Dört milyon Suriyeliye
yani küçük bir ülke nüfusu kadar insana, yurttaşlık hakkı verilmek isteniyor;
bir kısmına verildi. Dünya tarihinde; birçok savaş, işgal ve zora dayalı
göç yaşandı. Ancak, en yoğun göçlerde bile, bu kadar insan bu kadar kısa sürede;
bir ülkeden başka bir ülkeye göç etmedi. Hiçbir ülke, bu kadar yoğun bir göçü
kabul etmedi. Ülkesi ne denli büyük olursa olsun hiçbir
devlet, bu kadar insanı içine almadı. Hükümet, sığınmacılara
vatandaşlık verilmesinde ayak diretirse, altından kalkamayacağı bir işe
girişmiş olacak ve Türkiye’ye büyük zarar verecektir. Bu çılgın girişimin
kuşkusuz bir nedeni vardır. Yapılmaya çalışılan, güncel politikanın sınırlarını
aşan ve doğrudan ulusal varlığa yönelen yıkıcı bir eylemdir. “İnsani duygularla”, “mazluma yardımla” bir ilgisi yoktur. Musul
ve Kerkük Kürtleşirken Anadolu Araplaşmaktadır. Suriyelilere vatandaşlık
düşüncesi, Osmanlı’dan miras kalan ve Anadolu Türklüğünü ayrıştırmaya
yönelen gözükara ve akıldışı bir tasarımdır. Anadolu’da binlerce
yılda oluşan Türkleşme sürecine darbe vurmaktır.
Ülkemizde toplumsal muhalefetin ve siyasi tartışmanın yoğunlaştığı bir dönem yaşanıyor. Kendiliğinden gelişen kitlesel eylemlerin ve siyasi tartışmaların niteliğini yükseltmek amacıyla bu bloğu oluşturduk. Hiçbir parti, grup ve toplulukla bağımız yoktur. Yazar Metin Aydoğan'ın yazılarını yayınlayacağız. Düşünsel yaşamımıza katkı koyacağına inandığımız yazıların, bilimsel tartışmalara yol açmasını diliyoruz.
31 Mart 2017 Cuma
27 Mart 2017 Pazartesi
KÖPRÜ-YOL POLİTİKASI VE GERÇEKLER
Asma köprülerin beşincisi
olan Çanakkale Köprüsü, ikisi Kore ikisi Türk 4 şirketten oluşan konsorsiyuma
verildi. Yöntem öncekilerle aynıydı. Konsorsiyum adı verilen geçici
ortaklık, içine yüksek teknolojiye sahip 2 Kore firmasını almış,
yap-işlet-devret yöntemiyle köprü yapımını üstlenmişti. Bankalardan kredi
alınacak, bu kredilere devlet kefil olacaktı. Hükümet, yapılan işe karşılık,
şirkete, 16 yıl 2 ay işletme imtiyazı ve kar garantisi verecekti.
Öncekilerde olduğu gibi, kar oranı yüksek tutulacak ve bu karı,
yolları-köprüleri kullansa da kullanmasa da halk ödeyecekti. Hükümet, kredi
kefaletiyle yalnızca borçlanıyor ve bu borcu halkın üzerine yıkıyordu. Çıkarını
ve geleceğini göremez duruma gelen halk ise, bu büyük eserleri ülkesine kazandıranları! şükranla anacak ve
arabasıyla köprüden geçmenin ya da denizi seyretmenin keyfini yaşayacaktı.
Türkiye’nin köprü ve yol politikası buydu.
