Yakın tarihin, halk için demokrasi olan tek dönemi,
Cumhuriyet’in etkin olduğu 1923–1938 arasıdır. Bu dönemin, gerçekleştirdiği
değerlere saldırmayı demokratik hak olarak
piyasaya sürenlerin, demokrasi’yi
laiklikten koparmaları ve anayasada laikliğin
yer almamasını istemesi olağandır. Olağan olmayan, bunu söyleyen anlayışın
devleti ele geçirmiş olmasıdır.
Cumhuriyet Karşıtı “Demokratlar”
Demokrasi ve
laiklik kavramları ülkemizde uzun süredir çarpıtılarak tartışılmaktadır. Ancak
yapılan tartışmalarda, sorunu, ülkemizin toplumsal koşullarına uyum gösteren
bilimsel bir anlayışla kavrayıp ortaya koyanlar ne yazık ki azınlığı, üstelik
küçük bir azınlığı oluşturuyor.
Bu gün ülkemizde, çok partiyle süslenmiş ilkel
parlamentarizme dayalı bir “demokrasi” anlayışıyla; daha çok “demokrasi”
isteyen tarikat şeyhlerinden etnik ayrımcılara, din simsarlarından tatlısu
aydınlarına dek her çeşitten “demokrasi” tanımı ortalıkta dolaşıyor.
Laikliğin kaldırılmasını isteyen gerici anlayış Meclis Başkanlığı’na dek gelmiş
durumda.
Bilinmesi Gerekenler
Demokrasi bir yönetim biçimi değil, bir devlet biçimidir. Toplumsal düzenin belirlediği ve toplumu oluşturanların bir bölümünün egemenliğine dayalı tüm devlet biçimlerinin özünde güce dayandığı bilinen bir gerçektir. Belirgin özellikleriyle Batı Avrupa toplumlarında oluşan köleci, feodal, kapitalist devlet biçimleri, kendi içlerinde, yönetim işleyişine bağlı kalarak ayrımlılıklar gösterir. Mutlakiyet, meşrutiyet, cumhuriyet, birer yönetim biçimi olarak, ülkelerin özgün toplumsal özelliklerinin belirleyiciliğinde ortaya çıkar ancak yönetim biçimi ne olursa olsun aynı üretim biçimi içinde kalan devletin sınıfsal özelliği değişmez.
Yönetim biçimleri sayılırken monarji, aristokrasi,
demokrasi ve oligarşi gibi tanımlar da kullanılmaktadır. Demokrasinin
yönetim işleyişini belirleyen bir yöntem olarak dile getirilmesi doğru bir
yaklaşım değildir ve bu yaklaşımın Batı’da, özellikle son 200 yıl içinde,
devlet üzerindeki sınıfsal egemenliğin gizlenmesine yönelik bir amacı vardır.
Demokrasi Ama Kimin İçin
Devlet biçimi
olarak demokrasiden söz edildiğinde “kimler için” sorusuna verilecek
yanıt, konu edilen demokrasinin niteliğini ortaya koyar. İnsanlık tüm toplumu
kapsayan “genel” bir demokrasiyi henüz yaşamadı. Yaşananların ortak
özelliği ise, başka tüm toplumsal kurumlar gibi belirli bir ekonomik yapıya ve
bu yapının düzeyine bağlı olan kültürel gelişime bağlı olmasıdır.
Tartışmalarda kısaca demokrasi
olarak kullanılan kavramı, sanayileşen “Batı”nın tarihsel gelişiminde
biçimini bulan ve bu gün tüm dünyanın ilgi alanına girmiş olan, Batı
Demokrasisi olarak kabul etmek gerekir. Bu yapıldığında demokratik cumhuriyete ulaşmak isteyen
azgelişmiş ülkelerde, laikliğin
taşıdığı önem ortaya çıkar.
Demokratik
Cumhuriyet
Batı’da, sanayi devrimiyle birlikte, örneğin,
fabrikalarda çalışacak işçilere gereksinim vardı. Bunun karşılanması için, daha
önce kapalı ekonomik yapılar içinde derebeylerin serfleri durumunda olan
köylüler, topraktan koparılıp “serbest” ve “özgür” bireyler durumuna
gelmeliydiler. Getirildiler. Toprak devrimiyle topraktaki derebey iyeliği
(feodal mülkiyet) kaldırıldı. Bir yandan kapitalist tarım işletmeleri ortaya
çıkarken, diğer yandan işçi ve yedek işçi ordusunu oluşturacak köylüler,
kentlerde toplandılar. Temsili kurumlar ve parlamentolar oluştu, Demokratik
Cumhuriyet ortaya çıktı.
