Yazılı
tarihin çok öncesine giden ve yaygın bir iç içe geçmişlik
içeren Çin-Türk ilişkileri, Çin’de birçok ortak hanedanlık
ve bölgesel Türk yönetimleri yarattı. İlişkiler, Çin
uygarlığını ileri sıçratan kavşaklardan biri olan
M.Ö.9.yüzyılda yeni bir aşamaya ulaştı. Tarım
tekniklerini bilen,
at
yetiştiren
ve gelişkin
savaş
arabaları
kullanan
Türk boyları, Çin içlerine girerek; güneyde Yangzi
Ciang
ovasına, kuzeyde Moğolistan’a
dek yayıldılar. Başkent yaptıkları Finghao
(bugünkü Şien) ve Luoyi’de
(bugünkü Luoyang) getirdikleri uygarlığı, kesintisiz biçimde
sürdürüp geliştirdiler. M.Ö.8. ve 7.yüzyıllarda değişik
üretim biçimleri, yeni demir ve cam teknikleri ortaya çıkardılar.
Ortak
Tarih
Doğu
Asya’da yaşayan Çinlilerle Orta Asya’da yaşayan Türkler,
tarih boyunca o denli yoğun bir ilişki içinde olmuşlardır ki; bu
yoğunluk, bu iki toplumun o yöredeki tarihini, neredeyse ortak bir
tarih durumuna getirmiştir. Sürekli ve karmaşık ilişkiler ağı
içinde, çok uzun dönemler boyunca ve sürekli olarak karşılıklı
etkileşim içinde olmuşlar; birbirleriyle çatışmış ya da
uzlaşmışlar, tecim (ticaret) ya da yağma yapmışlar, birbiri
içinde erimiş
ya da eritilmişler’dir.
Bilinmeyen
Geçmiş
M.Ö.5000’lere
dek giden Çin-Türk ilişkileri, Türkiye’de bugüne dek gerçek
boyutuyla ele alınmamıştır. Cumhuriyet’e dek, özellikle
Osmanlılar döneminde, yalnızca Çin-Türk ilişkileri değil, Türk
tarihinin hiçbir dönemi ele alınmamış ve çok büyük bir tarih
dönemi, yok sayılmış ve unutturulmuştur.
Ayrıca,
Batıya bağlanmanın, değişmeyen devlet politikası durumuna
getirildiği günümüzde, Çin-Türk ilişkilerine güncel boyutuyla
da ilgi gösterilmemektedir. Japon Türkoloji Profesörü Haya
Shi Kayato,
ilgisini çeken bu durum için şunları söylemiştir: “Türkiye’nin
çağdaşlaşmayla ilgili sorunlarına yanıt vermek için, Batı
etkisine girmeden önce Asya’daki kültürün en son duraklarına
dek gidilmelidir. Türkiye’de Çin’le ilgili hiçbir araştırma
yok, bu çok tuhaf.”1
Tarihi
Yazmak
Çatışmalarla
dolu uzun dönemler boyunca, birbirlerinin uzlaşmaz karşıtları
durumuna gelen toplumların, kendi tarihlerini yazarken, yalnızca
karşıtlarının aktardığı belgelere dayanması; olayları gerçek
boyutuyla ele alıp yorumlayamaması, işin başında kendi tarihine
sahip çıkmaması demektir. Günümüz tarihini yazanlar, örneğin
Yunanlı tarihçiler olacaksa, ilerde tarihi bunlardan öğrenecek
olanlar, özellikle Türkler’e karşı nesnel olmayan bir tarihle
karşılaşacaklardır.
Yunanlı
bir tarihçi, Türklere karşı ne denli nesnel olabilirse, eski Çin
tarihçileri de o denli nesneldirler. Oysa tarihin en eski
dönemlerine dek uzanan ve incelenmeyi bekleyen, çok geniş bir
yazılı Türk tarihi vardır ve bu tarihi ne yazık ki Türkler’den
çok başkaları incelemiştir.
Bulgular
1923
yılında, bugünkü Çin’in kuzeyinde yer alan Scara-uso-yol’da
yapılan kazılarda, Çin Türk ilişkilerinin geçmişini aydınlatan
çok önemli bulgular ortaya çıkarıldı. Geç
Yontma Taş
dönemine ait bulgular; Scara-uso-yol’da
kullanılan taş aletlere dayalı ilkel üretim (chopping-tool
sanayi) ile Orta-Asya Gobi
mikrolitik kültür
(tarih öncesi alet kültürü) arasında, ortak özelliklere dayanan
bir geçiş döneminin yaşandığını ortaya çıkarmıştır. Aynı
tür bulgular, 1958 Şansi
ve 1960 Hunan
kazılarında
da bulunmuştur. Orta
Yontma Taş
(mezolitik) döneminde alete dayalı üretimi bilmeyen Çinliler’in,
bu endüstriyi,
tarla
açıcı ormancılar
kültüründen yani Orta-Asya’dan aldıkları ve sivri
uçlu taş
geleneğine bağlı kalarak bu aletleri kullandıkları görülmüştür.2
Kuzey
Çin’e Gelenler
Yenitaş
Çağı’nın başlangıcında Kuzey Çin, Baykal’da doğup, tüm
Doğu Sibirya ve Doğu Asya’ya yayılan geniş bir uygarlığın
etkisine girdi. Gelenler, daha gelişkin olmanın sağladığı
üstünlükle, Kuzey Çin’de egemenlik alanları yaratıp
hanedanlıklar kurdular; zamanla bölgenin yerli
halkı
(otokton)
oldular.
Milattan
2200 yıl önce Kansu’da
hanedanlık kuran Hiyalar,
Yinler,
Çeular
ve T’sinler
bunlardan bir bölümüydü. Batılı Çin tarihçilerinden
Richthofen,
bu dört boyun Batıdan, yani Türkistan’dan geldiğini söylemiş3
ve son kazılar bu bilgiyi doğrulamıştır.
Batıdan
gelenler, birbiri üzerine binen göç dalgalarıyla bu geniş
coğrafyaya yayıldılar ve bölgede ileri bir uygarlığın
başlatıcısı oldular. Kuzey’de Urallar, İskandinavya, Mançurya
ve Kore’de orman
kültürü;
Orta Kuzey Asya’da Moğollar, Ordos ve Batı Mançurya’da
mikrolitik
kültür;
Doğu Asya’da, Orta ve Doğu Çin’de tarım
kültürü
ve Doğu Asya kıyılarında Sibirya’dan Japonya’ya dek kıyı
kültürü
ortaya çıktı. Çin uygarlığı bu kültürlerin üzerinde ve
onların etkilerini taşıyarak gelişip güçlendi.4
Yazılı
tarihin çok öncesine giden ve yaygın bir iç içe geçmişlik
içeren Çin-Türk ilişkileri, Çin’de birçok ortak hanedanlık
ve bölgesel Türk yönetimleri yarattı. İlişkiler, Çin
uygarlığını ileri sıçratan kavşaklardan biri olan
M.Ö.9.yüzyılda yeni bir aşamaya ulaştı. Tarım
tekniklerini bilen,
at
yetiştiren
ve gelişkin
savaş
arabaları
kullanan
Türk boyları, Çin içlerine girerek; güneyde Yangzi
Ciang
ovasına, kuzeyde Moğolistan’a dek yayıldılar. Başkent
yaptıkları Finghao
(bugünkü Şien) ve Luoyi’de
(bugünkü Luoyang) getirdikleri uygarlığı, kesintisiz biçimde
sürdürüp geliştirdiler. M.Ö.8. ve 7.yüzyıllarda değişik
üretim biçimleri, yeni demir ve cam teknikleri ortaya çıkardılar.5
Mete
ve Çin
Hun
Hakanı Mete
(Çin dilinde Mao-Dun) M.Ö. 2. yüzyılda Çin’e iki büyük sefer
düzenledi ve Çin ordusunu iki kez yenilgiye uğrattı. Önünde
hiçbir engel kalmamasına karşın, Çin’in tümünü ele
geçirmedi; İmparator Kaotsu’yu
düzenli vergi ve gıda ürünü ödemeye bağlayarak yerinde tuttu.
