Yabancılara;
ekonomik, siyasi ve hukuksal alanda ayrıcalık (imtiyaz) tanıma,
Anadolu Selçuklularına dek gider. Kolaycılıkla öngörüsüzlüğün
içiçe geçtiği uygulamalar, verildikçe bağlanan bağlandıkça
verilen ödünler halinde yüzlerce yıl sürdü. Selçuklulardan
sonra Osmanlı Devlet’inin de yıkımını hazırlayan koşulları
oluşturdu. Kapitilüsyon olarak da tanımlanan imtiyazlar süreci;
yabancılara, ekonomik yaşama, bağlı olarak da siyasi yaşama,
devletin güçlü olduğu dönemlerde bile yön verme gücünü
vermişti. Uygulamalar, devletin iç-dış ticaret üzerinde karar
vermedeki girişimgücü (inisiyatifini), mal ve kişiler üzerindeki
hukuksal yaptırım yetkisini, giderek kullanamaz duruma getirdi.
Siyasi bağımsızlığı doğrudan ilgilendiren yönetim hakları,
önce zedelendi sonra ortadan kalktı.
İlk
İmtiyazlar
Osmanlılar,
yabancılara serbest ticaret hakları tanıma ve imtiyaz verme
anlayışını, Selçuklular ve Anadolu beylikleri döneminden alarak
neredeyse doğal bir kuralmış gibi sürdürmüşlerdir. Geniş
kapsamlı ilk imtiyazlar,
Fatih
Sultan Mehmet
döneminde Venedikliler’e
verildi. Fatih,
1451’de tahta çıktığında, önceki ayrıcalıkları arttıran
yeni bir serbest ticaret anlaşması imzalattı.1
İstanbul
alındıktan sonra, 1454’de anlaşma yenilendi. Venedik
Cumhuriyeti’ne,
İstanbul’daki yurttaşlarını yönetecek ve kendi hukukunu
uygulayacak, diplomatik
bir yetkili (balyos)
atamasına izin verildi. Venedikliler, İstanbul’da ya da
İmparatorluğun herhangi bir yerinde yerleşebilecekler, köle
edinebilecekler ve öldüklerinde bırakacakları vasiyet
yerine getirilecekti.2
Patrikhanenin
Ayrıcalıkları
Fatih,
yabancıların yanı sıra, Osmanlı uyruğundan Hıristiyan’lara,
özellikle de Patrikhane’ye
geniş yönetsel ve hukuksal haklar tanıdı. İstanbul
Patriği’ne
büyük saygı gösterdi, kilisenin örgütsel işleyişine
karışmadı. Patrikhane’nin,
adeta devlet içinde ayrı bir devlet gibi, belki de Bizans
döneminden daha özgür bir konumla yeniden yapılanmasına izin
verdi. Patriği devlet protokolünde, Osmanlı vezirleriyle aynı
konuma getirdi, emrine yeniçerilerden bir koruma birliği verdi.3
Fener
Rum Patrikhanesi
Fatih
döneminde, yalnızca dinsel konularda değil, kendisine bağlı
Hıristiyan nüfusa yönelik olarak, hukuksal konularda da karar
verebiliyor ve verdiği kararı uygulayabiliyordu. Patriğin başkanı
olduğu bir meclisi
vardı. Ülkenin hemen her yerine dağılmış olan piskoposları,
devletin kaymakamlarıyla aynı haklara sahipti. Kilise ve adamları,
her türlü vergiden bağımsızdı.4
Daha
önce İstanbul’da olmayan ve Fatih’in
kurdurduğu, Yahudi
Hahambaşılığı
ve Ermeni
Patrikliği
de benzer haklara sahipti.5
Dinsel
ve yönetsel ayrıcalıklar, ekonomik ayrıcalıklarla birleşince;
Hıristiyan ve Yahudi uyruklar, özellikle ticari ve mali alanlarda
güçlendiler. Bunlar, iç pazarda giderek etkili olan yabancı
tüccarlarla işbirliği yaparak güçlerini sürekli arttırdılar.
Rumlara, Ermenilere ya da Yahudilere tanınan kurumsal haklar o denli
genişti ki; bu haklar, günümüzde Vatikan’ın sahip olduğu
haklarla kıyaslanabilecek düzeydeydi. Verildiği dönemde önemi
görülmeyen ayrıcalıklar, gerileme,
özellikle de çöküş
döneminde,
dış karışmalara temel oluşturacak bir yapının oluşup
güçlenmesine yol açtı.
Ticaret
Yapmak Değil, Ticaretten Vergi Almak
Fatih’in
önem verdiği amaçlarından biri, uluslararası ticaret yollarının
denetim altına alınması ve bu ticarete konulacak vergilerle gelir
sağlanmasıydı. Padişah olduğu 31 yıl içinde, amacını önemli
oranda gerçekleştirdi. Öldüğünde Doğu-Batı ticaretinin hemen
tüm kilit noktaları, Osmanlı Devleti’nin eline geçmişti.
Ancak, kendisini ticari
vergilendirmeyle
sınırladığı için padişahlığı dönemince yabancılara ticari
imtiyaz
vermeyi sürdürdü. 1479’da yapılan bir anlaşmayla, savaşlarda
yenilerek birçok limanı kaybetmiş olmalarına karşın,
Venedikliler’e yeni ticari ve hukuki haklar verdi; daha önce
verilmiş olanların sınırlarını genişletti.
“Türkler
Ticaretten Anlamaz”
Uluslararası
ticaret merkezlerinin ele geçirilmiş olmasına karşın, geçiş
vergileri
ve birtakım gümrük
resimleriyle
yetinilmesi ve ticaretin yabancılara bırakılması; Osmanlı
ekonomisinin yetersizliğine ilişkin yorumların yapılmasına neden
olmuştur. Türklerin üretim
ve ticaretten anlamadığını ya da savaşmaktan başka bir şey
bilmediğini
ileri süren
geleneksel Batı tutumu, konuyu hep bu biçimde işlemiştir. Bu tür
“yorumlar”
gerçeği yansıtmamaktadır.
Osmanlı
İmparatorluğu’nda, özellikle Türk yönetim geleneklerinin
uygulandığı ilk üç yüzyıl içinde, Anadolu’da; artı ürün
veren, toplu üretime dayanan ve pazar için üretim yapan bir
ekonomik düzen, varlığını sürdürüyordu. Üretim çeşitliliği
oldukça geniş bir alana yayılmıştı. Eskiden gelen ve yabancı
mallara karşı üstünlüğü olan, kimileri tekel
durumuna gelmiş mal
ve ürün
üretimi yapılmaktaydı.
Ekonomide
bağımsızlığın önemi biliniyor ve önlem de alınıyordu.
İmparatorluğun çok geniş bir alana yayılması, başlangıçta
alınabilen ve etkili olan önlemleri yetersiz duruma getirdi ve
yönetim düzeninden başlayarak ekonomiye dek uzanan, yaygın bir
bozulma yaşandı.
Birbiri
içine giren ve birbirinin hem nedeni hem sonucu olan kapitülasyonlar
süreci,
ekonomik yaşama giderek yön veren yabancılara, devletin güçlü
olduğu dönemlerde bile, devlet üzerinde baskı oluşturma olanağı
veriyordu. Bunlar savaşta yenilseler de, ekonomik üstünlüğün
verdiği güçle, siyasi yapı üzerinde dolaylı baskı kurabiliyor,
değişik yöntemlerle isteklerini kabul ettiriyorlardı. Sonuç
olarak ticareti denetleyenlerin değil, yapanların sözü geçiyordu.
Osmanlı Devleti’ni çöküşe götüren nedenler, “Türkler’in
ekonomi ve ticaretten anlamamaları”nda
değil, her İmparatorluğun değişik biçimlerde yaşadığı
nesnel koşullar ve bu koşulların oluşturduğu süreçler
bütününde aranmalıydı.