Laiklik
Avrupa’nın tümünde, özellikle de katolik kilisesinin
egemenliğindeki yörelerde, kilise beysoylular ve savaşçı şeflerin yanında büyük
toprak egemenleri durumuna gelmiş, silahlı örgütler kurup büyük bir ekonomik
güç oluşturmuştu. Kilisenin ekonomideki etkinliğinin kırılması, din ve
mezhep ayrımlarının insanlar arasında çatışma nedeni olmaması gerekiyordu.
Bunun için teokratik egemenliğe karşı laiklik ilkesi geliştirildi ve toplumsal
yaşama egemen oldu.
Ulusal Pazar ve Ulus Devlet
Kentsoyluluğun ürettiği malı satacağı ve kâr sağlayacağı
pazara gereksinimi vardı. Öncelikle kendi ülkesinin pazarını oluşturması ve
egemen olması gerekiyordu. Egemen oldu. Pazar Birliği temelinde yükselen
uluslar ve merkezi ulus–devletler ortaya çıktı. Batı demokrasisi, kendi
kurumlarını, ekonomik ve toplumsal gelişmenin gereksinimlerine dayandırarak
böylece oluşturdu.
Türkiye’de Durum
Türkiye’de
tarihsel ve toplumsal yapının, Batı’dan ayrımlı bir gelişim izlediği, kendine
özgü değişik toplumsal yapıları barındırdığı açık bir gerçektir. Batılı ülkeler,
19.yüzyılda sanayi devrimini tamamlayarak yüzyıl sonlarında sermaye
dışsatımlamanın (ihracının) yoğunlaştığı emperyalist aşamaya ulaştığında, Türk
toplumu onlara göre çok değişik bir noktadaydı.
Toprakta tımar
sistemi bozulmuş, üretim ve ticaret gelişememiş, sanayi yerleşememişti. Fetih
ve fetihlere bağlı haraç–cizye gibi devlet gelirleri kesilmiş, ulusçu
ayaklanmalar İmparatorluğun hemen her yanına yayılmıştı. Savaşlar sürekli
olarak insan ve para tüketiyordu. Devlet, vergi toplayamaz duruma gelmiş, vergi
toplamak için getirdiği İltizam düzeni ile (vergi toplamanın bir anlamda
özelleştirilmesi) gelirlerini arttıramadığı gibi yeni toplumsal sorunların
ortaya çıkmasına neden olmuştu.
Mültezimler
(vergi toplayıcılar), yoksulluğun alt sınırında yaşamaya çalışan köylülerin baş
belası durumuna gelmiş ve bu asalak zümre; büyük toprak parçalarını ele
geçiren, topladığı vergiyi çoğu kez hazineye yatırmayan, zaman zaman devlete
kafa tutacak kadar palazlanan, Eşraf–Ayan sınıfı olarak güçlü egemenler
durumuna gelmişti.
Toplumsal yaşam
Ortaçağın kurum ve gelenekleriyle gerilik ve örgütsüzlük içindeydi. Kapitalist
üretim ilişkileri ve onun doğal sonucu olan kentsoyluluk ve işçi sınıfı ortaya
çıkmamıştı. Köylülük, “toprak talep edemeyecek kadar” yoksulluk ve
gerilik içindeydi. İyelik ve işletme kavramları yeterince gelişmemişti.
Batı Avrupa sanayisinin yarı-sömürgesi durumunda olan
Türkiye, Batı’da oluşumu tamamlanan Demokratik Cumhuriyet ve onun
temelini oluşturan ekonomik yapılanma ve laiklikten çok uzak bir yerdeydi.
Toplumsal ilişkiler ve ona yön veren devlet politikası, Orta Çağ geriliği
içinde kalarak önemli oranda Araplaşmıştı.
Demokratik Devrim
Demokratik
devrimi gerçekleştirerek demokrasiye yönelen ve laikliği
temeline yerleştiren Kemalizm, bu koşullar altında ortaya çıktı. Türkiye
Cumhuriyeti böyle bir toplumsal temel üzerine kuruldu. Başarılan şey, hemen
hiçbir mücadele birikimi olmadan, köklü bir yönetim değişiminin sağlanmasıydı.
Bu, benzersiz bir devrimci eylemdi. Bu nedenle laiklik Kemalizmin
olmazsa olmazıydı.
Ulusal Kurtuluş Savaşı’ndan sonra Türkiye’de gerçekleştirilen
ekonomik ve toplumsal dönüşümler, ülkenin kendisine özgü koşullarına bağlı, demokratik
devrime ait eylemlerdir. Batı’da, demokratik devrim; Fransa’da
devrimci, Almanya’da evrimci yolla gerçekleşmişti. Türkiye gibi yarı sömürge
durumuna getirilmiş, ekonomik alt yapıdan yoksun ülkelerde ise, emperyalizme ve
Orta Çağ tutuculuğuna karşı olmak zorundaydı. Yani demokratik ve laik
olmak zorundaydı. Bağımsızlık ve demokrasi savaşımında, bağımsızlığı
anti–emperyalist savaşım, demokrasiyi ise anti–feodal savaşım kapsar. Türk
Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın ve tüm
ulusal kurtuluş savaşının özü budur.
Cumhuriyetle Savaş
Bugün
Türkiye’de, etkileri hızla artan 445 aşiret sayılmaktadır. Çözülüp yok
edilemeyen Orta Çağ yapıları Türkiye’nin tümünde, gericiliğin ve bölücülüğün
kaynağı durumuna gelmiştir. Bölücülük, silahlı örgütü olan siyasi bir güç
haline gelmiş, gericilik devlet örgütünü büyük oranda ele geçirmiştir. Her
ikisi de Cumhuriyet’le savaş halindedir. Bu iki yıkıcı güç, yakın geçmişte,
kimi zaman biraraya gelmiş, kimi zaman ayrılmıştır. Dün barış süreciyle
birlikteydiler, bu gün terörle mücadele adına ayrılmış görünmektedirler. Dün,
yerel yönetimler konusunda birlikte hareket ediyorlardı bugün çatışıyorlar.
Biri, Cumhuriyet’i kişi diktatörlüğüne dönüştürme, öbürü Kürt devleti çıkarma
peşindedir. Parçalayacakları Cumhuriyet’in mirasından pay alma çatışması
içindeler.
Amaç birliği
içinde olmaları, her ikisinin de emperyalizmin denetimi altında olmasındandır.
Emperyalizmin Kemalizme ve kurduğu Cumhuriyet’e karşıtlığı ile Ortadoğu’daki
sürekli kaos politikası, dincilerin ve etnikçilerin çıkarcılığıyla örtüşmektedir.
Bu nedenle, Batı bunları her zaman destekleyecektir.
Gerici ve bölücüler, dışardan aldıkları destekle kendilerini
güçlü görmekte, yıllarca gizledikleri ereklerini şimdi açıklamaktadırlar. Zayıf
olduklarında seslerini çıkarmaz ya da kendilerini gizleyen bir yol izlerler.
Çıkarcı ve korkak, yalancı ve entrikacıdırlar. Saltanat ve Derebeylik
kalıntısı bu iki akım, siyasi olarak etkisiz duruma getirilmeden; Türkiye, esenliğe
kavuşamayacak, demokratik bir düzen kurulamayacaktır.
Kemalizm ve Laiklik
Demokrasi kavramını,
ülkenin somut koşullarına bağlı kılarak, söylemde bırakmadan ve olağanüstü bir
kararlılıkla somut gerçekliğe dönüştüren tek siyasi devinim Kemalizm ve
kurduğu Cumhuriyet’tir. Kemalizm,
toplumsal gelişime engel oluşturan gerici yapıların kaldırılarak laikliğin
egemen kılınmasına özel önem vermiştir. Laiklik varlık sorunu kabul
edilmiştir. Bu nedenle, Meclis Başkanı’nın sözleri, laiklikten çok
yıllarca hazırlığı yapılan Kemalizm’e karşı çıkıştır.
Kemalizm, çağdaşlaşma olarak tanımladığı toplumsal
yönelişte, halkın gönenç ve mutluluğunu amaçlayarak, ulusal kalkınma ve
ekonomik büyümeyi temel almıştır. Laikliği; eğitimin birliği ve
yaygınlığı, kültürel gelişme, tüzel (hukuki) yenilenme ile dil ve tarih
bilinci, üzerine oturtmuştur. Halkçılık, Devletçilik, Devrimcilik,
Milliyetçilik, Laiklik ve Cumhuriyetçilik ilkeleriyle sistemleşen Cumhuriyet
Devrimi’nden laiklik çıkarıldığında, ortada Kemalizm’den, bağlı olarak Cumhuriyet’ten bir şey
kalmaz. İşbirlikçiler bunu biliyor ve kendilerini güçlü gördükleri için bugün laiklik
karşıtı açıklamalar yapabiliyorlar.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder