Atatürk’e
göre, Türkçe Türkiye demektir. Ulus varlığının korunup
geliştirilmesi için Türkçenin özleşip özgürleşmesi bunun
için de ulusun tüm bireyleri tarafından okunup yazılması
gerekiyordu. Ulusal kültürün, bağlı olarak uluslaşmanın
güçlenip yerleşmesi için, bireylerin kolayca anlayıp
yazabileceği bir yazı olmalıydı. Arap harfleriyle okuyup yazmak,
Türk insanı için aşılması güç bir engel durumundaydı.
Karmaşık bir yapıya sahip Arapçada, harfler sözcüklerin başına,
ortasına ya da sonuna geldiğinde ayrı seslerle okunuyordu. Bu
durum, okuma yazma yaşına gelmiş Türk çocukları için büyük
sıkıntı kaynağıydı. Arapçanın gerekli kıldığı ses
eşitliğini sağlamak için getirilen; nokta, çizgi ve işaretler,
aynı harften farklı ses elde etmede kullanılıyordu. Türkçeye
uymayan ve Türkler için gerçek bir dil karmaşası yaratan bu
durum, okuma ve yazmayı öğrenme önünde ciddi bir engeldi.
Çocuklar, daha önce herhangi bir sözcüğü öğrenmemiş ya da
ezberlememişse, o sözcüğü yazamazdı. Bu da, okuma yazmada
ezberciliği gerekli kılıyordu.
Ülkemizde toplumsal muhalefetin ve siyasi tartışmanın yoğunlaştığı bir dönem yaşanıyor. Kendiliğinden gelişen kitlesel eylemlerin ve siyasi tartışmaların niteliğini yükseltmek amacıyla bu bloğu oluşturduk. Hiçbir parti, grup ve toplulukla bağımız yoktur. Yazar Metin Aydoğan'ın yazılarını yayınlayacağız. Düşünsel yaşamımıza katkı koyacağına inandığımız yazıların, bilimsel tartışmalara yol açmasını diliyoruz.
31 Ekim 2014 Cuma
29 Ekim 2014 Çarşamba
CUMHURİYET’İN İLANI
Türkiye’de
1923 yılında, yönetim biçimi olarak Cumhuriyetin tarihsel
evrimini, evrensel boyutunu ve gerçek niteliğini kavramış, aydın
zümre yok gibidir.
O güne dek, Türkiye’de, cumhuriyetçilik
adına, bir düşünce akımı gelişmemiş, herhangi bir örgütlü
eylem gerçekleştirilmemişti. Cumhuriyet
sözcüğü, aynı şapka
gibi, 19.yüzyıldan beri sövgü ve aşağılama tanımı olarak
kullanılıyordu; tutuculuk dilinde karşılığı gavurluktu... Ordu ona bağlıydı ve orduyu yenileşmenin örgütlü gücü durumuna getirmişti. Ancak, bu büyük güvenceyle bile yetinmeyen önlemli
(tedbirli) bir anlayışı vardı. Giriştiği savaşımın
doğruluğuna inanmakta, bilince dayalı bu inanç, ona girişimleri
için gerekli olan özgüveni vermektedir. Çok güvendiği ordu bile
kendisini bıraksa, “komutan
ve subaylarına tümüyle bel bağladığı muhafız alayına”
dayanarak halka gidecek, “ülkeyi
yeniden çevresine toplayacaktır.”
Bu kararlılık ve istenç gücüyle, “Meclis
koridorlarının kulaktan kulağa dolaşan fısıltıları, küçük
oyun ve taktikler” kuşkusuz boy ölçüşemeyecekti.
27 Ekim 2014 Pazartesi
CEZAYİR BAĞIMSIZLIK SAVAŞI
1955’te
Vietnam’da yenilen Fransa’nın Cezayir’de herhangi bir
yenilgiye katlanması düşünülemezdi. Başıboşlardan
(serserilerden) ve serüvencilerden (maceracılardan) oluşan paralı
askerlerini ve acımasız yöntemleriyle ün yapmış paraşütçü
birliklerini, Cezayir’e taşıdılar. Fransız birlikleri, ne
ulusal, ne de uluslararası anlaşmalara uyuyor, kendilerini insan
öldürmekten sorumsuz kılan bir tutumla toplu kırımlara
girişiyordu. Direniş önderleri tutukevlerinde öldürülüyordu.
Köylülerin özellikle verimli ovalardaki ürünleri ve köyleri
yakılıyor ve her yaştan Cezayir köylüsü dağlık yörelere
sürülüyordu. Onbinlerce insanın yarı aç yaşamaya tutsak
edildiği toplama kampları oluşturuluyordu. 1960 başlarında bu
kamplarda tutulan Cezayirlilerin sayısı 2 milyonu bulmuştu.
24 Ekim 2014 Cuma
1920-1929 AMERİKA VE BÜYÜK BUNALIM
1929
yazı, Amerikan ekonomi tarihindeki en coşkun mevsimdi. O yaz hisse
senetlerinin değeri dört yıl öncesine oranla yüzde 400 artmıştı.
New York Borsasında her gün 5 milyon değişim işlemi yapılıyordu.
Hisse senedi artışları gerçek ekonomik ve ticari gelişmelere
değil vurguncu (spekülatif) değerlere dayanıyordu. Borsaya giren
para hisse artışlarını karşılayacak durumda değildi. Üretime
dayanmayan yapay gelir artışları kendini yıkma eğilimini de
birlikte getiriyordu.
22 Ekim 2014 Çarşamba
TÜRK TARİHİNDE DEVLET
Dünya
tarihinde, Türkler kadar çok ve çeşitli devlet kurmuş bir başka
ulusun olmadığı, bugün artık herkesin kabul ettiği kanıtlanmış
bir gerçektir. Her dönemde ve sürekli biçimde, dünyanın çok
geniş alanlarına yayılan Türkler, yaşadıkları her yerde;
büyük-küçük, etkili-etkisiz, kalıcı-geçici o denli çok ve
değişik devlet kurmuşlardır ki, Türk tarihi bir anlamda devlet
kurmanın tarihi
durumuna gelmiştir. Uzun dönemler boyunca çatışmışlar,
yenmişler, yenilmişler; güçlenmiş ya da güç yitirmişler;
başka toplumları eritmiş
ya da onlar içinde erimişler
ancak hiçbir zaman devletsiz kalmamışlardır.
20 Ekim 2014 Pazartesi
ULUS DEVLETLERİN YAŞAM SÜRESİ DOLDU MU
Ulus
devlet düzeninin bugünkü bunalımı, gerçek bir uygarlık
sorunudur. Bu sorunun yaratıcıları, kendilerini uygar olarak gören
az sayıdaki büyük devlet ve şirket yöneticisidir. Milyonlarca
insanın, kuralları ve sınırları önceden çizilmiş eşitsiz
koşullarda ve gücün belirleyici olduğu bir ortamda yaşamaya
zorunlu kılınması bir insanlık dramıdır. Bu drama son vererek
toplumsal gelişimi sürekli kılmak ise kuşkusuz, bir gelişmişlik
ölçütüdür. Bu ölçütün en belirgin göstergesi, emperyalizme
karşı savaşımda erişilen düzey ve ülke çıkarlarının
korunmasında sağlanan başarıdır. Günümüzün uygar insanı
devleti savunmak başta olmak üzere ulusal hakları için savaşım
veren insandır.
17 Ekim 2014 Cuma
KÜRESELLEŞME VE DEVLETİN KÜÇÜLTÜLMESİ
Bugün,
kendi ülkelerinde devleti sürekli büyütenler, Türkiye gibi
azgelişmiş ülkelerden zaten küçülmüş olan devletin daha da
küçültülmesini istiyor. Türkiye’ye ve tüm az gelişmiş
ülkelere kredi açmak için tarım desteklerinin kaldırılmasını
şart koşanlar, kendi tarımlarına büyük fonlar ayırıyor. ABD,
1991 yılında 200 milyar doların üzerinde devletleştirme
gerçekleştirdi. 2008 akçalı (mali) bunalımını aşmak için
devlet hazinesini sonuna dek kullandı. Fransa’da bünyelerinde 1,5
milyon işçi çalıştıran 2498 devlet şirketi var. (1995)
Japonya’da değil devlet kuruluşları, birçok özel şirketin
bile hisseleri, serbestçe alınıp satılamaz. Fransa’da
yabancılara yüzde 20’den çok hisse satışı yasaktır.
İngiltere’de yüzde 10’dan çok hisse yabancılara satılamıyor.
Almanya’da yabancı bir şirketin herhangi bir Alman şirketini güç
durumda bırakarak satın alması yasaktır.
15 Ekim 2014 Çarşamba
NUTUK
Atatürk,
Nutuk’u yazmak için yaklaşık dokuz ay bilgilerini yeniledi,
belge topladı. Mücadele arkadaşlarıyla sıkça bir araya geldi,
kendi düşünce ve hazırlıklarını aktarırken, onların “görüş
ve değerlendirmelerini”
aldı. Anımsıyamadığı ayrıntılar
için, olayı birlikte yaşadığı insanları bulduruyor, değinmek
istediği bir olayı birkaç kanaldan doğrulamadan
kullanmıyordu. Gerçeği yansıtamama
ya da yanlış
kanı
uyandırma
kaygısı, çalışmasının her aşamasına egemendi. Doğruluğunu
gördüğü uyarıları
kesinlikle değerlendiriyor, uyarılara hak verdiğinde, günler
süren çalışmasını yeniden ele almaktan çekinmiyordu. İçeriğe
olduğu kadar yazılıma da önem veriyordu. Yazdığı notları
derleyip son biçimini verirken, beş yüz sayfalık yapıtı “kendi
elleriyle yazdı”;
yüzlerce belgeyi, “bizzat
kendisi toplayıp değerlendirdi.”
Tümceler
(cümleler),
sözcükler
(kelimeler) üzerinde titizlikle duruyor, dil bilgisi kurallarına
aşırı özen gösteriyor; uygun olan sözcük kullanımına çok
önem veriyordu.
13 Ekim 2014 Pazartesi
ANKARA’NIN BAŞKENT OLUŞU
Birçok
insan, Osmanlı Devleti’nin 470 yıllık payıtahtı
(padişahın
tahtının olduğu yer) olan İstanbul’un, üstelik payıtaht
tanımı aynısıyla kalarak, yeni devletin de başkenti olmasını
istiyordu. Oysa, Ankara’nın başkent yapılması, basit bir kent
seçimi değil, tarihsel boyutu olan önemli bir siyasi seçimdi;
dünya görüşüyle ilgili bir anlayıştı. Gücünü korumak için,
Anadolu’yu yüzyıllar boyu sömüren ve bu işi yabancılarla
birlikte yapmaktan çekinmeyen “çürümüş
İstanbul”’la
hesaplaşmak, “araya
mesafe koymak”
gerekiyordu. Yeni devlet, çıkarcılığa dayalı Batı
uyduculuğunun üstesinden gelmek ve tam bağımsızlığa dayanan
özgürlükçü anlayışı egemen kılmak için, Anadolu’dan ve
ortasındaki Ankara’dan yönetilmeliydi. Güçlü ve özgür bir
geleceği yaratmak, “Anadolu’ya
Anadolu halkının egemen olmasıyla” olanaklıydı.
11 Ekim 2014 Cumartesi
TÜRKİYE'DE NELER OLUYOR
Bir
haftadır Türkiye'de sıradışı olaylar yaşanıyor. Ülke
dışındaki gelişmeler, ülke içinde ayaklanmaya yönelen
eylemlere gerekçe yapılıyor ve onlarca insan ölüyor. Kamu
binaları, okullar ve araçlar yakılıyor. Ne istediğini bilmeyen
insanlar yapay bir öfkeyle kırıp döküyor, talan yapıyor.
Yaşananların kendiliğinden gelişen kitle eylemleri olmadığı
açık. Açık olmayan ise amacı ve ereği. Ancak, karmaşa yaratan
eylemlerin dile getirilmeyen bir ereği var kuşkusuz. Batı
başkentlerinde yıllarca önce tasarlanan izlencenin (programın)
bugün son aşaması uygulanıyor.2015 yılının ne anlama geldiğini
/geleceğini bilmeden yaşananları anlamak ve yaşanacak olan
karmaşaya önlem almak olası değil. Aşağıdaki yazıyı bu
anlayışla dikkatlice okuyunuz. 2015'in önemini anlayacak ve
Türkiye'yi bekleyen tehlikenin boyutunu göreceksiniz.
10 Ekim 2014 Cuma
ÇİN UYGARLIĞINDA TÜRK ETKİSİ
Yazılı
tarihin çok öncesine giden ve yaygın bir iç içe geçmişlik
içeren Çin-Türk ilişkileri, Çin’de birçok ortak hanedanlık
ve bölgesel Türk yönetimleri yarattı. İlişkiler, Çin
uygarlığını ileri sıçratan kavşaklardan biri olan
M.Ö.9.yüzyılda yeni bir aşamaya ulaştı. Tarım
tekniklerini bilen,
at
yetiştiren
ve gelişkin
savaş
arabaları
kullanan
Türk boyları, Çin içlerine girerek; güneyde Yangzi
Ciang
ovasına, kuzeyde Moğolistan’a
dek yayıldılar. Başkent yaptıkları Finghao
(bugünkü Şien) ve Luoyi’de
(bugünkü Luoyang) getirdikleri uygarlığı, kesintisiz biçimde
sürdürüp geliştirdiler. M.Ö.8. ve 7.yüzyıllarda değişik
üretim biçimleri, yeni demir ve cam teknikleri ortaya çıkardılar.
8 Ekim 2014 Çarşamba
ÇİN UYGARLIĞI
“Uçsuz
bucaksız”
Çin’in “uçsuz
bucaksız”
bir tarihi vardır. Bu tarih, M.Ö.7 binli yıllara, söylencelerle
(efsanelerle) renklenen, bilinmezliğin ya da unutulmuşluğun
karanlıklarına gömülmüş zamanlara dek giden “sonsuz”
bir tarihtir. Dünyayı “tanrılar”
ve “cinlerle”
dolu bir yer sayan eski Çin’den kopup insanlığa benzeri olmayan
bir evrim örneği sunarak bugüne ulaşan ve son üç bin yılı
yazılı olan bu koca tarih; eşsiz bir uygarlığı, Çin
Uygarlığını bağrında taşır.
6 Ekim 2014 Pazartesi
İŞGAL İSTANBUL’U VE MUSTAFA KEMAL
İstanbul, 6 Ekim 1923 günü
Tümgeneral Selahattin
Adil komutasındaki
5.Kolordu’nun kente girmesiyle işgalden kurtarıldı. Birkaç yıl
öncesinde düşlere bile giremeyen ve Anadolu’daki halk savaşıyla
sağlanan bu başarı, Türk ulusu için kuşkusuz büyük bir
olaydı. Ancak, bu olayın İstanbul için, bir kentin eylemsel
(fiili) kurtuluşunun ötesinde tarihsel ve kültürel bir boyutu
vardı. İstanbul, çürüyen bir düzenin başkentiydi ve yüzlerce
yıl süren bozulmaların birikimini taşıyordu; yozlaşma ve
yabancılaşmanın merkezi olmuştu. Askeri kurtuluştan sonra
kültürel kurtuluşunu da sağlayarak, ulusal istencin (iradenin)
merkezi Ankara’yla bütünleşecek miydi?
3 Ekim 2014 Cuma
HİNDİSTAN BAĞIMSIZLIK SAVAŞIMI
Hindistan’ın
ulusal bağımsızlığını elde etmesi, yetersiz önderlik
nedeniyle uzun sürdü. Ağır İngiliz baskısı, merkezi devlet
yapısından yoksunluk ve çok sayıdaki yerel feodal gücün
bitmeyen çatışması, işgale karşı tam bağımsızlık
bilincinin oluşmasını geciktirdi. Uzun yıllar İngiliz baskısı
altında yaşayan Hintliler, boyuneğmeyi neredeyse var olabilmenin
koşulu olarak görüyordu. Ancak, İngiltere’nin Anadolu’dan
çıkarılması ve tam bağımsızlık temelinde yeni Türkiye
Cumhuriyeti’nin kurulması, Hint ulusal savaşımı için bir dönüm
noktası oldu. 1923’den sonra, tam bağımsızlık ilkesi, artan ve
güçlenen bir amaç olarak, Hindistan’daki politik gündemin
başına yerleşti.
1 Ekim 2014 Çarşamba
HİNT UYGARLIĞINDA TÜRK ETKİSİ
Türkler,
Hindistan’ı yüzlerce yıl yönetmiş, Hint kültürüne kalıcı
biçimde etki yapmıştır. Önceki yerleşimleri saymazsak
Gaznelilerin gelmesiyle Hindistan’da 857 yıl süren Türk yönetimi
yaşanmış ve Hindistan’a göz
kamaştıran
yapıtlar kazandırılmıştır. 1605-1658 arasındaki Cihangir
ve Cihan
dönemi; Delhi
ve Agra
başta olmak üzere birçok taşra kentinde, zerafet
ve ihtişamın
doruğa ulaştığı yıllar olmuştur. Özellikle Şah
Cihan
tarihe, Hindistan’da yaptırdığı görkemli yapılarla geçti.
Agra’da
Anadolu’dan getirttiği mimar ve ustalara yaptırdığı Tac
Mahal
ve İnci
Camisi
benzersiz yapıtlardı. Delhi’de beş yeni kent kuran Türk
hükümdarlarından sonra, Yedinci
Delhi
olarak tanımlanan Şah
Cihanabat
(Bugünkü Eski Delhi) onun tarafından kurulmuştur.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)