ABD; ‘Serbest Piyasa Ekonomisi’ adını verdiği ekonomik işleyişi, dünya
düzeni haline getirdi ve bu düzenin işlemesi için, ‘Dünya Ticaret Örgütü’nün (DTÖ) jandarmalığını yaptı. Buna karşın, kendi
koyduğu ve dünyaya dayattığı ticaret kurallarını çiğnemekten çekinmedi. Bu tutumu
yineledi ve ulusal pazarını korumak için geçen hafta çeliğe yüzde 25,
Alüminyuma yüzde 10 ek gümrük vergisi koydu… ABD, DTÖ kurallarını ne ilk kez
çiğniyor; ne de bunu yapan yalnızca ABD. Gelişmiş ülkeler, ulusal pazarında
korumacı önlemler alırken; azgelişmiş ülkeleri açık pazar haline getiriyor.
Gümrükleri sıfırlatıyorlar, koruma yaptırtmıyorlar, tarım desteklerini
kaldırtıyorlar. Özelleştirme yaptırtıp devleti küçültüyorlar. Ülkelerinde ise
bunların tersini yapıyorlar. ABD, 1991 yılında 200 milyar doların üzerinde
devletleştirme yaptı. 2008 akçalı (mali) bunalımını aşmak için devlet
hazinesini sonuna dek kullandı. Fransa’da bünyelerinde 1,5 milyon işçi
çalıştıran 2498 devlet şirketi var (1995). Japonya’da değil devlet kuruluşları,
birçok özel şirketin bile hisseleri, serbestçe alınıp satılamaz. Almanya’da
yabancı bir şirketin herhangi bir Alman şirketini güç durumda bırakarak satın
alması yasaktır.
Ülkemizde toplumsal muhalefetin ve siyasi tartışmanın yoğunlaştığı bir dönem yaşanıyor. Kendiliğinden gelişen kitlesel eylemlerin ve siyasi tartışmaların niteliğini yükseltmek amacıyla bu bloğu oluşturduk. Hiçbir parti, grup ve toplulukla bağımız yoktur. Yazar Metin Aydoğan'ın yazılarını yayınlayacağız. Düşünsel yaşamımıza katkı koyacağına inandığımız yazıların, bilimsel tartışmalara yol açmasını diliyoruz.
28 Mart 2018 Çarşamba
26 Mart 2018 Pazartesi
ARAP DÜŞÜNÜNDE TÜRK İMGESİ
Türkiye’de, ulusçuluğu yadsıyan ümmetçilik ya da ulusçuluğu ümmetçilikle kaynaştırmağa
çalışan siyasi girişimler, çok yönlü ve yaygın bir girişim olarak, yeni bir
aşamaya gelmiştir. Ümmetçiler ve
Türk-İslam Sentezciler, Batıcılıkla
kolayca uyuşmaktadır. Uyuşmanın temelinde, Amerikalıların Ilımlı İslam adını verdiği, ulusçuluğu ümmetçilik içinde eritmeyi
amaçlayan ve azgelişmiş ülkelere yönelen küresel politikalar vardır. Kavramlar
üzerinde, yaşanmakta olan yozlaşma ve bu yozlaşmanın devlet politikalarına
yerleştirilmesi, küresel bir girişimdir. Ancak, bu girişimi hazırlayan
düşüngüsel (ideolojik) temel, yüzlerce yıl işlenen Türk karşıtlığına dayanır.
İlk dönem Arap düşünürlerinin Türklere yönelik değerlendirmeleri, Batıdakiler
gibi bilim ve gerçeklerle ilgisi olmayan, karalamaya dayalı öznel yargılardır.
21 Mart 2018 Çarşamba
ŞEKERDE ÖZELLEŞTİRME; OLANLAR VE OLACAKLAR
Şeker fabrikalarının özelleştirilmesi, aileleriyle
birlikte sayıları 1 milyonu aşan pancar üreticisini güç duruma düşürecek. 25
bin fabrika işçisi ve Doğu’dan gelen 50-60 bin mevsimlik işçi işsiz kalacak.
Orta Anadolu’dan büyük kentlere göç yoğunlaşacak. Türkiye, şekerde kendine
yeter olmaktan çıkacak, dışa bağımlı duruma gelecek. Ucuzluğu nedeniyle nişasta
kökenli tatlandırıcılara tanınan ayrıcalıklar genişletilecek. Gıda sanayinde
kullanılan şeker tümüyle mısır şurubundan elde edilen tatlandırıcılara dayandırılacak…
Nişasta bazlı şeker kullanımının artması, halk sağlığına zarar verecek. Hasta
ve hastalıklar artacak. Zaten yetersiz olan ilaç ve hastane gereksinimi
karşılanamaz duruma gelecek. Hastalar, sorunlarına giderek artan biçimde, tıp
dışı çözümler arayacak.
17 Mart 2018 Cumartesi
ÇANAKKALE’NİN EVRENSELLİĞİ
Çanakkale Savaşı’nın tarihsel önemi; Karlofça
Anlaşması’ndan (1699) beri Osmanlı İmparatorluğu üzerinde baskı kurmuş olan
Batılı devletlerin, üstelik en güçlüleri İngiltere ve Fransa’nın durdurulup
yenilmesidir. Bu yengi, aynı zamanda, 4 yıl sonraki Kurtuluş Savaşı’yla
birlikte; dünyanın tüm ezilen uluslarını etkileyen, sömürge ve yarı
sömürgelerde “İngiliz İmparatorluğu’nun
yenilmezlik efsanesine” son veren, olağanüstü etkili, evrensel boyutlu bir
eylemdir. Çanakkale’deki Türk yengisi, Boğazlarda denetimin el değiştirmesini
önledi ve Rusya’nın yalnızca savaş dışı kalmasına değil, bununla birlikte düzen
sorunuyla karşılaşmasına yol açtı; Çarlığın çöküşüne ivme kazandırdı. Rus
Devrimi’ne zemin hazırladı.
15 Mart 2018 Perşembe
İSTANBUL’UN İŞGALİ VE “MECLİSİ MEBUSAN”
Mart 1920 günü
İstanbul; İngilizler başta olmak üzere, Fransız, İtalyan ve Yunan birlikleri
tarafından işgal edildi. Mustafa Kemal,
aynı gün yayınladığı bildiride; “İstanbul zorla işgal edilmekle, Osmanlı Devleti’nin
altı yüz yıllık yaşam ve egemenliğine son verildi. Yani bugün Türk milleti,
hayat ve istiklal hakkını ve bütün geleceğini savunmaya davet edildi” dedi
ve halkı direnmeye çağırdı. Ardından, Geyve Boğazı’nın ve Geyve telgraf
santralinin işgal edilmesini, Ankara-Pozantı tren hattına el konulmasını ve bu
hat boyundaki İtilaf birliklerinin silahtan arındırılarak askerlerin
tutuklanmasını, Konya hattına el konulmasını emretti.
14 Mart 2018 Çarşamba
14 MART “TIP BAYRAMI” VE CUMHURİYET’İN “SAĞLIK DEVRİMİ”
14 Mart 1827, modern
tıp eğitiminin Türkiye’de başladığı gündür. Bayram olarak ilk kez, 14
Mart 1919’da İstanbul’da, işgale karşı eylem biçiminde kutlandı. Tıbbiye
öğrencileri, yanlarına hocalarını da alarak değişik etkinlikler düzenledi. 14
Mart o günden sonra, içinde bulunduğu haftayı da kapsayarak Tıp Bayramı
olarak kutlanıyor. Sağlıkçılarımızın bayramını kutluyor ve ülkemizde “Sağlık
Devrimi”ni gerçekleştiren Cumhuriyet hekimlerini saygıyla anıyoruz.
Kurtuluş Savaşı sırasında,
13 milyon olan nüfusun yarıya yakını hastaydı. Bazı bölgelerde hastalıklı insan
oranı yerel nüfusun yüzde 86’sına ulaşıyordu. 1923 yılında 3 milyon trahomlu hasta
vardı (nüfusun dörtte biri). Sıtmalı köylüler kimi yörelerde, hastalık nedeniyle,
hasat yapamayacak kadar bitkin düşmüştü. 93 Rus Savaşı’nda Türk Ordusu, Ruslar’a
değil, tifüse yenilmişti. Cumhuriyet Hükümeti koşulların ağırlığına
ve olanaksızlıklara karşın, sorunların üzerine büyük bir istek ve kararlılıkla gitti.
Her konuda olduğu gibi önce bilime ve gerçeklere uygun bir ulusal sağlık stratejisi
saptandı. Koruyucu sağlık, halk sağlığı, toplum sağlığı kavramları üzerine oturan bu strateji kararlı bir biçimde
uygulanarak, olağanüstü başarılar elde edildi.
12 Mart 2018 Pazartesi
12 MART
1970, kitle eylemlerinin doruğa ulaştığı bir yıldı.
Türkiye, bu yıla dek bu denli yaygın ve yoğun, bu denli örgütlü bir toplumsal
dirençle karşılaşmamıştı. Üniversite gençliği ve işçiler başta olmak üzere
toplumun her kesimi, değişim ve gelişimi amaçlayan bir devingenlik içindeydi.
Devrimci Öğrenci hareketi, Mustafa Kemal
ve Kurtuluş Savaşı’nın anti-emperyalist niteliğini kavramış, savaşımını
yükseltiyordu. Bağımsızlık ve demokrasi istemi, siyasi bir güç haline gelerek
halk kitlelerine yayılıyordu. ABD ve yerli işbirlikçileri bu sürece sessiz
kalamazdı, kalmadı da. 12 Mart 1971 günü, ünlü muhtıra verildi.
9 Mart 2018 Cuma
ATATÜRK VE KADIN HAKLARI
Atatürk, kadını kendi yaşam ortamında tutsak haline getiren, tutucu kurallar ve buna bağlı olarak yaşamla çelişen önyargılar ortadan kaldırılmadıkça, Türk ulusunun da tutsaklıktan kurtulamayacağına inanıyordu. Kadın özgürlüğünün kişisel boyutunu insan onuruyla, toplumsal boyutunu ise uygarlık gelişimiyle ilgili bir sorun olarak görüyordu. Ona göre, kadını özgürleştirmemiş bir toplum gelişemez, tutsaklıktan kurtulamazdı. “Mümkün müdür ki, bir toplumun yarısı, yere zincirlerle bağlı kaldıkça, öbür yarısı göklere yükselsin. Kuşku yok; devrimci adımlar, iki cins tarafından birlikte, arkadaşça atılmalı, yenilik ve ilerlemeler birlikte gerçekleştirilmelidir. Devrim, ancak böyle başarıya ulaşabilir” diyordu.(x)
7 Mart 2018 Çarşamba
8 MART VE KADINA ULAŞMAYAN ‘KADIN HAREKETİ’
Fransız
Devrimi’nin ikinci yılında, 7 Eylül 1791’de yayınlanan “Kadın ve Kadın
Yurttaşın Haklar Bildirisi” başlangıç sayılırsa, dünya kadın hareketi iki
yüzyılı aşkın bir geçmişe sahiptir. Bu uzun süre içinde, değişik ereklerle
değişik savaşım biçimleri yaşanmış ancak ‘kadın hakları’ hiçbir ülkede, bugün
Türkiye’de olduğu gibi karmaşa haline gelmemişti. Siyaset, inanç biçimleri,
etnik ayrılıkçılık, çağdaşlık, kültür, ekonomi, spor… alanlarında kadın araç
olarak kullanılmıştır. Kadın haklarını serbest ilişki olarak görenler, kara
çarşafa girip ‘muta’ nikahlı çok eşlilik arayanlar; baş örtüsünü ya da modaya
uymayı kadın hakkı sananlar; sosyalistler, Kürtçüler, tarikatlar, aşiretler…
sürekli kadından söz ediyor. Buna karşın, sözcük ve davranış karmaşası içinde, kadının
durumu sürekli kötüleşiyor ve Cumhuriyetin ona verdiği kazanımları adım adım
yitiriyor.
4 Mart 2018 Pazar
EĞİTİMİN BİRLİĞİ - TEVHİD-İ TEDRİSAD
3 Mart 1924’te çıkarılan 430 sayılı yasayla, eğitimde Öğretim Birliği
(tevhid-i tedrisat) ilkesi kabul edildi. Aynı gün çıkarılan 431 sayılı yasayla Hilafet,
429 sayılı yasayla da Şer’iye ve Evkaf Nezareti ortadan kaldırıldı. Hilafeti ve
Şeriye Nezareti’ni de kapsayan üçlü uygulama nedensiz değildi. Eğitim, o güne
değin din ağırlıklı olduğu için, Hilafet Makamı’nın ilgi alanına giriyordu.
Medreseler Şerîye ve Evkaf Nezareti’ne bağlıydı. Bu kurumlar varlığını sürdürdükçe,
eğitimde birliği sağlamak olanaklı değildi. Bu durum, yasa önerisinde şöyle
dile getirilmişti: “Bir devletin genel
eğitim siyasetinde, ulusun duygu ve düşünce bakımından birliğini sağlamak
gereklidir. Bu, gereklilik öğretim birliği ile sağlanabilir. İki başlı bir
eğitim düzeninde, iki tip insan yetişir. Öneri kabul edildiğinde, Türkiye
Cumhuriyeti içindeki tüm eğitim kurumlarının tek kurumu Maarif Vekaleti olacak
ve burada ulusal birliği sağlayan gençler yetiştirilecektir”.(×)
3 Mart 2018 Cumartesi
HİLAFETİN KALDIRILMASI
TBMM, 3 Mart 1924
günü Urfa Milletvekili Şeyh Saffet Efendi
ve elli arkadaşının verdiği; ‘Hilafeti kaldırılması ve Osmanlı Soyundan
Olanların Yurt Dışına ÇıkarılmasıHakkındaki
Kanun’ hakkındaki önergeyi kabul ederek yasalaştırdı. Hilafetin
kaldırılması, devlet ve toplum yapısında yer etmiş, din inancıyla ilişkili,
dörtyüz yıllık bir kurumun varlığına son verilmesiydi. Atatürk, yeniliğin öncüsü olarak, güçlü ve duruma hakim
görünüyordu. Halkın desteğine sahip Cumhurbaşkanı, köylere dek örgütlenen Halk
Fırkası’nın Genel Başkanı’ydı. Ordu başta olmak üzere devlet birimleri ona
bağlıydı. Yönetim gücü elindeydi. Ancak, konu Halifeliğin kaldırılması
olduğunda, toplumu yönlendirecek gerçek gücün kimde olduğu, belirsizleşiyordu.
Bu işe girişildiğinde nelerle karşılaşılacağı belli değildi. 407 yıllık Hilafetiortadan kaldırmak kolay bir
iş değildi.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)