Ulusçuluğu
yadsıyan ümmetçilik
ya da ulusçuluğu
ümmetçilikle
kaynaştırmağa çalışan siyasi girişimler, günümüzde
Batıcılıkla kolayca uyuşmaktadır. Uyuşmanın temelinde,
ulusçuluğu
ümmetçilik
içinde eritmeyi amaçlayan ve azgelişmiş ülkelere yönelen
küresel politikalar vardır. Ulusçuluk
konusunda yaşanmakta olan yozlaşma ve bu yozlaşmanın devlet
politikalarına yerleştirilmesi, küresel bir girişimdir. Ancak, bu
girişimi hazırlayan düşüngüsel (ideolojik) temel, yüzlerce yıl
işlenen Türk karşıtlığına dayanır. İlk dönem Arap
düşünürlerinin Türklere yönelik değerlendirmeleri, Batıdakiler
gibi bilim ve gerçeklerle ilgisi olmayan, öznel yargılardır.
Ülkemizde toplumsal muhalefetin ve siyasi tartışmanın yoğunlaştığı bir dönem yaşanıyor. Kendiliğinden gelişen kitlesel eylemlerin ve siyasi tartışmaların niteliğini yükseltmek amacıyla bu bloğu oluşturduk. Hiçbir parti, grup ve toplulukla bağımız yoktur. Yazar Metin Aydoğan'ın yazılarını yayınlayacağız. Düşünsel yaşamımıza katkı koyacağına inandığımız yazıların, bilimsel tartışmalara yol açmasını diliyoruz.
30 Mart 2015 Pazartesi
27 Mart 2015 Cuma
ATATÜRK VE EKONOMİ
“Ekonomi demek, herşey demektir. Yaşamak için, insanlık için ne gerekiyorsa, onların tümü demektir. Tarım demektir, ticaret demektir, çalışma demektir, herşey demektir. Hayat demek, ekonomi demektir” Mustafa Kemal Atatürk
25 Mart 2015 Çarşamba
TÜRKİYE’DE NEDEN HAİN ÇOK
Türkiye’de
bugün yaygın ve yoğun bir kimliksizleşme yaşanıyor. Yetki ve
güç sahipleri, varsıl işbirlikçiler, sanatçı görünümlü
çıkarcılar; aynı yerden buyruk almışçasına, ülkeyi ayakta
tutan değerlere sınır tanımaksızın saldırıyor. Bu tutum,
kalıcılığı olan politik işleyiş durumuna getiriliyor. Yozlaşma
ve yabancılaşmanın geçerliliği olan bir istem durumuna
getirilmesinin bir nedeni olmalıdır. Yaşananlar, tarihte kayıtlı
süreçler toplamı ve bu toplamın günümüzdeki uygulamalarında
saklıdır. Dışa bağlanmanın ve kendine yabancılaşmanın
yaygınlığına yanıt arayan her çaba, ister istemez Osmanlı
devşirmeciliğine ve onun yarattığı kapıkulu çıkarcılığına
gidecektir. Aşağıdaki çalışmayı, günümüzdeki ihanet
şebekesinin tarihsel dayanağını ortaya koymak için yayınlıyoruz.
23 Mart 2015 Pazartesi
KURTULUŞ SAVAŞ’INDA İÇ SAVAŞ
Vahdettin,
Kurtuluş Savaşı’nı bastırmak için; hükümet olanaklarını,
fetvaları
ve Anlaşma (İtilaf) Devletleri’nin desteğini kullandı. Tinsel
(manevi) dayanağı, Halifelik ve buyruğu altındaki fetva makamı
Şeyhülislam, siyasi dayanağı ise İngiltere’ydi. Ağır
suçlamalar içeren çok sayıda fetvada;
Yunanlılara karşı savaşan millicilerin kafir,
milli güçlere karşı
savaşanların
ise gazi ve şehit olacağı ileri sürülüyordu. “Halifeliğe
karşı gelenlerin dinden imandan çıktıkları”
bunların şâki (eşkıya) sayıldığı, “Kuran
hükümlerine göre öldürülmelerinin vacip
(yapılması zorunlu) olduğu”
bildiriliyordu. Fetvalar,
İngiliz ve Yunan uçakları, bağlaşık (müttefik) torpidoları,
konsolosluklar, Rum ve Ermeni örgütleri, Fener Patrikhanesi’nin
papazları tarafından ülkenin her yerine dağıtılıyordu. Teali
İslam (İslamı
Yüceltme) adlı bir “hocalar
örgütü”, yayınladığı
bildiride, “Yunan
ordusunun hilafet ordusu sayılması gerektiğini”
söylüyordu.
19 Mart 2015 Perşembe
HÜRRİYET VE İTİLAF FIRKASI
Hürriyet
ve İtilaf Fırkası’nın
izlencesi (programı), günümüzde global
liberalizm
adıyla yürütülmekte olan politikalarla büyük bir benzerlik
içindedir. 20. Yüzyıl gibi pekçok değişimin gerçekleştiği uzun ve
devingen bir dönemden sonra varlığını sürdüren politik
benzeşme, birçok kişiye şaşırtıcı gelebilir. Ancak, bu benzeşme yaşanmış ve yaşanmakta olan gerçektir ve kuşkusuz bir nedeni vardır. Bunun
nedeni, emperyalizmin varlığ ve Batının Türkiye üzerindeki
egemenliğini bugün de sürdürüyor olmasıdır. Milliyetçiliği
yadsıyan Osmanlıcılık,
ademimerkeziyetçilik
diye tanımlanan yerel
yönetimcilik,
etnik temelli federasyonculuk,
serbest ticaret,
işbirlikçi
özel girişimcilik;
yüzyıl önce yazılan ve bugün yoğun olarak uygulanan
ekonomik-siyasi belgeler gibidir. Hürriyet
ve
İtilaf
anlayışı
bugün, aynı işgal döneminde olduğu gibi, rakipsiz
bir siyasi işleyiş durumuna gelmiştir. Siyasi partilerin hemen
tümü, bu anlayışı temsil eden bir çizgi izlemektedir. Hürriyet
ve İtilaf,
artık tek bir parti değil, bütün partilerdir.
18 Mart 2015 Çarşamba
ÇANAKKALE SAVAŞLARI VE MUSTAFA KEMAL
Bu
yazıyı, bir metrekaresine 6500 mermi düşen Gelibolu
Yarımadası’nda şehit olanların anısına saygı için
yayınlıyoruz.
19
Şubat, Çanakkale Savaşlarının başlangıcının yıldönümüdür.
Sonuçlarıyla, Türkiye'nin olduğu kadar dünyanın da geleceğini
belirleyen bu büyük savaş, savaştan çok, inançta birleşmiş
yoksul bir ulusun neleri başaracağını gösteren bir destandır.
Gelibolu
Yarımadası’nda bugün küçük bir mermer anıtın yükseldiği
Kemalyeri,
Mustafa
Kemal’in
Arıburnu savaşlarını yönettiği yere verilen addır. Kimi Türk
tarihçisi, Kemalyeri
için “Mustafa
Kemal ’in gerçek doğum
yeri”
der. Türk halkı onu Kemalyeri
’nde
tanıdı, Conkbayırı
’yla
yüceltti, “Anafartalar
’ın yenilmez komutanı”
olarak ona duygulu ve içten bir saygıyla bağlandı. Saygı ve
bağlılığı, halk kahramanlarına binlerce yıldır gösterilen
gizemli bir sevgi, halk söylencelerinde görülen destansı öğeler
içeriyor. Türk halkı için, yurdu kurtaran, “ölümden
korkmaz”
kahraman; asker için, kendisiyle birlikte en önde savaşan ve asla
yenilmeyen, “kurşun
işlemez”
bir komutan; subay için, iyi yetişmiş bilgili bir asker, usta bir
savaş tasarımcısı ve “güvenilir
bir”
komutandır.
16 Mart 2015 Pazartesi
JÖN TÜRKLER
Jön
Türkler, savaşımları ve politik etkileriyle değil, aldıkları
adla tanındılar. İkinci sınıf liberal
meşrutiyetçi
görüşler ileri sürdüler ve her etnik kökenden insanı içlerinde
barındırdılar ancak her nedense Jön
Türkler
olarak tanımlandılar. Kendilerine özgü sağlam bir dünya
görüşleri yoktu ve güçlü bir siyasi akım olamadılar ancak
adları dünya siyaset sözlüğüne girdi. Jön
Türkler
sözcüğü ilginç bir biçimde, çeşitli dillerde kullanılan
evrensel bir tanım oldu. Değişik ülkelerde, düzen karşıtı
siyasi sürgünlere onlardan sonra, Jön
Türkler
denmeye başlandı; Meksika
Jön Türkleri,
İran
Jön Türkleri
gibi.
14 Mart 2015 Cumartesi
CUMHURİYET VE SAĞLIK ATILIMI
14
Mart her yıl tıp bayramı olarak kutlanır. İlk tıp bayramı,
tıbbiyeliler ve hekimlerce 14 Mart 1919’da işgale karşı eylem
biçiminde kutlanmıştır. Böylece tıp bayramı Türkiye’de
hekimlerin yurt savunma hareketi olarak başlamıştır. Aşağıdaki
yazıyı, sağlıkçılarımızın bayramını kutlamak ve ülkemizde
sağlık devrimini gerçekleştiren Cumhuriyet hekimlerinin anısına
saygı için yayınlıyoruz.
Kurtuluş
Savaşı sırasında, 13 milyon olan nüfusun yarıya yakını
hastaydı. Bazı bölgelerde hastalıklı insan oranı yerel nüfusun
yüzde 86’sına ulaşıyordu. 1923 yılında 3 milyon trahomlu
hasta vardı (nüfusun dörtte biri). Sıtmalı köylüler kimi
yörelerde, hastalık nedeniyle, hasat yapamayacak kadar bitkin
düşmüştü. 93 Rus Savaşında Türk Ordusu, Ruslar’a değil,
tifüse yenilmişti.
Cumhuriyet
Hükümeti koşulların ağırlığına ve olanaksızlıklara karşın,
sorunların üzerine büyük bir istek ve kararlılıkla gitti.
Sorunu ele alış, yalnızca istek ve kararlılık düzeyinde
bırakılmadı. Her konuda olduğu gibi önce bilime ve gerçeklere
uygun bir ulusal sağlık stratejisi saptandı. Koruyucu
sağlık,
halk
sağlığı,
toplum
sağlığı
kavramları üzerine oturan bu strateji kararlı bir biçimde
uygulanarak, olağanüstü başarılar elde edildi.
12 Mart 2015 Perşembe
DÜNYANIN EGEMENLERİ ULUSLARARASI ŞİRKETLER
Uluslararası
düzeyde çalışan şirketler için, çokuluslu şirket tanımı da
kullanılmaktadır. Bu tanım, şirket iyeliğinin (mülkiyetinin)
birden çok ulusa ait olduğu izlenimi vermekte, bu nedenle gerçeği
tam olarak yansıtmamaktadır. Küresel boyutlu hisse satışlarına
karşın, şirketin yönetim ve denetimi için gerekli olan hisse
payı, bir ulusun iyeliğinde kalmakta ya da el değiştirmektedir.
Bu nedenle uluslararası şirket tanımı, sermaye dolaşımı ve
üretimin küreselleşmesi ile işgücü ve hammaddenin uluslararası
kullanımını daha iyi tanımlamaktadır.
9 Mart 2015 Pazartesi
TOPLUMSAL YAŞAMDA EVRENSELLİK VE ÖZGÜNLÜK
Toplumlararası
ayrımlar; yaşam biçiminden kültüre, inanç biçiminden üretim
etkinliklerine dek her alanda varlığını sürdüren özelliklerdir.
Toplum yaşamının kurallarını belirleyen ya da kuralları
toplumsal düzen tarafından belirlenen siyasi düzenin, ayrılıkların
etkisi dışında kalamayacağı açıktır. Her toplum, bugün
yaşanan ancak geçmişle ilişkili olan toplumsal ve ekonomik
koşulların belirlediği, kendine özgü bir yönetim biçimiyle
yönetilir. Bu durum, temelinde nesnellik bulunan bir zorunluluktur.
8 Mart 2015 Pazar
ATATÜRK VE KADIN HAKLARI
Atatürk;
kadını kendi yaşam ortamında tutsak haline getiren, tutucu
kurallar ve buna bağlı olarak yaşamla çelişen önyargılar
ortadan kaldırılmadıkça, Türk ulusunun da tutsaklıktan
kurtulamayacağına inanıyordu. Kadın özgürlüğünün kişisel
boyutunu insan onuruyla, toplumsal boyutunu ise uygarlık gelişimiyle
ilgili bir sorun olarak görüyordu. Ona göre, kadını
özgürleştirmemiş bir toplum gelişemez, tutsaklıktan
kurtulamazdı. “Kuşku
yok ki devrimci adımlar, iki cins tarafından birlikte, arkadaşça
atılmalı, yenilik ve ilerlemeler birlikte gerçekleştirilmelidir.
Devrim, ancak böyle başarıya ulaşabilir” diyor
kadının özgürlüğü konusunu “Güç
ve yetenek sahibi anne yetiştirmek, bunun için de kadını
özgürleştirmek zorundayız. Bir işi kadınla birlikte yapmak;
erkeğin ahlakı, düşüncesi ve duyguları üzerinde etkili
olacaktır. Kadın ve erkekte, karşılıklı olan saygı ve sevgi
eğilimi, yaradılıştan gelen, doğal bir davranıştır”
biçiminde
değerlendiriyordu. Kurtuluş Savaşı'na katılan Anadolu kadınının,
gerçekleştirdiği
“kutsal”
eylemle,
“hem
yuvasını hem de orduyu” ayakta
tuttuğuna inanıyordu. Bu gerçeği, herkesten çok, o biliyor ve
yargısını; “Dünyada
hiçbir ulusun kadını, ben Anadolu kadınından daha çok çalıştım,
ulusumu kurtuluş ve zafere götürmek için, Anadolu kadını kadar
hizmet ettim diyemez” sözleriyle
dile getiriyordu.
7 Mart 2015 Cumartesi
ESKİ TÜRKLERDE AİLE DÜZENİ VE KADININ TOPLUMDAKİ YERİ
8
Mart, Türkiye’de de ‘Dünya
Kadınlar Günü’ olarak
kutlanıyor. 1857 yılında New York’ta greve giden kadın işçiler,
polisler tarafından fabrikaya kilitlenmiş, çıkan yangında 129
işçi yanarak can vermişti. Amerikan şirketlerinin vahşiliğini
ortaya koyan bu olay, işçi sınıfı tarihinde acılı yerini
almıştır. İkinci (sosyalist) (1910) ve üçüncü Enternasyonal
(komünist) (1921), 8
Mart’ı
‘Dünya
Emekçi Kadınlar Günü’ olarak
kabul etti; Birleşmiş Milletler 1977’de“Emekçi”
sözcüğünü
kaldırarak ve “yangın”dan
söz etmeyerek bu kabule katıldı.
1970’e dek ABD’de kutlanmayan 8 Mart, Türkiye’de çok dar bir çevrede de olsa ilk kez 1921’de kutlandı; bu gün de kutlanıyor. Ancak, kutlamalarda; bir oturmamışlık, yapaylık ve Türk toplum yapısına uyumsuzluk kendini hemen göstermektedir. Kadınlara yönelik olarak tarihten gelen değerlerden söz edilmezken, son dönemlerdeki toplumsal çürüme ve çözülmenin neden olduğu şiddet eylemlerinden, cinayetlerden, başına Türkler için neredeyse kutsal bir anlamı olan “töre” sözünü koyarak, gelenekler aşağılanıyor. Bu nedenle 8 Mart’ı başka türlü anmak istedik ve aşağıdaki yazıyı hazırladık.
(Not: 8 Mart günü de “Atatürk ve Kadın Hakları” yazısını yayınlayacağız.)
1970’e dek ABD’de kutlanmayan 8 Mart, Türkiye’de çok dar bir çevrede de olsa ilk kez 1921’de kutlandı; bu gün de kutlanıyor. Ancak, kutlamalarda; bir oturmamışlık, yapaylık ve Türk toplum yapısına uyumsuzluk kendini hemen göstermektedir. Kadınlara yönelik olarak tarihten gelen değerlerden söz edilmezken, son dönemlerdeki toplumsal çürüme ve çözülmenin neden olduğu şiddet eylemlerinden, cinayetlerden, başına Türkler için neredeyse kutsal bir anlamı olan “töre” sözünü koyarak, gelenekler aşağılanıyor. Bu nedenle 8 Mart’ı başka türlü anmak istedik ve aşağıdaki yazıyı hazırladık.
(Not: 8 Mart günü de “Atatürk ve Kadın Hakları” yazısını yayınlayacağız.)
Eski
Türklerde kadının toplum içindeki konumu ve aile düzeni, hemen
hiçbir toplumda görülmeyecek düzeyde uygar ve demokratik
ilişkiler üzerine kurulmuştu. Günümüz olayları göz önüne
getirildiğinde, bu ilişkilerde ne denli yozlaşma yaşandığı
görülecektir. Bugün kadına şiddet ya da aile ilişkilerindeki
bozulmayı ileri sürerek kendimizi aşağılama ve özellikle
Batı’ya özenme kuşkusuz üzüntü vericidir. Ancak, daha çok
üzücü olan, geçmişi bilmemek ve ondan yararlanmamaktır. Büyük
kentlerde yoğunlaşan bozulmaya karşın, Anadoluda geçmişi
yaşayarak yaşatan insanlarımız ne mutlu ki hâlâ vardır.
Amerikalıların yaptığı bir araştırmaya göre Türk toplumları
içinde bin yıl önceki ilişkiler, Ortaasya da yüzde 67, Anadolu
da yüzde 37 oranında yaşamaktadır. Bu yüksek bir kültürün
varlığını sürdürmesi demektir, Türklerin kökleridir.
Aşağıdaki yazıda eski Türklerin kadın ve aile konusuyla ilgili
bilgilerini bulacaksınız.
5 Mart 2015 Perşembe
JAPON KALKINMASI
Japonya
1868’de başlattığı yenileşme ve kalkınma atılımıyla Batıya
yöneldi ancak Batıya öykünmedi (taklit etmedi). Gelişimini,
toplumsal yapısına uygun yöntemler kullanarak gerçekleştirdi.
Karma ekonomiyi başarılı bir biçimde uyguladı. Kalkınmada
devletin öncülüğü belirleyici oldu. Dış borçlanmaya ve
yabancı sermaye yatırımlarına izin verilmedi. Öz kaynakların ve
halkın birikimlerinin yatırım sermayesine yönelmesini sağlandı.
Ulusal sanayi gümrük duvarlarıyla koruma altına alındı.
2 Mart 2015 Pazartesi
YABANCI SERMAYEYLE KALKINMA
Yabancı
sermaye yatırımlarını ulusal kalkınma ereğine (hedefine) bağlı
kılmadan ve uluslararası şirket etkinliğine bu ereğe uygun
denetleme koşulları getirmeden, kalkınabilmiş tek bir ülke
yoktur. Sermaye dış yatırımları için büyük savaşların
olduğu bir dünyada yabancı yatırımları denetimsiz bir biçimde
kabul etmek, geri kalmayı da önceden kabul etmek demektir. Bu tür
yabancı sermaye yatırımlarını, kalkınmanın değil tam tersi
geri kalmanın nedenleri içinde saymak gerekmektedir.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)