31 Ekim 2014 Cuma

HARF DEVRİMİ


Atatürk’e göre, Türkçe Türkiye demektir. Ulus varlığının korunup geliştirilmesi için Türkçenin özleşip özgürleşmesi bunun için de ulusun tüm bireyleri tarafından okunup yazılması gerekiyordu. Ulusal kültürün, bağlı olarak uluslaşmanın güçlenip yerleşmesi için, bireylerin kolayca anlayıp yazabileceği bir yazı olmalıydı. Arap harfleriyle okuyup yazmak, Türk insanı için aşılması güç bir engel durumundaydı. Karmaşık bir yapıya sahip Arapçada, harfler sözcüklerin başına, ortasına ya da sonuna geldiğinde ayrı seslerle okunuyordu. Bu durum, okuma yazma yaşına gelmiş Türk çocukları için büyük sıkıntı kaynağıydı. Arapçanın gerekli kıldığı ses eşitliğini sağlamak için getirilen; nokta, çizgi ve işaretler, aynı harften farklı ses elde etmede kullanılıyordu. Türkçeye uymayan ve Türkler için gerçek bir dil karmaşası yaratan bu durum, okuma ve yazmayı öğrenme önünde ciddi bir engeldi. Çocuklar, daha önce herhangi bir sözcüğü öğrenmemiş ya da ezberlememişse, o sözcüğü yazamazdı. Bu da, okuma yazmada ezberciliği gerekli kılıyordu.

29 Ekim 2014 Çarşamba

CUMHURİYET’İN İLANI


Türkiye’de 1923 yılında, yönetim biçimi olarak Cumhuriyetin tarihsel evrimini, evrensel boyutunu ve gerçek niteliğini kavramış, aydın zümre yok gibidir. O güne dek, Türkiye’de, cumhuriyetçilik adına, bir düşünce akımı gelişmemiş, herhangi bir örgütlü eylem gerçekleştirilmemişti. Cumhuriyet sözcüğü, aynı şapka gibi, 19.yüzyıldan beri sövgü ve aşağılama tanımı olarak kullanılıyordu; tutuculuk dilinde karşılığı gavurluktu... Ordu ona bağlıydı ve orduyu yenileşmenin örgütlü gücü durumuna getirmişti. Ancak, bu büyük güvenceyle bile yetinmeyen önlemli (tedbirli) bir anlayışı vardı. Giriştiği savaşımın doğruluğuna inanmakta, bilince dayalı bu inanç, ona girişimleri için gerekli olan özgüveni vermektedir. Çok güvendiği ordu bile kendisini bıraksa, “komutan ve subaylarına tümüyle bel bağladığı muhafız alayına” dayanarak halka gidecek, “ülkeyi yeniden çevresine toplayacaktır.” Bu kararlılık ve istenç gücüyle, “Meclis koridorlarının kulaktan kulağa dolaşan fısıltıları, küçük oyun ve taktikler” kuşkusuz boy ölçüşemeyecekti.

27 Ekim 2014 Pazartesi

CEZAYİR BAĞIMSIZLIK SAVAŞI


1955’te Vietnam’da yenilen Fransa’nın Cezayir’de herhangi bir yenilgiye katlanması düşünülemezdi. Başıboşlardan (serserilerden) ve serüvencilerden (maceracılardan) oluşan paralı askerlerini ve acımasız yöntemleriyle ün yapmış paraşütçü birliklerini, Cezayir’e taşıdılar. Fransız birlikleri, ne ulusal, ne de uluslararası anlaşmalara uyuyor, kendilerini insan öldürmekten sorumsuz kılan bir tutumla toplu kırımlara girişiyordu. Direniş önderleri tutukevlerinde öldürülüyordu. Köylülerin özellikle verimli ovalardaki ürünleri ve köyleri yakılıyor ve her yaştan Cezayir köylüsü dağlık yörelere sürülüyordu. Onbinlerce insanın yarı aç yaşamaya tutsak edildiği toplama kampları oluşturuluyordu. 1960 başlarında bu kamplarda tutulan Cezayirlilerin sayısı 2 milyonu bulmuştu.

24 Ekim 2014 Cuma

1920-1929 AMERİKA VE BÜYÜK BUNALIM


1929 yazı, Amerikan ekonomi tarihindeki en coşkun mevsimdi. O yaz hisse senetlerinin değeri dört yıl öncesine oranla yüzde 400 artmıştı. New York Borsasında her gün 5 milyon değişim işlemi yapılıyordu. Hisse senedi artışları gerçek ekonomik ve ticari gelişmelere değil vurguncu (spekülatif) değerlere dayanıyordu. Borsaya giren para hisse artışlarını karşılayacak durumda değildi. Üretime dayanmayan yapay gelir artışları kendini yıkma eğilimini de birlikte getiriyordu.

22 Ekim 2014 Çarşamba

TÜRK TARİHİNDE DEVLET


Dünya tarihinde, Türkler kadar çok ve çeşitli devlet kurmuş bir başka ulusun olmadığı, bugün artık herkesin kabul ettiği kanıtlanmış bir gerçektir. Her dönemde ve sürekli biçimde, dünyanın çok geniş alanlarına yayılan Türkler, yaşadıkları her yerde; büyük-küçük, etkili-etkisiz, kalıcı-geçici o denli çok ve değişik devlet kurmuşlardır ki, Türk tarihi bir anlamda devlet kurmanın tarihi durumuna gelmiştir. Uzun dönemler boyunca çatışmışlar, yenmişler, yenilmişler; güçlenmiş ya da güç yitirmişler; başka toplumları eritmiş ya da onlar içinde erimişler ancak hiçbir zaman devletsiz kalmamışlardır.

20 Ekim 2014 Pazartesi

ULUS DEVLETLERİN YAŞAM SÜRESİ DOLDU MU


Ulus devlet düzeninin bugünkü bunalımı, gerçek bir uygarlık sorunudur. Bu sorunun yaratıcıları, kendilerini uygar olarak gören az sayıdaki büyük devlet ve şirket yöneticisidir. Milyonlarca insanın, kuralları ve sınırları önceden çizilmiş eşitsiz koşullarda ve gücün belirleyici olduğu bir ortamda yaşamaya zorunlu kılınması bir insanlık dramıdır. Bu drama son vererek toplumsal gelişimi sürekli kılmak ise kuşkusuz, bir gelişmişlik ölçütüdür. Bu ölçütün en belirgin göstergesi, emperyalizme karşı savaşımda erişilen düzey ve ülke çıkarlarının korunmasında sağlanan başarıdır. Günümüzün uygar insanı devleti savunmak başta olmak üzere ulusal hakları için savaşım veren insandır.

17 Ekim 2014 Cuma

KÜRESELLEŞME VE DEVLETİN KÜÇÜLTÜLMESİ


Bugün, kendi ülkelerinde devleti sürekli büyütenler, Türkiye gibi azgelişmiş ülkelerden zaten küçülmüş olan devletin daha da küçültülmesini istiyor. Türkiye’ye ve tüm az gelişmiş ülkelere kredi açmak için tarım desteklerinin kaldırılmasını şart koşanlar, kendi tarımlarına büyük fonlar ayırıyor. ABD, 1991 yılında 200 milyar doların üzerinde devletleştirme gerçekleştirdi. 2008 akçalı (mali) bunalımını aşmak için devlet hazinesini sonuna dek kullandı. Fransa’da bünyelerinde 1,5 milyon işçi çalıştıran 2498 devlet şirketi var. (1995) Japonya’da değil devlet kuruluşları, birçok özel şirketin bile hisseleri, serbestçe alınıp satılamaz. Fransa’da yabancılara yüzde 20’den çok hisse satışı yasaktır. İngiltere’de yüzde 10’dan çok hisse yabancılara satılamıyor. Almanya’da yabancı bir şirketin herhangi bir Alman şirketini güç durumda bırakarak satın alması yasaktır.

15 Ekim 2014 Çarşamba

NUTUK


Atatürk, Nutuk’u yazmak için yaklaşık dokuz ay bilgilerini yeniledi, belge topladı. Mücadele arkadaşlarıyla sıkça bir araya geldi, kendi düşünce ve hazırlıklarını aktarırken, onların “görüş ve değerlendirmelerini” aldı. Anımsıyamadığı ayrıntılar için, olayı birlikte yaşadığı insanları bulduruyor, değinmek istediği bir olayı birkaç kanaldan doğrulamadan kullanmıyordu. Gerçeği yansıtamama ya da yanlış kanı uyandırma kaygısı, çalışmasının her aşamasına egemendi. Doğruluğunu gördüğü uyarıları kesinlikle değerlendiriyor, uyarılara hak verdiğinde, günler süren çalışmasını yeniden ele almaktan çekinmiyordu. İçeriğe olduğu kadar yazılıma da önem veriyordu. Yazdığı notları derleyip son biçimini verirken, beş yüz sayfalık yapıtı “kendi elleriyle yazdı”; yüzlerce belgeyi, “bizzat kendisi toplayıp değerlendirdi.” Tümceler (cümleler), sözcükler (kelimeler) üzerinde titizlikle duruyor, dil bilgisi kurallarına aşırı özen gösteriyor; uygun olan sözcük kullanımına çok önem veriyordu.

13 Ekim 2014 Pazartesi

ANKARA’NIN BAŞKENT OLUŞU


Birçok insan, Osmanlı Devleti’nin 470 yıllık payıtahtı (padişahın tahtının olduğu yer) olan İstanbul’un, üstelik payıtaht tanımı aynısıyla kalarak, yeni devletin de başkenti olmasını istiyordu. Oysa, Ankara’nın başkent yapılması, basit bir kent seçimi değil, tarihsel boyutu olan önemli bir siyasi seçimdi; dünya görüşüyle ilgili bir anlayıştı. Gücünü korumak için, Anadolu’yu yüzyıllar boyu sömüren ve bu işi yabancılarla birlikte yapmaktan çekinmeyen “çürümüş İstanbul”’la hesaplaşmak, “araya mesafe koymak” gerekiyordu. Yeni devlet, çıkarcılığa dayalı Batı uyduculuğunun üstesinden gelmek ve tam bağımsızlığa dayanan özgürlükçü anlayışı egemen kılmak için, Anadolu’dan ve ortasındaki Ankara’dan yönetilmeliydi. Güçlü ve özgür bir geleceği yaratmak, “Anadolu’ya Anadolu halkının egemen olmasıyla” olanaklıydı.

11 Ekim 2014 Cumartesi

TÜRKİYE'DE NELER OLUYOR


Bir haftadır Türkiye'de sıradışı olaylar yaşanıyor. Ülke dışındaki gelişmeler, ülke içinde ayaklanmaya yönelen eylemlere gerekçe yapılıyor ve onlarca insan ölüyor. Kamu binaları, okullar ve araçlar yakılıyor. Ne istediğini bilmeyen insanlar yapay bir öfkeyle kırıp döküyor, talan yapıyor. Yaşananların kendiliğinden gelişen kitle eylemleri olmadığı açık. Açık olmayan ise amacı ve ereği. Ancak, karmaşa yaratan eylemlerin dile getirilmeyen bir ereği var kuşkusuz. Batı başkentlerinde yıllarca önce tasarlanan izlencenin (programın) bugün son aşaması uygulanıyor.2015 yılının ne anlama geldiğini /geleceğini bilmeden yaşananları anlamak ve yaşanacak olan karmaşaya önlem almak olası değil. Aşağıdaki yazıyı bu anlayışla dikkatlice okuyunuz. 2015'in önemini anlayacak ve Türkiye'yi bekleyen tehlikenin boyutunu göreceksiniz.

10 Ekim 2014 Cuma

ÇİN UYGARLIĞINDA TÜRK ETKİSİ


Yazılı tarihin çok öncesine giden ve yaygın bir iç içe geçmişlik içeren Çin-Türk ilişkileri, Çin’de birçok ortak hanedanlık ve bölgesel Türk yönetimleri yarattı. İlişkiler, Çin uygarlığını ileri sıçratan kavşaklardan biri olan M.Ö.9.yüzyılda yeni bir aşamaya ulaştı. Tarım tekniklerini bilen, at yetiştiren ve gelişkin savaş arabaları kullanan Türk boyları, Çin içlerine girerek; güneyde Yangzi Ciang ovasına, kuzeyde Moğolistan’a dek yayıldılar. Başkent yaptıkları Finghao (bugünkü Şien) ve Luoyi’de (bugünkü Luoyang) getirdikleri uygarlığı, kesintisiz biçimde sürdürüp geliştirdiler. M.Ö.8. ve 7.yüzyıllarda değişik üretim biçimleri, yeni demir ve cam teknikleri ortaya çıkardılar.

8 Ekim 2014 Çarşamba

ÇİN UYGARLIĞI


Uçsuz bucaksız” Çin’in “uçsuz bucaksız” bir tarihi vardır. Bu tarih, M.Ö.7 binli yıllara, söylencelerle (efsanelerle) renklenen, bilinmezliğin ya da unutulmuşluğun karanlıklarına gömülmüş zamanlara dek giden “sonsuz” bir tarihtir. Dünyayı “tanrılar” ve “cinlerle” dolu bir yer sayan eski Çin’den kopup insanlığa benzeri olmayan bir evrim örneği sunarak bugüne ulaşan ve son üç bin yılı yazılı olan bu koca tarih; eşsiz bir uygarlığı, Çin Uygarlığını bağrında taşır.

6 Ekim 2014 Pazartesi

İŞGAL İSTANBUL’U VE MUSTAFA KEMAL



İstanbul, 6 Ekim 1923 günü Tümgeneral Selahattin Adil komutasındaki 5.Kolordu’nun kente girmesiyle işgalden kurtarıldı. Birkaç yıl öncesinde düşlere bile giremeyen ve Anadolu’daki halk savaşıyla sağlanan bu başarı, Türk ulusu için kuşkusuz büyük bir olaydı. Ancak, bu olayın İstanbul için, bir kentin eylemsel (fiili) kurtuluşunun ötesinde tarihsel ve kültürel bir boyutu vardı. İstanbul, çürüyen bir düzenin başkentiydi ve yüzlerce yıl süren bozulmaların birikimini taşıyordu; yozlaşma ve yabancılaşmanın merkezi olmuştu. Askeri kurtuluştan sonra kültürel kurtuluşunu da sağlayarak, ulusal istencin (iradenin) merkezi Ankara’yla bütünleşecek miydi?

3 Ekim 2014 Cuma

HİNDİSTAN BAĞIMSIZLIK SAVAŞIMI


Hindistan’ın ulusal bağımsızlığını elde etmesi, yetersiz önderlik nedeniyle uzun sürdü. Ağır İngiliz baskısı, merkezi devlet yapısından yoksunluk ve çok sayıdaki yerel feodal gücün bitmeyen çatışması, işgale karşı tam bağımsızlık bilincinin oluşmasını geciktirdi. Uzun yıllar İngiliz baskısı altında yaşayan Hintliler, boyuneğmeyi neredeyse var olabilmenin koşulu olarak görüyordu. Ancak, İngiltere’nin Anadolu’dan çıkarılması ve tam bağımsızlık temelinde yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması, Hint ulusal savaşımı için bir dönüm noktası oldu. 1923’den sonra, tam bağımsızlık ilkesi, artan ve güçlenen bir amaç olarak, Hindistan’daki politik gündemin başına yerleşti.

1 Ekim 2014 Çarşamba

HİNT UYGARLIĞINDA TÜRK ETKİSİ


Türkler, Hindistan’ı yüzlerce yıl yönetmiş, Hint kültürüne kalıcı biçimde etki yapmıştır. Önceki yerleşimleri saymazsak Gaznelilerin gelmesiyle Hindistan’da 857 yıl süren Türk yönetimi yaşanmış ve Hindistan’a göz kamaştıran yapıtlar kazandırılmıştır. 1605-1658 arasındaki Cihangir ve Cihan dönemi; Delhi ve Agra başta olmak üzere birçok taşra kentinde, zerafet ve ihtişamın doruğa ulaştığı yıllar olmuştur. Özellikle Şah Cihan tarihe, Hindistan’da yaptırdığı görkemli yapılarla geçti. Agra’da Anadolu’dan getirttiği mimar ve ustalara yaptırdığı Tac Mahal ve İnci Camisi benzersiz yapıtlardı. Delhi’de beş yeni kent kuran Türk hükümdarlarından sonra, Yedinci Delhi olarak tanımlanan Şah Cihanabat (Bugünkü Eski Delhi) onun tarafından kurulmuştur.