Özgürlüğe yönelik adalet duygusunun, topluma egemen
kılınarak devlet politikası haline getirilmesi, Türk yönetim biçiminin temel
özelliğidir. Bu İslamiyetten önce de böyleydi, sonra da böyledir. Türkler,
devleti başından beri, içe dönük baskı aracı olarak değil; toplumun tümünü
temsil eden ve dışa karşı kullanılan bir güç haline getirdi. Bu tutum, onlara katılımcı,
eşitlikçi ve özgürlükçü yönetim biçimlerini kurma olanağını
verdi. Devlet yönetiminde, kişi egemenliğine yönelmediler, temsili kurumlarına
ve liyakata önem verdiler. Bölge ve boy temsilcilerinin katıldığı meclisler
geliştirdiler. Kurdukları düzenler, her köken ve dinden geniş kitleleri
kapsayan, onlara kendilerini geliştirme ve ifade etme olanağı veren katılımcı
ve eşitlikçi bir içeriğe sahipti. İnsanlarına, tarihin her döneminde
yaşanabilir demokratik bir ortam sunmayı başardılar.
Yönetim
Biçimi
Türk toplumlarında, siyasi düzene
yön veren yönetim yapılanması, dönemlere ve dönemlerin yarattığı koşullara
uygun olarak, son derece değişik yöntem ve biçim içermiştir. Dünyanın çok geniş
bölgelerinin ele geçirilmesi, çok sayıda uygarlıkla ilişki kurulması ve
egemenlik alanlarında başlangıçta nüfus olarak azınlıkta kalınması; özü
değişmemek koşuluyla değişik yönetim biçimlerinin yaratılmasını zorunlu kılıyordu.
Türkler, koşul ve olanakları, en
ince ayrıntısına dek değerlendiriyor; yönetilecek insanların benimseyeceği,
gerçeklerle uyumlu, hizmet üreten ve iyi işleyen, güçlü yönetim örgütleri
kuruyordu. Bu girişim, salt askeri güç ve baskıyla gerçekleştirilebilecek bir
iş değildi ve konuyla ilgili nitelikli bir birikimi, gelişkin bir kültürü
gerekli kılıyordu. Türkler bu kültüre sahiptiler. Yönetim biçimi konusunda
sıradışı bir yaratıcılık ve üretkenlik içinde oldular. İnsanların yaşam
gereksinimlerine, gelişim isteklerine, temsil haklarına yanıt veren ve insanı
temel alan yönetim yapıları geliştirdiler ve bu yapıları kuşaktan kuşağa
ödünsüz biçimde korudular.
Köleciliği Yaşamamak
Türklerin,
Batı toplumları gibi köleci düzeni
yaşamaması ve katılımcı, eşitlikçi özgürlükçü yönetim biçimleri
kurması; Batılılarca sınıfsızlığın ve
mülkiyetsizliğin yarattığı gerilikte
eşitlik olarak değerlendirildi. Oysa, Türkler’in toplum düzeni; köleci,
feodal
ve kapitalist toplum biçimlerini yaşamadığı için, Batı’da
olduğu gibi doğaya ve insana yabancılaşmamıştı. Köleci düzen, şiddet ve
gerilimi Batı toplumlarının içine kalıcı biçimde sokmuştu. Türkler, böyle bir
dönem yaşamadığı için katılımcı düzenler kurabilmişti.
Bu
gerçeği bilen Atatürk, “Türkler’in demokratik niteliklerden yoksun”
olduğunu1 ileri süren görüşleri yadsımış ve “Türkler’in ruhen demokrat doğmuş bir millet olduğuna, hatta dünya
üzerinde yaşamış ve yaşamakta olan milletler arasında ruhen demokrat olan tek
millet olduğuna inanıyorum” demiştir.2
Batı’da,
yönetilenler yöneten için, Türkler’de ise, yönetenler yönetilenler için vardı.
Örneğin, Fransa Kralı 14.Louis (18.yüzyıl), “devlet benim.
Uyruklarımın canı ve malı benimdir”3 derken; Orhun Yazıtları’nda
Bilge Kağan (8.yüzyıl), “Türk milleti için gece uyumadım, gündüz
oturmadım”4 diyordu.
Milleti ve onu oluşturan halkı
önde tutan yönetim anlayışı, hemen tüm yazılı belgelerde sürekli yinelenmiştir.
Örneğin, Tanyukuk Yazıtları’nda konu duygulu bir biçimde ele alınmış ve
şunlar söylenmişti: “Geceleri uyumadan, gündüzleri oturmadan, kızıl kanımı
akıtarak (halka y.n.) hizmet ettim. Uzak yörelere devriyeler gönderdim. Yerli
yerine keşif kuleleri kurdurttum... Tanrı esirgesin, Türk halkı içine zırhlı
düşmanların akınına izin vermedim. Kazanmasaydım devlet de halk da olmayacaktı.
Kazandığım için, devlet devlet oldu, halk halk oldu”.5
Adalet ve Eşitlikle Güçlü Olmak
Türkler’de
yönetim gücünü elinde bulunduranlar, toplumun saygı gösterdiği bu gücü
kullanırken; dikkatli davranırlar, adil olmağa çalışırlardı. Ancak, otorite
yitimi doğurabilecek bir güçsüzlük içine düşmezlerdi. Yönetim gücünü bölmeden,
paylaşımcılığın yol ve yöntemini bulur ve bu yöntemi, devlet işleyişine
yerleştirirlerdi.
Varsılların
ya da yönetim gücünü kullananların yaşam biçimi, toplumun ortalama değer
ölçülerinden çok farklı olmazdı. En üstten başlayarak halka dek ulaşan ve
yönetim işleyişinde katılımcılığı sağlayan kurumlar vardı. Bu kurumların
en üstünde yer alan hakan’ın davranışları, giysileri, zevkleri sıradan
insanlardan pek de ayrımlı değildi.
Örneğin, Roma İmparatorluğu’nu
sarsan, onun yıkımına yol açan ve döneminin “dahi komutanı” olarak
ünlenen Attila için, onu ziyaret eden Romalı General Priskus
şunları söylemiştir: “Hunlar’ın Kralı, gücünün doruğundayken ve görkemli bir
saraya sahipken bile, yalnızca tahta bir kupadan içki içer ve tahta kaplarda
yemek yer, basit giysiler giyerdi. Öyle ki, halkın giydiklerinden tek farkı,
giysilerinin daha temiz olmasıydı”.6
Türk Yönetim Biçimi, Töreler
Yönetim
biçimine yön veren töre; toplumda kabul gören sosyal birikimler,
gereksinimlere yanıt veren yeniliğe açık geleneklerdi. Halk toplantılarında
kabul edilen yasaların genel toplamıydı. Türkler için önemi yaşamsaldı. “Ülke’den
geçilir, töreden geçilmez” atasözü7, ona verilen önemi ve
ülkenin ancak töreyle var olabileceğini gösteren bir özdeyiştir.
Töreyi güncelleştiren ve onun uygulama koşullarını belirleyen
buyruklar, halkın katıldığı toplantılarda kabul edilirdi. Bu toplantılar
halka, hem yönetime katılma, hem de onu denetleme hakkı sağlardı. Asker ya da
sivil, her kesimde ve değişik nitelikte halk toplantıları yapılır, yaptırım
gücü olan bu toplantılar kurumsallaşarak yönetim işleyişinin temelinde yer
alırdı.8
Kurultaylar ve Katılımcılık
Devlet
politikasını belirleyen önemli kararlar, silah taşımaya ya da savaşma
yeteneğine sahip herkesin katıldığı kurultaylarda alınırdı. Kurultay
toplantılarına, savaşlara katılma yeterliliğinde oldukları için kadınlar da
katılıyordu.9
Üst
yöneticilerin atamalarında, bilgi ve yeterliliğe özel önem verilirdi. Yönetimde
sürekliliği sağlamaları için şadapitler, genellikle yönetim deneyimi
olan ailelerden seçilirdi. Çocuklarını devlete yönetici yetiştirmek, kimi
aileler için, kuşaktan kuşağa geçen bir gelenek olmuştu.
Yeterlilik (liyakat) ve deneyim,
devlet örgütlerinde görev alabilmenin kesin koşuluydu. Yükselmek ve üst
görevlere gelmek, ancak doğru ve dürüst çalışma, devlete ve halka hizmet etme
konusunda gösterilen başarıya bağlıydı. Atamalarında kayırma ya da ayrıcalık
söz konusu olamazdı.10
Meclisler
Türk
toplumunun temelinde, iyi işleyen bir kamu düzeni ve köklü bir hukuk geleneği
bulunuyordu. Dönemler arasında adları ve işleyiş biçimleri değişen, ancak
sürekli yenilenerek gelişen meclisler, halkın tümünü (kara-budun) temsil
eden ve yönetim sisteminin özünü oluşturan kurumlardır.
Halkın
ve yönetenlerin karşılıklı görev ve sorumlulukları kurallaştırılarak, hukuksal
bir düzene kavuşturulmuştu. Bu hukukun temelinde, egemenliği ulusun
yetkisine veren bir anlayış vardı.11
Türk toplumlarında görülen
meclisler, son derece özgündü. Ne On-Ok toplantılarına (forum), ne
Göktürklerin meclislerine (toy), ne de bu meclislerin halktan gelen “temsilcilerine”
(toygun), çağcılı olan hiçbir devlette rastlanmıyordu. Göktürk toyları,
kağanın başkanlığında toplanıyor; o
olmadığında, hanedan mensubu olmayan toy üyeleri (aygucu ve ügeler)
başkanlık yapıyordu. Bu kişiler ayrıca, başbakan konumundaydılar. Toylar,
Göktürk toplumunda o denli önemli yere sahiptiler ki, birçok kez kağanın
seçilmesi ya da düşürülmesine karar vermişlerdi.12
Kaan Yetkesi
Devletin (ilin) başındaki kağan,
bir hükümdardan çok, yüksek bir
görevliydi (işyardıydı). Devlet, Türkler için, “toplumda düzen ve güveni sağlayan; eşitliği ve hukuku geçerli kılan;
dışa karşı bağımsızlığı koruyan, etkili ve güçlü, vazgeçilmez bir örgüttü”.13
Kağanlar, yetkileri töreyle belirlenen bir tür atanmış
görevlilerdi. Halktan büyük saygı görürler ve yasaların (törenin)
kendilerine verdiği yetkiyi, tüm budun bireylerinin içten desteğiyle
özgürce kullanırlardı.
Kağanlar ülkeyi, yani töreye göre “ata yadigârı
kutsal vatan topraklarını”, dışa karşı korumak; içerde, budun’un “gönenç
ve güvenliğini” sağlamak zorundaydılar.
Yeterlilik
Türkler’de
bir kağan ya da bey öldüğünde, oğlu “devlet ya da boy
yönetiminde yeterli değilse” onun yerine geçemezdi. Kurultay, ya da toy
toplanır, yeni bir önder seçerdi. Önder olmak için, siyasi
etkinlik yeterli olmazdı. Askeri yetkinlik de çok önemliydi ve bu olmazsa olmaz
bir koşuldu. “Yalnızca, kılıç tutabilen el hükümdar asası tutabilir”
sözü eski bir Türk özdeyişiydi.14
Toylar, kağanı meşrulaştırdığı gibi, gerekçe göstermek
koşuluyla, görevden alabiliyordu.15
Kötü
yöneterek halka sert davranan ve devletin geleceğini tehlikeye sokan kağanlara
karşı, toylar önlem almazsa, halk bizzat devreye girer ve yönetimi
değiştirmek için eyleme geçerdi. Atasözü haline gelen “il mi yaman, bey mi
yaman” özdeyişi, egemenliğin hakanda olmayıp, ilde
yani halkta olduğunu gösteren bir tümcedir.16
Ön Moğol tarihinde, Cengiz
Han’ın içinden çıktığı kabul edilen Borcigin
boyunun atası Bodoncar, Türklerin
eşitçi yaşamını öne çıkararak; “büyüğü
küçüğü yok, iyisi kötüsü de yok. Baş olan da, ayak olan da yok, hepsi eşit” biçiminde tanımlamıştı.17
DİPNOTLAR
1 “Atatürk ve Devrim” Ord.Prof. E.Z.Karal, Zir.Ban.Kül.Yay.,
Ank.–1980, sf.111
2 a.g.e.
sf.112
3 “Türkler’in Tarihi” D.Avcıoğlu, Tekin Yay., 1995, 3.Cilt, sf.1287
4 “Bilge Kağan Yazıtı” Doğu Cephesi 27–30, ak. Prof.Ahmet Taşağıl, Bilim
ve Ütopya Dergisi, Şubat 2003, Sayı 104, sf.22
5 “Orhon Yazıtları–Kul Tigin, Bilge
Kağan, Tanyukuk” Talat Tekin, Simurg
İst.–1995, sf.93
6 “Türk Tarihinin Ana Hatları” Kaynak Yay., 2.Bas. 1996, sf.347
7 “Türkçülüğün Esasları” Ziya Gökalp, Kum Saati Yay., 2001, sf.169
8 “Türk Tarihinin Ana Hatları” Kaynak Yay., 2.Bas. 1996, sf.348
9 a.g.e.
sf.348
10 “Türkler’n
KültürKökenleri” Ergun Candar, Sınırötesi Yay., 2002, sf.348
11 “Ön Türk Tarihi” Haluk Tarcan, Kaynak Yay., 1998, sf.237
12 “Göktürler’de İdari ve Sosyal Yapı” Prof.Dr. Ahmet Taşoğıl Bil.ve Ütop.Der.,
Şubat-2003, Sayı 104, sf.23
13 “Türk Tarihinin Ana Hatları” Kaynak Yay., 2.Bas. 1996, sf.347
14 “Tarih II–Kemalist Eğitimin Tarih
Dersleri” Kaynak Yay., 3.Bas. 2001, sf.303
15 Çin
Kaynakları SS 84, sf.1865; PS 87, sf.3290; TCTC 175 sf.5449, ak. Prof Dr.Ahmet
Taşağıl a.g.d. sf.22
16 “Türkçülüğün Esasları” Z.Gökalp, Kum Saati Yay., 2001, sf.169
17 “Moğolların
İçtimai Teşkilatı” B.Y.Viladimirtsov, sf.103-104; ak. Doğan Avcıoğlu “Türklerin Tarihi” Tekin Yay., 1.Cilt, 1995 İst.,
sf.248
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder