Türk
edebiyatı; Arapça, Farsça ve bu dillerin Türkçe’yle
karışımından oluşan Osmanlıca başta olmak üzere; Doğu ve
Batı Türkçesi içindeki birçok Türk lehçesiyle de sayısız
yapıt üretmiştir. Üretilen yapıtların niteliğini, sayısını,
yayıldığı alanı ve yaptığı etkiyi ortaya koymak için; çok
geniş bir araştırmaya ve uzmanlığa gereksinim vardır. Yalnızca
Doğu Türkçesiyle üretilen yapıtlar ve yalnızca 150 yıllık
Timurlular
dönemi
ele alınsa bile, karşımıza çok az insanımızın bildiği,
yüksek
ve çok yaygın
bir yazın dünyası çıkacaktır.
Ülkemizde toplumsal muhalefetin ve siyasi tartışmanın yoğunlaştığı bir dönem yaşanıyor. Kendiliğinden gelişen kitlesel eylemlerin ve siyasi tartışmaların niteliğini yükseltmek amacıyla bu bloğu oluşturduk. Hiçbir parti, grup ve toplulukla bağımız yoktur. Yazar Metin Aydoğan'ın yazılarını yayınlayacağız. Düşünsel yaşamımıza katkı koyacağına inandığımız yazıların, bilimsel tartışmalara yol açmasını diliyoruz.
29 Eylül 2015 Salı
26 Eylül 2015 Cumartesi
ATATÜRK VE DİL DEVRİMİ
Bu
yazıyı; Dil
Bayramı
nedeniyle yayınladığımız “Uluslaşma
Sürecinde Dilin Önemi”
yazımızı bütünlemesi amacıyla yayınlıyoruz.
Türkçe,
Osmanlı İmparatorluğu’nun egemenliği süresince, 6 yüzyıl,
boşlama (ihmal) ve ilgisizlik nedeniyle, devlet katında “can
çekişen”
bir dil durumuna gelmişti. Yüksek
sınıf,
Arapça ve Farsça öğrenip konuşmaktan onur duyuyordu. Farsçaya
güzel söz söyleme yolu, Arapçaya Peygamber’in konuştuğu dil
olduğu için kutsal gözle bakılıyordu. Son dönemlerde, Fransızca
ve İngilizce sözcüklerin de girmesiyle resmi dil olarak kullanılan
Türkçede kendine ait sözcük oranı % 25’e düşmüştü.
Atatürk,
Dil Devrimi’ni başlatırken, yabancılaştırılarak örselenmiş
bu dil için; “yaşam
yolunda bu denli kararlılıkla ilerleyen Türk
ulusuna uygun
olamaz” diyordu.
Gücünü ve birliğini kazanmış bir ulus; “güçlü
ve içten düşüncelerini, parçalanmış ve yozlaştırılmış
karma bir dille nasıl ifade edebilir, ulusal varlığını nasıl
yüceltebilir”
diyordu. Türkçenin temizlenmesini hızla olumlu bir sonuca götürmek
için yoğun bir uğraş içine girdi. Dilbilimcileri görevlendirdi.
Değişik ağızlardan derlemeler yaptırdı. “unutulmuş
hazinede, unutulmaya bırakılmış, deyimler ve yeni anlatım
biçimleri buldurdu.”
En uzak köy ve mezralara dek gidildi. Kamu örgütleri, okullar ve
Halkevleri birer derleme merkezi gibi çalıştı. Bir yıl içinde
Halkın yaşattığı Anadolu Türkçesine dayanan 130 bin sözcük
derlendi. Ayrıca tarih kitaplarından, yüzlerce eski yazma
metinlerden çok sayıda Türkçe sözcük tarandı. Taramalar, “Türk
dilinin zenginliğini ve derinliğini yadsınamaz bir açıklıkla
kanıtladı.”
Dil Devrimi böyle oluştu.
25 Eylül 2015 Cuma
ULUSLAŞMA SÜRECİNDE DİLİN ÖNEMİ
Birinci
Türk Dil Kurultayı 26 Eylül-5 Ekim 1932’de yapıldı.
Kurultay'ın başlangıç günü olan 26 Eylül, Türkiye'de Dil
Bayramı olarak
kutlanmaktadır. Büyük dil atılımını başlatan Kurultay; “Türk
dilinin dünya dilleri içindeki yerini saptamış”, “Türkçenin
kökeni araştırmış”, “Türk lehçe, şive ve ağızları
bilimsel yöntemlerle incelemiştir”. Atatürk,
dokuz gün süren kurultayın bütün oturumlarına katılmış,
sunulan bildirileri dinlemiş ve oturum aralarında dil bilimcilerle
söyleşiler yapmıştı. Yazıyı, Atatürk’e
ve
kurultaya emek verenlere saygı için yayınlıyoruz.
Toplum
biçimlerinin tümünü kapsayan ve her zaman etkili, her zaman
yaşamsal bir olgu olan dil, uygarlık tarihinde toplumların
varlıklarını sürdürmelerinin koşulu ve göstergesi olmuştur.
Ekonomik ve askeri çatışmayla kurulan egemenliğin kalıcılığı,
dil ve kültür üzerine uygulanan baskı ile sağlanır. Ekonomik
sömürü ile ilgili bir sorun olan dil bozulması, sonu özümlemeye
(asimilasyona) dek giden ulusal çöküşün başlangıcıdır.
Dildeki bozulma; yalnızca o dili kullanan insanlar arasındaki
iletişim ve bilgi aktarımını engellemez, aynı zamanda toplumun
ortak duygu ve düşüncelerinin, bağlı olarak en etkili öz
savunma aracının yitirilmesine yol açar.
24 Eylül 2015 Perşembe
ABD VE “TÜRK MİLLİ EĞİTİMİ”
“Bugünkü
okullarda yetişen gençlere ülke yönetimi teslim edilemez. Biz,
laik okullara karşı imam–hatip okullarını bir seçenek olarak
düşünüyoruz. Devletin kilit mevkilerine yerleştireceğimiz
kişileri, bu okullarda yetiştireceğiz.” Cevdet
Sunay
TC 5.Cumhurbaşkanı
22 Eylül 2015 Salı
KÜRESEL YOKSULLUK
Dünya nüfusunun üçte ikisinin
alış veriş yapacak parası yok, vitrin seyreder durumdalar. Bir milyar insan aç.
İki milyar insan yoksulluk sınırı altına yaşıyor. Üçyüz milyon insan gıda
yardımı alamazsa yaşayamaz durumda. Sekizyüz milyon insan sağlık hizmetlerinden
yararlanamıyor. Dünyada 1,5 milyar kent yoksulu var. Buna karşın dünyanın en
varsıl 200 kişisinin toplam serveti, en yoksul 2,5 milyar insanın gelirine
eşit.
19 Eylül 2015 Cumartesi
ERKEN SEÇİM VE PARLAMENTARİZMİN İFLASI
TBMM
bugün, Kurtuluş
Savaşını ve
devrimleri
yapan
meclisten çok başka bir yerdedir. Serbest seçimlerle belirlendiği
ve çok partiden oluştuğu söylenen meclisin, halkı ve milli
iradeyi temsil
ettiği ileri sürülmektedir. Bu doğru değildir. Türkiye’de
geçerli olan siyasi dizge, söylendiği gibi çok partili bir düzen
değil, gerçekte bir tür tek parti düzenidir. Her partinin adı,
genel merkezi, genel başkanı başkadır. Ancak, bunlardan baraj
geçip Meclis’e girenlerin tümü, hükümet kurduklarında dış
istekleri yerine getirmekte ve IMF, Dünya Bankası ya da AB
programlarından oluşan tek bir politikayı uygulamaktadırlar. Bunu
yapmadıklarında hükümette kalamazlar. İç-dış ilişkiler
ağının açık ya da dolaylı desteğiyle bulunduğu yere gelen
parti başkanı, tek
belirleyicidir.
Partinin milletvekili adaylarını o belirler. Bunu yaparken,
kendisini bulunduğu yere getiren güçlerin önceliklerine uygun bir
kadroyu seçer. Böylece yasama gücünü temsil eden
milletvekillerini gerçekte halk değil, parti başkanları, bağlı
olarak iç-dış sermaye kümeleri belirlemiş olur. Bu nedenle,
meclis, halkı ve milli
iradeyi değil,
partileri ve başkanlarını temsil eder.
18 Eylül 2015 Cuma
YURTSEVERLERİ BEKLEYEN GÖREV
Türkiye, bugün 1938’in değil,
1919’un koşullarını yaşıyor. Gizli işgal’e dönüşen dışa bağımlılık,
ulusal varlığı yok etmeye yönelen kalıcı sorunlar yaratıyor. Durumun ayırdına
varanlar, henüz yeterince örgütlü değil. Gelinen noktanın sorumluluğunu taşıyan
politikacılar, yadsımadıkları bu gerçeği, “küresel çağın zorunlu sonucu”
ya da “karşılıklı bağımlılığın kaçınılmazlığı” olarak meşrulaştırmaya
çalışıyor. Yoksullaşan örgütsüz halk, dostu düşmanı seçemiyor. Ekonomik
çöküntüyle yaratılan kavram kargaşası ve yoksullaşma içinde Türkiye, göz göre
göre parçalanmaya götürülüyor. Günümüzün somut gerçeği, ne yazık ki budur.
16 Eylül 2015 Çarşamba
KURTULUŞ SAVAŞ’INDA HALK DİRENİŞİ
Türk halkı,
koşulların ağırlığına ve tüm yoksunluklarına karşın; milli mücadeleyi,
kurulmakta olan orduyu ve önder olarak bağlandığı Mustafa Kemal’i
tartışmasız destekledi. Elinden geleni değil, ‘elinden gelmeyeni
bile!’ veriyordu. Özellikle Sevr’in imzalanmasından sonra ve
özellikle köylüler, Anadolu’nun elden çıkmakta olduğunu anlayarak, yaşam dahil
herşeyi göze alarak direnişe katıldılar. Malı ya da bedeniyle katılamayanlar,
savaşa adeta ruhlarıyla katılıyor; yurduna bağlı herkesin istek ve duası,
içinden çıkardığı savaşçıların başarısında birleşiyordu.
15 Eylül 2015 Salı
KURTULUŞ SAVAŞI BAŞLARKEN
Mustafa Kemal’in tam bağımsızlığı
amaçlayarak ülkeyi işgalden kurtarma girişimi; Adana’da başlattığı, İstanbul’da
geliştirdiği ve Samsun’da uygulamaya soktuğu dokuz aylık bir hazırlık
döneminden sonra, 19 Mayıs’ta yeni bir aşamaya ulaştı. Mondros
Mütarekesi henüz imzalanmamışken, ülkenin işgal edilerek parçalanacağını
önceden görmüş, hazırlıklarını buna göre yapmıştı. Ulusun kurtuluşu; halkın
örgütlenmesine dayalı silahlı savaşın ve ulusal bağımsızlık kararlılığının,
toplumun ortak istenci durumuna getirilmesiyle olanaklıydı. “Türk ata
yurduna ve Türk’ün bağımsızlığına saldıranlara” karşı, onların gücüne ve
kim olduğuna bakmadan, “bütün ulusça ve silahlı olarak karşı çıkmak, onlarla
savaşmak gerekiyordu.”. Şimdi bunu yapıyor ve sonuna dek gideceği, dönüşü
olmayan bir yola çıkıyordu.
13 Eylül 2015 Pazar
SAKARYA MEYDAN SAVAŞI’NIN ÖNEMİ
13
Eylül, Kurtuluş Savaşı’nın dönüm noktasını oluşturan
Sakarya Zaferi’nin yıldönümüdür. Yoksul bir ulusun, sıradışı
yoksunluklar içinde kazandığı bu savaşın, günümüzde ders
çıkarılacak birçok yönü vardır. Savaşan askerler
üniformasızdır ve paçavraya dönen giysiler içindedir. Yüzde
yirmi beşinin ayakları çıplaktır. Silah donanımı eksiktir.
Açlığını gidermek için doğadan ot toplayıp yemektedir. Ön
safta çarpışan subayların yüzde sekseni, erlerin yüzde altımışı
şehit olmuştur. Kurtuluş Savaşı’nın önderine ve savaşı
kazanan orduya saldırıldığı günümüzün ihanet ortamında,
Sakarya’yı unutmamamız ve bu ülkenin nasıl kazanıldığını
bilmemiz gerekir. Gazi Mustafa
Kemal ve
Sakarya şehitlerinin önünde saygıyla eğiliyor, ölümsüz
anılarının Türk Ulusu'na örnek olmasını diliyoruz.
