8
Mart, Türkiye’de de ‘Dünya
Kadınlar Günü’ olarak
kutlanıyor. 1857 yılında New York’ta greve giden kadın işçiler,
polisler tarafından fabrikaya kilitlenmiş, çıkan yangında 129
işçi yanarak can vermişti. Amerikan şirketlerinin vahşiliğini
ortaya koyan bu olay, işçi sınıfı tarihinde acılı yerini
almıştır. İkinci (sosyalist) (1910) ve üçüncü Enternasyonal
(komünist) (1921), 8
Mart’ı
‘Dünya
Emekçi Kadınlar Günü’ olarak
kabul etti; Birleşmiş Milletler 1977’de“Emekçi”
sözcüğünü
kaldırarak ve “yangın”dan
söz etmeyerek bu kabule katıldı.
1970’e dek ABD’de kutlanmayan 8 Mart, Türkiye’de çok dar bir çevrede de olsa ilk kez 1921’de kutlandı; bu gün de kutlanıyor. Ancak, kutlamalarda; bir oturmamışlık, yapaylık ve Türk toplum yapısına uyumsuzluk kendini hemen göstermektedir. Kadınlara yönelik olarak tarihten gelen değerlerden söz edilmezken, son dönemlerdeki toplumsal çürüme ve çözülmenin neden olduğu şiddet eylemlerinden, cinayetlerden, başına Türkler için neredeyse kutsal bir anlamı olan “töre” sözünü koyarak, gelenekler aşağılanıyor. Bu nedenle 8 Mart’ı başka türlü anmak istedik ve aşağıdaki yazıyı hazırladık.
(Not: 8 Mart günü de “Atatürk ve Kadın Hakları” yazısını yayınlayacağız.)
1970’e dek ABD’de kutlanmayan 8 Mart, Türkiye’de çok dar bir çevrede de olsa ilk kez 1921’de kutlandı; bu gün de kutlanıyor. Ancak, kutlamalarda; bir oturmamışlık, yapaylık ve Türk toplum yapısına uyumsuzluk kendini hemen göstermektedir. Kadınlara yönelik olarak tarihten gelen değerlerden söz edilmezken, son dönemlerdeki toplumsal çürüme ve çözülmenin neden olduğu şiddet eylemlerinden, cinayetlerden, başına Türkler için neredeyse kutsal bir anlamı olan “töre” sözünü koyarak, gelenekler aşağılanıyor. Bu nedenle 8 Mart’ı başka türlü anmak istedik ve aşağıdaki yazıyı hazırladık.
(Not: 8 Mart günü de “Atatürk ve Kadın Hakları” yazısını yayınlayacağız.)
Eski
Türklerde kadının toplum içindeki konumu ve aile düzeni, hemen
hiçbir toplumda görülmeyecek düzeyde uygar ve demokratik
ilişkiler üzerine kurulmuştu. Günümüz olayları göz önüne
getirildiğinde, bu ilişkilerde ne denli yozlaşma yaşandığı
görülecektir. Bugün kadına şiddet ya da aile ilişkilerindeki
bozulmayı ileri sürerek kendimizi aşağılama ve özellikle
Batı’ya özenme kuşkusuz üzüntü vericidir. Ancak, daha çok
üzücü olan, geçmişi bilmemek ve ondan yararlanmamaktır. Büyük
kentlerde yoğunlaşan bozulmaya karşın, Anadoluda geçmişi
yaşayarak yaşatan insanlarımız ne mutlu ki hâlâ vardır.
Amerikalıların yaptığı bir araştırmaya göre Türk toplumları
içinde bin yıl önceki ilişkiler, Ortaasya da yüzde 67, Anadolu
da yüzde 37 oranında yaşamaktadır. Bu yüksek bir kültürün
varlığını sürdürmesi demektir, Türklerin kökleridir.
Aşağıdaki yazıda eski Türklerin kadın ve aile konusuyla ilgili
bilgilerini bulacaksınız.
Nikah ve Tek Eşlilik
Nikâh’a
ve tek
eşli evliliğe
dayanan1
aile düzeni,
Türk toplumuna çok eski dönemlerde yerleşmiştir. Nikâh,
törenle gerçekleştirilen ve özellikle köy düğün geleneğinin
tarihsel köklerini oluşturan, önemli bir olay, bir tür
sözleşmedir. Nikâh
için ana ve babanın onayı şarttır. Evlenen erkeğin, gelinin
ana-babasına bir miktar mal vermesi gelenektir. Başlık
adıyla günümüze dek süren bu gelenekte, verilen mala kalıng
denirdi. Gelin, gittiği ailenin hak sahibi bir üyesi olur;
kocasının ölmesi durumunda, malların ve çocukların velayeti ona
kalırdı. Yaş ayrımı çok olan evliliklere izin verilmez ve yaşlı
kuşaktan erkek, genç kuşaktan bir kadınla evlenemezdi.2
Türk
ailesinde, babanın eşiyle paylaştığı, baskıcı olmayan
reisliği,
baskıya dayanan ataerkil
aile yapısından farklıydı. Ev, Batılılar ve Araplar’da olduğu
gibi, yalnız kocaya ait değil, kocayla karının ortak malıydı.
Bu nedenle evin erkeğine evin
reisi,
evin kadınına da ev
kadını
denilirdi. Ailede babanın olduğu kadar, ananın da sözü geçerdi.
Ana
soyu
ile baba
soyu
değerce birbirine eşitti. Eşitlik, babanın saygınlığının ve
ona verilen değerin azalması anlamına gelmez; tersine ona, saygıya
dayalı, içtenlikli ve daha güçlü bir yetke
kazandırırdı.
“Baba
Ocağı”
Eski
Türkler için büyüyüp yetiştikleri ve baba
ocağı (törkün)
dedikleri aile çok önemliydi. “Ocağın
ateşinin hiç sönmemesi”,
dirliğin sürdürülmesi gerekirdi. Bunun için, büyük ve ortanca
kardeşler evlenip “ocak”tan
ayrılırlar, ancak küçük kardeş kalırdı. Belirli aralıklarla,
tüm kardeşler aileleriyle birlikte, baba ocağı’nda toplanırlar,
“ataya
(babaya) saygı törenleri”
yapılırdı. Türkler, yurtları
gibi baba
ocakları’nı
da asla unutmazlar, çok
uzakta bile olsalar, ona olan saygılarını, güçlü bir bağlılıkla
sürdürürlerdi.3
Eski
Türkler’de aileye gelin gelen kadına her zaman sahip çıkılır;
dul kaldığında, kocasının bekâr
kardeşlerinin onunla
evlenmesi (kayın alma)
toplumsal bir görev olarak kabul edilirdi.4
Bu davranış, başka toplumlarda görülen, malların bölünmemesini
amaçlayan bir girişim değil, doğrudan kadına gösterilen saygı
ve sahiplenmenin bir ürünüydü. Böyle olmasa töre, kadının
miras hakkını
kısıtlayan bir biçimde düzenlenir, mirasın bölünmesi böyle
önlenirdi.
Kadının
Toplumsal Konumu
Tarihte
hiçbir toplum, kadını Türkler kadar erkekle eşit saymamış ve
hak tanımamıştır. Her iki cinsin kendilerine ait, karşı cinsin
yerine getirmek zorunda olmadığı görev ve sorumlulukları vardı.
Birbiri içine girmekle beraber, kadının ağırlıklı görevi aile
içinde, erkeğin ise dışındaydı. Buna
karşın, her cins aynı eğitimden geçer; cinsler arasında ayrım,
toplumun tüm kesimlerinde yadsınırdı.
Kadının
toplum içinde önemli bir yeri vardır. Bu önem Dede
Korkut’ta;
“kadın
kendini överek adam olmaz; ancak güzel düşünür, güzel konuşur
ve kocasına iyi öğütlerde bulunursa yücelir”,
“kocası
onu dinler”
biçiminde ifade edilmiştir.5
Irk
Bitig’de;
babanın emir,
annenin öğüt
verdiği
görülür; çocuk isteğine göre, birine ya da ötekine uyardı.6
Kadın
örtünmez, haremde kalmaz, erkeğin gittiği hemen her yere giderdi.
Erkeklerle bayramlara, şölen’lere
ve içkili toplantılara katılır; onlarla birlikte kımız ya da
şarap içebilir; kendisi de şölen
düzenler, davetler verebilirdi. Erkek gibi ata
biner,
ok
atar,
öküz
arabası
kullanırdı. Çin kaynaklarına göre; “kocaları
dama oynarken onlar futbol oynar”,
“pazara
gittiklerinde, paketleri kocaları taşır” 7
ve “açık
bir kibarlıkları vardır”.
8
Ama gerekirse ava ve savaşa da giderlerdi. Arap gezginci İbn
Arabsah,
Türk kadınları için; “erkekler
gibi savaşıyor, kafirlerin üzerine dörtnala at sürüyorlardı..”,
diye yazar.9
Kadının
Özgürlüğü
Kadınların
bu denli özgür ve cinsler arasındaki ayrımın az olması, Türk
kadınlarının kendilerine özen göstermediği, süs ve
güzelliklerine dikkat etmediği, cinselliğe önem vermediği
anlamına gelmez. Giysileri son derece renkli ve süslüdür,
zerafete ve alımlılığa önem verirler. Beğenilmeyi severler ve
güzellikleriyle ilgili övgüleri,
“memnuniyetle kabul ederler.”
Serbestçe kullandıkları özgürlüklere sahiptirler, ama son
derece iffetlidirler.
Ünlü İtalyan gezgini Marco
Polo,
bir “seyahatname
klasiği”
olan İl
Millione
adlı yapıtında, Türk kadınlarının “ahlaki
temizliğini”
över ve onların “tüm
dünyanın en temiz ve ahlaklı”
kadınları olduğunu söyler.10
Tedirgin
etme (taciz),
kadına
saldırganlık (tecavüz),
evlilik
dışı ilişki (zina)
gibi cinsel suçlar Türk toplumunda yok denecek kadar azdır. Kadına
saldırının Türk hukukundaki cezası ölümdür. Cinsel
saldırıya
uğrayan kadın toplumdan dışlanmaz, ona sahip çıkılır. Evlilik
dışı çocuğu olursa kadın bir ağaçla evlendirilir, çocuk bu
yolla meşrulaştırılır. Günümüzde töre
cinayeti
adı verilen olayların Türk töresiyle bir ilgisi yoktur. Basında
sıkça kullanılan bu tanım herhalde, Türk geleneklerini yıpratma
amacını taşımalıdır. Saldırıya uğrayan kadına sahip
çıkılırken namusunu korumayan kadın hoşgörülmez. Eski Türk
inancına göre Doğum
Tanrısı (Ayzıt),
“ne
denli yalvarırlarsa yalvarsınlar, namusunu korumamış kadınların
yardımına”
gelmez.11
Kadının
Eşitliği
10.yüzyılın
ünlü coğrafyacısı al-Balhi,
kitâb
al-bad
va’l-tarih
adlı yapıtında, “Türkler’de
kadının erkeğe eşit”
olduğunu, toplumsal yaşamın her alanında “varlığını
sürdürdüğü”nü
ve beğendiği erkeğe “evlenme
teklif edecek denli”
özgür olduğunu yazar.12
12.yüzyıl
tarihçilerinden İbn
Cübeyr,
“Türk
ülkelerinde kadına gösterilen saygıyı, başka hiçbir yerde”
görmediğini söyler.13
Atatürk’ün
Sözleri
Cübeyr’in
saptaması, Osmanlı’nın son üç yüz yılı dışında, Türk
tarihinin hemen her dönemi için geçerlidir. Türkler’de kadına
saygı, içtenliksiz bir kibarlık değil, yaşam biçimine yerleşen
doğal bir davranıştır. Mustafa
Kemal Atatürk’ün,
kadının toplum içindeki yeri konusundaki düşünceleri ve
gerçekleştirdiği yasal düzenlemeler, bu davranışın en somut
örneğidir.
29
Nisan 1935’de, Yoksul
Kadınlar Cemiyeti
ve Kadın
Esirgeme Kurumu
hakkındaki görüşlerini açıklarken şunları söylemiştir:
“Yoksul
kadın, hiçbir şeyi olmayan kadın olarak algılanmaktadır. Oysa
kadın denilen varlığın kendisi başlıbaşına yüksek bir
varlıktır. Ona yoksul demek, onun bağrından kopup gelen
insanlığın yoksulluğu demektir. Eğer insanlık bu halde ise,
kadına yoksul demek uygun görülebilir. (Ancak y.n.) gerçek bu
mudur? Birkaç yüzyıldan beri Türk kadınlığının anlamı
unutulmuş, o, bunca varlığın maddi ve manevi kaynağı olduğu
halde yüzüstü bırakılmış; unutulmuş. Varlığı ve erdemi
unutulmuş olan Türk kadınlığına, ayağa
kalkarak
hürmetlerimizi göztereceğiz ve bunu düşünerek Kadın Esirgeme
Kurumunu kuran bugünkü Türk kadınlığını ayakta
selamlamalıyız.”14
Peçe,
Çarşaf ve Türk Kadını
14.yüzyılın
ünlü Arap gezgini İbn
Batuda,
Seyahatname’sinde,
Orta
Asya
kadınından övgüyle söz ederken onların “peçe,
çarşaf diye birşey tanımadığını”,
“erkeklerle
birlikte dolaştıklarını” 15,
gerektiğinde “komutan
olacak kadar”
iyi savaştıklarını söyler. Çin’e giderken tanıştırıldığı
“beyliğine
hükümdarlık eden”
Ürdüca
adlı
bir Türk kızından söz eder ve şunları yazar: “Melike
kendisini selamladığım zaman bana Türkçe ‘huşün misin, hanşi
misin?’ yani nasılsın iyi misin diyerek yanına oturttu. İyi bir
Arapçayla konuşabiliyor ve yazıyordu... Hindistan’dan geldiğimi
söyleyince, ‘ben onlara sefer edeceğim ve o ülkeleri zapt
edeceğim, oradaki zenginlik ve asker çokluğu ilgimi çekiyor’
dedi. Bu Melike’nin askerleri arasında, kadın ve kızların
bulunup erkekler gibi savaştıklarını, kendisinin de erkek ve
kadın askerlerinin başında düşmana şiddetle saldırdığını,
Nahoda
(geminin kaptanı y.n.) daha
sonra bana anlattı.”16
Kadının
Siyasi Hakları
Eski
Türkler’de kadının siyasal yaşamda da önemli bir yeri ve kabul
edilmiş kazanımları vardı. O dönemdeki inanç düzenini, erkeğin
kutsal kuvvetini
öne çıkaran Toyonizm
ile kadına önem veren Şamanizm’in
oluşturması, kadın ve erkek arasında hukuksal olduğu kadar
siyasal bir denge de yaratıyordu. Toplantılara, kadın ve erkek
birlikte katılırdı. Toplumu ilgilendiren siyasal kararlarda, hakan
kadar hatunun
da yetki ve sorumlulukları vardı. Herhangi bir buyruk
yazıldığı zaman, buyruğun
uygulanması için hakanın
yanı sıra hatunun
da imzası olması gerekiyordu; hatunun
imzası eksikse o buyruğa
boyun eğilmezdi.
Hakan,
yabancı ülke elçilerini tek başına kabul etmezdi. Elçiler,
hakanın
sağda, hatunun
solda oturduğu devlet kurulunda, huzura
kabul edilirlerdi. Şölenlere,
genel
toplantılara (kengeş),
kurultaylara,
dinsel törenlere; hatun,
kesinlikle hakanla
birlikte katılır ve bu toplantılarda herhangi
bir örtünme kuralına bağlı olmazdı. Hakanın
yönetimdeki ortağı olan hatunun
ünvanı Türkan’dı.
Türkan,
hepsine birden hatun
denilen hakan
soyunun prensesleri içinden seçildiği için, ona da yalnızca
hatun
deniliyordu.17
Göktürk Hakanı Gültekin
Han’ın
devlet
yönetimini eşi Kutlulu
Sultan
ile paylaşması18,
konuyla ilgili ilginç bir örnekti ve göstermelik bir değer
vermeye değil, kesin olarak Kutlulu
Sultan’ın
iyi yetişmiş, yetenekli bir yönetici olmasına dayanıyordu.
Araplaşma
ve Değişen Konum
Kadının
toplumdaki yeri, özellikle Arap kültürüyle ilişkiye
geçildikten sonra önemli oranda değişti ancak hiçbir zaman eski
Türk geleneklerinden tam olarak kopulmadı. Eski yaşam biçimleri
ve alışkanlıklar, önemli oranda korundu. Yeni durumun koşullarına
uyulsa da bu uyum, Prof.Osman
Turan’ın
deyimiyle, “çok
yüzeysel”
kaldı.19
Anadolu
Türkleri’nde kadınlar, eskisi kadar olmasa da toplumsal yaşam
içindeki önemli yerlerini korudular. Özellikle nüfusun büyük
çoğunluğunu
oluşturan kırsal kesimde, üretimden ve ev dışı yaşamdan
kopmadılar. Prof.Fuat
Köprülü’nün
bilgilerini Aşık
Paşazade’den
aktardığı ve Anadolu’da etkili bir kadın örgütü olan
Kadınlar
Örgütü (Bâcıyan-ı Rûm),
kadınların Türk toplumu içindeki etkisini gösteren ilginç
örneklerden biridir. Memlûklar
döneminde Mısır’da, yalnızca kadınların katıldığı
tekkeler
kurulmuştu. Selçuklu döneminde Konya’da kadınlar, tarikat
şeyhlerine bağlanıyor ve örtülü de olsa onların
meclislerinde
bulunuyorlardı. Dülkadir
Beyliği’nin,
“otuz
bin erkek ve otuz bin kadından”
oluşan bir ordusu vardı.20
Kadınların
orduda görev alması ya da bağımsız birimler olarak savaşlara
katılması, yalnızca Dülkadir
Beyliği’nde
görülen bir olay değildir. Türk tarihinin hemen her döneminde ve
özellikle Kurtuluş Savaşı gibi milli varlığın tehlikeye
düştüğü dönemlerde kadınlar, herhangi bir görevlendirmeyi
beklemeden, kendiliğinden silahlı mücadeleye katılmışlardır.
İspanya’da
Müslüman fethini başlatan (711) Türk komutan Tarık
bin Ziyad’ın21
ordusunda,
savaşçı kadınlardan oluşan birlikler vardı.22
Kırım
Savaşı’nda (1853) Kara
Fatma,
Türk-Rus Savaşı’nda (1877) Erzurumlu Nene
Hatun,
Kurtuluş Savaşı’nda Fatma
Seher
(İzmit dolayları), Ayşe
Hanım
(Aydın), Tayyar
Ramiye Hanım
(Adana), Yirik
Fatma
(Gaziantep), Fatma
Kadın
(Mudurnu), Makbule
Hanım
(Gördes), İstanbullu
Saime Hanım;
çeteler kurarak ya da kurulmuş çetelere katılarak savaşan ünlü
kadınlardan bir bölümüdür.23
DİPNOTLAR
- “Orta Asya” Jean-Paul Roux, Kabalcı Yay., 2001, sf.47
- Çin Belgeleri (Jul.Doc:1-9) Sencer Divitçioğlu, “Kök Türkler” Yapı Kredi Yay., İstanbul-2000, sf.168
- “Türkçülüğün Esasları” Z.Gökalp, Kum Saati Yay., 2001, sf.178-179
- “Tarih I, Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri” Kaynak Yay., 4.B.as, sf.46
- “Orta Asya-Tarih ve Uygarlık” J.Paul Roux, Kabalcı Yay., 2001, sf.273
- a.g.e. sf.273
- a.g.e. sf.273
- a.g.e. sf.273
- a.g.e. sf.273
- “Tarihte Türklük” Prof.Dr. Laszlo Rasonyı, Türk Kültürü Araştırma Ens. Yay., Ankara 1988, sf.58
- “Türklüğün Esasları”, Z.Gökalp, Kum Saati Yay., İstanbul, sf.182
- “Arap Milliyetçiliği ve Türkler” Prof. İlhan Arsel, Kaynak Yay., 5.Bas. 1999, sf.243
- a.g.e. sf.243
- “Atatürk’ün Resmi Yayınlara Girmemiş Söylev Demeç Yazışma ve Söyleşileri” Sadi Borak, Kaynak Yay., 2.Baskı, İstanbul -997, sf.254
- a.g.e. sf.243
- “Tarih IV, Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri” Kaynak Yay., 3.Basım 2001, sf.271-272
- a.g.e. sf.180 ve “Gök Türkler’de İdari ve Sosyal Yapı” Prof.Dr.Ahmet Taşağıl, Bilim ve Ütopya Dergisi, Şubat 2003, Sayı 104, sf.25
- “Arap Milliyetçiliği ve Türkler” Prof. İ.Arsel, Kaynak Yay., 5.Bas. 1999, sf.243
- “Nasıl Müslüman Olduk?” Erdoğan Şahin, Başak Yay., 3.Bas. Haz.1994, sf.206
- “Le Voyage d’outre-mer”, Bertrandon de la Broquiére, sf.82; ak.Prof. Fuat Köprülü, “Osmanlı İmparatorluğu’nun Kuruluşu” Ötüken Yay., İst.-1981, sf.159-160
- “Tarih II, Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri” Kaynak Yay., 3.Bas. 2001, sf.133
- “Kurtuluş Savaşı’nda Kadın Askerlerimiz”, Fevziye Abdullah Tansel, Cumhuriyet Aydınlanma Dizisi 190, sf.10
- a.g.e. sf.11, 15, 39, 60 ve 75
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder