Türkler’in yüksek disiplinli, donanımlı, iyi örgütlenmiş, büyük ve güçlü
ordular kurup bu orduları,
adeta bir yenilmezlik efsanesine dönüştürebilmeleri; yaşam biçimlerine olduğu
kadar, kuşkusuz teknolojik gelişkinliğe bağlı bir sonuçtur. “Gelişkin”
toplumlar, gelişkin ordular
kurarlar. Bu konuda erişilen düzey, aynı zamanda, orduları içinden çıkaran toplumun
gelişkinlik düzeyinin de bir göstergesidir. Ortak bir ulusal istence dönüşen
savaşçılık ruhuyla, teknoloji geliştirme ve örgütlenme yeteneği, eski
Türkler’de kusursuz bir bütünlüğe ulaşmış ve bu yetenek, kuşaklar boyu süren
ulusal bir gelenek olmuştur.
Ülkemizde toplumsal muhalefetin ve siyasi tartışmanın yoğunlaştığı bir dönem yaşanıyor. Kendiliğinden gelişen kitlesel eylemlerin ve siyasi tartışmaların niteliğini yükseltmek amacıyla bu bloğu oluşturduk. Hiçbir parti, grup ve toplulukla bağımız yoktur. Yazar Metin Aydoğan'ın yazılarını yayınlayacağız. Düşünsel yaşamımıza katkı koyacağına inandığımız yazıların, bilimsel tartışmalara yol açmasını diliyoruz.
29 Nisan 2016 Cuma
26 Nisan 2016 Salı
DEMOKRASİ, LAİKLİK, KEMALİZM VE MECLİS BAŞKANI
Yakın tarihin, halk için demokrasi olan tek dönemi,
Cumhuriyet’in etkin olduğu 1923–1938 arasıdır. Bu dönemin, gerçekleştirdiği
değerlere saldırmayı demokratik hak olarak
piyasaya sürenlerin, demokrasi’yi
laiklikten koparmaları ve anayasada laikliğin
yer almamasını istemesi olağandır. Olağan olmayan, bunu söyleyen anlayışın
devleti ele geçirmiş olmasıdır.
25 Nisan 2016 Pazartesi
AKP
ABD ve AB, yeni
yüzyıla girerken Türkiye’yi “içine kapalılıktan”
kurtararak “dünyaya açacak” ve “global liberalizmi” tam olarak uygulayacak
“cesur önderlere” gereksinim duyuyordu. Kemal Derviş’in “Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı”, yeni ve gözükara
bir yönetimle uygulanabilirdi. Recep
Tayyip Erdoğan, bu “cesareti” göstereceğini
söylüyor ve dış çevrelerle, özellikle ABD’yle ilişkiye geçiyordu. İlişkisi Fazilet
Partisi üyesi olduğu günlere dek gidiyordu. AKP’yi kurmadan önce; Nisan-1995, Kasım-1996,
Aralık-1996, Mart-1998, Temmuz-2000, Temmuz-2001 ve kurduktan sonraki bir yıl
içinde 2 olmak üzere 8 kez ABD’ye gitti. Aralık 2002 gidişinde, sıradışı bir
uygulamayla, resmi bir sıfatı olmamasına karşın Bush tarafından kabul edildi. Erdoğan’ın
görüştüğü kişiler içinde üç isim dikkat çekiyordu. Bunlar; Ilımlı İslam Modeli’nin kuramcısı Graham Fuller, daha sonra “AKP
ile TSK’yı kafesledik” diyecek olan CIA
Türkiye Uzmanı Henri J.Barkey ve
“Karanlıklar Prensi” sanlı Richard Perle idi.
23 Nisan 2016 Cumartesi
“İSTİKLAL MECLİSİ”
Birinci Meclis, ulusal bağımsızlıktan ödün vermeyen, tutsaklığın her
türüne karşı çıkan Müdafaa-i Hukuk anlayışının doğal sonucuydu. Ulusun
yazgısına yön vererek toplumun her kesimini etkiliyor, güç aldığı halkı tam
anlamıyla temsil ediyordu. Bağımsızlık savaşı yürütürken devlet kurmaya
girişilmişti ve meşruiyetini ulusal varlığın korunmasından alıyordu.
Dünya siyasi tarihinde örneği olmayan, gerçekten demokratik, savaşkan bir
yönetim organı, benzersiz bir temsil kurumuydu. Yetkisini ve yaptırım gücünü,
kabul ettiği anayasadan değil, millet istencini (iradesini) yansıtan, yazılı
olmayan ve kökleri eskiye giden özgürlük tutkusundan alıyordu.
22 Nisan 2016 Cuma
DEMOKRAT PARTİ VE AKP (ADNAN MENDERES’TEN RECEP TAYYİP ERDOĞAN’A)
Demokrat Parti, 1950-1960
arasında aralıksız on yıl Türkiye'yi yönetti. Siyasi ve ekonomik uygulamaları,
60 yıl sonra Kemal Derviş’in Dünya Bankası’ndan
getirdiği ve AKP hükümetlerinin uyguladığı programın hemen aynısıydı. DP
Programında, (20, 21, 24, 43 ve 74. maddeleri); “yerel yönetimlere yetki devri, devletin
küçültülmesi, liberal ekonomi, devlet
tekellerinin özelleştirilmesi, yabancı sermaye teşviği ve iç-dış borçlanma” nın gerekli olduğu yer
alıyordu. Bunların tümünü şimdi AKP uyguluyor. Adnan Menderes, “istersek
hilafeti de getiririz”, “odunu koysam seçtiririm” diyordu; Recep Tayyip
Erdoğan, hilafeti getiriyor, dilediğini seçtiriyor. Yetmiş yıl öncesinden
gelen ve birçok kişi için şaşırtıcı olan bu benzerlik; emperyalizmin, Türkiye’de
Atatürkçülüğün yok edilmesine verdiği önemin ve sabrın bir göstergesidir.
20 Nisan 2016 Çarşamba
20.YÜZYILI KAVRAMAK
Dünya’nın bugünkü durumunu izlemek, yüz
yıllık eski bir fotoğrafa bakmak gibidir. Etkinlik bölgeleri için mücadeleler,
ülkeler ve bölgeler arası gerilimler, askeri ve ekonomik sorunlar, gücün
belirleyiciliği, ticari rekabet, uluslararası sermaye hareketleri ve pazar
çatışmaları, boyutları büyümüş sorunlar olarak niteliği değişmeden sürüyor.
Yüzyıl başındaki İngiltere’nin yerini bugün ABD aldı. İngiltere–Fransa
sömürgeciliğine karşı Alman tepkisinin yerinde şimdi, ABD–Japonya–Almanya çekişmesi
var. Yüzyıl başında dünyanın temel paylaşım alanları ve çatışma bölgeleri,
Ortadoğu ve Balkanlar (Türkiye) ile Uzak-Doğu (Çin) idi. Şimdi Çin’in yerini
Orta Asya ülkeleri aldı. Türkiye kendisini Çin’den daha önce kurtarmıştı, ancak
bugün neredeyse aynı yere geri döndü.
17 Nisan 2016 Pazar
ATATÜRK’TEN SONRA CHP
“Milletler,
egemenliklerini geçici bile olsa bırakacağı meclislere dahi gereğinden fazla
inanmamalı ve güvenmemelidir. Çünkü meclisler bile despotluk yapabilir ve bu
despotluk bireysel despotluktan daha tehlikeli olabilir. Meclislerin öyle
kararları olabilir ki, bu kararlar milletin hayatına giderilmesi mümkün olmayan
zararlar verebilir.” Mustafa Kemal Atatürk- Ocak 1923
14 Nisan 2016 Perşembe
JÖN TÜRKLER, PKK VE AKP
Jön Türkler, politik
etkileriyle değil, aldıkları adla tanındılar. İkinci sınıf liberal
görüşler ileri sürdüler ve her etnik kökenden insanı içlerinde barındırdılar.
Ancak, her nedense Jön Türkler olarak tanımlandılar. Kendilerine özgü
sağlam bir dünya görüşleri yoktu ve güçlü bir siyasi akım olamadılar. Ancak,
günümüzdeki ulus devlet karşıtı politikaları ilk kez onlar dile getirdi.
Sayıları ve etkileri azdı ama adlarıyla dünya siyaset sözlüğüne girdiler. Jön Türkler sözcüğü, ilginç bir biçimde,
çeşitli dillerde kullanılan evrensel bir tanım oldu. Değişik ülkelerde, düzen
karşıtı siyasi sürgünlere, Türk olmamalarına karşın, Jön Türkler denmeye başlandı. (Meksika
Jön Türkleri, İran Jön Türkleri
gibi)... Jön Türkler; Ahmet Rıza, Mizancı Murat ve Prens Sabahattin
başta olmak üzere, merkezi devlete karşı çıktılar, “ademi
merkeziyetçilik” adıyla federasyonculuğu savundular. Azınlıkların temsil
edildiği yerel meclislerin kurulmasını, buralarda “ayrıcalıklı etnik bir
grubun” (Türklerin) olmamasını istiyorlardı. Bu istemler; yüz otuz yıl
sonra bugün, PKK'nın ileri sürdüğü “bölgesel özerklik” ve AKP’nin
“Yerel Yönetim Yasası” ile “Türksüz anayasa” girişimiyle büyük
bir benzerlik içindedir.
13 Nisan 2016 Çarşamba
ATATÜRK'ÜN CHP’Sİ
"Bu
ülkeyi yönetmek isteyenler, ülkenin içine girmeli ve bu milletle aynı koşullar
içinde yaşamalıdır ki ne yapmak gerektiğini ciddi olarak hissedebilsinler...
Bir milletin yönetiminden sorumlu bulunan yöneticilerin kişisel ihtirasları,
çekişmeleri, milli ve vatani görevlerin gerektirdiği yüksek duyguların üzerine
çıkan ülkelerde, dağılmaktan ve batmaktan kurtulmak mümkün değildir... Sıradan politikacılıkla milleti
bölmek ihanettir..." Mustafa
Kemal Atatürk
11 Nisan 2016 Pazartesi
TÜRK BİLİMİNİN DAHİLERİ: HARİZMİ VE ZEKERİYA RAZİ
Harizmi, Türk matematik
geleneğini temel alarak; Babil, Helenistik, İbrani, Hint metinlerini inceledi,
kuramlar geliştirdi ve yapıtlarını üretti. Çağının çok ilerisinde olan Hisabü’l-Cebr ve L-Mukabele adlı yapıtı, Batıya matematiği öğretti. Logaritma terimi, Batılıların Harizmi’ye verdiği Algoritmi adından türedi. Bu tanım, tüm dillerde algebra, ya da bizdeki cebir biçimiyle kullanıldı...
Avrupalılar’ın “gelmiş geçmiş tüm
hekimlerin en büyüklerinden biri” dediği ve Paris Tıp Fakültesi’nin Büyük
Anfisine (Auditorium Maximum), yontusu (heykeli) dikilen Zekeriya el-Razi (854-932), tıp başta olmak üzere feslefe,
matematik, gökbilimi, kimya, eczacılık ve edebiyat dallarında yapıtlar veren
bir düşünür, bir bilim dehasıydı.
9 Nisan 2016 Cumartesi
MİLLİYETÇİ HAREKET PARTİSİ (MHP)
Mahkeme, MHP’nin olağanüstü kurultaya gitmesine karar
verdi. Parti siyasetinin alabildiğine yozlaştığı günümüz koşullarında, bu
kararın ne anlama geldiğini irdelemek gerekir. Bunu yapmanın en yararlı yolu,
kuşkusuz MHP’nin nasıl bir parti olduğuna karar vermektir. Ülke, ulusal varlığı
içine çeken tehlikeli bir dönemden geçerken, partilerden umudunu kesmeyen
oldukça geniş bir kesim, MHP ya da CHP’de yönetim değişiklikleriyle düzlüğe
çıkılabileceğine inanmaktadır. Bu görüşü, kabul ya da reddetmek, kuşkusuz
partilerin niteliğini incelemekle olasıdır. Ulusal mücadelede, programlar ve
ilkeler, kişilerden önce gelir. MHP ve ardından CHP yazılarını bu nedenle
yayınlayacağız.
MHP bugün,
yöneticilerinin niteliği ve düşünsel yapısıyla partiden çok; kişiye bağlı,
ilkesiz ve eylemsiz bir örgüt durumundadır. Parti çalışması, genel
başkanlarının Meclis salonlarında yaptığı konuşmalar ve sözcüsünün medyaya
yaptığı açıklamalarla sınırlandırılmıştır. Yıllarca savunduğu Türk
milliyetçiliği saldırı altındayken, ülkede tehlikelerle dolu bir dönem
yaşanırken, parti örgütleri sessizlik içindedir. Ulusal değerlerin yok edilişi
olağan dışı bir edilgenlikle yalnızca izlenmektedir. Partilere yaşam veren
kitlesel eylem adeta yasaklanmıştır. Genel başkanın uygun göreceği yer ve
zamanda yapılacak ve yalnızca kendisinin konuşacağı mitingler, kitle eylemi
sayılmaktadır. MHP bugünkü yapısıyla Türk ulusunun gereksinimlerine yanıt
verecek, Cumhuriyet’i savunabilecek bir parti olmaktan uzaktır. Bu nedenle geleceği
yoktur, yok olması kaçınılmazdır.
7 Nisan 2016 Perşembe
VATAN İÇİN HERKESİN YAPABİLECEĞİ BİR ŞEY VARDIR
Hiçbir yanıltma ve kandırma girişimi, hiçbir baskı ya da
göz boyama, toplumsal gerçeği uzun süre gizleyemez. Yaşam en iyi öğretmendir ve
gizlenmiş gerçekler, göremeyenlerin önüne çıkmakta gecikmez. Düşünerek
öğrenmeyenler, yaşayarak öğrenirler. Ancak, insan olmak, olayları önceden
görmeyi ve önlem almayı gerekli kılar. 1919 ve sonrasında bu yapılmıştı, bugün
de bu yapılmalıdır.
6 Nisan 2016 Çarşamba
EMPERYALİZM
19.Yüzyılda
hemen her iş kolunda ortaya çıkmaya başlayan tekelleşme eğilimi, rekabetin
yarattığı serbestlik ortamını ve bu ortamın getirdiği politik kurumları ortadan
kaldırmaya ya da yozlaştırmaya başladı. Toplumsal yaşamın biçimlenmesi tekel
gereksinimlerine, bilimsel gelişme tekel kazancına bağımlı duruma geldi.
Fiyatları artık, serbest piyasa koşullarında oluşan gerçek değerler değil,
yüksek kazanç içeren tekel kararları belirliyordu. Üretimin doğal gelişimine
uygun olmayan tekel kârı, ekonomik ve politik alanda her türlü geriliğin
kaynağı olmuştu. Serbest piyasada rekabetin yerini “güce dayalı ilişkiler”
almış; aracılık, tanıtımcılık, lobicilik ve siyasi
nüfuzun geçerli olduğu piyasada mali sermaye (finans kapital) başlı başına
büyük bir güç olmuştu.
3 Nisan 2016 Pazar
YANITSIZ KALAN SORU: “NE YAPMALI”
Ülkenin içinde
bulunduğu ve giderek ağırlaşan sorunlardan kaygı duyanlar, aynı soruyu soruyor
ve yanıt arıyor: “Ülkenin durumu iyi
değil, ne yapmalıyız”. Tartışmalarda, üç eğilim öne çıkıyor. Bir kesim;
koşulların, 1919 koşullarına benzediğini söylüyor ve ulus bütünlüğünü amaç
edinen bir anlayışla; toplumun her kesimini içine alan bir örgütlenmenin
gerekli olduğunu ileri sürüyor. Onlara göre, Kurtuluş Savaşı öncesinde olduğu
gibi; yerel örgütler kurulmalı, kurulu
olanlar birleştirilerek genişletilmeli ve halk önderleri yetiştirilmelidir... İkinci eğilim, varolan
siyasi partilere girip çalışılmalı; bu partiler, ülkenin ve halkın çıkarlarını
savunan partiler haline getirmelidir diyor... Üçüncü eğilim ise; yeni bir parti
kurarak, halkın karşısına oy vereceği yıpranmamış bir parti seçeneğiyle
çıkmanın doğru olduğunu kabul ediyor.
1 Nisan 2016 Cuma
İSPANYA İÇ SAVAŞI
1 Nisan
1939’da, Cumhuriyetçilerin yenilgisiyle sonlanan İspanya İç Savaşı, “uygarlığın beşiği” Avrupa’da yaşanan bir
insanlık dramı, bir vahşet dönemiydi. Emperyalist devletler, gerektiğinde,
kendi halklarına karşı da şiddet uygulamış ve zor yöntemlerini, Avrupa’da da
kullanmaktan çekinmemişti. Ulusal ya da toplumsal savaşıma girişeceklerin,
İspanya iç savaşını incelemeleri ve günümüze yönelik sonuçlar çıkarmaları
gerekir. Bu savaş; ilkelerin ve insani değerlerin nasıl kolayca ayaklar altına
alındığını, “demokrasi” havarisi ülkelerin demokrasinin yok edilmesine
nasıl göz yumduklarını gösteren, çarpıcı bir örnektir. Bu savaş, İspanya topraklarında yapılan bir Avrupa
İç Savaşı’ydı. Savaşa şu ya da bu
oranda karışmayan, vatandaşı İspanya’da savaşmayan ülke kalmamıştı. Üç yıl
süren savaş sonunda; Bir milyon insan öldü, iki milyon insan tutuklandı ve beş
yüz bin insan yurtdışına kaçtı. İspanya; emperyalist ülkelerin, ideolojilerin,
sistemlerin ve yeni silahların çatıştığı bir arenaya dönüştü.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)