31 Ekim 2017 Salı

HARF DEVRİMİ


1 Kasım 1928’de kabul edilen yasayla, Arap harflerine dayanan Osmanlı alfabesine son verildi ve Türkçe’ye uyumlu Latin harflerine geçildi. Ulusal kültürün, bağlı olarak uluslaşmanın güçlenip yerleşmesi için, bireylerin kolayca anlayıp yazabileceği bir yazı olmalıydı. Arap harfleriyle okuyup yazmak, Türk insanı için aşılması güç bir engel durumundaydı. Karmaşık bir yapıya sahip Arapçada, harfler sözcüklerin başına, ortasına ya da sonuna geldiğinde ayrı seslerle okunuyordu. Bu durum, okuma yazma yaşına gelmiş Türk çocukları için büyük sıkıntı kaynağıydı. Arapçanın gerekli kıldığı ses eşitliğini sağlamak için getirilen; nokta, çizgi ve işaretler, aynı harften farklı ses elde etmede kullanılıyordu. Türkçeye uymayan ve Türkler için gerçek bir dil karmaşası yaratan bu durum, okuma ve yazmayı öğrenme önünde ciddi bir engeldi. Çocuklar, daha önce herhangi bir sözcüğü öğrenmemiş ya da ezberlememişse, o sözcüğü yazamazdı. Bu da, okuma yazmada ezberciliği gerekli kılıyordu.

28 Ekim 2017 Cumartesi

CUMHURİYET


1923 yılında; Cumhuriyetin tarihsel evrimini, evrensel boyutunu ve gerçek niteliğini kavramış, aydın zümre yok gibidir. O güne dek, Türkiye’de, cumhuriyetçilik adına, bir düşünce akımı gelişmemiş, herhangi bir örgütlü eylem gerçekleştirilmemişti. Cumhuriyet sözcüğü, aynı şapka gibi, 19.yüzyıldan beri sövgü ve aşağılama tanımı olarak kullanılıyordu; tutuculuk dilinde karşılığı gavurluktu. Mustafa Kemal, Cumhuriyeti ilan ederken yenileşmenin örgütlü gücü haline getirdiği orduya güveniyordu. Ancak, çok güvendiği ordu bile kendisini bıraksa, “komutan ve subaylarına tümüyle bel bağladığı muhafız alayına” dayanarak halka gidecek, “ülkeyi yeniden çevresine toplayacaktır.” Bu kararlılık ve istenç gücüyle, “Meclis koridorlarının kulaktan kulağa dolaşan fısıltıları, küçük oyun ve taktikler” kuşkusuz onunla boy ölçüşemeyecekti.

27 Ekim 2017 Cuma

PARTİLERDE BAŞKANLIK SORUNU


Parti önderleri, ülke ve dünya koşullarını temelden kavramış, halkını tanıyan, savaşım ve örgütlenme yeteneği yüksek, en ileri unsurlardır. Kolay ve bol olarak yetişmezler. Onlar, doğal yeteneklerini örgütlü savaşımın eylemi içinde geliştirerek, güçlü bir istenç (irade) sağlamlığına, yüksek bilince ve sarsılmaz bir inanca yükselmiş insanlar olmalıdır. Halkın sorunlarını ve ülkenin koşullarını bilmelidirler. Parti başkanının gerçek önder duruma gelmesi için bu niteliklere ulaşması gerekir.

24 Ekim 2017 Salı

“KARA PERŞEMBE”: 1929 AMERİKA VE KAPİTALİZMİN BÜYÜK BUNALIMI



“Kara Perşembe” adı verilen 24 Ekim 1929 günü New York Borsasında kurlar çöktü ve ABD tarihinin en büyük ekonomik bunalımıyla karşı karşıya kaldı. Oysa, 1929 yazı, Amerikan ekonomi tarihindeki en coşkun mevsimdi. O yaz hisse senetlerinin değeri dört yıl öncesine oranla yüzde 400 artmıştı. New York Borsasında her gün 5 milyon değişim işlemi yapılıyordu. Hisse senedi artışları gerçek ekonomik ve ticari gelişmelere değil vurguncu (spekülatif) değerlere dayanıyordu. Borsaya giren para hisse artışlarını karşılayacak durumda değildi. Üretime dayanmayan yapay gelir artışları kendini yıkma eğilimini de birlikte getiriyordu.

23 Ekim 2017 Pazartesi

BALKANLARDAN AFGANİSTAN’A BARIŞ BÖLGESİ; SADABAT VE BALKAN PAKTI


Türkiye, İran, Irak ve Afganistan Tahran’ın sayfiye semtinde yeni yapılan Sadabat Sarayı’nda; 8 Temmuz 1937’de bir dostluk ve işbirliği antlaşması imzaladı. İran Şahı Rıza Şah, antlaşma üzerine Atatürk’e geçtiği telgrafta; “imzacı devletler sizin emperyalistlere karşı açtığınız mücadele sayesinde var olmuşlardır; bu sonucu, size ve Türk milletine borçluyuz” dedi... Başlangıçta başarılacağına kimsenin inanmadığı Balkan Birliği; güven verici davranışlar, içtenlik ve yeni Türkiye’nin saygınlığı sayesinde gerçekleştirildi. Atatürk, İstanbul’da gerçekleştirilen Konferansta, konuk ağırlayan bir devlet başkanı olarak, içtenlikli bir konuşma yaptı ve şunları söyledi; “Yüzyıllarca geriye giden ortak tarih içinde, acılı hatıralar varsa, bu acıya bütün Balkan milletleri dahildir. Türklerin hissesi ise daha az acı olmamıştır. Sizler, mazinin karışık his ve hesaplarının üzerine çıkarak, derin kardeşlik hisleri arayacaksınız...”

19 Ekim 2017 Perşembe

TÜRK TÜTÜNÜ VE ULUSLARARASI SİGARA TEKELLERİ


AKP Hükümeti, Meclis’e getirdiği bir torba yasayla, Osmanlı’nın Reji idaresini, Türkiye’ye yerleştirecek olan süreci tamamlıyor. Turgut Özal, Kemal Derviş ve 15 yıllık AKP uygulamalarından sonra, bugün son nokta konuyor. TEKEL’e elkoyan uluslararası tütün tekellerinin isteği doğrultusunda bir yasa çıkarılıyor. Torba Yasa’nın 68.Maddesi; ‘yasaya uymayan’ sarmalık kıyılmış tütün üreticilerine, ağır para ve hapis cezaları getiriliyor. Herhangi bir tütün tüccarıyla (tütün işlemeciliği tümüyle yabancı şirketlerin eline geçtiği için bunlara tüccar değil, şirket taşeronu demek daha doğru) sözleşmesi olmayan üretici; tütün ekemeyecek, satamayacak, satın alamayacak, satışa hazırlayamayacak, taşıyamayacak ve bulunduramayacak. Bunlardan birini bile yapan 3 yıldan 6 yıla kadar hapisle cezalandırılacak.

17 Ekim 2017 Salı

ABD’YLE ÇATIŞILIYOR MU?


AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, belirli bir süreden beri, Batı’yla özellikle de ABD’yle çelişkileri olduğunu gösteren açıklamalar yapıyor; ABD ile çatıştığı izlenimi veriyor. Açıklamaları değerlendiren bir kısım yorumcu; Erdoğan’ın Washington’un verdiği desteği yitirdiğini’, ‘üzerinin çizildiğini’ ya da ‘Batı gözünde miyadının dolduğunu’ söylüyor. Bir başka kesim; ‘AKP’nin dış politikada ister istemez Atatürkçü politikaya döndüğünden’, ‘vatan savunmasından’ hatta ‘anti-emperyalist tutumdan’ söz ediyor. Yandaş kesim ise; ‘Yedi düvelle mücadele edildiğini’, ‘dik ve sağlam bir ulusal duruş gösterildiğini’, ‘Batı’ya diz çöktürüldüğünü’ söylüyor. Televizyon konuşucuları bunları anlatıyor, gazeteler bunları yazıyor.


14 Ekim 2017 Cumartesi

NUTUK


Atatürk, 15 Ekim 1927 Cuma günü okumaya başladığı Nutuk’u, günde altı saat okuyarak altı günde bitirdi. Yazmaya başlamadan önce; dokuz ay boyunca bilgilerini yeniledi, belge topladı ve mücadele arkadaşlarıyla sıkça bir araya geldi. Düşüncelerini yazıya dökerken, yakın çevresinin görüş ve değerlendirmelerini aldı. Anımsıyamadığı ayrıntılar için, olayları birlikte yaşadığı insanları bulduruyor, onların görüş ve değerlendirmelerini alıyordu. Değinmek istediği bir olayı birkaç kanaldan doğrulamadan kullanmıyordu. Gerçeği yansıtamama ya da yanlış kanı uyandırma kaygısı, çalışmasının her aşamasına egemendi. Doğruluğunu gördüğü uyarıları kesinlikle değerlendiriyor, uyarılara hak verdiğinde, günler süren çalışmasını yeniden ele almaktan çekinmiyordu. İçeriğe olduğu kadar yazılıma da önem veriyordu. Yazdığı notları derleyip son biçimini verirken, beş yüz sayfalık yapıtı kendi elleriyle yazdı; yüzlerce belgeyi, bizzat kendisi toplayıp değerlendirdi. Tümceler ve sözcükler üzerinde titizlikle duruyor, dil bilgisi kurallarına aşırı özen gösteriyor; uygun sözcük kullanımına önem veriyordu.

12 Ekim 2017 Perşembe

ANKARA’NIN BAŞKENT OLUŞU


Birçok insan, Osmanlı Devleti’nin 470 yıllık payıtahtı İstanbul’un, yeni devletin de başkenti olmasını istiyordu. Oysa, Ankara’nın başkent yapılması, basit bir kent seçimi değil, tarihsel boyutu olan önemli bir siyasi yönelişti; dünya görüşüyle ilgili bir anlayıştı. Gücünü korumak için, Anadolu’yu yüzyıllar boyu sömüren ve bu işi yabancılarla birlikte yapmaktan çekinmeyen çürümüş İstanbul’la hesaplaşmak, ‘araya mesafe koymak’ gerekiyordu. Yeni devlet, çıkarcılığa dayalı Batı uyduculuğunun üstesinden gelmek ve tam bağımsızlığa dayanan özgürlükçü anlayışı egemen kılmak için, Anadolu’dan ve ortasındaki Ankara’dan yönetilmeliydi. Güçlü ve özgür bir geleceği yaratmak, Anadolu’ya Anadolu halkının egemen olmasıyla olanaklıydı.

10 Ekim 2017 Salı

ATTİLA İLHAN’I ANARKEN


Attila İlhan, tek alana indirgenerek dar kalıplar içerisinde değerlendirilemez. O, yaşamı ve dünyayı çözmüş bir bilge kişiliktir. Anadolu kültürüyle modern çağın çok yönlülüğünü, evrensel boyutlu bir bütünlüğe ulaştırmıştır. Olay ve gelişmeleri yorumlama yeteneği yüksektir. Karmaşık sorunları, yalın çözümlemelerle halkın kavrayacağı önermeler halinde getirir; belgeyle konuşmayı ilgiyle izlenen tiyatral bir gösteriye dönüştürür. Yazılarındaki anlatım gücü, konu hakimiyeti ve olayları birleştirme becerisi mükemmeldir. Anlatmak istediği konuya gelmek için, önce okuyucuyu/dinleyiciyi, özgün betimlemelerle iç ferahlığı yaratan bir yolculuğa çıkarır. Olayları birbirine ustaca bağlar ve eşsiz bir anlatımla ana konuya gelir. Akademik makalelerle anlatılabilecek tarih ya da politika konularını, gerçek boyutuna zarar vermeden bir sanat yapıtı haline getirir ve sunumunu müzikal bir dinleti tadına ulaştırır. Bu yöntemin yaratıcısı olan Attila İlhan, benzeri olmayan bir edebiyat ustasıdır.

5 Ekim 2017 Perşembe

İSTANBUL’UN KURTULUŞU


İstanbul, 6 Ekim 1922 günü Tümgeneral Selahattin Adil komutasındaki 5. Kolordu’nun kente girmesiyle işgalden kurtarıldı. Birkaç yıl öncesinde düşlere bile giremeyen ve Anadolu’daki halk savaşıyla sağlanan bu başarı, Türk ulusu için kuşkusuz büyük bir olaydı. Ancak, bu olayın İstanbul için, kurtuluşun ötesinde tarihsel ve kültürel bir boyutu vardı. İstanbul, çürüyen bir düzenin başkentiydi ve yüzlerce yıl süren bozulmaların birikimini taşıyordu; yozlaşma ve yabancılaşmanın merkezi olmuştu. Askeri kurtuluştan sonra kültürel kurtuluşunu da sağlayarak, ulusal istencin merkezi olan Ankara’yla bütünleşecek miydi?

4 Ekim 2017 Çarşamba

ŞİRKET GİBİ ÜLKE YÖNETMEK


AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “bir anonim şirket nasıl yönetiliyorsa Türkiye de öyle yönetilmelidir” dedi ve ülkeyi öyle ‘yönetti’. Şirket gibi yönetilen Devlet; her şeyini sattıktan ve ödeyemeyeceği kadar borçlandıktan sonra, şimdi ayakta kalmaya çalışan halka yükleniyor. Vergileri arttırıyor, yeni vergiler koyuyor, zam yapıyor. Sürekli duruma gelen zam uygulamaları; sağnak haline gelerek,  tüm ağırlığıyla halkın omuzlarına çöküyor. Emeğiyle geçinenler, gelir düşüklüğünün kıskacında yaşayanlar ve işsizler için yaşam; çekmek zorunda kalınan bir yük haline geliyor. Milyonlarca insan, gelecekten umudu olmayan ve sürekli yoksullaşan edilgen bir kitleye dönüşüyor. İnsanlar, ‘bu dünyadan vaz geçiyor’, kendilerini öbür dünyaya hazırlıyor. Bu durum yabancıların hizmetine girmiş, para için her şeyi yapan din bezirganlarına, içinde serbestçe hareket edebilecekleri geniş bir alan yaratıyor. Küçük bir azınlık varsıllaşıyor, toplum içerden çürüyor.

ÇİN UYGARLIĞINDA TÜRK ETKİSİ



Yazılı tarihin çok öncesine giden ve yaygın bir iç içe geçmişlik içeren Çin-Türk ilişkileri, Çin’de birçok ortak hanedanlık ve bölgesel Türk yönetimleri yarattı. İlişkiler, Çin uygarlığını ileri sıçratan kavşaklardan biri olan M.Ö.9.yüzyılda yeni bir aşamaya ulaştı. Tarım tekniklerini bilen, at yetiştiren ve gelişkin savaş arabaları kullanan Türk boyları, Çin içlerine girerek; Güney’de Yangzi Ciang ovasına, Kuzey’de Moğolistan’a dek yayıldılar. Başkent yaptıkları Finghao (bugünkü Şien) ve Luoyi’de (bugünkü Luoyang) getirdikleri uygarlığı, kesintisiz biçimde sürdürüp geliştirdiler. M.Ö.8. ve 7.yüzyıllarda değişik üretim biçimleri, yeni demir ve cam teknikleri ortaya çıkardılar.

3 Ekim 2017 Salı

ÇİN VE KEMALİST KALKINMA


Çin’de, 1977’den sonra geliştirilen ekonomik kalkınma uygulamaları, Kemalist kalkınma yöntemiyle büyük bir benzerlik gösterir. Devlet öncüdür ve sosyal niteliklidir. Kalkınmanın temel gücü ulusal kaynaklardır. Bağımlılık doğurmamak ve üretime yatırmak koşuluyla dış kredi alınır. Kalkınma planlarına uyması koşuluyla, özel girişimciliğe yer ve destek verilir. Dışsatım arttırılırken, ulusal pazar gümrük koruması altında alınır. Barışçı dış politikayla, silahlanma harcamaları düşürülmeye çalışılır. Laik eğitime, özellikle teknik eğitime özel önem verilir. Köy ve tarım sorunları devlet desteğinde birinci sırayı alır.

2 Ekim 2017 Pazartesi

ÇİN DEVRİMİ (1949-2016)


Çin Halk Cumhuriyeti’nin kurulduğu 1949 yılında Çin, dünya gelişme çizelgelerinin en altında yer alan bir ülkeydi. Düzensiz ve kalabalık kentlerin ürkütücü yaşam koşulları, uçsuz bucaksız kırlardaki sonsuz yoksulluk, yüzyıllara dayalı feodal egemenliğin doğurduğu sosyal gerilik ve giderilmesi olanaksız görünen ulusal ayrılıklar, büyük boyutlu toplumsal sorunlar olarak ortada duruyordu.

1 Ekim 2017 Pazar

ÇİN DEVRİMİ (1830-1949)



1 Ekim 1949 günü Çin Halk Cumhuriyeti kuruldu ve Çin’in bağımsızlığı ilan edildi. 10 milyon kilometrekare toprağı ve 1 milyar nüfusuyla bu büyük ülke emperyalizmin etki alanından çıkıyor ve sosyalist ülkeler arasına katılıyordu. 1 Ekim 1949’da silahlı savaşımı (mücadeleyi) bitiren devrim, sürekli kılınan yenileşme atılımlarıyla bugün dünyayı bir başka alanda, ekonomi ve toplumsal kalkınma alanında sarsıyor, dünyanın dengesini değiştiriyor. 20.Yüzyılın ilk yarısında, insanları kent sokaklarında açlıktan ölen, nüfusunun yüzde 90’nı kırlarda yoksulluk içinde yaşayan kalabalık nüfuslu bu ülke, başka bir ülkeyi sömürmeden nasıl oluyor da dünyanın en güçlü birkaç ülkesinden biri olabiliyor. Yarım yüzyıl iç savaş ve işgallerle boğuştuktan sonra, iliklerine dek sömürülmüş bir sömürgeden bir dünya devi nasıl yaratılabiliyor? Bunun yanıtını, özellikle kalkınmak isteyen ezilen ülke insanları vermeli, bunun için de Çin Devrimi’ni dikkatlice incelemelidir. Çin Devrimi günceldir ve herkes için, özellikle de biz Türkler için önemlidir. Türk Devrimi ile Çin Devrimi arasında önemli benzerlikler ve kuşkusuz ayrılıklar vardır. Bu iki devrimin kıyaslanması, günümüz için uygulanabilir sonuçlar çıkarılmasına yardımcı olacaktır.