Türkiye’de
uzun süredir; “Kürt
sorunu”,
“azınlık
hakları”,
“anadilde
eğitim”
gibi tanımlarla bir tartışma yaşanıyor. Sayıları az etkileri
yüksek bir takım insanların, medya gücünü kullanarak başlattığı
tartışma, bugün hükümet uygulamalarına dek gelmiş, somut
uygulamalara dönüşmüştür. Buna karşın bilimden ve
gerçeklerden uzak, sürekli yinelemelerle sürdürülen bu ilkel
tutum gereken yanıtı yeterince almamış, halk aydınlatılamamıştır.
Oysa, söylenen ve yapılanlar halkın yararına, özellikle de Kürt
halkının yararına işler değildir; çıkışı olmayan yeni bir
karmaşa ortamına gidiştir. Bunun görülmesi ve gösterilmesi
gerekir. Yazıyı, gerçeği ve sonucu görmeye çalışan bir
çalışma olduğu için yayınlıyoruz.
Ülkemizde toplumsal muhalefetin ve siyasi tartışmanın yoğunlaştığı bir dönem yaşanıyor. Kendiliğinden gelişen kitlesel eylemlerin ve siyasi tartışmaların niteliğini yükseltmek amacıyla bu bloğu oluşturduk. Hiçbir parti, grup ve toplulukla bağımız yoktur. Yazar Metin Aydoğan'ın yazılarını yayınlayacağız. Düşünsel yaşamımıza katkı koyacağına inandığımız yazıların, bilimsel tartışmalara yol açmasını diliyoruz.
30 Mayıs 2015 Cumartesi
28 Mayıs 2015 Perşembe
MUSTAFA KEMAL’İN PARTİ GİRİŞİMİ
1919’da
Anadolu’yu örgütlerken, bir generalin halkın içine girerek
onları direnişe çağırması Türkiye’de nasıl ilk kez
yaşanmışsa, “bir
devlet başkanının başkentinden çıkıp”
halkla yüzyüze konuşup tartışması da ilk kez yaşanıyordu. Bu
tutumuyla, eski yöneticilerden ayrılıyor, “yönetenle
yönetilenler arasında yeni ve dolaysız bir ilişki kurarak”
çok eskiden beri kurmayı düşündüğü halk
devleti yolunda ilerliyordu. Halkın gelişme isteğinin yönetim
gücü durumuna getirilmesinin ancak örgütlenmeyle
olanaklı olduğunu biliyordu. Halkçı bir ulus önderi olarak,
girişeceği sivil savaşta “silah
olarak”,
halka dayanan “siyasi
bir savaş makinası”,
yani güçlü bir parti yaratmak zorundaydı. Başarılı olabilmesi
için bu koşuldu.
25 Mayıs 2015 Pazartesi
AVRUPA BİRLİĞİ'NİN KÜRT KARARLARI
Avrupa
Devletlerinin Türkiye politikası, kökleri eskiye giden ve çıkara
dayanan saldırgan bir anlayışa dayanır. 20.yüzyıl başından
bugüne dek çok şey değişmiş, ancak Avrupalıların Kürt
politikası değişmemiştir. İngiltere’nin 1920’lerdeki Kürt
politikasını ele alan Internationale
Press
gazetesi 5 Ağustos 1930 tarihli sayısında şunları yazıyordu:
“Eğer
bugün İngiliz ‘bilginleri’ dünya tarihinde önce Kürtlere
karşı ‘adalet’ sağlanması gerektiğinden ve ‘gerçek
Kürdistan’ın’ kurulmasına yardımın zorunlu olduğundan dem
vuruyorsa, doğrusu bu
‘adalet’in
fazlasıyla petrol ve kan koktuğunu söylemek gerekir.”
23 Mayıs 2015 Cumartesi
BATICILIĞIN YENİ BİÇİMLERİ : “İSLAMCILAR”, "KÜRTÇÜLER", “SOSYALİSTLER”
Türkiye’de
200 yıldır tartışılan Batılılaşma
konusu, günümüzde ilginç bir duruma geldi. Birbirinden çok
ayrımlı söylemi olan siyasi oluşumlar, Batıcılık
düzleminde bir araya gelmiş durumdalar. “Liberaller”
bir kenara bırakılırsa; dün Batının
batıllığını ileri süren “İslamcılar”
bugün Avrupa Birliği’ne girmeyi, ABD ile birlikte yürümeyi
savunuyor. Kürtçüler,
sözcülüğünü yaptıkları Batının
demokrasi getireceğine, kendilerine bir ülke kazandıracağına
inanıyor. “Sosyalistler”,
işçi sınıfının küresel direnişinden, enternasyonalizmden, AB
demokrasisinden söz ediyor. Tümünün söz etmediği tek konu,
anti-emperyalist savaşım, bağımsızlık ve ulusal egemenlik.
Siyasi birlikteliklerinin temelinde, Kemalizme ve yarattığı
değerlere karşıtlık var. Bu nedenle, isteseler de istemeseler de
nesnel olarak emperyalizmin işbirlikçisi konumuna düşüyorlar.
Bunların tümünü Batıcı
siyasetler içinde görmek, buna göre davranmak doğru bir yaklaşım
olacaktır.
21 Mayıs 2015 Perşembe
KURTULUŞTAN DEMOKRATİK DEVRİME
Mustafa Kemal,
Türk Ordusu’nun İzmir’e girip kurtuluşu gerçekleştirdiği
günlerde; “Milli
mücadelemizin ilk dönemi kapandı, şimdi ikinci dönemi açacağız…
Sanılıyor ki bütün isteklerimizi elde ettik, her şey bitti.
Oysa, yapacaklarımız asıl bundan sonra başlıyor, gerçek
mücadele şimdi başlıyor”
demişti. Kazanılan büyük zaferin coşkusu yaşanırken, ülke
işgalden kurtarılmışken, “yeni
bir mücadeleden”,
“ikinci bir
savaştan” sözetmek
ne anlama geliyordu? Mustafa
Kemal ne demek
istiyordu? “Muzaffer
bir ordunun başkomutanı”,
özgür bir ulusun önderiydi. Emperyalizmi altetmiş, ezilen
uluslardan coşkulu kutlamalar alıyordu. Savaş henüz bitmişken,
neden yeni bir “savaştan”
söz ediyordu? Bu “savaş”,
kimler arasında, nasıl olacaktı?
18 Mayıs 2015 Pazartesi
KURTULUŞ SAVAŞI BAŞLARKEN
Tam bağımsızlığı amaçlayarak
ülkeyi işgalden kurtarma düşünce ve eylemi; Adana’da
başlattığı, İstanbul’da geliştirdiği ve Samsun’da uygulamaya
soktuğu dokuz aylık bir hazırlık döneminden sonra, 19
Mayıs’ta yeni bir
aşamaya ulaştı. Mondros
Mütarekesi henüz
imzalanmamışken, ülkenin işgal edilerek parçalanacağını önceden
görmüş, hazırlıkları buna göre yapmıştı. Ulusun kurtuluşu,
halkın örgütlenmesine dayalı silahlı savaşın ve ulusal
bağımsızlık kararlılığının, toplumun ortak istenci durumuna
getirilmesiyle olanaklıydı. “Türk
ata yurduna ve Türk’ün bağımsızlığına saldıranlara”
karşı, onların gücüne ve kim olduğuna bakmadan, “bütün
ulusça ve silahlı olarak karşı çıkmak, onlarla savaşmak
gerekiyordu.”. Şimdi
bunu yapıyor ve sonuna dek gideceği, dönüşü olmayan bir yola
çıkıyordu.
16 Mayıs 2015 Cumartesi
ULUSLARIN KADERLERİNİ TAYİN HAKKI, KÜRTÇÜLÜK VE SOSYALİSTLER
Türkiye’de,
düşüngüsel
(ideolojik) ayrılıklar ileri sürerek sürekli bölünen
“sosyalist” kümelerin birleştikleri belki de tek ortak nokta,
Cumhuriyet’e ve Kemalizme karşıtlıktır. Karşıtlığı
ulusların kaderlerini tayin hakkını tanıma üzerine
yoğunlaştırıyorlar ve Kürt kalkışmasını desteklemedikleri
için, Kemalistleri faşistlikle suçluyorlar. Emperyalizmin
Kürtlerle kurduğu ilişkinin niteliğini görmemeleri olanaksız.
Sosyalist kuramcıların demokrasi ve ulusal sorun üzerine
yazdıkları ortada. Buna karşın, bilim ve gerçekler sözcük
kalabalığı içinde tersyüz ediliyor. Bunun bir nedeni olmalıdır.
Kemalistlerin “işçi
ve köylüleri ezdiği”,
Atatürk’ün
“burjuvazinin
temsilcisi olduğu” ve
“İngiliz
emperyalizmiyle uzlaştığı”,
“diktatör
olduğu”, “Kürtlere soykırım uyguladığı” gibi
sözler akıl tutulması değilse nedir? Bu düzeydeki düşünsel
ilkellik hiçbir siyasi oluşuma yakışmaz ancak sosyalistlere hiç
yakışmaz.
14 Mayıs 2015 Perşembe
TÜRKİYE’DE BORÇ SORUNU
Türkiye’de,
çok particiliğe geçildiği 1946’dan beri bir borç sorunu yaşanıyor. Hazır para
kolaycılığıyla girişilen ve süreç içinde ülkeyi tutsaklığa götüren
borçlanmanın, gelişmiş-azgelişmiş ülke ilişkileri açısından ne anlama geldiği,
neye hizmet ettiği ve nasıl işlediği bilince çıkarılmalıdır. Bu yapıldığında,
Osmanlıyı yıkan Türkiye Cumhuriyeti’ni tutsaklığa götüren borç ilişkisinin
boyut ve kapsamı kavranacak, bu ilişkinin büyük devlet politikalarında
egemenlik aracı olarak kullanılan bir yöntem olduğu görülecektir.
11 Mayıs 2015 Pazartesi
YURTSEVERLERİ BEKLEYEN GÖREV
Türkiye,
bugün 1938’in değil, 1919’un koşullarını yaşıyor. Gizli
işgal’e
dönüşen dışa bağımlılık, ulusal varlığı yok etmeye
yönelen kalıcı sorunlar yaratıyor. Durumun ayırdına varanlar,
henüz yeterince örgütlü değil. Gelinen noktanın sorumluluğunu
taşıyanlar politikacılar, yadsımadıkları bu gerçeği, “küresel
çağın zorunlu
sonucu”
ya da “karşılıklı
bağımlılığın kaçınılmazlığı”
olarak meşrulaştırmaya
çalışıyor. Yoksullaşan örgütsüz halk, dostu düşmanı
seçemiyor. Ekonomik çöküntüyle yaratılan kavram kargaşası ve
yoksullaşma içinde Türkiye, göz göre göre parçalanmaya
götürülüyor. Günümüzün somut gerçeği, ne yazık ki budur.
10 Mayıs 2015 Pazar
KENAN EVREN VE 12 EYLÜL
Kenan
Evren ve
12
Eylül diyince akla; askerler, cezaevleri, idamlar ve aydınlara
uygulanan yoğun kıyım geliyor. Bu doğrudur. Bunlar şiddet
döneminin yaygın uygulamalarıdır ve o dönem insanlarının
yaşadığı gerçeklerdir. Ancak, Kenan
Evren ve
12 Eylül’ün niteliği ve gerçek amacı konusunda görülemeyen
ya da yeterince görülemeyen bir yanı vardır. Önemli olan bunu
görmektir. 12 Eylül, ulusal pazarın uluslararası şirketlere
koşulsuz açılarak küresel işleyişin parçası durumuna
getirilmesi girişimidir. 24 Ocak Kararları, bu girişimin en açık
anlatımıdır. 24 Ocak, Türkiye’de ancak 12 Eylül gibi bir
“demir
yumruk”
la uygulanabilirdi. Önceden desteklenerek yaygınlaştırılan ve
uzun süre göz yumulan terörün “önlenmesi”
ya da “kardeş
kanının akmasını durdurmak”
türünden söylemler, gerçeği gizlemeye çalışan bahanelerdir.
12 Eylül’le gerçek darbe; Türkiye’nin ekonomisine, siyasetine,
aydınlarına yapılmıştır. 12 Eylül işçi sınıfının ve
aydınların 24 Ocak Kararlarına tepki gösteremez duruma
getirilmesi eylemidir.
7 Mayıs 2015 Perşembe
“TÜRKİYE PARÇALANMAYA BAŞLADI”
“Kerkük’ün Kürt Devleti
içinde kalması, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin tepkisine yol açabilir. Askerlerde,
ABD’ye duyulan güvensizlik daha da derinleşebilir ve Kürtler’in yanında yer
almayı sürdüren ABD, TSK’nın güvenini tümüyle yitirebilir. Bu nedenle, ABD
konuyla ilgili politikasını açıkça yürütmemelidir. Askerler, Kerkük’ün
Kürtler’e verilmesini bir operasyon yaparak önleyebilecek durumda değil. Buna;
hükümet, TÜSİAD ve TÜSİAD eksenli basın, AB’yi de yanlarına alarak şiddetle
karşı çıkar. Askerin manevra alanı yalnızca ‘sinirlenmekle’ sınırlı kalabilir...
Türkiye’nin tehlike algılaması artık homojen değil. Sistemin stratejik düşünme
mekanizması zayıf ve giderek parçalanmaya başladı.”
Penagon-CIA-ABD
Dışişleri Bakanlığı OrtakToplantı Kararı
4 Mayıs 2015 Pazartesi
ORDUNUN ANTİ-EMPERYALİST DURUŞU VE İŞBİRLİKÇİ SALDIRI
Mustafa
Kemal, işgal
altındaki İstanbul’da yayımlanan Hukuk
Beşer gazetesinin,
Türk Ordusuna ve onun komutanlarına “sefil”
ve “haydutbaşı”
diyerek hakaret etmesi üzerine 14 Mart 1919’da Harbiye
Nezaretine yazdığı
mektupta şunları söylüyordu: “Vatanı
ve ulusu için temiz yürekle ve kusursuz olarak, her türlü
yoksulluk ve zorluklar içinde namus görevlerini tam olarak yerine
getiren Türk ordularını haydut; aynı yoksulluk ve zorluklarla
karşı karşıya bulunan ve tek dayanakları namus ve şerefleri
olan ordu komutanlarını sefil ve haydutbaşı diye nitelemek ne
büyük bir ahlaksız ve sefil bir vicdansızlıktır. Türk
ordularını, o orduların komutanlarını böyle gösterme cüreti
ancak vatanın ve ulusun yok olmasını isteyen bir alçakta
bulunabilir.”
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)