Arap ülkelerinde son dönemde gerçekleşen ve bölge insanına; kan, gözyaşı ve
karmaşadan başka bir şey getirmeyen olaylara “Arap Baharı” adı verildi. Arap
ülkelerinde 20.yüzyılın ilk yarısında gerçekten bir “bahar” yaşanmıştır.
Bu “bahar”, Türk Kurtuluş Savaşı’nı örnek alarak, Mısır'dan Fas'a kadar tüm Arap dünyasını kapsayan
anti-emperyalist kurtuluş savaşlarıdır. Mısır’daki Nasır Devrimi gerçek
bir uyanış ve yurtsever atılımdı. Yalnızca, güçlü bir yönetimin kurulması
değil, 2500 yıllık Mısır tarihinde ilk kez, yerli Mısırlıların yönetime
gelmesiydi. Nasır Devrimi, geri ve yoksul bir halkın; yabancı egemenliğinden,
sömürüden, tutucu geleneklerden ve örgütsüzlükten kurtularak çağdaş bir ulus durumuna
gelme atılımıydı. Türk Devrimi’ni örnek aldı ve Mısır’a çok şey kazandırdı.
Bugün, Arap dünyasındaki olayları değerlendirmek için Mısır’ı, Mısır’ı anlamak
için de Nasır’ı bilmek gerekir.
Ülkemizde toplumsal muhalefetin ve siyasi tartışmanın yoğunlaştığı bir dönem yaşanıyor. Kendiliğinden gelişen kitlesel eylemlerin ve siyasi tartışmaların niteliğini yükseltmek amacıyla bu bloğu oluşturduk. Hiçbir parti, grup ve toplulukla bağımız yoktur. Yazar Metin Aydoğan'ın yazılarını yayınlayacağız. Düşünsel yaşamımıza katkı koyacağına inandığımız yazıların, bilimsel tartışmalara yol açmasını diliyoruz.
28 Mayıs 2017 Pazar
26 Mayıs 2017 Cuma
“ARAP BAHARI” VE MISIR’DA ULUSÇU AKIMLAR (1882-1952)
Arap ülkelerini “demokrasi” adına kan gölüne
çeviren ve adına “Arap Baharı” denilen emperyalist uygulama, neden ve
sonuçlarıyla Türkiye’de yeterince ele alınmadı, ders çıkarılmadı. Kuzey
Afrika’dan Ortadoğu’ya uzanan geniş coğrafyada, geçmişte gerçek bir “Arap
Baharı” yaşanmış; Mısır, Fas, Tunus, Libya ve Cezayir’de; Batı
emperyalizmine karşı ses getiren ulusal bağımsızlık mücadeleleri
gerçekleştirilmişti. BOP’un gereği olarak, üstelik “bahar” adı verilerek
yapılan yıkım, bu mücadelelerden bir anlamda öç alma girişimiydi. Mısırlılar,
Avrupalıların geleneksel Arap ve Mısır uygarlığının tarihsel değerlerini
yıkacağını görerek, mücadeleye 19.yüzyılın sonlarında başlamıştı. Arap Rönesansı (Nahda) denen akım, bu
mücadeleyle ortaya çıktı. El yordamıyla da olsa gelişmeye başlayan bu tür
ulusçu akımlar, 20.yüzyıla girerken yeni bir aşamaya ulaştı. İslam reformcusu Cemalettin Afgani’nin izleyicileri, dini-siyasi
reformcular, Arap (fellah) subaylar ve orta sınıftan gelen aydınlar, yeni akımın
yandaşlarıydı. Genç avukat Mustafa Kamil
ve Muhammet Fend ilk ulusal partiyi
bu dönemde kurdu. Mısır’ın gerçek “baharı” 1952’de Nasır Devrimi’yle başladı. Ancak, zenginleşen yönetici
sınıf ve yerli dinci örgütler, emperyalist egemenliğin gönüllü dayanakları oldu
ve bu uyanışa karşı çıktı.
23 Mayıs 2017 Salı
21.YÜZYIL KİMİN OLACAK
Dünya’yı gelecekte nelerin beklediğini görmek istiyorsak
aranan yanıtı, ABD-Japonya-Almanya-Çin ve Rusya arasındaki ilişkilere ve bu
ilişkilerin azgelişmiş ülkeler üzerindeki etkilerine bakmamız gerekiyor.
Sovyetler Birliği’nin dağılması, daha önce çok az insanın düşündüğü bir gerçeği
ortaya çıkardı. ABD’nin gölgesinde serpilip gelişen Japonya ve Almanya ile
Uzakdoğu’da büyüyen Çin, büyük bir ekonomik güce ulaştı. Bu ülkeler,
eriştikleri güce dayanarak artık dünya politikasına ağırlıklarını koymak
istiyor. Yeni bloklaşmalar oluşuyor. Sovyet etkisiyle baskı altında kalan
çelişkiler olgunlaşarak ortaya çıkıyor ve dünya adeta 20.yüzyılın başlarına
geri dönüyor. Dünya etkinlik alanları için kıran kırana bir savaşımın sürdüğü
çok kutuplu politik yapıya geri dönüyor
18 Mayıs 2017 Perşembe
KURTULUŞ SAVAŞI’NI KAVRAMAK
Yabancıların, Kurtuluş
Savaşı’nın Türkler için anlamını gerçek boyutuyla kavraması güçtür.
Gerçekleştirilen sıradışı eylemi anlayabilmek için, Türk insanının yapısal
özelliklerini, alışkanlıklarını ve geçmişten gelen birikimini bilmek gerekir.
Topluma karşı duyulan sorumluluk duygusu, yurda ve toprağa bağlılık, kimliğini
koruma becerisi ya da kendiliğinden harekete geçen savunma güdüsü kavranmadan Kurtuluş
Savaşı kavranamaz. Dayanıklılık, direnç gücü, örgütlenme yeteneği ve
dayanışmacı gelenekler Türklerin ortak değeridir.
15 Mayıs 2017 Pazartesi
1915 BASININDA İZMİR İŞGALİ
Kimi izleyiciler, İzmir’in
işgaline inanmıyor. Yayınladığımız yazıda yabancı yayınlardan belgeler koymamıza karşın, belge olarak o günlerin gazetelerini istiyorlar. Ömer Sami Çoşar’ın, Latin harflerine çevirip yayınladığı gazete örneklerini incelemenize sunuyoruz. Kendi tarihine; bu denli yabancı, bu denli güvenmez insanları,
nerede kim yetiştiriyor. Hayret doğrusu.
14 Mayıs 2017 Pazar
15 MAYIS 1919; İZMİR’İN İŞGALİ
15 Mayıs
1919’da İzmir’e çıkan Yunan Ordusu, 9 Eylül 1922’ye dek, Anadolu’da kaldığı 3,5
yıl boyunca, Türk halkına sıradışı yoğunlukta sistemli bir şiddet uyguladı.
Şiddetin düzeyini, Batılı yazarların aşağıda aktarılan yazılarında
bulacaksınız. İzmir’de başlatılan silahlı şiddet, kendiliğinden ortaya çıkan
anlık bir düşmanlık tepkisi değil; her yönüyle düşünülmüş, bir göç ettirme
eylemiydi. Bu eylem, Anadolu’yu Antik Çağ’dan beri mülkünün bir parçası gören
ve Alman Profesör K.Kruger’in “megalo manyak emeller” dediği,
değişmez Grek anlayışının doğal sonucuydu. Megalo İdea, 3 bin yıl sonra,
şimdi gerçekleşecek ve Batı Anadolu ele getirilecekti. Yunan Ordusu, yerli
Rumlarla birlikte kuralsız bir terör dalgasını gittiği her yere yaydı.
Saldırdı, soydu, ırza geçti; yaktı, yıktı ve öldürdü. Kendilerini, topraklarına
geri dönen efendiler olarak görüyorlardı. Yaptıkları gizlendi ve unutturulmaya
çalışıldı. Bunda da başarılı olundu. Bugünkü kuşak dedelerinin çektiği acıyı
bilmiyor. Tam tersi, Rumlara ve Ermenilere soykırım yaptığı yaymacasıyla
karşılaşıyor. Yunanistan, 19 Mayıs’ı “Soykırım Kurbanlarını Anma Günü” kabul
ediyor, Ege adalarını işgal ediyor ve bu işgal padişahın 1915’te İzmir işgalinde
yaptığı gibi görmezden geliniyor. 95 yıl sonra, İzmir’e Metropolit atanmasına
izin veriliyor.
9 Mayıs 2017 Salı
REFERANDUM SONRASI: TARTIŞMALAR VE BİR ÖNERİ
Referandumunun, bilinen olaylar ve yarattığı sorunlarla
birlikte tartışması sürüyor ve kuşkusuz sürecek. İktidar sahipleri,
tartışmalara aldırmadan, kolları sıvadı ve uyum yasaları için çalışmaya
başladı. Cumhurbaşkanı, AKP’ye başkan olmak için üyelik başvurusu yaptı.
Davranıştaki acelecilik, erken seçim olasılığını çağrıştırdı. CHP, sonuç
alamayacağını bildiği hukuk başvurularını sürdürürken, parti içi çatışmalar
gündeme geldi. Deniz Baykal, kendine göre öneriler yaptı. MHP’yi, kitle
desteği olarak Bahçeli değil, adeta muhalifler temsil ediyor ama bu
kesimden yeni parti sesleri de çıkıyor. Demokrat kamuoyu örgütsüz. Hukuk
ihlaline karşı, birkaç cılız demokratik tepkiden sonra herkes kabuğuna
çekilmiş, olacakları bekliyor. Türkiye’de toplumsal muhalefet adeta donmuş,
ulusal direnç sessizliğe gömülmüş.
6 Mayıs 2017 Cumartesi
68 KUŞAĞI KONULU SÖYLEŞİ (Bilkent Üniversitesi)
68 Kuşağının en belirgin özelliği, eylem ve düşüncede
toplum çıkarlarını önde tutan bir anlayışa sahip olması, olay ve gelişmelere
kişisel değil toplumsal bir anlayışla bakmasıdır. Kaynağını ulusal bağımsızlık
istencinden alan düşünsel yapısı, devrimci ilkeler ve halkın değerleriyle
biçimlenmiştir. Savaşım biçimini Kemalizmden almıştır. Ancak, yaşadığı
dönemi ve bu dönemin özelliklerini inceleyerek, sürekli arayış ve yenileşme
çabası içinde olmuştur... Düşünce ve davranışlarına, sorgulayıcı tutum
egemendir. Öğrenme ve bilinçlenme istemi yüksektir. 68’lilerde okumak,
neredeyse yaşamsal bir gereksinimdir.
4 Mayıs 2017 Perşembe
BİR “ÇILGIN” PROJE; “KANAL İSTANBUL”
Türkiye, dış borcu yarım trilyon dolara yaklaşan, kaynakları tükenmiş,
üretmeyen bir ülke haline gelmişken; İşsizlik yüksek boyutlara ulaşmış, halk
geçim derdine düşmüşken; ülkenin geliri giderini karşılamıyorken yani borçlanma
sürekli hale gelmişken; “Kanal İstanbul” gibi
büyük bir ‘proje’ neden gündeme
getiriliyor? Bu girişimin amacı nedir? Halk; köprülere, yollara ve tünellere,
geçiş bedeli olarak milyar dolarlar öderken; ödemezse üstünü devlet
tamamlarken; Osmangazi ve Yavuz Sultan Selim Köprüleri’nde ve Avrasya Tüneli’nde
araç geçişleri, verilen garantilerin çok altınayken ve hazine şimdiden büyük
paralar öderken; Türkiye, kendi güvenliği için gerekli olan Montrö ‘Sözlaşmesi’nin tasfiyesi için bu
denli büyük bir yükün altına girebilir mi? Böyle birşey olabilir mi?
3 Mayıs 2017 Çarşamba
CUMHURİYET’İN ULAŞIM POLİTİKASI (1923-1938)
Kurtuluş Savaşı sonrasında, iç ulaşım o denli güçtü ki,
tahıl tarımı yapılan yörelerden başka yörelere ürün götürülemiyor, bu yüzden,
özellikle sahil kesimlerine, dışarıdan buğday getiriliyordu. Ulusal pazarın canlanabilmesi
için, Anadolu kent ve kasabalarının, hatta köylerinin acilen, ulaşılabilir
duruma getirilmeleri gerekiyordu. Oysa, hazinede bu işe ayrılacak para yoktu.
Demiryolu işletmeciliği tümüyle yabancıların elindeydi bu alanda Rumlar ve
Ermeniler çalıştırılıyordu. Savaştan sonra Türkler’in demiryolu işletmeciliği
yapamayacağı ve ulaşımın duracağı söyleniyordu. Türkiye, 8272 kilometreyle
Avrupa’nın en uzun sahil şeridine sahip bir ülke olmasına karşın, deniz
taşımacılığında son sırada yer alıyordu. Kabotaj hakkı yabancıların elindeydi.
Hava ulaşımı diye bir kavram, düşüncelerde bile yer almıyordu.
1 Mayıs 2017 Pazartesi
VİETNAM ULUSAL BAĞIMSIZLIK SAVAŞI quân ca.
1 Mayıs
1975 günü, Vietnam Ordusu Vietkong birlikleriyle birlikte Saygon’a girdi ve
dünyanın süper gücü ABD’yi bozguna uğratan son noktayı koydu. ABD Ordusu,
savaşmak için getirdiği hava ve deniz araçlarının tümünü bu kez kaçmak için
kullandı ve Vietnam’da tarihinin en büyük askeri yenilgisini aldı. 1 Mayıs
1975, 20.yüzyılda Türk Kurtuluş Savaşı’yla başlayan ulusal bağımsızlık
savaşlarının doruk noktasıdır ve yoksul bir ulusun birliğini sağlaması
durumunda neleri başaracağını gösteren evrensel nitelikli bir zaferdir. Yazıyı,
Vietnam halkının yüz yıl süren ulusal bağımsızlık mücadelesine saygımızı
göstermek için yayınlıyoruz.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)