Venedik-Floransa
Çekişmesi
Fatih’ten
sonra tahta çıkan II.Beyazıt
döneminde, Venedikten ayrı olarak Floransa’ya da ticari
ayrıcalıklar tanındı. Bu iki İtalyan dükalığı, 16.yüzyılda
birbiriyle sert biçimde yarışan ticari düşmanlardır; bu yarışın
sahnelendiği yer ise İstanbul’dur. O dönem İstanbulu’nda,
özellikle Saray’da; siyasi entrika, rüşvet, yaranma ve her türlü
ikiyüzlülük kol gezmektedir. Venedikliler Floransalıları,
Floransalılar da Venediklileri, üst düzey devlet yetkililerine
kötülemekte ve ayrıcalık elde etmek için her yolu denemektedir.
Bu
çekişmeyi sonuçta Floransa kazandı ve Osmanlı İmparatorluğu,
çatışma
içinde olduğu Memluklular’a
mal sattığı gerekçesiyle,
Venedik’e savaş açtı. Venediklilere tanınmış olan
ayrıcalıklar kaldırıldı. Tümüyle
Osmanlı ülkesine yönelmiş olan Venedik ticareti, neredeyse durma
noktasına geldi ve onun yerini Floransa
aldı.6
II.Beyazıt
İmtiyazları
II.Beyazıt,
Floransalılara Venedik ayrıcalıklarını da aşan haklar tanıdı,
üstelik bunu, özel davetle yaptı. 1483 yılında Floransa’ya
bir elçi gönderdi ve İstanbul’la yapılan ticaretin
geliştirilmesini istedi. Bu daveti bekleyen Floransalı yetkililer,
hazırlamış oldukları anlaşma metnini ortaya koydu ve metin hiç
değiştirilmeden aynısıyla imzalandı. Yalnızca Venediklilere ait
olanları değil, o güne dek yapılmış olanların tümünü aşan
anlaşma maddeleri, Osmanlı Devleti’nin zararına işleyen, çok
özel
ayrıcalıklar içeriyordu.
Anlaşmaya
göre, Floransa kumaşının ülkeye
gümrüksüz
olarak
sokulması kabul ediliyor, üstelik yılda elli
bin parça
kumaşın, satılmasa da alınması yükümleniliyordu.7
Bu yükümlenme, günümüzdeki, “alınmasa
da parası ödenen”
doğal gaz anlaşmalarına benziyordu.
Kanuni
ve Fransa İmtiyazları
Kanuni
Sultan Süleyman,
II.Beyazıt’ın
tutumunu sürdürdü ve Fransa’ya,
geniş ayrıcalıklar
verdi.
1535
Kapitülasyonu
olarak adlandırılan bu ayrıcalıklarda
sınır
ticari alanı aşıyor, idari ve dini konuları da içine alıyordu.
Fransız gemilerine Osmanlı
limanlarının tümünde
serbestçe ticaret yapma hakkı veren ferman,
başka devletlere ait gemilerin, Osmanlı
deniz ve limanlarında
ancak
Fransız bayrağı altında ticaret yapabileceğini
kabul ediyordu.8
Ferman
ayrıca, Fransız uyruklu Katolikler’e ibadet
yeri açma özgürlüğü
sağlıyor, Kudüs
ve Beytüllahim
(İsa’nın doğduğu kabul edilen yer) kiliselerinin koruma hakkını
Fransızlar’a veriyordu. Fransız konsoloslar artık, Osmanlı
ülkesinde yaşayan uyruklarını, hem ticari hem de cezai olarak
yargılayabilecekti.9
Bu
ayrıcalıklar,
ileride daha geniş olarak yorumlanacak ve Fransızlar, Doğu Akdeniz
ticaretini tekellerine alacaktır. Ancak, genişletilen
yorumun
daha çarpıcı sonucu; Fransızlar’ın kendilerini, Osmanlı
ülkesinde yaşayan yalnızca Fransızların değil, tüm
Katolikler’in hamisi
olarak görmeye başlaması olacaktır.
Çöküşün
Başlangıcı
1535
Kapitülasyonu
daha sonra, başka yabancı ülkelere de tanındı. Osmanlı Devleti,
iç-dış ticaret üzerindeki karar verme yetkisini giderek
kullanamaz hale geldi. Yabancı mallar ve kişiler üzerinde hukuki
işlem yapılamıyordu. Siyasi bağımsızlığı doğrudan
ilgilendiren yönetim hakları, önce zedelendi, daha sonra ortadan
kalktı. Yabancılar, Osmanlı Devleti’nin iç işlerine karışır
duruma geldiler ve siyasi bağımsızlık, zamana yayılmış bir
uygulama süreci içinde, yavaş yavaş yitirildi.
Kanuni
kapitülasyonları,
devletin askeri ve mali olarak en güçlü olduğu dönemde
verilmişti. 1527 yılında devletin geliri 277,2 milyon, gideri
200,1 milyon akçeydi
ve 77,1 milyon akçe
fazla veriyordu.10
1564’e gelindiğinde, gelir 183,1 milyon, gider 189,7 milyon akçeye
düşmüş ve 6,6 milyon akçe
açık verilmişti.11
1584’de Osmanlı parasının değeri
düşürülmüş ve
1 florin, 60 akçe’den
120 akçeye
yükselmişti. 1594’de, hazinenin
açığı 70 milyon akçeye
çıkmış ve açığı kapatmak için Osmanlı tarihinde ilk kez, iç
hazine’den
(padişah hazinesi) dış
hazineye
(devlet hazinesi) aktarma yapılmıştı.12
Hazineler
arası aktarıma karşın akçenin
değer yitimi durdurulamadı. Florin’in
değeri, 1598 yılında 220 akçeye
dek yükseldi ve aynı yıl, iç ve dış her iki hazine
de tükenme noktasına geldi; çare olarak Saray’ın gümüş
takımları darphaneye
gönderildi ancak bu tür girişimlerle soruna bir çözüm
getirilemedi.13
Yerli
Üretici Güç Durumda
Akçenin
değer yitirmesi, her yerde ve her zaman olduğu gibi, üreticiyi zor
duruma düşürdü. Akçalı gücü yüksek Avrupalı tüccar, bu
güce dayanarak, enflasyon nedeniyle değer yitiren pamuk, deri, mum
gibi ürünleri düşük fiyatlarla kapattı; daha sonra yüksek
fiyatla piyasaya sürdü.
Yabancılar,
artık her biri kendi alanında tekel oluşturan ve piyasayı
belirleyen bir güçtü. Üreticiler, yerli tüccarlar, hatta
devlet; ayrıcalıklar tanınarak yaratılan bu güçle başedemez
duruma geldi. Yerli tüccar, fiyat belirleme ve piyasa oluşturmada
devreden çıktı, yabancılarla çalışan edilgen taşaronlar
durumuna düştü; üreticiyle birlikte yoksullaştı.
1567’de
devlet, yerli üreticileri desteklemek için, Ege bölgesi
dokumacılarına 150 bin parça yelken bezi ısmarladığında, Egeli
dokumacılar; “Avrupalı
tüccarların ipliği toptan satın almış olmaları”
nedeniyle, bu miktar malı yapmalarının olanaksız olduğunu
bildirmişler ve siparişi geri çevirmişlerdi.14
Fransa’ya
tanınan ayrıcalıkların
benzeri, daha sonra İngiltere ve Hollanda’ya da verildi; 1580’de
yapılan 35 maddelik kapitülasyon
anlaşmasıyla İngiltere, kendi bayrağı altında ve kendi
uyrukları için serbest ticaret hakları elde etti; aynı haklar
1598’de Hollanda’ya da tanındı.15
Devletin
Yitiği
17.
ve 18.yüzyıllarda devam eden bu haklar, Osmanlı üretim ve
ticaretine verdiği zararı sürdürdü. Buna karşın, yerli üretimi
korumaya yönelik bir gümrük politikası izlenemedi. Padişahların
hemen tümü, gümrük vergilerini yerli üretimi korumanın bir
aracı olarak görmüyor; bu vergilere yalnızca, saray giderlerini
karşılamanın en
emin ve kolay yolu
olarak bakıyordu. Bu nedenle, dışalımı
(ithalatı) arttıracak
her dış istek, gümrük gelirini arttıracağı için, sonucu ne
olursa olsun hemen kabul ediliyordu. O dönemde, dışalımı
arttırıp ülke pazarını yabancılara açmak, devlete
hizmet
anlamına geliyordu.
Üst
düzey görevlere gelen Enderun
devşirmelerinin,
devlet politikası yaparak padişaha kabul ettirdikleri ve yerli
üretimi yok eden bu politika; gerçekte devlete önemli bir gelir de
sağlamıyordu. Devlet’in dışalımdan
aldığı vergi, yitirdiği ekonomik değerlerle kıyaslanmayacak
kadar düşüktü. Bu işlerden kârlı
çıkanlar, her imtiyazdan
rüşvet alan ve devleti yöneten devşirmeler ile ticarete egemen
yabancılardı. 17.yüzyıl ortalarında devlet, gümrük
vergilerinden yılda 5 milyon akçe
vergi geliri sağlarken; aynı dönemde ve yalnızca İngiltere,
Osmanlı pazarından yılda 15 milyon altın lira kâr ediyordu.16
Beşyüz
Yıllık Gelenek
Osmanlılar;
Avrupa devletleriyle, 16.yüzyıldan siyasi varlığını yitirdiği
20.yüzyıla dek, pek çok kapitülasyon
anlaşması yaptı ve sonuçta bu anlaşmaların yarattığı
ekonomik bağımlılık nedeniyle dağıldı. 17.yüzyıla
gelindiğinde, kapitülasyon
anlaşmalarının yapılıp yapılmaması değil, hangi devlet ya da
şirketle yapılacağı tartışılıyordu. Devleti yönetenler,
örneğin, Levat
Company
ile anlaşmanın, “yüksek
kârla çalışmayı alışkanlık haline getirmiş olan”
East
İndia Company’den
daha yararlı olduğu türünden konuşmalar yapıyordu.17
Ayrıcalıklarda
aracılık, kişisel çıkar sağlanan ve yüksek getirisi olan bir
meslek haline gelmişti. “Armağan”
ya da “ödül”
alarak imtiyaz
verme, artık neredeyse bürokratik
bir gelenek
gibiydi. 1685-1689 yılları arasında İstanbul’da büyükelçilik
yapan Fransız Girardin,
anılarında şunları yazıyordu: “Osmanlı
Sarayı, her yeni Fransız elçisinden, eski imtiyazlar adına özel
bir armağan koparmasın; böyle bir şey hiçbir zaman
olmamıştır.”18
Batılı
devletler; Osmanlı İmparatorluğu ile yaptıkları ticareti, mali
dengelerini ve bütçe açıklarını kapatmanın en
etkili aracı olarak kullandılar. Yüksek kâr oranlarıyla
çalışıyor, bağımlı kıldıkları Saray’a hemen herşeyi
kabul ettiriyorlardı. Kapitülasyonlar
döneminin uzunluğu düşünüldüğünde, Osmanlı
İmparatorluğu’nun bu koşullarda bu denli uzun süre ayakta
kalabilmesi gerçekten şaşırtıcıdır. Herhalde, devletin
temelleri o denli
sağlam atılmış ve özellikle devlet-ordu geleneği o denli güçlü
bir temele dayandırılmıştı ki; İmparatorluk her şeye karşın
varlığını uzun bir süre sürdürmeyi başarıyor ve ayakta
kalabiliyordu.
17.
ve 18.Yüzyıl
17.yüzyıla
girerken Fransızlarla, “dışarı
çıkarılması yasak
olan malların çıkışını serbest bırakan”
bir anlaşma daha yapıldı. 1604 ve 1673’de genişletilen bu
anlaşmada, her zaman olduğu gibi, serbestlik hakları genişletilmiş
ve gümrük vergileri düşürülmüştü.19
Ancak, anlaşmaların Fransızlar açısından büyük bir başarıyı
içeren özel bir yanı vardı. İlerde neredeyse bir yağmaya
dönüştürülecek
olan doğal ya da tarihsel değerlerin dışarı kaçırılması, bu
anlaşmalarla yasal bir dayanak kazanmıştı.
1740’da
yine Fransızlar’la yapılan kapitülasyon
yenileme anlaşması,
ticaretin sınırlarını aşarak bu kez bir siyasi
şantaj
anlaşmasına dönüştürülmüştü. Rusya’yla savaşmakta olan
Osmanlı Devleti, Fransa’dan siyasi destek istediğinde, yeni
kapitülasyon
istekleriyle karşılaşmış ve günümüzdeki IMF ve AB yasalarının
çıkarılmasında olduğu gibi, istekler hemen yerine getirilmişti.
28 Mayıs 1740’da anlaşma imzalandığında, her zamanki gibi
“saray
erkânına armağan vermede”
cömert davranılmış ve 47 775 kuruş dağıtılmıştı. Bu
paranın üçte birini İstanbul’daki Fransız kolonisi, geri
kalanını Marsilya
Ticaret Odası
karşılamıştı.20
1740
Kapitülasyonu’nun öncekilerden bir başka ayrımı, Fransız
mallarının değerinde oluşacak artışların gözardı edilerek
gümrük vergilerinin sabitlenmesiydi.
Fiyatlar ne denli yükselirse yükselsin, gümrük vergisi aynı
kalacaktı. Anlaşmanın 8.maddesinde yer alan bu karar, paranın
sürekli değer yitirdiği bir ortamda, gümrük vergisinin zamanla
sönüme gitmesi demekti.21
Sürekli değer yitirirken gümrük vergisini akçe
üzerinden sabitlemek, gümrükleri dolaylı olarak kaldırmaktan
başka bir anlam taşımıyordu.
19.Yüzyıl:
Balta Limanı Anlaşması ve Tanzimat Fermanı
19.yüzyıl
kapitülasyonları, Batı Avrupa’nın gelişmiş ülkelerine
verilen ticari ayrıcalıkların en yüksek aşamasıdır. 1838
Ticaret Anlaşması,
1839
Tanzimat Fermanı
ve 1856
Islahat Fermanı;
idari çözülmenin, boyun eğmenin, ekonomik ve siyasi bağımlılığın
son belgeleridir.
1838’de,
İstanbul Baltalimanı’nda
yapılan ticaret anlaşmasıyla; devlet, bağımsız dış ticaret
yapamaz duruma geldi. Osmanlı hükümetleri, kendi kararıyla
ekonomik politikalar üretemiyordu; devlet, kendi gümrük vergisini,
Avrupa devletleriyle birlikte belirlemeyi kabul etmişti. Ülkenin
tümü, Avrupa’nın açık pazarı durumundaydı. Türk tüccarlar,
Avrupalı tüccarlar karşısında eşit olmayan koşullarla
çalışıyordu. Ticari ilişkilerde yabancılar, Türkiye’de
Türkler’e göre daha ayrıcalıklı bir durumdaydılar. Yurt içi
ticarette, Türk tüccar yüzde 12 vergi öderken, yabancı tüccar
yüzde 5 vergi ödüyordu.22
Gümrük
Birliği Protokolü: Osmanlıya Geri Dönüş
19.Yüzyıl
kapitülasyonları ile günümüzde çok yoğun ve denetimsiz biçimde
sürdürülmekte olan Avrupa Birliği ve ABD politikaları arasında,
niteliksel bir bütünlük ve Türkiye açısından daha çok
olumsuzluk içeren benzerlikler vardır. Gümrük
Birliği Protokolü,
1838
Serbest Ticaret Anlaşması’nın;
AB
Katılım Ortaklığı Belgeleri,
Islahat
Fermanı’nın;
IMF
Niyet Mektuplar’ı
ise Tanzimat
Fermanı’nın
hemen aynısıdır.
19.Yüzyıl
kapitülasyonları Osmanlı İmparatorluğu’nu çökertirken,
20.yüzyıl kapitülasyonları olan AB-ABD ilişkileri Türkiye
Cumhuriyeti’ni
çökertmektir. Tarihin her döneminde yaşandığı ve görüldüğü
gibi, eğer önlem alınmazsa, ekonomik ve siyasi olarak beli
kırılmış
olan Anadolu’daki Türk egemenliği, bugünkü konum ve
sınırlarıyla varlığını sürdüremeyecektir. Tarihin
bize öğrettiği somut gerçek, ekonomik bağımsızlığını
yitirenlerin kaçınılmaz olarak, siyasi ve askeri bağımsızlığını
da yitirmesi ve başka kültürler içinde eriyip yok olmasıdır.
Türkiye’nin
bağımsız gibi görünen bugünkü yapısı, gerçekte ne bağımsız
ne de kalıcıdır; varlığını ve bütünlüğünü sürdürmesi,
Osmanlı’nın son dönemi gibi, yabancıların karar ve iznine
bağlı hale gelmiştir.
DİPNOTLAR
- “Histoire du Commerce du L’evant au Moyen Age” W. Heyd, 2.C. Paris 1923, ak;S.Yerasimos, “Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye” 1.C., 7.B., sf.368
- a.g.e. sf.368–369
- “Tarih III-Kemalist Eğitimin Ders Notları” Kaynak Yay., 3.Bas. 2001, sf.36
- a.g.e. sf.36
- Ana Britannica, 22.Cilt, sf.194
- “Histoire du Commerce du L’evant au Moyen Age” W.Heyd, 2.C., Paris 1923, ak; S.Yerasimos, “Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye” 1.C., 7.B., sf.377
- a.g.e. sf.377
- “Tarih III-Kemalist Eğitimin Ders Notları” Kaynak Yay., 3.Bas. 2001, sf.50
- a.g.e. sf.50
- “H. 933-934 (M. 1527-1528) Mali Yılına Ait Bir Bütçe Örneği” Ömer Lütfü Barkan, İktisat Fakültesi Mecmuası, Cilt XI-XV İst., 1950-1954, ak; S.Yerasimos, “Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye” Belge Yay., 1.C., 7.Bas., sf.407
- “Essais sur I’histoire économique la Turque d’aprés les ecrivains originaux” M.Belin, Paris 1969, ak; a.g.e. sf.407
- a.g.e. sf. 407
- “Osmanlı Tarihi” İ.Hakkı Uzunçarşılı, 3.Cilt, Ankara 1961, ak. a.g.e. sf.407
- “Celali İsyanları” Prof. Mustafa Akdağ, ak; a.g.e. sf.410
- “La mediterranée et le monde mediterranéen a I’époque de Philippe II” F.Brau del Paris, 1949, ak; a.g.e. sf.508
- a.g.e. sf.509
- a.g.e. sf.509
- a.g.e. sf.511
- “Histoire du commerce François dans le Levant au XVII éme siécle” P. Masson, Paris 1911, ak; a.g.e. sf.511
- a.g.e. sf.512
- “Recueil des actes internationaux de I’Empire Ottoman 1300-1789” G. Noradounghıan, Paris 1897, ak; S.Yerasimos “Azgelişmişlik Sürecinde Türkiye” Belge Yay., 1.Cilt, 7.Basım, sf.512
- “1938 Osmanlı-İngiliz Ticaret Anlaşması : Çöküş” Prof.Dr. Cihan Dura, gazete Mudafaa-i Hukuk, 26.01.2001, Sayı 36
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder