68 Kuşağının en belirgin özelliği, eylem ve düşüncede
toplum çıkarlarını önde tutan bir anlayışa sahip olması, olay ve gelişmelere
kişisel değil toplumsal bir anlayışla bakmasıdır. Kaynağını ulusal bağımsızlık
istencinden alan düşünsel yapısı, devrimci ilkeler ve halkın değerleriyle
biçimlenmiştir. Savaşım biçimini Kemalizmden almıştır. Ancak, yaşadığı
dönemi ve bu dönemin özelliklerini inceleyerek, sürekli arayış ve yenileşme
çabası içinde olmuştur... Düşünce ve davranışlarına, sorgulayıcı tutum
egemendir. Öğrenme ve bilinçlenme istemi yüksektir. 68’lilerde okumak,
neredeyse yaşamsal bir gereksinimdir.
Filiz Akgül : Sizce 68 Kuşağının genel kültürü ya
da dönemin popüler kültürünü, bir başka deyişle, siz 68’lilerin yaşam biçimini
nasıl tanımlayabilirsiniz?
Metin Aydoğan : 68 kuşağı olarak tanımlanan
gençlik devinimi, dönemin ülke ve dünya koşullarından etkilenerek ortaya çıkan,
kendine özgü niteliğiyle, günümüzden çok ayrımlı değer yargılarına sahip bir gençlik
savaşımıydı. Kararlı, direngen ve devrimci bir devinimdi. İçinde, gençliğinden
gelen kimi yanlışlıkları içerse de belirleyici özelliği, yurtseverliğe dayanan
antiemperyalist bir öze sahip olmasıdır. O dönemin gençleri olarak bizler için
tek doğru ve vazgeçilmez olan, Türkiye’nin ve tüm yoksul ulusların haklarını
savunmak, bunun için emperyalizme karşı çıkmaktı. Anlayışımızın temelinde yer
alan bu bakış, insanlığın sömürü ve baskıdan kurtularak ilerlemesini amaç
edindiği için haklıydı ve bu nedenle canlılığı olan kültürel bir zenginliği
içeriyordu.
O yıllarda dünyanın hemen her yerinde
ortaya çıkan gençlik devinimleri içinde emperyalizmi kavrama açısından; en
bilinçli, en özverili ve en atak olanı Türkiye’deki gençlik devinimiydi. Bu da
çok doğaldı, çünkü Türkiye, yüzyıl başında bağımsızlık savaşı veren Kemalist
devrimi yaşamış bir ülkeydi. 68 Kuşağı olarak bizim varlığımızı ve
kültürel varsıllığımızı bu devrim oluşturuyordu. Sahip olduğumuz herşeyi,
ulusal bağımsızlığı gerçekleştiren devrime borçlu olduğumuzu biliyorduk.
Devrimi korumanın ve geliştirmenin Türkiye’nin geleceğini korumak ve
geliştirmek olduğunu kavramıştık. İnançlarımız için özveride bulunmayı görev
sayıyorduk. Nitekim devinimin en önünde yer alanlar, yaşamlarını, çok genç
yaşta olmalarına karşın vermekten çekinmediler. Bizim dünyaya bakışımız ve
yaşam biçimimiz temel olarak almaya değil vermeye, kendini değil
ülkeyi düşünmeye dayanıyordu.
Filiz Akgül : Dönemin gençliğinin en belirgin niteliği
ve kendilerinden önceki kuşakla karşılaştırıldığında öne çıkan ayrımlar
nelerdir?
Metin Aydoğan : 68 Kuşağının bence en belirgin
özelliği, eylem ve düşüncede toplum çıkarlarını önde tutan bir anlayışa sahip
olması, olay ve gelişmelere kişisel değil toplumsal bir anlayışla bakmasıdır.
Kaynağını ulusal bağımsızlık istencinden alan düşüngüsel (ideolojik) yapısına,
ilkelerine ve halkın değerlerine birinci derecede önem vermiştir. Savaşım
biçimini Kemalizmden almıştır ancak yaşadığı dönemi ve bu dönemin
özelliklerini inceleyerek, sürekli olarak arayış ve yenileşme çabası içinde
olmuştur. Yeterli ya da yetersiz, doğru ya da yanlış, çok iş yapılmış; devinime
yön veren kendine özgü kuramsal bir çerçeve oluşturmuştur. İnceleme ve
araştırmada, sınırlayıcı hiçbir baskı kabul edilmemiş, Türkiye ve dünyadaki düşünce
akımlarına; özellikle de sosyalizme ve ulusal bağımsızlık düşüncesine yüksek
ilgi göstermiştir.
Araştırmacı ve sorgulayıcı tutum, halkın
ve ülkenin gerçeklerine yabancılaşmadığı sürece, bir gençlik deviniminden
beklenmeyecek düzeyde kültürel bir birikim, düşünsel bir varsıllık yaratmış ve
kitleselleşmiştir. Ancak, daha sonra yaratıcı araştırmanın yerini öykünmenin
(taklit) almaya başlaması, özellikle de o günün geçerli sosyalist akımlarına
öykülenilmesi, yaratıcılığın yitirilmesine yol açmıştır. Sosyalist düşüncenin,
derinliği kavranmadan yüzeysel aktarımlarla kabul edilip savunulması hem
bölünmelere yol açmış hem de, devinimin önce gençlik kitlesinden daha sonra
halktan uzaklaşılmasına yol açmıştır. Bu olumsuz etkilenme aynı zamanda 68
deviniminin düşüngüsel sonu olmuştur.
Öğrenme ve
bilinçlenme istemi, inceleme ve araştırmayı bu da çok okumayı, tartışmayı,
kültürel düzeyin yükselmesini ve eylemi gerekli kılmıştır. 68’lilerde okumak ve
daha çok okumak, neredeyse yaşamsal bir gereksinim olmuştu. Okumak, öğrenmek,
öğrendiğini uygulamak, o günlerin en geçerli ve en çok değer verilen davranış
biçimiydi. Bu çok hızlı bir süreçti. Varsıl ya da ünlü olmak, iyi
giyinmek, gösterişli biçimde yaşamak değil; okumak, eylem içinde olmak ve halkı
sevmek geçerli değer yargılarıydı. Gençlik, kendi içinde yarattığı bu yargıyla,
toplumun hemen tüm kesimlerini etkilemeyi başarmıştı. Kitle örgütleri,
sendikalar, sanatçılar, aydınlar gençlerden etkileniyor ve Türkiye yalnızca Atatürk
döneminde gördüğü bir aydınlanma, bir aydın uyanışı yaşıyordu. Okulda,
otobüste, trende, vapurda hemen herkesin ama özellikle gençlerin elinde hep
birer kitap görürdünüz. Türkiye’nin o zamanki nüfusu bugünkünün yarısı kadar
olmasına karşın, kitaplar baskılarını 5’er bin adet yapardı. Kültürel etkinlikler,
tiyatrolar, forumlar, panel ve tartışmalar her zaman dolu olurdu.
Okuyup öğrenmek ve
eylem içinde olmak, o dönem gençliğine yüksek düzeyli bir özgüven duygusu
vermişti. Gençler okuyup öğrendikçe, çevresindeki insanlardan, özellikle de
ülkeyi yöneten politikacılardan çok daha ileri bir konuma gelmişler ve bu durum
onların, yaşlarından beklenemeyecek düzeyde özgüven kazanmasına yol açmıştı. O
dönemdeki gençlik örgütlerinin genel kurulları, üniversitelerdeki açık oturum,
panel ya da forumlar, yalnızca o günlerdeki değil, bugünkü parti
kurultaylarından çok daha ilerdeydi. Konuşma ve tartışmalar, çok daha
nitelikliydi; bilimsel içeriğe sahipti. Panel ya da forumlar 6–7 saat sürer,
salonlarda oturacak yer kalmazdı. O dönemde yaşadığımız aşılması güç sorun, eylem
düzenleme değil düzenleyeceğimiz eylem için salon bulmaktı.
Filiz Akgül : Türkiye’nin ve Osmanlı yönetimindeki
Türk halkının genel olarak politik kültürü ele alındığında, 68 kuşağını
ilk yapan özellikler var mıdır?
Metin Aydoğan : Türkiye aydınlanma dönemini 1923 ile
1938 arasındaki 15 yıllık devrimler döneminde yani Atatürk dönemine
sığdırmış bir ülkeydi. Cumhuriyetten önce geçmişe dayanan önemsenecek bir
aydınlanma birikimi yoktu, Atatürk öldükten sonra devrimlerden geri
dönüş süreci başlamıştı. 1938 ile 1968 arasındaki 30 yıllık geri dönüş sürecine
karşın, Türkiye’de bu denli ileri ve nitelikli bir gençlik eylemini nasıl
ortaya çıkabildiğini hep düşünmüşümdür.
Cumhuriyet,
Osmanlıdan aydın denilebilecek hemen hiçbir yetkin kadro almamıştı. Devrimler,
önce onu yürütecek kadroları yaratarak ve çok sınırlı bir kadroyla
başarılmıştı. Osmanlıda gençlik devinimi diyebileceğimiz oluşumlar çok cılızdı
ve harbiye, tıbbıye ve mülkiye ile sınırlıydı. Okumuş
Gençliğin büyük bölümünü suhte adı verilen medrese öğrencileri
oluşturuyordu. Gerici bir anlayışla eğitilen ve tutuculuğun vurucu gücü
durumuna gelen suhteler, işsiz kaldıklarında ayaklanırlar ve ses
getiren eylemler yaparlardı. 1876’daki suhte ayaklanmasına, Fatih
ve Beyazıt medrese öğrencileri de katılmış ve bu katılımın Sultan Abdülaziz’in
tahtan indirilmesinde etkisi olmuştu.
Cumhuriyet
kurulduğunda okuma yazma oranı yüzde 10’un altındaydı. Aydın sayılabilecek
insanlar, İstanbul ile Selanik’te bulunan ve ciddi bir örgütlenme gerçekleştiremeyen,
genellikle Batı etkisinde kalmış yarı–aydın kişilerden oluşuyordu. Bunlardan
yalnızca ittihatçılar ulusal hakları savunuyor ancak, onlar da içinde
yaşadıkları dünyayı gerçek boyutuyla kavrayamıyor, sömürgeciliği, emperyalizmi
bilmiyorlardı.
Toplumsal yapının
geri ve örgütsüz olduğu, aydın denilebilecek kadroların ortaya çıkmadığı, aydın
geleneği ve birikimi olmayan bir toplumdan, Mustafa Kemal gibi ileri
niteliklere sahip bir aydının çıkması gerçekten şaşırtıcıdır. Mustafa Kemal,
gerek Kurtuluş Savaşı süresince, gerekse devrimler döneminde eylemine uygun
yetişmiş kadro bulmada çok zorlanmıştır. “Ben mücadelemi mollalarla
yürüttüm, çünkü yetişmiş insan yoktu” derken çok haklıydı. Cumhuriyet
kuruluşunda, yapılan eylemin bilincinde olan insan hemen hiç yoktu ya da çok
azdı.
Kurtuluş Savaşı ve
onu tam bağımsızlıkla bütünleştiren Türk Devrimi, kendi aydınını da
yaratmıştır. 15 yıllık kısa dönem, sıradışı dönüşümler gerçekleştirmiştir.
Ancak, zamanın kısalığı, devrimi koruyacak kadroların nitelik–nicelik olarak
yeterli düzeyde yetiştirilememesine neden olmuştur. Atatürk’ün ölümüyle
başlayan, 1945’den sonra yoğunlaşan geri dönüş süreci, devrimi koruyup
geliştirecek kadro yetiştirmek bir yana, var olan sınırlı kadroları da devletin
üst görevlerinden ayıklandılar (tasfiye edildiler).
68 Hareketi, geri dönüş sürecinin ve ABD
etkisinin yayılıp, yerleştiği bir dönemde, bu girişime tepki olarak gelişti.
Gençler, Kurtuluş Savaşı’nı, devrimleri, geri dönüş uygulamalarını ve bu
uygulamaların arkasındaki itici gücü oluşturan emperyalizmi görmüş ve buna
karşı örgütlenip savaşıma girişmişlerdi. Eriştikleri düşünsel düzey, olay ve
olguları gerçek boyutuyla görme olanağını onlara veriyor bu nedenle de eylemler
etkili oluyordu.
68 Gençlik
deviniminin dayandığı düşünsel temel, en azından çıkışı ve yayılış döneminde,
tartışmasız bir biçimde ulusal bağımsızlık ve Kemalist devrimdir. Bu
gerçek, devinimin ilk dönemlerinde söylem ve eylem olarak açıkça ortaya
konmuştur. Daha sonra ortaya çıkan söylem değişikliği ve yabancılaşma eğilimi,
bu gerçeği değiştirmemektedir. 68 Devinimi, kendisini var eden Kemalist devrim
ilkelerine bağlı kaldığı sürece gelişip güçlenmiş, Kemalizmden
uzaklaştığı oranda varlık nedenini yitirerek yok olmuştur.
68 Kuşağını oluşturanlar, genellikle 1940–1950
arasında doğanlardır. Geri dönüş süreci 1940’lardan sonra başladığına göre bu
süreç içinde çocukluğunu yaşayan gençlerin, daha sonra günün geçerli siyasetine
karşı bu derece kararlı ve sert bir karşı koyma içine girmelerinin nedenini
bilmek gerekir, Bunun bence iki nedeni vardır. Birincisi, 68 Kuşağı bir
tepki devinimidir; anti–Kemalist sürece gençliğin gösterdiği dirençtir.
İkincisi, bu kuşağın ağılıklı olarak Türk Devrimi’ni koruyacak kadroları
yetiştiren ve kısa sürede eriştiği yüksek ulusal bilinç nedeniyle kapatılan köy
enstitülüler başta olmak üzere Cumhuriyet öğretmenleri tarafından
yetiştirilmesidir. 68’lilerin; eğilimleri, değer yargıları ve ileride
geliştirecekleri bilinç düzeyleri, önemli oranda, Cumhuriyet’e bağlı bu eğitim
kadrosu tarafından oluşturulmuştur. Köy enstitülerine ve oradan yetişen
öğretmenlere karşı sürdürülen sürekli baskı, daha sonra ve daha yeğin
(şiddetli) olarak 68 Kuşağına da uygulanmıştır.
68 Kuşağını “ilk” kılan süreci, bu bütünlük
içinde ele almalıyız. Bu yapıldığında “ilk” den çok, bir dönemin söz
konusu olduğu görülecektir. 68, kuşkusuz bir “ilk” di ancak bu “ilk”,
Kemalist devrimle başlayan Köy Enstitüleriyle süren, bir birikimin ürünüydü.
Filiz Akgül : Siz 68’lileri, siz olmaya iten nedenler
nedir? Bu özelliklerin ve niteliklerin oluşmasına olanak veren iç ve dış
dinamikler sizce nelerdir?
Metin Aydoğan : 68’lileri 68’li yapan nedenleri,
özellikle dayandığı iç devimselliği (dinamik) sanırım yukarıda yeterince
açıkladım. Dış devimselliğe gelince, dışarıda gelişen eylemler
Türkiye’deki politik gelişmeleri kuşkusuz ilgilendiriyordu. Dışarıdaki
emperyalist saldırganlık ve buna karşı oluşan tepki, yalnızca Türkiye’yi değil,
ezilen ülkelerin tümünü etkiliyordu. ABD, Vietnam’da vahşi ve haksız bir savaş
sürdürüyor, dünyanın her yerinde darbeler düzenliyordu. Buna karşın ulusal
kurtuluş savaşlarının yayılmasını önleyemiyordu, Afrika, Güney Amerika ve
Asya’da güçlü ulusal ve toplumsal devinimler ortaya çıkıyordu. Dünyadaki ilk
anti–emperyalist devrimi başaran bir ülkenin gençlerinin, bu gelişmelerden
etkilenmemesi olanaksızdı; gelişmelere tepki gösterecek birikim Türkiye’de
henüz tüketilmemişti ve bu birikimin eyleme dönüşmesi kaçınılmazdı.
68’liler, kendi ülke
sorunlarına olduğu kadar, dünya sorunlarıyla da yakından ilgilendiler ve
özellikle yoksul ülkelerde uluslararası dayanışma eğilimi içinde oldular.
İşçilerin, köylülerin, öğretmenlerin ve kendilerinin; ekonomik–demokratik
hakları için savaşı verdikleri gibi, uluslararası gelişmelere karşı duyarlılık
gösterdiler, tepkilerini eyleme dönüştürdüler. Ve her iki konuda da, bir
gençlik deviniminden beklenmeyecek düzeyde etkili ve başarılı oldular; büyük
bir kitlesel güç yarattılar.
Güçlenmeleri ve ses
getiren eylemlerle halka ulaşmaya başlamaları, politik çevrelerin tepkisiyle
karşılaştılar. Silahlı saldırılara uğradılar ve sokak ortalarında öldürüldüler.
Kendilerini koruma gerekçesiyle silahlandılar. Niteliklerine ve konumlarına
yabancı bir çatışma ortamına çekildiler. Aralarına sokulan kışkırtıcılar
(ajan–provakatörler) aracılığıyla gerek düşünsel gerekse eylemsel sapma içine
sürüklendiler. Bir gençlik devinimiydiler ve kendilerine altından
kalkamayacakları erekler seçmişlerdi. Sapmaya ve karışmaya (müdahale) son
derece açıktılar.
Hem kendi içlerinden
hem de dışardan ama kesinlikle bir merkezden yürütülen kışkırtıcı karışmalarla
amaçlarından çok ayrımlı bir konuma getirildiler, çıkışları her yerden
tıkanmıştı. Ancak, tüm sarılmışlıklarına karşın inanılması güç bir direnç
gösterdiler ve çatıştılar. 20–22 yaşında gençler gözlerini kırpmadan ölüme
gidiyordu.
68 Gençliği,
söylediklerinin ve yaptıklarının arkasında durmuş, ülkeye sahip çıkmış ve çok
ağır bir bedel ödemiştir. Silahlı saldırıların başlamasından sonra,
derslerimizden çok öldürülen arkadaşlarımızın cenazelerine gider olmuştuk.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder