Osmanlı tarihçilerine
göre; Türkler İslamiyet öncesinde göçebe barbarlardı, bilim ve edebiyata uygun
bir dilleri yoktu, Türkçe Arapça ve Farsça’nın sözcük ve kural egemenliği
altına girmeden yaşayamazdı. Türkler, “uygarlık bakımından tarihsiz, bilim
ve edebiyat bakımından dilsizdi”.(x) Devlet politikasına
dönüştürülen ortak söylem böyleydi. Atatürk,
kişisel araştırmalarla başlayıp bilimsel ve toplumsal bir devrim niteliği
kazanan Türk dil ve tarih çalışmalarına, her zaman büyük önem verdi. Yerli ve
yabancı bilim adamlarının ilgisini bu konuya çekmek için, bilimsel etkinlikler
düzenledi. 26 Eylül 1932’de Birinci Dil Kurultayı’nı topladı; Türk dil ve tarih
araştırmalarına uluslararası boyut kazandırdı. Dil konusunda şunları
söylüyordu; “Kendi
dili ile düşünmeyen, okuyup öğrenmeyen, kendi dilinde eğitim almayan bir ulus,
bağımsız olamaz; hiçbir ulus, dilindeki yabancı kültürlerin etkisini önlemeden
kendini bulamaz; dilde ödün verenler, ulusal savunma silahlarından birini
elinden bırakmış, güçsüz düşmüş, birliğini yitirmiş demektir”(y)