Cumhuriyet Halk
Fırkası programı, amaç ve anlayış olarak toplumu tanımaya ve köklü bir tarih
bilincine dayanıyordu. Yalnızca bir parti programı değil, bir ulusun geleceğini
belirleyen, tümüyle milli bir uzlaşma belgesiydi. Tarihten alınan derslere ve
ülke gerçeklerine dayanıyor, yenileşme önündeki tüm engelleri gidermeyi
amaçlıyordu. Birbirini tamamlayan iyi düşünülmüş sekiz bölümden oluşuyor ve
ulusun tümünü temsil etme işlevini, o güne dek hemen hiçbir siyasi partide
görülmeyecek kadar başarıyla yerine getiriyordu.
Ülkemizde toplumsal muhalefetin ve siyasi tartışmanın yoğunlaştığı bir dönem yaşanıyor. Kendiliğinden gelişen kitlesel eylemlerin ve siyasi tartışmaların niteliğini yükseltmek amacıyla bu bloğu oluşturduk. Hiçbir parti, grup ve toplulukla bağımız yoktur. Yazar Metin Aydoğan'ın yazılarını yayınlayacağız. Düşünsel yaşamımıza katkı koyacağına inandığımız yazıların, bilimsel tartışmalara yol açmasını diliyoruz.
28 Haziran 2019 Cuma
25 Haziran 2019 Salı
KAMU BİNALARI DA SATILIYOR
Satılacak
devlet işletmesi kalmayınca, Maliye Bakanlığı, geçmişte ve günümüzde örneği
olmayan bir işe girişti. Kamu mülklerinin, devlet binaları dahil, listesini
çıkardı ve satılmaları için Hazine Müsteşarlığı’na gönderdi. Ankara ve İstanbul’daki
toplam 22 devlet binasına, 15.5 milyar lira değer biçildi. Satışa çıkarılan
kamu binaları arasında Başkent Ankara’nın simge yapılarından biri olan Milli
Kütüphane binası bile var. Bu tarihi yapının satış fiyatı, 336 milyon lira
olarak belirlendi. Satılacak kamu binalarının bazılarının adları ve fiyatları
şöyle: Ankara Valiliği 234 milyon TL, Maliye Bakanlığı (2 bina) 850 milyon TL,
Tarım Bakanlığı 819 milyon TL, Milli Eğitim Bakanlığı 209 milyon TL, Tarım
Bakanlığı (AOÇ) 349 milyon TL, Vergi Denetim Kurulu 252 milyon 438 bin 29 TL.
22 Haziran 2019 Cumartesi
22 HAZİRAN 1919; AMASYA GENELGESİ
Samsun’dan
Amasya’ya dek geçen bir ay içindeki çalışmalarıyla, giriştiği eylemin amaç ve
niteliğini ortaya koymuştu. Ancak, eylemin kişisellikten çıkarılarak bütün ulusun birlik ve dayanışmasını
sağlayacak ve temsil edecek bir kurul adına yapılması gerekiyordu. Dile
getirdiği görüşlerini; öz olarak koruyup bir genelge haline getirdi ve
yanındaki komutanlara da imzalatarak ülkenin her yanına, asker ve sivil
yöneticilere gönderdi. ‘Türkiye’nin Bağımsızlık Bildirisi’, ünlü Amasya
Genelgesi böyle ortaya çıktı. ‘Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın ilanı’
anlamına gelen bu genelge, aynı zamanda ‘Kemalist Devrimin doğuş
bildirisiydi’.
21 Haziran 2019 Cuma
21 HAZİRAN 1934 SOYADI YASASI; ÜMMETTEN YURTTAŞA
Eski Türkler, özgür ve katılımcı toplum düzenleri geliştirerek; bireylerin topluma bağlı, yalın ve sıradan eşitler haline gelmesini sağlamıştır. Ancak, bu eşitlik kimliksizliğe ya da soyun gözardı edilmesine asla yol açmamıştır. İlişkinlik (aidiyet) duygusu güçlü biçimde korunmuştur. Türklerde; boya, buduna, millete bağlılık, aile ve aile büyüklerine saygı, geçmişini bilme, onu koruma güçlü bir gelenekti. Oysa, Osmanlı padişahları, imparatorluğa dönüşen devleti koruma adına, saltanat makamını mutlak bir güç haline getirmek zorundaydılar. İktidarlarını korumak için, onda hak iddia edebilecek kişi ve toplulukların olmaması gerekiyordu. Tahta gözkoyabilecek bir soy bırakmamak için, Türk ailelerinden kızlarla değil, Hıristiyan kadınlarla evlendiler. Devşirmelerle, adsız ve ailesiz bir yönetici sınıf yarattılar. Batı'da sanayi devrimiyle yurttaş haline gelen insanlar, ad ve soyad alırken, Türkiye'de insanların kimliğini ve geçmişini bilmemesi için her şey yapıldı ve 1934 yılına dek soyadı kullanılmadı. Cumhuriyet bu sorunu da çözmek zorundaydı ve Atatürk'ün öncülüğünde bunu da kısa bir sürede başardı.
19 Haziran 2019 Çarşamba
KURTULUŞ SAVAŞI VE TÜRK GERİLLA KURAMI
Mustafa Kemal’in gerilla savaşı
anlayışı, her konuda olduğu gibi özgündür ve Türk toplumunun ekonomik-siyasi
yapısı, gelenekleri ve tarihsel birikimiyle bütünleşmiştir. Bağımsızlık
ereğiyle (hedefiyle), emperyalizme karşı başarılan ilk ulusal kurtuluş
savaşında geliştirilmiş olduğu için, örnek alma değil, örnek olma konumundadır.
O güne dek, başka ülkelerde gerilla savaşı olarak tanımlanan yerel çatışmaların
hiçbiri, ulusal bağımsızlık için emperyalizmle çatışmayı kapsayan bir strateji
oluşturamamıştı. Sömürge dünyasında, siyasi izlenceye (programa) bağlı olarak
silahlı direniş eylemde değil, düşüncelerde bile yoktu.
16 Haziran 2019 Pazar
ARAP KÜLTÜRÜNDE TÜRK İMGESİ
Türkiye’de, ulusçuluğu
yadsıyan ümmetçilik ya da ulusçuluğu ümmetçilikle kaynaştırmağa
çalışan siyasi girişimler, çok yönlü ve yaygın bir girişim olarak, yeni bir
aşamaya gelmiştir. Ümmetçiler ve Türk-İslam Sentezciler, Batıcılıkla
kolayca uyuşmaktadır. Uyuşmanın temelinde, Amerikalıların Ilımlı İslam
adını verdiği, ulusçuluğu ümmetçilik içinde eritmeyi amaçlayan ve
azgelişmiş ülkelere yönelen küresel politikalar vardır. Kavramlar üzerinde,
yaşanmakta olan yozlaşma ve bu yozlaşmanın devlet politikalarına
yerleştirilmesi, küresel bir girişimdir. Ancak, bu girişimi hazırlayan
düşüngüsel (ideolojik) temel, yüzlerce yıl işlenen Türk karşıtlığına dayanır.
İlk dönem Arap düşünürlerinin Türklere yönelik değerlendirmeleri, Batıdakiler
gibi bilim ve gerçeklerle ilgisi olmayan, karalamaya dayalı öznel yargılardır.
ABD’NİN TÜRKİYE’YE YERLEŞMESİ
1945-1950 arasında temelleri atılan ve daha sonraki
dönemlerde etkisi ve uygulama alanı genişleyerek sürdürülen ABD’ye bağımlılık,
resmi politikaya o denli yerleşmiştir ki; ihtilaller, darbeler dahil hiçbir
yönetim değişikliği bu politikayı değiştirememiştir. Ortadoğu ABD için, “siyasi, askeri ve ekonomik çıkarların
birleştiği kavşaktır ve yaşamsal önemdedir”. Bu nedenle Amerikalılar,
Türkiye’yi “hiçbir koşulda
bırakılmayacak” bir ülke olarak görmüştür. 1946 yılında, daha için başında;
‘Türkiye’de iktidar da muhalefet de Birleşik
Devletler’den yana olmalıdır’ saptamasını yapmışlardır. Nitekim, ABD
Türkiye’ye öylesine yerleşti ki; siyasetten kültüre, devlet yapılanmasından
eğitime dek hemen her alanda, yabancı unsur olmaktan çıktı ve içsel bir güç
haline geldi. Hükümetler kurdu, hükümetler devirdi, darbeler yaptı. Ekonominin
tek belirleyicisi oldu.
13 Haziran 2019 Perşembe
ULUSAL HAKLAR NEREYE?
Türkiye’de, ‘tarihin yeniden yaşanması’ biçiminde ilginç ve tehlikeli bir
dönem yaşanıyor. Ulusal varlık, şiddetini giderek arttıran sistemli bir baskı
altında. İçerde ekonomik yapı ve kamusal düzen çökerken, dışarda karmaşık ilişkilere
girilmektedir. Kıbrıs’tan işgal edilen adalara, İsrail’den hazine altınlarına,
Varlık Fonu’ndan Suriye olaylarına dek; bir dizi uygulama esrarını
korumaktadır. Türk halkı, bilmediği ve anlamadığı uygulamalarla düşünsel
karmaşa içine sokulmuşken; rejim değişikliğini içeren ‘başkanlık düzeni’
gündeme sokulmuş, Seçim Yasası’nda kuşkulu değişiklikler yapılmıştır. Türkiye,
sancılı bir geleceğe doğru yol almaktadır. Dışarda; nerede, kimlerle, neler
konuşulduğu, ne anlaşmalar yapıldığı bilinmemektedir. Yabancılarla yapılan kimi
görüşmelere, devlet yetkilisi bürokratlar alınmamaktadır.
10 Haziran 2019 Pazartesi
EGE SORUNU, YUNANİSTAN VE AKP
Karasuları, Hava Sahası, Kıta Sahanlığı, ada işgalleri
ve Yunan Adalarının Silahlandırılması’ndan oluşan Ege “sorunu”, özgünlüğü
olan bir konular bütünüdür. Yunanistan, arkasına aldığı uluslararası desteğe
dayanarak; Ege konusunu dilediği gibi yorumluyor, kararlar alıyor ve aldığı
kararları uyguluyor. Türkiye’deki yetersiz yönetimi bir fırsat olarak görüyor
ve arkasına aldığı uluslararası destekle Türkiye’ye karşı siyasi üstünlük
sağladığına inanıyor. Ada işgal ediyor, karasularını 12 mile
çıkarıyor ve bunları Türkiye’ye kabul ettiriyor. Yakın gelecekte, kıta
sahanlığı konusunu gündeme getirmeye hazırlanıyor.
ABD’NİN TÜRKİYE’YE GİRİŞİ
Amerikan donanmasının Missouri Zırhlısı, 5 Nisan
1946 günü İstanbul’a geliyor ve büyük törenlerle karşılanıyordu. O günlerde
TBMM’de inanılması güç konuşmalar yapılıyor, Atatürk’ün tüm yaşamını
adayarak sağladığı tam bağımsızlık, ulusal onur gibi kavramlar adeta yok
sayılıyordu. Başbakan Şükrü Saraçoğlu, o günlerde, Amerika’ya 4.5 milyon
dolarlık borcun ödenmesi üzerine yaptığı konuşmada şunları söylüyordu: “Hepimiz
inanıyoruz ki, biz bu parayı vermekle borcumuzun yalnız maddi kısmını ödüyoruz.
Amerika’ya, bir de manevi borcumuz vardır ki; onu da, hürriyet, adalet,
istiklâl ve insanlık davalarında Amerika’nın bulunduğu saflarda bulunmak
suretiyle ödemeye çalışacağız”. Aynı günlerde, İstanbul Milletvekili Hamdullah
Suphi Tanrıöver Meclis’te; “Dünyaya
ışık nereden geliyor? Bu ışığın bir kaynağı var. Işık Amerika’dan geliyor. Ümit
nereden geliyor, Amerika’dan geliyor” derken; Bursa Milletvekili M.Baha Pars: “Bugün
bu büyük milletin, Amerika’nın insanlığa yaptığı yardımı hatırlayıp
teşekkür ederken, peygamber gibi temiz ve kusursuz Roosvelt’i ve onun halefi
olan, kıymetli devlet ve millet adamı Truman’ı hürmetle selamlarım” diyordu.
7 Haziran 2019 Cuma
ABD’YLE ÇATIŞILIYOR MU?
AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep
Tayyip Erdoğan, son birkaç yılda, Batı’yla özellikle de ABD’yle çelişkileri
olduğunu gösteren açıklamalar yaptı; ABD'yle çatıştığı izlenimi verdi. Açıklamaları değerlendiren bir kısım
yorumcu; ‘Erdoğan’ın Washington’un verdiği desteği yitirdiğini’, ‘üzerinin çizildiğini’ ya da ‘Batı gözünde miyadının dolduğunu’ söyledi.
Bir başka kesim; ‘AKP’nin dış politikada
ister istemez Atatürkçü politikaya döndüğünden’, ‘vatan savunmasından’ hatta ‘anti-emperyalist
tutumdan’ söz etti. Yandaş kesim ise; ‘yedi
düvelle mücadele ettiğini’, ‘dik ve
sağlam bir ulusal duruş gösterildiğini’, ‘Batı’ya diz çöktürüldüğünü’ söyledi. Televizyon konuşucuları
bunları anlattı, gazeteler bunları yazdı.
3 Haziran 2019 Pazartesi
SEVR VE TÜRK ORDUSU
Sevr’i
incelemenin, insana acı veren bir yanı vardır. Yüzyıl önce, Kurtuluş Savaşı ve
Türk Devrimi’yle önlenen
bu emperyalist saldırının, bugün uygulanan politika haline gelmesi, örneği
olmayan toplumsal bir trajedidir. Antlaşma’nın siyasi ve ekonomik koşulları, Atatürk’ün ölümünden sonraki süreçte
özellikle de 2000’den sonra hemen tümüyle gerçekleşti. Türk Silahlı Kuvvetleri,
1952’de NATO’ya girişle büyük zarar gördü ama kendini bugüne dek korumayı
bildi. Ancak, 15 Temmuz’dan sonra yürürlüğe koyulan OHAL kararlarıyla, Sevr’in
orduyla ilgili koşulları 96 yıl sonra uygulandı ve ordu büyük oranda bir tür güvenlik
gücüne dönüştürüldü. Bu gerçeği, Sevr Antlaşması’nı inceleyen herkes kolayca
görecektir
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)