Kabile ekonomisi, yeni-Osmanlıcılık, eyaletçilik,
yerel yönetimcilik gibi
tanımlamalarla dile getirilen; devletsiz ve örgütsüz cemaat toplumları,
uluslararası şirketler için en uygun pazardır. Din, dil, yerel kültür, mezhep
ve etnik köken gibi eskiye dayanan toplumsal oluşumlar, bu tür pazarların
yaratılmasının dayanak noktalarıdır. Bu dayanaklar, ulus-devletin yerine
geçirilmek istenen ‘yeni’ toplum
biçiminin yaratılmasında, gelişmiş ülkelere neredeyse hazır bir ortam sunar.
Parçalanmanın ‘filozofları’
küreselleşmeciler, düşüncelerini gizlemiyor. “Küresel ekonomi büyüdükçe uluslardan oluşan oyuncuları küçülmeli” diyorlar.
Ülkemizde toplumsal muhalefetin ve siyasi tartışmanın yoğunlaştığı bir dönem yaşanıyor. Kendiliğinden gelişen kitlesel eylemlerin ve siyasi tartışmaların niteliğini yükseltmek amacıyla bu bloğu oluşturduk. Hiçbir parti, grup ve toplulukla bağımız yoktur. Yazar Metin Aydoğan'ın yazılarını yayınlayacağız. Düşünsel yaşamımıza katkı koyacağına inandığımız yazıların, bilimsel tartışmalara yol açmasını diliyoruz.
26 Nisan 2017 Çarşamba
22 Nisan 2017 Cumartesi
BİRİNCİ MECLİS VE MUSTAFA KEMAL’İN AÇIŞ KONUŞMASI
Birinci Meclis, ulusal bağımsızlıktan ödün vermeyen, tutsaklığın her
türüne karşı çıkan Müdafaa-i Hukuk anlayışının doğal sonucuydu. Ulusun yazgısına yön vererek
toplumun her kesimini etkiliyor, güç aldığı halkı tam anlamıyla temsil
ediyordu. Bağımsızlık savaşı yürütürken devlet kurmaya girişilmişti ve meşruiyetini
ulusal varlığın korunmasından alıyordu. Dünya siyasi tarihinde örneği
olmayan, gerçekten demokratik, savaşkan bir yönetim organı, benzersiz bir
temsil kurumuydu. Yetkisini ve yaptırım gücünü, millet iradesini yansıtan,
yazılı olmayan ve kökleri Türk tarihine giden özgürlük tutkusundan alıyordu.
17 Nisan 2017 Pazartesi
REFERANDUM SONRASI
4, 18 ve 19 Mart’ta yayınladığım yazılarla arkadaşlarımı, 16 Nisan’da yapılacak referandumda HAYIR için çalışmaya çağırmıştım. Referandum yapıldı ve bildiğiniz olaylar yaşandı. Aldığım iletilerden, arkadaşlarımın büyük bir üzüntü içinde olduğu görülüyor. Benzer duyguları ben de taşıyorum.
Üzüntüyü arttıran ana sorun,
referandum sonucunun EVET olarak açıklanmasından çok, yasa tanımazlığın resmi
tutum haline gelmesidir. Halk iradesinin güvencesiz hale getirilmesidir.
Arkadaşlarım, “bizim bu yapılarla bu ülkede seçim kazanmamız mümkün değildir”
duygusu içindeler.
Bu duygudan mümkün olan en kısa
sürede kurtulunmalıdır. İçine düşülen durumun çaresi vardır ve bu çare,
bugünden başlamak üzere girişeceğimiz mücadelenin içinde saklıdır.
Kısa dönemde, karşı karşıya
kaldığımız yasa tanımazlığa karşı tepkimizi göstermeli ve direnmeliyiz. Uzun
dönemde ise, Atatürk’ün Halkçılık ilkesine yönelen çalışmayı
aralıksız sürdürmeliyiz. Ön uygulamalarını 4 Mart’ta başlattığımız ve umulanın
ötesinde başarı sağladığımız bu çalışmayı, aralıksız sürdürmeliyiz. Halka
ulaşmanın yol ve yöntemini denedik, birçok şey öğrendik. Bu uğraşın yarattığı
ve yaratacağı büyük gücü gördük. Çalışmanın sonuçlarını “REFERANDUM İZLENİMLERİ”
olarak bilginize sunduk.
Bildiri dağıtımı için yaptığım
çağrıya, yurt içi ve yurt dışından 122 arkadaşım olumlu yanıt verdi. Bunlardan
48’i gönderdiğimiz 70 bin bildiriyi bulundukları bölgelerde, yüz yüze görüşerek
halka ulaştırdı. Geri kalan 74 kişi, sayısını saptayamadığımız kadar bildiriyi
kendi olanaklarıyla çoğalttı ve dağıttı.
Bildiri dağıtıcılarını, geleceğin
halk önderleri olarak görüyorum ve hepsini yurtseverliğimin olanca gücüyle
kucaklıyorum. Onlar, yalnızca benim için değil, Türkiye için güç kaynağı oldular
ve çok anlamlı bir eylem gerçekleştirdiler.
Kitle içinde çalışma yapan
arkadaşlarımdan aldığım iletiler, halkın ilgi ve desteğinin olağanüstü boyutta
olduğunu gösteriyordu. Her görüşten insanımız, çıkar gözetmeden kendisine bilgi
getirene değer veriyor, onu dinliyor, sorular soruyordu. Bilgiden yoksun
bırakılmış, gerçekleri göremez hale getirilmişti. Bilgiye açtı ve anladığı
dilden anlatılırsa herşeyi kavrıyordu. Ülkenin, halka bilgi götürecek aydınlara
ihtiyacı vardı. Yalın gerçek buydu.
Biz, İzmir’de bir araya gelen bir
avuç yurtsever olarak, içinde bulunduğu durumu ve geleceği görüyoruz. Tarihin
üzerimize yüklediği sorumluluğu bilincimize çıkardık. Herkes gibi kişisel
sorunlarımız var. Ancak, halka bilgi götürmeyi, onunla kalıcı bağlar kurmayı,
yaşantımızın parçası haline getirmeye karar verdik. Gücümüz ve olanaklarımız ne
ise, bunları halk yolunda kullanacağız. Bunun, insana erinç veren ve zor
olmayan bir iş olduğunu deneyerek gördük. Yaşam bizi bir mücadeleye çağırıyor,
bu çağrıyı kabul ediyoruz.
Sevgili arkadaşlar,
Yılgınlığa, kabuğuna çekilmeye izin
vermemeliyiz. Yaşam, içinde barındırdığı ve bize sunduğu, gizli ya da açık
olanaklarla sonsuz bir süreç. Değişmeyen tek şey değişimin kendisi. Duraganlık,
teslimiyet ve pes etmek; yaşamın kurallarına ters. En olumsuz koşulun bile bir
çıkış noktası vardır. Yunan Ordusu Haymana Ovası’na gediğinde, yılgınlık
kimsenin aklına gelmedi. Ankara’ya gelse Sivas’a, Sivas’a gelse Erzurum’a
gidilecek, ülke; dağ dağ, mezra mezra savunulacaktı.
Referandum iptal edilmezse, iki yıl
sonra, tek egemen hale gelen cumhurbaşkanı seçimi yapılacaktır. Türkiye’de
HAYIR oyu veren yurtseverler olarak, halkın çoğunluğunun desteğini aldığımızı
gördük. Seçim hileleri ve yasa dışı kararlar bu gerçeği değiştiremez. Eski
düzen savunucularının yani Orta Çağ özlemcilerinin, sevinçlerini kursaklarında
bırakabiliriz. Toparlayıcı, dürüst, liyakat sahibi millici bir aday
çıkarabilir, cumhurbaşkalığı seçimini kazanarak; EVET’çilerin peşine düştüğü
gücü, biz elde edebiliriz. Bu gücü, Cumhuriyet ilkelerine dönmek yani tam
bağısızlık ve ulusal egemenliği yeniden elde etmek için
kullanabiliriz.
Sevgili arkadaşlarım sizi,
karamsarlığı umuda, üzüntüyü kararlılığa, edilgenliği etkenliğe dönüştürerek;
çalışmaya çağırıyorum. Ülkenin, gerçek anlamda bize ihtiyacı var. Artık az
değiliz. Gerçekleri görüyoruz ve gördüklerimizi halka anlatmalıyız. Her
birimiz, bir kişiyi aydınlatsa, erişeceğimiz gücü hepimiz göreceğiz. Haklıyız,
bu nedenle kazanacağız.
16 Nisan 2017 Pazar
“BOZKIRDAN DOĞAN UYGARLIK”: KÖY ENSTİTÜLERİ
Köy Enstitüleri,
17 Nisan 1940’ta kuruldu. Değişik ülkelerin eğitim sistemleri içinde, Köy
Enstitüleri kadar üzerinde çalışma ve tartışma yapılan bir başka eğitim kurumu
çok azdır. Bu okullar, ulusal ya da uluslararası araştırmalara konu oldular;
dünya eğitbilim ansiklopedilerine girdiler, dünyanın birçok ülkesinde örnek
alındılar. Kapatılmalarının üzerinden 63 yıl geçti ama Köy Enstitüleri hâlâ
tartışılıyor. Acı ve hüzün veren bir özlem, direnme yaratan bir umutla
anılıyor. Bunun nedeni nedir? Nasıl ve ne amaçla kuruldular? Neden
kapatıldılar? Günümüz eğitiminde yerleri olabilir mi?
14 Nisan 2017 Cuma
TÜRK TİPİ YÖNETİM
Özgürlüğe yönelik adalet duygusunun, topluma egemen
kılınarak devlet politikası haline getirilmesi, Türk yönetim biçiminin temel
özelliğidir. Bu İslamiyetten önce de böyleydi, sonra da böyledir. Türkler,
devleti başından beri, içe dönük baskı aracı olarak değil; toplumun tümünü
temsil eden ve dışa karşı kullanılan bir güç haline getirdi. Bu tutum, onlara katılımcı,
eşitlikçi ve özgürlükçü yönetim biçimlerini kurma olanağını
verdi. Devlet yönetiminde, kişi egemenliğine yönelmediler, temsili kurumlarına
ve liyakata önem verdiler. Bölge ve boy temsilcilerinin katıldığı meclisler
geliştirdiler. Kurdukları düzenler, her köken ve dinden geniş kitleleri
kapsayan, onlara kendilerini geliştirme ve ifade etme olanağı veren katılımcı
ve eşitlikçi bir içeriğe sahipti. İnsanlarına, tarihin her döneminde
yaşanabilir demokratik bir ortam sunmayı başardılar.
MUSTAFA KEMAL’İN MECLİS’İ AÇIŞ KONUŞMALARI: 23-24 Nisan 1920
"Millet vicdanına dayanan ve yüce meclisinizde toplanan
yüksek milli irade, saygıdeğer kurulunuza meşruiyet ve yasallık
kazandırmıştır... Yüce meclisiniz, milletin yargısına karar vermenin
sorumluluğunu, yalnızca yasa yapma ve yasa koyma ile görevli olarak değil,
milletin yazgısıyla doğrudan uğraşarak taşıyacaktır... Ülkemizin şimdiye kadar
geçirdiği bunalımlara, felaketlere; kimi zaman Avrupa’yı taklit etmek, kimi
devlet işlerinin yönetimini kişisel görüşlere göre düzenlemek, kimi zaman da
anayasayı bile kişisel duygulara oyuncak etmek gibi, acı sonuçlarını
yaşadığımız basiretsizlikler neden olmuştur... Ulusun yazgısını kayıtsız ve
koşulsuz elinde tutan Türkiye Büyük Millet Meclisi, hızla yeni bir devlet
kurmaktadır."
Mustafa
Kemal 23-24 Nisan 1920
10 Nisan 2017 Pazartesi
YÖNETİM BUNALIMI
Azgelişmiş ülkelerde, yolsuzluk çamuruna bulaşmamış, karanlık ve karışık ilişkilere
girmemiş
hükümet yetkilisi ve üst düzey yönetici aramak, dünyada saf ırk aramak gibidir.
