlerde, Amerika’ya 4.5 milyon dolarlık borcun ödenmesi üzerine yaptığı konuşmada şunları söylüyordu: “Hepimiz inanıyoruz ki, biz bu parayı vermekle borcumuzun yalnız maddi kısmını ödüyoruz. Amerika’ya, bir de manevi borcumuz vardır ki; onu da, hürriyet, adalet, istiklâl ve insanlık davalarında Amerika’nın bulunduğu saflarda bulunmak suretiyle ödemeye çalışacağız”. Aynı günlerde, İstanbul Milletvekili Hamdullah Suphi Tanrıöver Meclis’te; “Dünyaya ışık nereden geliyor? Bu ışığın bir kaynağı var. Işık Amerika’dan geliyor. Ümit nereden geliyor, Amerika’dan geliyor” derken; Bursa Milletvekili M.Baha Pars: “Bugün bu büyük milletin, Amerika’nın insanlığa yaptığı yardımı hatırlayıp teşekkür ederken, peygamber gibi temiz ve kusursuz Roosvelt’i ve onun halefi olan, kıymetli devlet ve millet adamı Truman’ı hürmetle selamlarım” diyordu.

7 Haziran 2019 Cuma

ABD’YLE ÇATIŞILIYOR MU?



AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, son birkaç yılda, Batı’yla özellikle de ABD’yle çelişkileri olduğunu gösteren açıklamalar yaptı; ABD'yle çatıştığı izlenimi verdi. Açıklamaları değerlendiren bir kısım yorumcu; Erdoğan’ın Washington’un verdiği desteği yitirdiğini’, ‘üzerinin çizildiğini’ ya da ‘Batı gözünde miyadının dolduğunu’ söyledi. Bir başka kesim; ‘AKP’nin dış politikada ister istemez Atatürkçü politikaya döndüğünden’, ‘vatan savunmasından’ hatta ‘anti-emperyalist tutumdan’ söz etti. Yandaş kesim ise; ‘yedi düvelle mücadele ettiğini’, ‘dik ve sağlam bir ulusal duruş gösterildiğini’, ‘Batı’ya diz çöktürüldüğünü’ söyledi. Televizyon konuşucuları bunları anlattı, gazeteler bunları yazdı.

3 Haziran 2019 Pazartesi

SEVR VE TÜRK ORDUSU




 Sevr’i incelemenin, insana acı veren bir yanı vardır. Yüzyıl önce, Kurtuluş Savaşı ve Türk Devrimi’yle önlenen bu emperyalist saldırının, bugün uygulanan politika haline gelmesi, örneği olmayan toplumsal bir trajedidir. Antlaşma’nın siyasi ve ekonomik koşulları, Atatürk’ün ölümünden sonraki süreçte özellikle de 2000’den sonra hemen tümüyle gerçekleşti. Türk Silahlı Kuvvetleri, 1952’de NATO’ya girişle büyük zarar gördü ama kendini bugüne dek korumayı bildi. Ancak, 15 Temmuz’dan sonra yürürlüğe koyulan OHAL kararlarıyla, Sevr’in orduyla ilgili koşulları 96 yıl sonra uygulandı ve ordu büyük oranda bir tür güvenlik gücüne dönüştürüldü. Bu gerçeği, Sevr Antlaşması’nı inceleyen herkes kolayca görecektir