28 Mart 2018 Çarşamba

ABD’NİN ÇELİK VERGİSİ VE ‘SERBEST PİYASA EKONOMİSİ’ MASALI


ABD; ‘Serbest Piyasa Ekonomisi’ adını verdiği ekonomik işleyişi, dünya düzeni haline getirdi ve bu düzenin işlemesi için, ‘Dünya Ticaret Örgütü’nün (DTÖ) jandarmalığını yaptı. Buna karşın, kendi koyduğu ve dünyaya dayattığı ticaret kurallarını çiğnemekten çekinmedi. Bu tutumu yineledi ve ulusal pazarını korumak için geçen hafta çeliğe yüzde 25, Alüminyuma yüzde 10 ek gümrük vergisi koydu… ABD, DTÖ kurallarını ne ilk kez çiğniyor; ne de bunu yapan yalnızca ABD. Gelişmiş ülkeler, ulusal pazarında korumacı önlemler alırken; azgelişmiş ülkeleri açık pazar haline getiriyor. Gümrükleri sıfırlatıyorlar, koruma yaptırtmıyorlar, tarım desteklerini kaldırtıyorlar. Özelleştirme yaptırtıp devleti küçültüyorlar. Ülkelerinde ise bunların tersini yapıyorlar. ABD, 1991 yılında 200 milyar doların üzerinde devletleştirme yaptı. 2008 akçalı (mali) bunalımını aşmak için devlet hazinesini sonuna dek kullandı. Fransa’da bünyelerinde 1,5 milyon işçi çalıştıran 2498 devlet şirketi var (1995). Japonya’da değil devlet kuruluşları, birçok özel şirketin bile hisseleri, serbestçe alınıp satılamaz. Almanya’da yabancı bir şirketin herhangi bir Alman şirketini güç durumda bırakarak satın alması yasaktır.

26 Mart 2018 Pazartesi

ARAP DÜŞÜNÜNDE TÜRK İMGESİ



Türkiye’de, ulusçuluğu yadsıyan ümmetçilik ya da ulusçuluğu ümmetçilikle kaynaştırmağa çalışan siyasi girişimler, çok yönlü ve yaygın bir girişim olarak, yeni bir aşamaya gelmiştir. Ümmetçiler ve Türk-İslam Sentezciler, Batıcılıkla kolayca uyuşmaktadır. Uyuşmanın temelinde, Amerikalıların Ilımlı İslam adını verdiği, ulusçuluğu ümmetçilik içinde eritmeyi amaçlayan ve azgelişmiş ülkelere yönelen küresel politikalar vardır. Kavramlar üzerinde, yaşanmakta olan yozlaşma ve bu yozlaşmanın devlet politikalarına yerleştirilmesi, küresel bir girişimdir. Ancak, bu girişimi hazırlayan düşüngüsel (ideolojik) temel, yüzlerce yıl işlenen Türk karşıtlığına dayanır. İlk dönem Arap düşünürlerinin Türklere yönelik değerlendirmeleri, Batıdakiler gibi bilim ve gerçeklerle ilgisi olmayan, karalamaya dayalı öznel yargılardır.

21 Mart 2018 Çarşamba

ŞEKERDE ÖZELLEŞTİRME; OLANLAR VE OLACAKLAR



Şeker fabrikalarının özelleştirilmesi, aileleriyle birlikte sayıları 1 milyonu aşan pancar üreticisini güç duruma düşürecek. 25 bin fabrika işçisi ve Doğu’dan gelen 50-60 bin mevsimlik işçi işsiz kalacak. Orta Anadolu’dan büyük kentlere göç yoğunlaşacak. Türkiye, şekerde kendine yeter olmaktan çıkacak, dışa bağımlı duruma gelecek. Ucuzluğu nedeniyle nişasta kökenli tatlandırıcılara tanınan ayrıcalıklar genişletilecek. Gıda sanayinde kullanılan şeker tümüyle mısır şurubundan elde edilen tatlandırıcılara dayandırılacak… Nişasta bazlı şeker kullanımının artması, halk sağlığına zarar verecek. Hasta ve hastalıklar artacak. Zaten yetersiz olan ilaç ve hastane gereksinimi karşılanamaz duruma gelecek. Hastalar, sorunlarına giderek artan biçimde, tıp dışı çözümler arayacak.

17 Mart 2018 Cumartesi

ÇANAKKALE’NİN EVRENSELLİĞİ



Çanakkale Savaşı’nın tarihsel önemi; Karlofça Anlaşması’ndan (1699) beri Osmanlı İmparatorluğu üzerinde baskı kurmuş olan Batılı devletlerin, üstelik en güçlüleri İngiltere ve Fransa’nın durdurulup yenilmesidir. Bu yengi, aynı zamanda, 4 yıl sonraki Kurtuluş Savaşı’yla birlikte; dünyanın tüm ezilen uluslarını etkileyen, sömürge ve yarı sömürgelerde “İngiliz İmparatorluğu’nun yenilmezlik efsanesine” son veren, olağanüstü etkili, evrensel boyutlu bir eylemdir. Çanakkale’deki Türk yengisi, Boğazlarda denetimin el değiştirmesini önledi ve Rusya’nın yalnızca savaş dışı kalmasına değil, bununla birlikte düzen sorunuyla karşılaşmasına yol açtı; Çarlığın çöküşüne ivme kazandırdı. Rus Devrimi’ne zemin hazırladı.

15 Mart 2018 Perşembe

İSTANBUL’UN İŞGALİ VE “MECLİSİ MEBUSAN”



Mart 1920 günü İstanbul; İngilizler başta olmak üzere, Fransız, İtalyan ve Yunan birlikleri tarafından işgal edildi. Mustafa Kemal, aynı gün yayınladığı bildiride; “İstanbul zorla işgal edilmekle, Osmanlı Devleti’nin altı yüz yıllık yaşam ve egemenliğine son verildi. Yani bugün Türk milleti, hayat ve istiklal hakkını ve bütün geleceğini savunmaya davet edildi” dedi ve halkı direnmeye çağırdı. Ardından, Geyve Boğazı’nın ve Geyve telgraf santralinin işgal edilmesini, Ankara-Pozantı tren hattına el konulmasını ve bu hat boyundaki İtilaf birliklerinin silahtan arındırılarak askerlerin tutuklanmasını, Konya hattına el konulmasını emretti.

14 Mart 2018 Çarşamba

14 MART “TIP BAYRAMI” VE CUMHURİYET’İN “SAĞLIK DEVRİMİ”



14 Mart 1827, modern tıp eğitiminin Türkiye’de başladığı gündür. Bayram olarak ilk kez, 14 Mart 1919’da İstanbul’da, işgale karşı eylem biçiminde kutlandı. Tıbbiye öğrencileri, yanlarına hocalarını da alarak değişik etkinlikler düzenledi. 14 Mart o günden sonra, içinde bulunduğu haftayı da kapsayarak Tıp Bayramı olarak kutlanıyor. Sağlıkçılarımızın bayramını kutluyor ve ülkemizde “Sağlık Devrimi”ni gerçekleştiren Cumhuriyet hekimlerini saygıyla anıyoruz.

Kurtuluş Savaşı sırasında, 13 milyon olan nüfusun yarıya yakını hastaydı. Bazı bölgelerde hastalıklı insan oranı yerel nüfusun yüzde 86’sına ulaşıyordu. 1923 yılında 3 milyon trahomlu hasta vardı (nüfusun dörtte biri). Sıtmalı köylüler kimi yörelerde, hastalık nedeniyle, hasat yapamayacak kadar bitkin düşmüştü. 93 Rus Savaşı’nda Türk Ordusu, Ruslar’a değil, tifüse yenilmişti. Cumhuriyet Hükümeti koşulların ağırlığına ve olanaksızlıklara karşın, sorunların üzerine büyük bir istek ve kararlılıkla gitti. Her konuda olduğu gibi önce bilime ve gerçeklere uygun bir ulusal sağlık stratejisi saptandı. Koruyucu sağlık, halk sağlığı, toplum sağlığı kavramları üzerine oturan bu strateji kararlı bir biçimde uygulanarak, olağanüstü başarılar elde edildi.

12 Mart 2018 Pazartesi

12 MART



1970, kitle eylemlerinin doruğa ulaştığı bir yıldı. Türkiye, bu yıla dek bu denli yaygın ve yoğun, bu denli örgütlü bir toplumsal dirençle karşılaşmamıştı. Üniversite gençliği ve işçiler başta olmak üzere toplumun her kesimi, değişim ve gelişimi amaçlayan bir devingenlik içindeydi. Devrimci Öğrenci hareketi, Mustafa Kemal ve Kurtuluş Savaşı’nın anti-emperyalist niteliğini kavramış, savaşımını yükseltiyordu. Bağımsızlık ve demokrasi istemi, siyasi bir güç haline gelerek halk kitlelerine yayılıyordu. ABD ve yerli işbirlikçileri bu sürece sessiz kalamazdı, kalmadı da. 12 Mart 1971 günü, ünlü muhtıra verildi.

9 Mart 2018 Cuma

ATATÜRK VE KADIN HAKLARI



Atatürk, kadını kendi yaşam ortamında tutsak haline getiren, tutucu kurallar ve buna bağlı olarak yaşamla çelişen önyargılar ortadan kaldırılmadıkça, Türk ulusunun da tutsaklıktan kurtulamayacağına inanıyordu. Kadın özgürlüğünün kişisel boyutunu insan onuruyla, toplumsal boyutunu ise uygarlık gelişimiyle ilgili bir sorun olarak görüyordu. Ona göre, kadını özgürleştirmemiş bir toplum gelişemez, tutsaklıktan kurtulamazdı. Mümkün müdür ki, bir toplumun yarısı, yere zincirlerle bağlı kaldıkça, öbür yarısı göklere yükselsin. Kuşku yok; devrimci adımlar, iki cins tarafından birlikte, arkadaşça atılmalı, yenilik ve ilerlemeler birlikte gerçekleştirilmelidir. Devrim, ancak böyle başarıya ulaşabilir diyordu.(x)

7 Mart 2018 Çarşamba

8 MART VE KADINA ULAŞMAYAN ‘KADIN HAREKETİ’




Fransız Devrimi’nin ikinci yılında, 7 Eylül 1791’de yayınlanan “Kadın ve Kadın Yurttaşın Haklar Bildirisi” başlangıç sayılırsa, dünya kadın hareketi iki yüzyılı aşkın bir geçmişe sahiptir. Bu uzun süre içinde, değişik ereklerle değişik savaşım biçimleri yaşanmış ancak ‘kadın hakları’ hiçbir ülkede, bugün Türkiye’de olduğu gibi karmaşa haline gelmemişti. Siyaset, inanç biçimleri, etnik ayrılıkçılık, çağdaşlık, kültür, ekonomi, spor… alanlarında kadın araç olarak kullanılmıştır. Kadın haklarını serbest ilişki olarak görenler, kara çarşafa girip ‘muta’ nikahlı çok eşlilik arayanlar; baş örtüsünü ya da modaya uymayı kadın hakkı sananlar; sosyalistler, Kürtçüler, tarikatlar, aşiretler… sürekli kadından söz ediyor. Buna karşın, sözcük ve davranış karmaşası içinde, kadının durumu sürekli kötüleşiyor ve Cumhuriyetin ona verdiği kazanımları adım adım yitiriyor.

4 Mart 2018 Pazar

EĞİTİMİN BİRLİĞİ - TEVHİD-İ TEDRİSAD



3 Mart 1924’te çıkarılan 430 sayılı yasayla, eğitimde Öğretim Birliği (tevhid-i tedrisat) ilkesi kabul edildi. Aynı gün çıkarılan 431 sayılı yasayla Hilafet, 429 sayılı yasayla da Şer’iye ve Evkaf Nezareti ortadan kaldırıldı. Hilafeti ve Şeriye Nezareti’ni de kapsayan üçlü uygulama nedensiz değildi. Eğitim, o güne değin din ağırlıklı olduğu için, Hilafet Makamı’nın ilgi alanına giriyordu. Medreseler Şerîye ve Evkaf Nezareti’ne bağlıydı. Bu kurumlar varlığını sürdürdükçe, eğitimde birliği sağlamak olanaklı değildi. Bu durum, yasa önerisinde şöyle dile getirilmişti: “Bir devletin genel eğitim siyasetinde, ulusun duygu ve düşünce bakımından birliğini sağlamak gereklidir. Bu, gereklilik öğretim birliği ile sağlanabilir. İki başlı bir eğitim düzeninde, iki tip insan yetişir. Öneri kabul edildiğinde, Türkiye Cumhuriyeti içindeki tüm eğitim kurumlarının tek kurumu Maarif Vekaleti olacak ve burada ulusal birliği sağlayan gençler yetiştirilecektir”.(×)

3 Mart 2018 Cumartesi

HİLAFETİN KALDIRILMASI



TBMM, 3 Mart 1924 günü Urfa Milletvekili Şeyh Saffet Efendi ve elli arkadaşının verdiği; ‘Hilafeti kaldırılması ve Osmanlı Soyundan Olanların Yurt Dışına ÇıkarılmasıHakkındaki Kanun’ hakkındaki önergeyi kabul ederek yasalaştırdı. Hilafetin kaldırılması, devlet ve toplum yapısında yer etmiş, din inancıyla ilişkili, dörtyüz yıllık bir kurumun varlığına son verilmesiydi. Atatürk, yeniliğin öncüsü olarak, güçlü ve duruma hakim görünüyordu. Halkın desteğine sahip Cumhurbaşkanı, köylere dek örgütlenen Halk Fırkası’nın Genel Başkanı’ydı. Ordu başta olmak üzere devlet birimleri ona bağlıydı. Yönetim gücü elindeydi. Ancak, konu Halifeliğin kaldırılması olduğunda, toplumu yönlendirecek gerçek gücün kimde olduğu, belirsizleşiyordu. Bu işe girişildiğinde nelerle karşılaşılacağı belli değildi. 407 yıllık Hilafetiortadan kaldırmak kolay bir iş değildi.