21 Mart 2017 Salı
ADA İŞGALLERİ, KIBRIS, İSRAİL; ULUSAL HAKLAR SATILIYOR MU
Türkiye, tehlikelerle dolu karmaşık bir süreçten geçiyor. İç siyasette
sıradışı olaylar yaşanırken, dış ilişkilerde bilinmezliklerle yüklü kaygı
verici gelişmeler oluyor. Ada işgallerine sessiz kalınırken, zorlayıcı bir
neden olmamasına karşın Kıbrıs için pazarlığa girişiliyor. Hazine altınları
İngiltere’ye gönderiliyor, İsrail’le anlaşma yapılıyor. Devlet varlıkları,
Varlık Fonu adlı bir şirkete devrediliyor. Rusya’yla kısa süreli flörtten
sonra, rota yeniden Batı’ya döndürülüyor. Almanya ve İngiltere’nin Başbakanları
ile Genel Kurmay Başkanları, ABD Genel Kurmay Başkanı, CIA Başkanı ve YPG’nin
ABD’deki sözcüsü gibi çalışan Senatör John McCain ard arda Türkiye’ye
geliyor. Türk, Rus ve ABD Genel Kurmay Başkanları Antalya'da toplanıyor. İkinci
Dünya Savaşı öncesi adeta yeniden yaşanıyor. Suriye parçalanıyor Türkiye’nin kırmızı
çizgileri kararıyor. “PYD kantonunun Barzani bölgesi gibi tolere
edilebileceğinden” söz ediliyor. Bunlar olurken, halkın önüne, düzen
değişikliğini içeren ve ayrışmaya yol açan bir seçim getiriliyor.
17 Mart 2017 Cuma
ÇANAKKALE SAVAŞLARI’NIN DÜNYAYA YAPTIĞI ETKİ
Çanakkale Savaşı’nın tarihsel önemi; Karlofça
Anlaşması’ndan (1699) beri Osmanlı İmparatorluğu üzerinde baskı kurmuş olan
Batılı devletlerin, üstelik en güçlüleri İngiltere ve Fransa’nın durdurulup
yenilmesidir. Bu yengi, aynı zamanda, 4 yıl sonraki Kurtuluş Savaşı’yla
birlikte; dünyanın tüm ezilen uluslarını etkileyen, sömürge ve yarı
sömürgelerde “İngiliz İmparatorluğu’nun
yenilmezlik efsanesine” son veren, olağanüstü etkili, evrensel boyutlu bir
eylemdir. Çanakkale’deki Türk yengisi, Boğazlarda denetimin el değiştirmesini
önledi ve Rusya’nın yalnızca savaş dışı kalmasına değil, bununla birlikte düzen
sorunuyla karşılaşmasına yol açtı; Çarlığın çöküşüne ivme kazandırdı. Rus
Devrimi’ne zemin hazırladı.
13 Mart 2017 Pazartesi
14 MART “TIP BAYRAMI” VE CUMHURİYET’İN “SAĞLIK DEVRİMİ”
14 Mart 1827, modern
tıp eğitiminin Türkiye’de başladığı gündür. Bayram olarak ilk kez, 14
Mart 1919’da İstanbul’da, işgale karşı eylem biçiminde kutlandı. Tıbbiye
öğrencileri, yanlarına hocalarını da alarak değişik etkinlikler düzenledi. 14
Mart o günden sonra, içinde bulunduğu haftayı da kapsayarak Tıp Bayramı
olarak kutlanıyor. Sağlıkçılarımızın bayramını kutluyor ve ülkemizde “Sağlık
Devrimi”ni gerçekleştiren Cumhuriyet hekimlerini saygıyla anıyoruz.
Kurtuluş Savaşı sırasında,
13 milyon olan nüfusun yarıya yakını hastaydı. Bazı bölgelerde hastalıklı insan
oranı yerel nüfusun yüzde 86’sına ulaşıyordu. 1923 yılında 3 milyon trahomlu hasta
vardı (nüfusun dörtte biri). Sıtmalı köylüler kimi yörelerde, hastalık nedeniyle,
hasat yapamayacak kadar bitkin düşmüştü. 93 Rus Savaşı’nda Türk Ordusu, Ruslar’a
değil, tifüse yenilmişti. Cumhuriyet Hükümeti koşulların ağırlığına
ve olanaksızlıklara karşın, sorunların üzerine büyük bir istek ve kararlılıkla gitti.
Her konuda olduğu gibi önce bilime ve gerçeklere uygun bir ulusal sağlık stratejisi
saptandı. Koruyucu sağlık, halk sağlığı, toplum sağlığı kavramları üzerine oturan bu strateji kararlı bir biçimde
uygulanarak, olağanüstü başarılar elde edildi.
7 Mart 2017 Salı
8 MART KADINLAR GÜNÜ VE CUMHURİYET
8 Mart, Türkiye’de de “Dünya Kadınlar Günü” olarak kutlanıyor.
Kimi kuruluşlar halkın ilgisini çekmeyen etkinlikler düzenliyor. “Kadına şiddetten”, “emekçi kadınlardan” ya da “kadının
kurtuluşundan” bolca sözediliyor ancak yabancıların “tarihte eşi olmayan olay” diye tanımladığı Türkiye’deki “kadın Devrimi’nden” ve yaratıcısı Mustafa Kemal Atatürk’ten sözedilmiyor.
Oysa, kadınlar bugün sahip oldukları hakları, tümüyle ona borçludur. Atatürk; kadını kendi yaşam ortamında
tutsak eden tutucu kurallar ve yaşamla çelişen önyargılar ortadan
kaldırılmadıkça, Türk ulusunun da tutsaklıktan kurtulamayacağına inanıyordu.
Kadın özgürlüğünün kişisel boyutunu insan onuruyla; toplumsal boyutunu ise,
uygarlık gelişimiyle ilgili bir sorun olarak görüyordu. Kadını özgürleştirmemiş
bir toplumun gelişemeyeceğini söylüyor; “güç
ve yetenek sahibi anne yetiştirmek, bunun içinde kadını özgürleştirmek
zorundayız” diyordu.
5 Mart 2017 Pazar
AVRUPA GÜMRÜK BİRLİĞİ VE SONUÇLARI
22 yıl önce, 6 Mart 1995’te Avrupa Birliği ile Gümrük
Birliği Protokolü imzalandı. Protokol, coşkulu söylevlerle bir bayram
havasında kutlandı ama bu girişim Türkiye’den çok şey götürdü. Üye olmadığımız,
söz ve oy hakkımızın bulunmadığı bir dış örgüt, hiçbir yükümlülük üstlenmeden
Türkiye’nin içişlerine karışmış; ekonomiden kültüre, yönetim işleyişinden dış
siyasete dek her alanda ulusal varlığı törpüleyen istemlerde bulunmuş ve
istemlerini yaptırmıştır. Osmanlı’yı çöküşe götüren 1838 Türk-İngiliz
Serbest Ticaret Anlaşması’nın
hemen aynısı olan Gümrük Birliği Protokolü, Türk ekonomisini mahvetmiş,
ülkeyi kendi üretimiyle ayakta duramaz hale getirmiştir. Türkiye’nin, 22 yıl
içinde AB ile yaptığı ticarette verdiği açık 273 milyar dolardır. Bunun açık
anlamı, yoksul Anadolu halkının ticaret yoluyla muazzam bir serveti, Avrupa’nın
varsıllığına katmasıdır.
2 Mart 2017 Perşembe
HİLAFETİN KALDIRILMASI
TBMM, 3 Mart 1924
günü Urfa Milletvekili Şeyh Saffet Efendi
ve elli arkadaşının verdiği; Hilafeti kaldırılması ve Osmanlı soyundan
olanların yurt dışına çıkarılması hakkındaki önergeyi kabul ederek
yasalaştırdı. Hilafetin kaldırılması, devlet ve toplum yapısında yer etmiş, din
inancıyla ilişkili, dörtyüz yıllık bir kurumun varlığına son verilmesiydi. Atatürk yeniliğin öncüsü olarak, güçlü
ve duruma hakim görünüyordu. Halkın desteğine sahip Cumhurbaşkanı,
köylere dek örgütlenen Halk Fırkası’nın Genel Başkanı’ydı. Ordu başta olmak
üzere devlet birimleri ona bağlıydı. Yönetim gücü elindeydi. Ancak, konu
Halifeliğin kaldırılması olduğunda, toplumu yönlendirecek gerçek gücün kimde
olduğu, belirsizleşiyordu. Bu işe girişildiğinde nelerle karşılaşılacağı belli
değildi. 500 yıllık Hilafeti ortadan kaldırmak kolay bir iş değildi.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)