11 Eylül 2015 Cuma
12 EYLÜL’ÜN GERÇEK YÜZÜ
12
Eylül Darbesi diyince akla; askerler, cezaevleri, idamlar ve
aydınlara uygulanan yoğun kıyım geliyor. Bu doğrudur. Bunlar
şiddet döneminin yaygın uygulamalarıdır ve o dönem insanlarının
yaşadığı gerçeklerdir. Ancak, 12 Eylül’ün niteliği ve
gerçek amacı konusunda görülemeyen ya da yeterince görülemeyen
bir yanı vardır. Önemli olan bunu görmektir. 12 Eylül, ulusal
pazarın uluslararası şirketlere koşulsuz açılarak küresel
işleyişin parçası durumuna getirilmesi girişimidir. 24 Ocak
Kararları, bu girişimin en açık anlatımıdır. 24 Ocak,
Türkiye’de ancak 12 Eylül gibi bir “demir
yumruk”
la uygulanabilirdi.
DIŞA BAĞLANMANIN KÖKLERİ; OSMANLIDA İMTİYAZLAR
Yabancılara;
ekonomik, siyasi ve hukuksal alanda ayrıcalık (imtiyaz) tanıma,
Anadolu Selçuklularına dek gider. Kolaycılıkla öngörüsüzlüğün
içiçe geçtiği uygulamalar, verildikçe bağlanan bağlandıkça
verilen ödünler halinde yüzlerce yıl sürdü. Selçuklulardan
sonra Osmanlı Devlet’inin de yıkımını hazırlayan koşulları
oluşturdu. Kapitilüsyon olarak da tanımlanan imtiyazlar süreci;
yabancılara, ekonomik yaşama, bağlı olarak da siyasi yaşama,
devletin güçlü olduğu dönemlerde bile yön verme gücünü
vermişti. Uygulamalar, devletin iç-dış ticaret üzerinde karar
vermedeki girişimgücü (inisiyatifini), mal ve kişiler üzerindeki
hukuksal yaptırım yetkisini, giderek kullanamaz duruma getirdi.
Siyasi bağımsızlığı doğrudan ilgilendiren yönetim hakları,
önce zedelendi sonra ortadan kalktı.
10 Eylül 2015 Perşembe
İNÖNÜ’DEN SAKARYA’YA
Türk
Ordusu, sayı ve silah olarak daha güçsüz olmasına karşın,
Yunan Ordusu’nu İnönü’de
iki kez yendi. Kurmay çalışmalarında ve savaş stratejisi
belirlemede, Yunanlılara karşı açık bir üstünlüğe sahipti.
Türk komutanların askerlik sanatında “kendilerinden
üstün olduğunu bir türlü kabul edemeyen”
Yunan subayları, yenilgiyi bir takım gerçek dışı söylentilerle
açıklamaya çalışıyordu. Yunanlılar’a göre, Türk topçusu
bu kadar iyi atış yapabildiğine göre, kesinlikle Rus ya da Alman
subaylarının komutasındaydı; siperler içinde kuşkusuz İtalyan
istihkamcıları vardı; piyade erleri ise Fransız subayların
emrindeydi!
8 Eylül 2015 Salı
TÜRKİYE’DE NEDEN HAİN ÇOK
Türkiye’de
bugün yaygın ve yoğun bir kimliksizleşme yaşanıyor. Yetki ve
güç sahipleri, varsıl işbirlikçiler, sanatçı görünümlü
çıkarcılar; aynı yerden buyruk almışçasına, ülkeyi ayakta
tutan değerlere sınır tanımaksızın saldırıyor. Bu tutum,
kalıcılığı olan politik işleyiş durumuna getiriliyor. Yozlaşma
ve yabancılaşmanın geçerliliği olan bir istem durumuna
getirilmesinin bir nedeni olmalıdır. Yaşananlar, tarihte kayıtlı
süreçler toplamı ve bu toplamın günümüzdeki uygulamalarında
saklıdır. Dışa bağlanmanın ve kendine yabancılaşmanın
yaygınlığına yanıt arayan her çaba, ister istemez Osmanlı
devşirmeciliğine ve onun yarattığı kapıkulu çıkarcılığına
gidecektir. Aşağıdaki çalışmayı, günümüzdeki ihanet
şebekesinin tarihsel dayanağını ortaya koymak için yayınlıyoruz.
6 Eylül 2015 Pazar
KÜTAHYA-ESKİŞEHİR SAVAŞLARI
Mustafa Kemal, Kütahya-Eskişehir
yenilgisinden sonra cepheye geldi ve kararlı tutumuyla, sorumluluğu
“Hükümet Başkanı
olarak” üzerine aldı.
Ordu, yitik vermeden Sakarya’nın doğusuna çekilecek ve orada
konuşlanacaktı. Orduya ve halka güveninin değişmediğini
gösteren bir dirilik, savaşın zaferle sonuçlanacağından kuşkusu
olmayan bir kararlılık içindeydi. Söz ve davranışları,
kararları, hatta yalnızca cepheye gelmiş olması bile, yenilginin
acısını yaşayan orduya canlılık getirmişti. Komutanları ve
her rütbeden subaylarıyla konuşuyor; “Ne
olursa olsun bu ülkede kalacağız. Vatanımızın her zerresini
savunacağız. En uzak sınırlarına kadar çarpışarak,
topraklarımızın altında can vereceğiz”
diyerek, onları savaşın yeni aşamalarına hazırlıyordu.
3 Eylül 2015 Perşembe
SİVAS KONGRESİ
Başarılı olabilmek için, “büyük
bir irade gücüne”,
nitelikli düşünsel donanım ve sınırsız bir yurt sevgisine
gereksinim vardı. Bu nitelikler ise, “doğal
sürükleyici bir güç”
olarak onun yaradılışında bulunuyordu. Aynı nitelikler, yoksul
ve eğitimsiz görünen Türk halkının doğal yapısında da vardı.
İnançlı bir yurtseverin yapması gerekeni yapacak; kendi gücünü,
kaynağı olan millet gücüyle birleştirerek, ülkesini kurtaracak
bir eyleme, ulusal bağımsızlık eylemine girişecekti. Bu girişim,
kendi adına bir şey istemeyen, “şan
ve şeref peşinde koşmayan”,
yalnızca “geleceğin
Türkiyesi üzerinde tasarladığı yapıcı düşüncelere”
yönelmiş olan bir yurtseverin tutkulu eylemiydi.
ESKİ TÜRKLERDE ORDU
Türkler’in
yüksek disiplinli, donanımlı, iyi örgütlenmiş, büyük ve güçlü
ordular
kurup bu orduları, adeta bir yenilmezlik efsanesine
dönüştürebilmeleri; yaşam biçimlerine olduğu kadar, kuşkusuz
teknolojik gelişkinliğe bağlı bir sonuçtur. “Gelişkin”
toplumlar, gelişkin ordular
kurarlar. Bu konuda erişilen düzey, aynı zamanda, orduları
içinden çıkaran toplumun gelişkinlik düzeyinin de bir
göstergesidir. Ortak bir ulusal istence dönüşen savaşçılık
ruhuyla, teknoloji geliştirme ve örgütlenme yeteneği, eski
Türkler’de kusursuz bir bütünlüğe ulaşmış ve bu yetenek,
kuşaklar boyu süren ulusal bir gelenek olmuştur.
2 Eylül 2015 Çarşamba
MUSTAFA KEMAL’İ YARATAN KOŞULLAR-2
Harp Okulunda, öğrenciler,
yönetimden gizliyerek gerçekleştirdikleri toplantılarda, yorum ve
tartışmalar yapıyor, güzel konuşma yarışmaları düzenliyordu.
Bu işlerin önde gelen yürütücüsü Mustafa
Kemal’di. Güzel
konuşuyor, bilgisiyle arkadaşlarını etkiliyordu. “Ancak
özgür düşünceli insanlar, vatanlarını kurtarıp onu koruma
gücüne sahip olabilirler”
diyordu.
1 Eylül 2015 Salı
MUSTAFA KEMAL’İ YARATAN KOŞULLAR-1
20.Yüzyıl başında, Yemen’den
Arnavutluk’a, Kafkasya’dan Trablusgarp’a dek, çok geniş bir
alanda savaşan subaylar, çatışmalar içinde pişerek kendilerini
yetiştirdiler. Gittikleri hemen her yerde onları bekleyen;
donanımsızlık, her türlü yoksulluk ve ihanet ayaklanmalarıydı.
Maaşsız ve güvencesiz durmadan savaştılar. “Ülkenin
bir ucundan bir ucuna koşuyor, eriyip gidiyorlardı”. Sivil
ya da asker Türk aydını, canını
dişine takarak, onur ve
varlık mücadelesine girişmişti. Tarih, ülkesine tutkun bu
kuşağı, savaşçı vatanseverler olmaya adeta mahkum
etmişti. Mustafa Kemal,
bu kuşağın insanıydı.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)