Uygur,
Ding-ling, Yüeci, Usun, Kırgız, Karluk
gibi Orta-Asya boylarını egemenliği altına alarak; Hazar’dan
Büyük Okyanusa, Tibet’ten Sibirya’ya uzanan, Kuzey Çin’i
içine alan, büyük bir imparatorluk kurdu.
Mete’nin,
hiçbir dirençle karşılaşmadan elde edebilecekken Çin’e
girmemesinin kuşkusuz bir nedeni vardı. Binlerce yıl süren
ilişkiler ağı içinde, üstelik uygarlık taşıyıcıları
olmalarına karşın, Türkler, Çin içinde kimlik değişimine
uğramışlar; Türk olmayan, Çinli de olmayan, belki her ikisi
birden olan ya da hiçbiri olmayan ve bugün üst kimliği Çinlilik
olan yapı içinde zamanla eriyip gitmişlerdi.
Yalnızca
Türkler’le değil, yüzlerce kavim ya da boyun binlerce yıl
içinde karşılıklı erimeleri
ya da eritmeleriyle
oluşan
Çin, çok eski dönemlerden beri, kavim eritici bir makina gibi
çalışmıştı; Mete,
Çin’e bu nedenle girmemişti.
Türk
İmparator
Mete’den
beş yüz yıl sonra, M.S.3.yüzyıl başında; 19 Hun boyunu
birleştiren ve Mete
soyundan
gelmesine karşın kendisine bir Çin adı alan, Şansi’li
bir Türk olan Liu-Yuan,
Çin İmparatoru oldu.
Liu-Yuan’ın
İmparator adayı olması, Mete’nin,
Çin Han sülalesinin ilk imparatoruyla imzaladığı ve iki halkı
kardeş sayan bir anlaşmaya dayandırılmıştı. Liu-Yuan,
Mete’den
beri Türkler’in, “Çin’li
prenseslerle evlendikleri için”
Çin hükümdar soyu ile “eskiden
beri”
akraba olduğunu söylüyor ve Çin tahtını kendisi için “doğal
bir hak”
olarak görüyordu.
Liu-Yuan,
M.S.316’da Çin İmparatoru oldu ve 581 yılına dek sürecek olan
Altı
Hanedan Dönemi’ni
başlattı. Kimi tarihçiler, önemli oranda Çinlileşmesine
karşın, nüfus olarak küçük bir azınlığı oluşturan “yabancı
bir unsur” un,
İmparator olabilmesini şaşırtıcı bulur. Bu yanılgı, Türk-Çin
ilişkilerinin niteliğini ve geçmişini bilmemekten ya da bilmek
istememekten kaynaklanan ve Türk karşıtlığının beslediği
bilinçli bir şaşırmadır.
İşin
doğrusunu, Çin tarihi ve eski Türk devletleri üzerine yaptığı
araştırmalarıyla ünlü Prof.Eberhard
şu
değerlendirme ile ortaya koymuştur: “...(Türkler
y.n.)
Çin tahtına yabancı olarak değil anlaşma ve akrabalığa
dayanarak, Han sülalesinin yasal ardılları olarak geçiyorlardı.
Onlar artık Mete’nin devletini yani göçebe Hun devletini yeniden
kurmak değil, Çin hükümdarları olmak istiyorlardı...”6
Kimlik
Koruma
Türk
boylarının değişik dönemlerde kimliklerini yitirerek
Çinlileşmesi,
pek çok Türk yöneticisi için her zaman, önlem alınması gereken
yaşamsal bir çekince ve sürekli bir kuşku kaynağı olmuştur.
Türk
boylarında, kimliğini koruma, değerlerine sahip çıkma ya da
yabancılaşmadan sakınma, etkisi günümüze dek gelen tarihsel bir
gelenek ve ulusal bir tavırdır. Karşılarında hiçbir askeri güç
kalmamışken; Mete
Çin’e, Timur
Hindistan’a bu nedenle girmemiştir. Göktürk Hakanı Bilge
Kagan,
sürekli olarak, “Çin’le
ticaretin geliştirilmesini”,
ancak yerleşme konusunda ondan uzak durulmasını söylemişti.
“Türk
budun ertin ökün”
(Türk titre ve kendine dön) ya da “Ötüken’den
ayrılma”
derken; kimliğin korunmasını, yabancılaşma ve kültürel
yozlaşmaya izin verilmemesini istiyordu. Bilge
Kagan
bu konuda şunları söylüyordu: “Ötüken’de
oturup Çin budunu (kavim, milliyet) ile anlaştım. Altını,
gümüşü, ipeği, ipekliyi sıkıntısız öylece veriyor. Oradaki
kötü kişi şöyle öğretiyormuş: Uzak ise kötü mal ver, yakın
ise iyi mal ver. O yere yakın kalırsan, Türk budunu öleceksin.
Ötüken ’de yerinde oturup kervan, kafile gönderirsen, hiç bir
sıkıntın olmayacaktır.”7
Hunlar
Çinlilerin
Hyungnu
adını verdiği Asya
Hun İmparatorluğu’nun
M.S.3.yüzyılda dağılmasıyla, Çin’e yönelen Türk akınları
yoğunlaştı ve önemli bir Türk nüfus, Çin
Seddi
içersine özellikle Şansi
eyaletine
yerleşti. Bunlardan Çao’lar,
305’te Şanşi’yi,
311’de de başkent Lo-Yang’ı
ele geçirdiler ve 328’de Çao
adlı bir devlet kurarak Çin’de yeni bir Türk yönetim dönemi
başlattılar.
Liu-Yuan
yönetimindeki bir Hun boyu; Şenşi,
Pecili,
Hunan
ve
Şansi
eyaletlerini kapsayan Hun
Devleti’ni
(M.S. 305-328) kurdu. Ordaş
bölgesinde kurulan Hiya
Devleti
ise (407-431) bu dönemde kurulan bir başka Türk devletiydi.8
Topalar
Kuzey
Türklerinden Topalar
(Tabgaçkur), 3.yüzyıla doğru güneye indiler ve 4.yüzyılın
sonlarına dek, daha önce kurulmuş olan Türk devletlerini ortadan
kaldırdılar; Kuzey Çin’in tümünde siyasi birliği sağlayan ve
uzun süre ayakta kalan (M.S.386-581) bir devlet daha kurdular.
Çin
tarihinde iz bırakan bu devlet, Göktürkler
’e
dek Asya’nın en güçlü devleti oldu.9
Topaların
yaptığı,
Türk tarihinde birçok kez yaşanmış olan genel kuralın hemen
aynısıydı. Daha önce göçüp göç yolu üzerinde yerleşen
Türkler, arkadan gelenleri engellediğinde onlar tarafından
yenilmiş ve devletleri yıkılmıştı. Bu genel kural değişmeyecek
ve Topalar
da, gelişme
isteklerine engel olduğu
başka Türk boyları tarafından ilerde yıkılacaktı.
Topalar
Kuzey Çin’de siyasi birliği sağladıktan sonra, ülke
ekonomisini geliştirmeyi ve dengeli bir yapıya kavuşturmayı
başardılar. Orta
Asya
ticaret yollarını ele geçirdiler ve büyük bir ticari canlanma
sağladılar, kent yaşamını geliştirdiler; kentler, köyler ve
yeni yerleşim birimleri kurdular; kültür ve sanatın gelişip
yayılmasına önem verdiler, dünyaca tanınan Yungang
ve Longmen
mağara tapınaklarındaki ünlü Topa
heykellerini
yaptılar.
Topaların
Toprak Düzeni
Topaların
Çin’e yaptığı en büyük katkı, yüzyıllardır çözümsüz
bir duruma gelen toprak sorununu, Orta-Asya’dan getirdikleri
yöntemlerle çözmeleriydi.
Topa
uygulaması şöyleydi: Toprağın tümü imparatorundu. Bu toprağın
tarıma elverişli bölümleri eşit parçalara bölünüyor ve her
yetişkin erkeğe işlemesi için
veriliyordu. İşletici ölünce toprak imparatora geçiyor, o da bir
başkasına veriyordu. Böylece bir yandan toprağın eşit dağılımı
sağlanıyor, bir başka yandan, daha önce hemen hepsi özerk olan
toprak beyleri güçsüzleştirilerek merkezi devletin buyruğu
altına alınıyordu.10
Topaların
uyguladığı toprak düzeni, Orta
Asya’dan
Selçuklular’a oradan da Osmanlılar’a geçecek olan miri
toprak düzeni’nin
hemen aynısıydı.
Kültürel
Erime ve Yokolma
Topalar,
yüksek kültür isteyen bu işleri yaparken, Osmanlılarda olduğu
gibi, imparatorluğu hanedanlığın mülkü olarak gören yönetici
bir sınıf yarattılar. Kendi halkıyla arasında oluşan
güvensizlik; onları zorunlu olarak, Çin bürokrasisiyle çalışmaya
yöneltti. Yönelmenin sonucu ise doğal olarak Çinlileşme
oldu.
Türklerle
Çinliler arasında evlilik özendirildi. İmparatorluk ailesinin
hemen tüm bireyleri ve birçok soylu aile, Türkçe adları
bırakarak kendilerine Çince soyadlar aldılar. Türkçe konuşmak,
Türk gibi giyinmek yasaklandı.11
Çin kültür ve eğitimi İmparatorluğun her yöresine yayıldı.12
Çin
kültürünü, Türk olarak Çin’e, hem de etkin bir biçimde
yayarken
uzun Çin tarihinin herhalde en ilginç sayfasını oluşturdular.
Türkler aynı beceriyi ilerde Arap ya da Fars kültürlerini ve
dillerini yaymada da göstereceklerdir.
Uygulanan
politikalar, kendi içinde Topa
devletinin sonunu da hazırlamış oldu. Asal unsurunun yani Türk
unsurun desteğini yitiren yönetim, doğal olarak gücünü de
yitirdi. Uygulamalara karşı çıkan Türk boyları ayaklandı ve
Topa
egemenliğine
son verdi; Türk
devletlerini yıkarak kurulan Türk devleti, daha sonra yine Türkler
tarafından ortadan kaldırıldı.13
Şatolar
Çin’de,
Topalar’dan
sonra da değişik dönemlerde ve değişik büyüklükte birçok
Türk devleti daha kuruldu. Kimi Çin bölgeleri kendi istekleriyle
çevredeki Türk devletlerine katıldı. Topa
devletinin yıkılmasıyla yönetimi ele geçiren Tang
hanedanlığının başında, Topa
komutanlarından Liu-Yuan
vardı; 7.yüzyıl sonlarında; Kaşgar,
Hotan,
Yarkant,
Kuça
bölgeleri
ve İli
Türkleri,
Çin’den ayrılarak Göktürkler’e
katıldı; Orhon Türkleri 682’de Kutluhan
yönetiminde bağımsızlık ilan etti.14
Kimliğini
yitirmeden uzun süre Çin’de yaşayan Şato
adlı
Türk boyu, 8.yüzyıldan sonra, Çin’deki etkisini arttırmaya
başladı. O dönemdeki köylü ayaklanmalarıyla başedemeyen
İmparator, Şatolar’dan
yardım istedi. Ayaklanmaları bastıran ve Çin’de yaşadıkları
için zaten belirli bir etkiye sahip olan Şatolar,
bu çağrı üzerine İmparatorluk üzerindeki etkilerini
arttırdılar.
28
yaşındaki genç Şato
şefi L’i
K’o-Yung,
884’de son ayaklanma odaklarını da yok etti ve bakan olarak
İmparatorluk hükümetine girdi. Önce Şensi
eyaletini, kısa süre sonra Çin’i yönetir duruma geldi, yani
İmparator oldu. T’ang
sülalesi,
hizmetine girdiği Şatolar’a kendi soyadlarını verdiği için,
Şato
soyu,
daha sonra T’ang
adını aldı.
Orta
Asya
geleneklerinden hemen kopmayan Şato
soyluları ile geleneksel Çin bürokrasisi arasında uzun süren bir
gerilim ve çelişki yaşandı. Örneğin Çin tarihçileri, Çin
İmparatoru Mingtsong’tan
barbar
kökenli
olarak söz eder. Mingtsong’un
en yakın adamı Orta
Asya’dan
gelme K’ang
Fou’dur.
Çin kaynakları o dönem için, “İmparator
ve yakınları aralarında barbar dili konuşurlar”
buna “Çinli
yüksek memurlar çok şaşarlar”
der.15
“Uygarlık
Profesörleri; Uygurlar”
Fransız
doğubilimci ve tarihçisi René
Grousset’nin
“Türk
devletlerinin uygarlık profesörleri” adını
taktığı Uygurlar16,
Çin üzerinde önemli etki yaratan ancak günümüze dek
Çinlileşmeyen
bir Türk boyudur.
Uygurlar,
8.yüzyılda; Yenisey Irmağı kaynağından Kırgız sıradağlarına,
Kuzeydeki Takas bölgesinden Sarı Irmak kavisine dek, hemen tüm
Orta
Asya’yı
kapsayan bir devlet kurdular. İyi işleyen bir yönetim yapıları
ve güçlü bir orduları vardı. Çin’le, ona yardım etme
düzeyinde ilişkiler kurdular. Kendisine karşı ayaklananları
bastıramayan İmparatorun çağrısı üzerine, 757’de
ayaklanmaları bastırdılar ve Çin devletiyle hanedanın
devamlılığını sağladılar. Çin’le ticareti geliştirdiler.
Kültürlerini Çin içinde yayarken, oradan edindikleri bilgi ve
teknolojiyi kendi kültürleriyle bütünleştirdiler, başka Türk
boyları içinde yaydılar. René
Grousset’in
tanımını hak edecek biçimde, Batı Çin ve Doğu Türkistan’da
yüksek bir uygarlık geliştirdiler.
Moğol
İmparatorluğu
Batılı
tarihçilerin büyük çoğunluğu, Cengiz
Han’ın
kurduğu İmparatorluğu Moğol İmparatorluğu olarak kabul eder.
Batılıların bir bölümü ve Türk tarihçiler ise, Cengiz
Han
ordusunun “asker
ve komutanlarının yüzde 90’ının Türk olmasını”
gerekçe göstererek, bu devletin gerçekte bir Türk devleti ya da
Türk-Moğol devleti sayılması gerektiğini söyler.17
Fransız tarihçi René
Grousset,
bu imparatorluğun “ilk
gününden sonuna dek Türk unsurunun her zaman Moğol unsuruna üstün
durumda olduğunu”
kabul eder.18
Cengiz
Han’ın
Başvekili Dede
Tunca
Türktü. Özellikle Çin’e sefer yapan orduların üst düzey
komutanları ile bilim adamlarının büyük çoğunluğu da Türktü.
Çin seferlerinin hemen tümünde başkumandanlık yapan Bayan
ve Kubilay’ın
ünlü komutanı Ali
Yaya
birer Uygur Türküydü. Cengiz
Han
ordusunda; köprü kurmak, mancınık yapmak, silah teknikleri
geliştirmek gibi işleri Uygur mühendisleri yapardı. Ayrıca Çin
İmparatoru Uygurlu bilim adamlarını, Çin
haritasını
çıkarmak için çağırıyor, ordu
hizmetleri
dışında; okullar
ve kütüphaneler
açmak,
nehir
taşımacılığını geliştirmek,
kent
içi ve dışı yollar yapmak
gibi konularda onlardan yararlanıyordu.19
Bu
girişimler, Türk-Çin ilişkilerinin, fetihler ve devlet kurma
dışında, bilimsel-teknolojik boyutunun da bulunduğunu gösteren
örneklerdir. Türkler Çin’i, Uygurlar başta olmak üzere değişik
boylarıyla dolaysız, Moğollar
aracılığıyla da dolaylı olarak sürekli etkilemişlerdir.
Profesyonel
Komutanlar
Türkler,
belirli dönemlerde Çin İmparatorlarına, “ödünç
askeri birlik” ler
vererek, onlar adına savaşlara katılmışlar ve “yetenekli”
kimi Türk komutanlar, “hizmetlerinin
karşılığı olarak” Çin’den
değişik “ünvanlar”
ya da “ücretler”
almıştır.
Bu
işi, salt ünvan
ya da para
için yapanlar olsa da, bu tür ilişkiler genel olarak Çin’e
egemen olma isteğinin bir parçası olarak görülmüş ve başka
dönemlerde başka ülkelere karşı da kullanılmıştır. Örneğin
Batı
Roma İmparatorluğu’nun
çöküş sürecini başlatan Attila,
bu anlayışla Roma’dan, para ve gıda yanında “Roma
Ordusu Generali”
ünvanını da almıştı.
Çinliler,
Cengiz
Han’a
“Sınır
Koruyucu Komutan”
payesi vermişlerdi. “Uygarlığa
Uyan Kağan”, “Çin’in Batısını Koruyan General”,
“Uygarlığı Seven Komutan”
gibi tanımlar; Çinliler’in Türk kağan, prens ya da
komutanlarına verdiği ünvanlardı.20
Kubilay
ve Yüen Hanedanlığı
Cengiz
Han’ın
torunu Kubilay,
1280’de Çin İmparatoru oldu ve 1368’e dek süren, Çinliler’in
Yüen
adını
verdiği hanedanı kurdu. Kubilay
dönemi, Çin’in hızla geliştiği en parlak dönemlerinden biri
oldu.
Bu
dönemde, Avrupa’dan Pasifik’e dek ulaşım güvenliğinin
sağlandığı çok geniş bir alanda ticaret olağanüstü gelişti.
Kubilay,
siyasi birliği sağladıktan hemen sonra yolları onarttı,
yenilerini açtı. Onarttığı ya da yeni yaptırdığı yolların
iki yanına kesinlikle ağaç diktirtti. Yol boylarında tecimenlerin
(tüccarların) yararlanacağı konaklama merkezleri yaptırdı.
Dönemini
aşan bir kent planı anlayışıyla Hanbalık
kentini yani bugünkü Pekin’i
kurdu. Kuzey’den getirdiği posta düzenini geliştirip
yaygınlaştırdı ve Çin’i o dönemde dünyanın iletişimi en
gelişkin ülkesi yaptı. Posta örgütünde tam 200 bin at
kullanılıyordu.21
Çin’in
ünlü Büyük
Kanal’ı,
günümüzdeki biçimiyle Kubilay
döneminde yapıldı. Uygur’dan, her alanda konusunda uzmanlaşmış
bilim adamları ve ustalar getirtildi. Bunlar içinde Maliye Bakanı
Şemsettin
Ömer,
dünyada ilk kez; “ülke
içinde belirli bir değerle dolaşımda (tedavülde) kalan kağıt
para”
yöntemini geliştirdi. Bu paralar; Kanton’dan Trabzon’a,
Pekin’den Bağdat’a dek çok geniş bir bölgede kullanıldı ve
“altın
değeriyle”
işlem gördü. Bu paralar için ünlü gezgin Marco
Polo
(1254-1324) anılarında şunları yazmıştır: “Kağıt
paraları herkes memnuniyetle alıyor, zira Büyük Han’ın ülkesi
içinde her nereye gidilse alıcılar ve satıcılar arasında bunlar
saf altın değeriyle alınıp veriliyor.” 22
Çin-Türk
İlişkisinin Niteliği
Türk-Çin
ilişkileri; çatışmalar, karmaşık birliktelikler, iç içe
geçmeler, eriyip
eritmelerle,
o denli yoğun ve uzun sürelidir ki, bu ilişkileri tüm yönleriyle
inceleyip ortaya çıkarmak, çok güç, belki de olanaksız bir
iştir. Günümüzde açık olarak görebildiğimiz gerçek;
Türkler’in, başka toplumlara olduğu gibi Çin’e de, hem de
etkili bir biçimde girmiş ve bir anlamda Çin tarihini Çinlilerle
birlikte oluşturmuş olmalarıdır.
Görebildiğimiz
bir başka gerçek ise, Türkler’in bu ilişki içinde, başlangıçta
egemen konumda olsalar bile, çoğunlukla Çin’de erimiş
olmalarıdır. Ancak, bu eriyiş yaygın olarak kabul gören salt,
“uygar
olmayan egemenin, uygar tarafından eritilmesi”
değildir; böyle bir yanı olmakla birlikte, bunun ötesinde bir
olaydır.
“Uygar
olmayanın”
egemen de olamayacağı bir yana bırakılsa bile; Türkler Çin’e,
etkili bir uygarlıkla birlikte gelmiştir. Bu uygarlığı yerel
kültüre katmışlar ve daha yüksek bir uygarlık gelişimi
sağlamışlardır. Bu nedenle eriyişleri
aynı zamanda bir eritiş,
kaynaşmaları
da aynı zamanda bir değiştirme eylemi olmuştur. Üstelik Türkler
Çin’de hala erimiş
de değildir; günümüz Çin Devleti’nin sınırları içinde,
Uygurlar başta olmak üzere hala birçok Türk unsur vardır.
Türkler’in
Çin’e yaptığı etkinin, yalnızca askeri alandaki boyutunu
gösteren en çarpıcı örnek, görkemli Çin
Seddi’dir.
Çin’i Kuzeyden gelen akınlardan korumak için yaptırılan, 6 bin
kilometrelik ve 300 milyon metreküplük bu görkemli yapı, Türk-Çin
ilişkilerinin yoğunluğunu gösteren büyük bir anıt gibidir.
DİPNOTLAR
- “Bitmeyen Oyun” Metin Aydoğan, Kum Saati Yay., 18.Basım-2003, sf.337
- “Büyük Larousse” Gelişim Yay., 5.Cilt, sf.2729
- “Geschichte Chine”, Richthofen, 1.Cilt, 8.Bölüm; Marcel Gianet, Civillisation Chinoise; ak. “Türk Tarihinin Ana Hatları” Kaynak Yay., 2.Bas.-1996, sf.84
- “Büyük Larousse” Gelişim Yay., 5.Cilt, sf.2729
- a.g.e. sf.2730
- “Çin Tarihi” Eberhard sf.141, ak; D.Avcıoğlu” Türklerin Tarihi” Tekin Yay., 1995, 1.Cilt, sf.461
- “Türklerin Tarihi” D.Avcıoğlu, Tekin Yay.1995, 1.Cilt sf.113
- “Türk Tarihinin Ana Hatları” Kaynak Yay., 2.Basım-1996, sf.109
- “Toung Pao” Prof.Paul Pelliot T. XIV, 1925-1926, sf.79 ak. “Türk Tarihinin Ana Hatları” Kaynak Yay., 2.Basım 1996, sf.107
- “Ana Britanica”, Ana Yay. A.Ş. 29.Cilt, sf.144
- a.g.e. sf.144
- “Türklerin Tarihi” D.Avcıoğlu 1.Cilt, Tekin Yay.-1995, sf.112
- “Türklerin Tarihi” D.Avcıoğlu, Tekin Yay.-1995, 1.Cilt, sf.112
- a.g.e. sf.108-109
- “Türklerin Tarihi” D.Avcıoğlu, 2.Cilt, Tekin Yay.-1995, sf.729
- “Asyagil Üretim Biçimi, Yeniden Üretim ve Sivil Toplum” Top.ve Bilim Der., Yaz 1977 ak; D.Avcıoğlu, “Türklerin Tarihi” Tekin Yay., 1995, 1.Cilt, sf.110
- “Türk Tarihinin Ana Hatları” Kaynak Yay., 2.Basım-1996, sf.109
- “Hist. De I’Extr. Orient” Renee Grousset sf.488, ak; “Türk Tarihinin Ana Hatları” Kaynak Yay., 2.Basım 1996, sf.109
- “Türk Tarihinin Ana Hatları” Kaynak Yay., 2.Basım-1996, sf.109
- “Türklerin Tarihi” Doğan Avcıoğlu, Tekin Yay., 1.Cilt, sf.118
- “Türk Tarihinin Ana Hatları” Kaynak Yay., 2.Basım 1996, sf.111
- “Büyük Larousse” Gelişim Yay., 5.Cilt sf.2717 ve “Türk Tarihinin Ana Hatları” Kaynak Yay. 2.Basım 1996, sf.111-112
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder