Dört milyon Suriyeliye
yani küçük bir ülke nüfusu kadar insana, yurttaşlık hakkı verilmek isteniyor;
bir kısmına verildi. Dünya tarihinde; birçok savaş, işgal ve zora dayalı
göç yaşandı. Ancak, en yoğun göçlerde bile, bu kadar insan bu kadar kısa sürede;
bir ülkeden başka bir ülkeye göç etmedi. Hiçbir ülke, bu kadar yoğun bir göçü
kabul etmedi. Ülkesi ne denli büyük olursa olsun hiçbir
devlet, bu kadar insanı içine almadı. Hükümet, sığınmacılara
vatandaşlık verilmesinde ayak diretirse, altından kalkamayacağı bir işe
girişmiş olacak ve Türkiye’ye büyük zarar verecektir. Bu çılgın girişimin
kuşkusuz bir nedeni vardır. Yapılmaya çalışılan, güncel politikanın sınırlarını
aşan ve doğrudan ulusal varlığa yönelen yıkıcı bir eylemdir. “İnsani duygularla”, “mazluma yardımla” bir ilgisi yoktur. Musul
ve Kerkük Kürtleşirken Anadolu Araplaşmaktadır. Suriyelilere vatandaşlık
düşüncesi, Osmanlı’dan miras kalan ve Anadolu Türklüğünü ayrıştırmaya
yönelen gözükara ve akıldışı bir tasarımdır. Anadolu’da binlerce
yılda oluşan Türkleşme sürecine darbe vurmaktır.
Açıklama
Recep Tayyip Erdoğan,
3 Temmuz 2016 günü Kilis’te yaptığı konuşmada, Suriyeliler için “kardeşlerim”
tanımını kullandı ve “Kardeşlerimizin içerisinde inanıyorum ki Türkiye
Cumhuriyeti vatandaşı olmak isteyenler var. Bakanlığımız oluşturduğu bir ofisle
takip etmek suretiyle bu kardeşlerimize bu yardımı, bu desteği yaparak, onlara
vatandaşlık imkanını vereceğiz” dedi.1
Doğal Tepki
Açıklama,
Türk halkının geniş bir kesimi tarafından tepkiyle karşılandı. Tepki yaygındı
ama açıklamanın arkasındaki gerçek yeterince bilinmiyordu. Muhalefet
partilerinden doyurucu bir açıklama ve tepki gelmiyor, az sayıda ulusçu aydının
yaptığı sağlıklı değerlendirmeler ise halka ulaşmıyordu.
Yandaş basının yorum
ve değerlendirmeleri, her zaman olduğu gibi çok geri ve çok ilkeldi. Tepki
gösterenlere saldırılıyor; “Rusya’dan 200 bin nataşayı vatandaş yapsak
sevinirdiniz” ya da “Müslümanlar yerine ateistleri mi vatandaş yapalım” gibi
bilimsel! açıklamalar yapılıyordu.
Vatandaş Olmak
Vatandaşlık,
yalnızca hükümet politikalarına bağlı, yasal düzenlemelerle sağlanacak bir
kavram değildir. İstemle, maddi güçle ya da kısa sürelere sıkıştırılan devlet
uygulamalarıyla elde edilemez. Vatandaşlık kavramı, uzun dönemlerden geçerek
tarihsel süreçler içinde olgunlaşan duygu ve düşünce birliği üzerinde oluşur.
Bu yakınlaşma, toplumun ruhsal yapısını biçimlendirir ve kuşaktan kuşağa geçen
kalıtlar bütünü olarak milletin özyapısını belirler. Yurttaşlık kavramıyla
tanımlanan ruhi şekillenme birliği; dil birliği, toprak birliği ve
ekonomik çıkar birliğinden sonra, toplumları ulus yapan dört temel koşuldan
biridir.
Yabancıyı vatandaş
yapmak, uluslaşmış ülkelerin yöneticileri tarafından çok dikkatlice ele
aldıkları, nicel artışlara asla izin vermedikleri bir konudur. Kabul edecekleri
az sayıdaki yabancıyı, uzun süre toplumun değerleri yönünde eğitirler yani
asimile ederler, sonra vatandaş yaparlar. Bu işin; demokrasiyle, insan
haklarıyla değil, ulusal varlığın korunmasıyla ilgili bir sorun olduğunu
bilirler. Ulusal varlığı ayakta tutan değerlere uyum göstermeyen yapılanmalara
yani farklı kültürlerin siyasi topluluklar oluşturmasına izin vermezler.
Toplumsal karmaşaya yol açacak böyle bir girişimin, feodalizme geri dönüş
anlamına geldiğinin bilirler.
Yeni “Vatandaşlar”
Hükümet’in
açıklamasına göre, bugün Türkiye’de 2 milyon 720 bin Suriyeli sığınmacı
yaşıyor. Recep Tayyip Erdoğan’ın açıkladığı 170 bin Irak’lı sığınmacıyla
bu sayı, 2 milyon 890 bine yükseliyor.
Ayrıca Türkiye’de
doğan Suriyeli çocuk sayısı, 214 bine ulaştığı biliniyor (Şubat 2017). Avrupa
Birliği’yle yapılan Geri Kabul Anlaşması nedeniyle Türkiye’ye
gönderilmesi planlanan, yaklaşık 1 milyon kaçak göçmende eklenirse, sığınmacı
sayısı 4 milyona yaklaşıyor.2
Yıkıcı Siyaset
Türk
siyasetine egemen olan anlayış, 2002 yılından bugüne dek,
dönemler içinde git-geller olsa da, gerçek amacını
gizlemedi. 14 yıl boyunca sayısız siyasi zikzak yaptı ama bir konuda tutumunu
değiştirmedi. Atatürk’e ve devrimlerine karşı nefret duydu ve kurduğu Cumhuriyet’i ortadan kaldırarak,
yerine ‘Osmanlı nizamını’ getirmek için yılmadan mücadele etti. 2023’ü,
hedefine ulaşma yılı olarak belirledi ve yapacaklarını 63 başlıktan oluşan bir
program haline getirerek adım adım uyguladı. Uygulamaları sürdürüyor.
Başörtüsüyle
başlayan mücadele, siyasi güç arttıkça çeşitlendi. Eğitim’den Diyanet’e,
İmam-Hatip kurslarından üniversitelere, kamu çalışanlarından dış siyasete dek;
topluma biçim veren hemen her alanda, laikliğe karşıt dinci bir siyaset
yürütüldü. Türk toplumu Sunnileştirilip Araplaştırılmaya çalışıldı.
Suriyelilerin kabul
edilip vatandaşlık hakkı verilmesi, sürdürülen siyasetin tehlikeli bir
adımıdır. Anadolu’daki Türk varlığının, yalnızca bugününe değil geleceğine de
yönelen yıkıcı bir girişimdir. Başkanlık referandumu bu girişimin en üst
aşamasıdır.
Araplaşma Adımları
Bugün,
Diyanet’e üniversitelerin tümüne verilen kadar ödenek ayrılıyor; öğretmenden
çok imam yetiştiriliyor. “Dindar ve kindar nesil” yetiştirmek için
eğitim sisteminin hedef kitlesi 3 yaşa kadar indi. Kuran kursları ve 3 yaştan
itibaren öğrenci kabul eden kreş görünümlü sıbyan mektepleri, okul
öncesi eğitime alternatif olma yolunda hızla ilerliyor. Diyanet’in 4-6 yaş
grubu kuran kursları, her türlü denetimden uzak “tarikat kaynakları” olarak çığ gibi büyüyor.
AKP’nin Arap
ülkeleriyle, özellikle Suudi Arabistan’la kurduğu ilişkiler, Cumhuriyet
politikalarını ters yüz ediyor ve Osmanlı’nın kavm-i necip (üstün ırk)
anlayışı üzerine oturuyor.
Dış Siyaset
Arap
ülkeleriyle 2002’de başlayan ilişki geliştirme süreci, akçalı
ilişkilerle başlayıp siyasi ve kültürel anlaşmalarla sürdürüldü. Abdullah
Gül, Şubat 2009’da Suudi Arabistan’a gittiğinde; “Turizm
İşbirliği Mutabakat Zaptı” ile Suud Üniversitesi, TÜBİTAK, İstanbul
Teknoloji Üniversitesi arasında bir “Bilim ve Teknoloji Alanında İşbirliği
Protokolü”! imzaladı.
Suudi
Arabistan’a Aralık 2015’te, Cumhurbaşkanı olarak bu kez Recep Tayyip Erdoğan, gitti ve iki ülke arasında, “Stratejik
İşbirliği Konseyi” adıyla bir yapının kurulmasını öngören anlaşmaya imza
attı. Bölge sorunlarına karşı ortak davranmayı öngören bu anlaşmanın, “ikili
ilişkilerin kurumsallaşmasını” sağlayacak önemli bir adım olduğu açıklandı.
Suudi Kralı Selman,
11 Nisan 2016’da Ankara’ya geldi ve şimdiye dek hiçbir devlet başkanına
yapılmayan özel bir protokolle karşılandı. Dışişleri Bakanlığı, bu uygulamanın
eleştirilmesi üzerine “krallar kral gibi
karşılanır” diye garip bir açıklama yaptı.3
Osmanlı'da Araplaşma
1.Selim
(Yavuz), hilafeti getirip dini egemenlik aracı olarak kullanmaya başlayınca, Sunni
inancına bağlı Araplaşma toplumda siyasi güç haline geldi. Kimlik
yozlaşmasına direnen Türkler ise (Türkmenler, Aleviler ve Yörükler) baskı
gördüler ve kırıma uğradılar. Atatürk döneminde olması gereken biçime
dönüştürülen Türk-Arap ilişkisi, bugün AKP’yle birlikte yeniden eski anlayışa
döndü ve Arapçılık hortlatıldı.
Suriyeli Ayrıcalığı
Suriyeli
göçmenlere, Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarından daha ileri haklar verilmiş ve
ayrıcalıklı bir kitle haline getirilmiştir. Yalnızca onların yararlandığı
sağlık birimleri oluşturulmuş, hastahanelerden yararlandırılmış ve ücretsiz
ilaç almaları sağlanmıştır. Pasaport yerine geçen bir kart verilmiş, bu kartla pirim
desteği alarak çalışmaları kabul edilmiştir. Türkçe bilmeyenler dahil, KPSS
sınavına girmeden özel sınavla devlet memuru olmaları sağlanmıştır.
İlk aşamada 100 bin
Suriyelinin kamu kuruluşlarında işe alınacağı açıklanmıştır. Değişik
sektörlerdeki işletmelerde, Suriyeli çalışan kontenjanları oluşturulmuştur.
Üniversitelere sınavsız alınmakta, Türk öğrencilere geri ödemek koşuluyla aylık
400 YTL kredi verilirken, Suriyeli öğrencilere 1200 YTL karşılıksız burs
verilmektedir.
Olacaklar
Dört
milyon Arap, Anadolu’nun değişik bölgelerine, bir plan dahilinde ve topluluk
halinde yerleştirilmiş ve kimliklerini korumaları sağlanmıştır. Kent
varoşlarında Suriyeli mahalleleri oluşmaktadır. Kırsal alanda
yerleştirildikleri yöreler, genellikle Alevi yurttaşlarımızın yaşadığı yerler
olmaktadır.
Suriyeliler,
Türk yaşam biçimine uyumsuz gelenekleriyle, kültürel bozulmanın taşıyıcıları
olacaklardır. Suriyelilere verilen ayrıcalıklar vatandaş olsalar de sürecek,
koloniler halinde ülkenin değişik yörelerinde yaşayacaklardır. Bu insanlardan,
kültürel düzeyi düşük, eğitimsiz bir azınlık kitlesi yaratılacaktır.
Bu
büyük kitle örgütlenmeye başlayacak ve anadilde eğitim adıyla Arapça eğitim isteyecektir.
Bu istek, müfredata Arapça dersi koyarak Türk milli eğitimini Araplaştırma yönünde
büyük adımlar atan AKP tarafından yerine getirilecektir.
Diyanet,
Suriyelilerle yeni bir Sunni kitle bulacak ve bu kitleyi amaçları yönünde
kullanacaktır. Diyanet İşleri Başkanlığı, şimdiden, Türkiye’ye gelen bin
Suriyeliyi “alim ve ilahiyatçı” kabul etmiştir. Bunların; “tarih,
tefsir, hadis” gibi konularda Türkiye’ye katkı yapacağını açıklamış,
vatandaşlığa geçirilmelerinin geciktirilmemesini istemiştir.
Sığınmacılar,
yurttaşlık hakkı aldıktan sonra örgütlenecek ve giderek artan isteklerde
bulunarak, yurt dışıyla bağlantılı siyasi çalışmalar içine gireceklerdir. Bu
eğilimin ön uygulamaları şimdiden başlamıştır.
Türkiye’de yaşayan
Arapların partileşme çalışmalarını yürüten Beyt Nahreyn Arap-Arami Birliği
adlı örgütün sözcüsü Mim Yavuz Binbay; Türkiye’de 8 milyon Arap ve Arami
yaşadığını ve diğer halklar gibi “anadilde
eğitim” hakkı başta olmak üzere, tüm hakların verilmesini istedi. Binbay,
ayrıca, Aralık ayında gerçekleştirdikleri konferansın ardından partileşme
kararı aldıklarını, partileşme çalışmalarını yürütmek üzere bir komisyon
kurduklarını açıkladı.4
DİPNOTLAR
1 “Suriyeli Göçmenlere Vatandaşlık Hakkı Geliyor!” politikmotto.com
2 “Türkiye’nin
Yeni Seçmenleri: Suriyeliler” www.hurriyet.com.tr
3 “Yeni
Türkiye-Suudi İttifakı” www.dw.com
4 “Türkiye’de
Araplar Partileşiyor” t24.com.tr
Kendi ülkemize ne idüğü belirsiz adamları doldurup , bir de partileşmelerine izin verirsek,PKK'da aynı hakları isteyince ne halt edecekler acaba??? :(
YanıtlaSilPardon!!! 'Ulusal varlığı ayakta tutma mı'dediniz. Gündüz kuşaklarında evlenme,kaynana-gelin programları, akşamları milli yarışma programlarımız ve artık hatırlamıyorum kaç yıldır andımızı okumadan yetişen bir nesil...Diğer ülkelerin ulusal varlığı ayakta tutma programı olabilir ama bizimkinin yegane programı ulusal varlığı ayakta uyutma...
YanıtlaSilBir devlet kurumunun sadece altı kişinin geçebildiği yazılı sınavında dördüncü oldum. Kendi alanımda tek olmama rağmen yedeğe kaldım; zaten üç kişi alınacaktı.Aynı yıl diyanete,ilanlara baktığım iki üç ay boyunca ilk önce 6000, sonra 4000, daha sonra 2500 personel alındı. 6000 kişilik personel ilanını okuyunca dayanamadım ağladım.Ben başvurmak için aranan şartlara uygun olup, sınavda ilk altıya girmeme rağmen işe giremezken diyanet iki üç ay içinde 12500 personel alıyor-ki son dört yılda daha ne kadar aldı bilmiyorum- Bu kuruma yerleştirilen insanları suçlamıyorum, umarım ülkemdeki herkes gönlüne göre iş bulur ama:bu...Ayrıca kardeşim her yıl hazırlık sınıfından beri karşılıksız burs başvurusu yapıyordu; bu yıl son senesiydi...
YanıtlaSilTesbit doğru (yani problemin mevcudiyeti doğru); ancak teşhis, illiyet bağı ve tedâvi (teklifi) yanlış..
YanıtlaSilMetin hocanın ruhu şad olsun 😔
YanıtlaSil