Ele geçirilen yönetim yetkisi, ülke ve halkın haklarını korumak için alınan
sorumluluklar değil,
artık para ve yönetme hırsının tatmin araçlarıdır. Üçüncü bir sektör haline gelen
bu ilişkiler,
yazılı olmayan özel ‘yasalara’
sahiptir ve son derece profesyonelce yürütülür. Kimse kimsenin açığına bakmaz, herkes yurt dışı banka hesaplarındaki sıfırları
arttırma çabası içindedir. Bunlar, temel özellikleri bakımından ülkeden ülkeye değişmeyen günümüz politikacılarının en belirgin tipidir.
Seçimleri sürekli bunlar kazanır ve ülkeyi sırayla yönetirler. Bunlar, siyaseti
getirisi yüksek bir meslek durumuna getirmişlerdir.
7 Nisan 2017 Cuma
SURİYE DÜĞÜMÜ: TÜRKİYE-RUSYA-ABD
Suriye ve Ortadoğu, ABD ve Rusya için önemlidir. Ortadoğu’nun petrol ve doğalgazına
bağımlı olan Avrupa Birliği ve Çin için de önemlidir. O nedenle Suriye’deki çatışmayı,
bloklar arası çatışma olarak görmek gerekir. Ortadoğu’daki egemenlik yarışı,
kalıcı bir çatışmayı barındırmaktadır. Suriye, tarihte olduğu gibi bugün de ve
Anadolu’yla birlikte; Doğu-Batı arasındaki “altın köprü”dür.
Amerikalılar bu nedenle, “Suriye’yi kontrol
eden Ortadoğu’yu kontrol eder. Ortadoğu’yu kontrol eden Rusya’nın ve İpek Yolu üzerinden
Çin’in anahtarını elinde tutar” diyor.(×) Suriye’de
giderek artan gerilim düğümlenmiştir ve bu düğüm içinde yer alan; Türkiye-Rusya-ABD
arasındaki ilişkilerde, yapısal karşıtlıklar vardır. Suriye sorununun, Türkiye yararına
sağlam bir çözüme kavuşturulması için, ilişkilerde köklü dönüşümlere gitmek
gerekmektedir. Bunun için, yani küresel iki büyük güç arasında siyaset yapmak
için; yüksek bilinç, tutarlı çizgi, doğru ve kararlı tutum gerekir. Kamusal değerleri
dağıtılmış, üretimden yoksun, borca batmış ve hepsinden önemlisi ulusal birliği
zedelenmiş bir ülkede; önlemi alınmamış tepkisel değişimler, yalnızca yararsız değil
aynı zamanda tehlikelidir.
3 Nisan 2017 Pazartesi
BARZANİ “DEVLETİ", PYD-ABD İTTİFAKI VE TÜRKİYE
Kerkük’ü “Kürdistan”a
bağlama hazırlığındaki Mesud Barzani, 27 Şubat’ta
Türkiye’ye geldi ve devlet temsilcisi gibi
karşılandı. Göndere Kürdistan bayrağı çekildi. Karşılama biçiminden duygulanan
ve Türkiye’de ilk kez Kürdistan bayrağıyla karşılandığını söyleyen Barzani, ülke
ayırımı yapmadan Kürtlerin tümünü kast ederek; “Kürdistan Bayrağı asıldığında
her Kürt hangi duyguyu yaşadıysa bende aynı duyguyu yaşadım” dedi.
Bu söze hükümetten herhangi bir tepki gelmedi... ABD, Ortadoğu’daki emperyalist
çatışmada kullanmak üzere Kürtleri kümeler halinde ve ayrı ayrı örgütlüyor. Barzani’in KDP’si bu tür yapılanmaların
tepe örgütüdür. Barzani Projesi’ni,
Türk hükümetleriyle birlikte yaşama geçiren ABD bugün; KDP, PKK, KYB, PYDİ,
YPG, GORRAN gibi, varlıkları kendisinin yardım ve desteğine bağlı Kürt
örgütlerinin tümü üzerinde etkilidir. ABD ve AB, çıkarı için Kürtleri ve
Kürtçülüğü Batı’da popüler kılmıştır. Basında ve siyasi çevrelerde, “21.Yüzyıl,
Kürt yüzyılı olacak” sözü sıkça dile getirilmektedir. Kürt örgütleri,
Ortadoğu’da yürütülen politikanın gereklerine uygun olarak kullanılıyor ve
İsrail’den sonra ABD’nin Ortadoğu’daki tek “müttefiki”
haline geliyor.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)