Nesnellik
dışımızda ve bizden bağımsız olarak var olandır; doğaötesinin
(metafiziğin) tam karşıtı olarak, düşünen özneden bağımsız
olarak var olmayı anlatır; bilinçten bağımsızdır. Nesnellik
olaylara yaklaşım biçimidir. Hepimizin her gün yaptığımız ya
da yapamadığımız bir tutumdur... Fransız yazar Paul
Gentizon, Türk
Devrimi’ni tarihin gördüğü en hızlı ve köklü toplumsal
dönüşüm devinimi olarak görür ve Fransız ve Rus
Devrimleri’nden daha ilerde bulur. Nesnel olmayan bir toplumsal
eylem, böyle bir dönüşümü yaşama geçiremez. Yapılan ve
başarılan işler, nesnelliğin doğrudan kanıtıdır... Mustafa
Kemal,
Türk halkının tüm kesimlerini biraraya getirmeyi başarmış,
yalnızca Kurtuluş Savaşı’na karşı çıkanlar, verilen
savaşıma zarar verecek izlence ( program) sahipleri, işbirlikçiler
ve vatana ihanet edenlere karşı tavır almıştır... Giriştiği
iş oyun değil silahlı savaşımdı; gücün belirleyici olduğu
bir eylemdi. Ulusal birliği sağlamak ve savaşımı başarmak için,
gücü tek bir merkezde toplamak zorundaydı. Bu zorunluluğu,
sıkıdüzene (disipline) bağlı askeri karargâhla değil,
demokratik içerikli meclisle aştı... 1919-1938 arası, Devrim’e
ve ulusal birliğe zarar veren unsurlara karşı baskının, halk
için demokrasinin geçerli olduğu bir dönemdir... İlk Sosyalist
Partiyi, 1910 yılında kurulan Osmanlı
Sosyalist Fırkası
olarak alırsak; aradan geçen yüzyıl içinde bugün “sosyalist”
partiler, Türk toplumunda değil dönüşüm sağlamak, halkın çok
küçük bir bölümünün bile gündemine girememiştir. Anadolu’ya
tek başına gelen genç bir general, 3.5 yılda tarihin ilk
anti–emperyalist savaşını kazanıp, toplumu 15 yılda temelinden
değiştirirken, sosyalistler neden bu denli başarısız oldu; buna
yanıt verilmelidir... Nutuk’un
‘Söylev
ve Demeçleri’nin
ya da ‘Atatürk’ün
Bütün Eserlerini’nin
okunması gerekir. Marksizm, Marks’ı
okumadan ‘marksist’ olanlardan çok çekmiştir. Marks’ın
eserlerinin tamamlanmamışlığının yanısıra uğradığı en
büyük talihsizlik, yaygınlaşmasının bedeli olarak ödemek
zorunda kaldığı çarpıtmalardır. Bu yüzden tüm sosyalistlerin
kendilerini “marksist” olarak adlandırdıkları bir dönemde
Marks,
bu konuda duyduğu rahatsızlığı, “bütün
bildiğim benim bir Marksist olmadığımdır”
demiştir... Kurtuluş Savaşı’nın Türk halkı tarafından
hiçbir biçimde desteklenmediği ve savaşın dayanağı tek sınıfın
ayan-eşraf sınıfı olduğunu söylemek, toplumbilimden ve
gerçeklerden tam olarak kopuş demektir. İnsanlık tarihi boyunca
halkın katılmadığı kazanılmış bir savaş yoktur ve olamaz.
Savaş sözkonusu olduğunda ya halk kurtuluşunu sağlamak için
doğrudan savaşa katılır ya da egemen sınıf, halkı savaşa
sürer ve kendisini savaşın dışında tutar... Türkiye’yi Batı
terminolojisiyle inceleme hastalığı, 1960’dan sonra yayılan
‘sosyalist’
küme ve partiler içinde yaygındı. 20.yüzyıl başında 10 milyon
nüfuslu, yüzde 90’ı köylerde kapalı birimler halinde yaşayan,
burjuvazi ve proletarya gibi sınıfların ortaya çıkmadığı,
göçerliğin varlığını sürdürdüğü bir Doğu toplumunun;
sanayileşmiş ve emperyalizme ulaşmış Batı Avrupa toplumlarının
ölçüleriyle incelemek bilimsel bir ilkellik değilse, kafaları
karıştırmaya yönelik bir davranıştan başka bir şey olamaz....
Emperyalizmi ilk kez yenilgiye uğratan, ezilen uluslara örnek
olarak emperyalizme büyük darbe vuran, dünyanın en büyük
anti-emperyalistine bunları söyleyebilmek, düşünsel çözülmenin
son aşamasıdır. Metin
Aydoğan
Ülkemizde toplumsal muhalefetin ve siyasi tartışmanın yoğunlaştığı bir dönem yaşanıyor. Kendiliğinden gelişen kitlesel eylemlerin ve siyasi tartışmaların niteliğini yükseltmek amacıyla bu bloğu oluşturduk. Hiçbir parti, grup ve toplulukla bağımız yoktur. Yazar Metin Aydoğan'ın yazılarını yayınlayacağız. Düşünsel yaşamımıza katkı koyacağına inandığımız yazıların, bilimsel tartışmalara yol açmasını diliyoruz.
26 Şubat 2015 Perşembe
23 Şubat 2015 Pazartesi
SOSYALİST BİR GENÇLE TARTIŞMA - 1 (ELEŞTİRİ)
NOT: Eleştiriye yanıt 26 Şubat 2015 Perşembe günü yayınlanacaktır.
Kemalizmin
bilimsel olarak ele alınmasına önem veren sizin gibi bir aydının,
kitabında Atatürk’e
yönelik hiçbir eleştiride bulunmaması beni şaşırttı. Aslında
bu durum, sizin yanlı tutumunuzdan çok, Atatürk'ün
tabulaştırılması ve On’dan başka herkese suç bulmaya kadar
varan zafiyetten kaynaklanıyor... Sizin de çok iyi bildiğiniz
gibi, Marx’ın
bize bıraktığı en önemli miras, somut olgulara ait tespitlerden
çok, “hareket,
değişim ve çelişkileri” esas
alan diyalektik yöntem ile materyalist tarih anlayışıdır. Siz
Marx’ın
diyalektik yöntemini-Kemalist devrimciliğin bir özelliği olarak-
“olumlu” bulurken, materyalist tarih anlayışını pek de
benimsemiyorsunuz... Nesnelliğe önem veriyor ve Sovyetler
Birliği’nin çöküşünün temelinde bunun yattığını
söylüyorsunuz. Size katılmakla birlikte ben Kemalizmin de
nesnellikten
uzak olduğunu, hatta daha kötüsü gerçekleri kasıtlı olarak
çarpıttığını söylüyorum... Kemalizmin
anti-emperyalist bilinci konusunda, sizi Atatürk’ün
yüksek bilince sahip olduğuna inandıran çeşitli sözlerini
alıntılıyorsunuz. Yurtiçi yurtdışı yatırımlar peşinde koşan
Koç Holding ya da İş Bankası ne kadar anti-emperyalist ise
Atatürk'de
o
kadar anti-emperyalisttir. Sanırım emperyalizmin içerden
fethedileceği yanılgısına düşme şerefine nail olmuş dünyanın
ilk ve tek “anti-emperyalist,
3.dünyacı” devrimcisi
Atatürk'tür...
Atatürk
ve Kemalistler, Kürtlerin kendilerini ifade etmedikleri zaman sorun
çıkarmalarının daima mümkün olduğunu söylemelerine karşın,
Kürtleri yok saymışlar, onlar ayaklanınca da suçu
emperyalistlerin üzerine atmışlardır... Sizin-kusura bakmazsanız-
tam bir misyoner jargonuyla anlattığınız, “ilkel” Dersim’e
“medeniyet götürme” sürecinin bir de asimilasyon yüzü var.
Evren
Karayel
19 Şubat 2015 Perşembe
TÜRKİYE İŞÇİ PARTİSİ (TİP)
Türkiye
İşçi Partisi’nin
güçlenmesi ya da güç yitirmesi, her partide olduğu gibi, izlenen
politik çizgiye bağlı kalmıştır. Ülke gerçeklerine dayanan
izlence (proğram) ve çalışma biçimi büyüme nedeni olurken,
siyasi yabancılaşmaya yol açacak davranışlar partiyi küçültü.
Gelişmeye neden olan çalışmanın temel özelliği, ulusal
bağımsızlığa önem verilmesi ve bu öneme bağlı olarak
Kurtuluş Savaşı’nın tüm kazanımlarıyla birlikte
sahiplenilmesiydi. Aybar’ın
Genel Başkan olduğu dönemde kabul edilen tüzük ve izlencede,
“ulusal
bağımsızlığın her şeyin üstünde”
tutulacağı, bütün uluslarla “Kurtuluş
Savaşı Türkiyesi’ne yaraşır biçimde”
barışçı bir dış politika yürütüleceği, “ilerici
aydınlar ve Atatürkçü gençlik”in
“halkla
yazgı birliği”
yaparak Türkiye’nin gerilikten kurtarılacağı söyleniyor,
söylenenler parti politikalarına yansıtılıyordu.
16 Şubat 2015 Pazartesi
DEMOKRAT PARTİ
Demokrat
Parti,
savaş sonrasında ABD öncülüğünde kurulmakta olan Yeni
Dünya Düzeni’nin
bilinen koşulları içinde ortaya çıktı ya da çıkarıldı.
Cumhuriyet
Halk Partisi’yle
aynı toplumsal yapıya dayanmak zorundaydı. Türkiye, Atatürk’ün
1923’te yaptığı sınıfsal saptamaları büyük oranda koruyor
ve köylülüğe dayanıyordu. Ayrımlı siyasi partileri gerekli
kılacak sınıflar henüz oluşmamış, uluslaşma süreci henüz
tamamlanmamıştı. Adları ve söylemleri ne olursa olsun, birden
çok parti, eğer ülke yararına iş yapmak istiyorlarsa, nesnel
koşullar gereği aynı izlenceleri (programları) uygulamak ve aynı
siyasi çizgiyi izlemek zorundaydılar. Bu ise, tek partililiği
gerekli kılan bir siyasi düzen demekti. Cumhuriyet’in ilk on beş
yılında sağlanan sıradışı gelişme, böyle bir siyasi düzen
içinde elde edilmişti.
12 Şubat 2015 Perşembe
KIBRIS VE AVRUPA BİRLİĞİ - 2
Batının
Kıbrıs’a verdiği önem ve bu öneme uygun düşen politik–askeri
davranışlar eski bir öyküdür. Kıbrıs’ın Doğu Akdeniz’deki
stratejik konumu, bu adanın tarihin her döneminde saldırılar ve
ele geçirme girişimleriyle karşılaşmasına neden olmuştur.
Suriye, Filistin, Anadolu, Yunanistan ve Mısır arasındaki ticaret
yollarının kavşak noktasında olan Kıbrıs, Doğu Akdeniz’e
egemen olmak isteyen devletlerin, Antik Çağ’dan beri ele
geçirmeyi amaçladıkları bir yer olmuştur. Bu nedenle Kıbrıs’ın
tarihi, yoğun ve sürekli çatışmalarla dolu bir tarihtir.
9 Şubat 2015 Pazartesi
KIBRIS VE AVRUPA BİRLİĞİ - 1
Kıbrıs
konusunun geldiği noktayı anlamak ve gideceği yönü görmek için
konuyu geçmişiyle ele almak, günümüz koşullarını görmek ve
bu bütünlük içinde yorumlamak gerekir. Türklerin, Balkanlardan
ve Ege adalarından Anadolu’ya çekilmesi, Kurtuluş Savaşı’yla
kurulan Cumhuriyet’in temel yaklaşımları, İkinci Dünya Savaşı
sonrası politikaları, AB süreci ve ekonomik çöküntü göz önüne
getirildiğinde karşımıza ürkütücü bir tablo çıkmaktadır.
“Tarih
tekerrür eder”
özdeyişi tarihten ders alanlar için doğru değildir. Ancak,
tarihten ders almayanlar ve ulusal bilincini yitirenler için “tarih
tekerrür”
eder. Girit’i bilmeyen Kıbrıs’ı kavrayamaz, Kurtuluş
Savaşı’nı
anlamayan bağımsızlığın önemini bilemez; bu nedenle de her
zaman yitiren yan olur. Batının çözümlerini kurtuluş gibi
görmek, ulusal hakları yitirmeyi peşin olarak kabul etmekten başka
bir anlama gelmez.
5 Şubat 2015 Perşembe
HAÇLI SEFERLERİ
Haçlı
seferleri, dünyayı talan ve kırım alanına dönüştüren
sömürgeciliğin ön adımıdır. Onuncu yüzyılda, koyu bir
karanlık ve yoksunluk içindeki Avrupalılar için, varsıl Ortadoğu
ve Uzakdoğu gerçek bir hazineydi. Oraya ulaşma ve ele geçirme
isteği, sınır konmamış bir hırs ve toplumsal tutku durumuna
gelmişti. Hırsları ve istekleri o denli yoğundu ki, çılgınlığa
dönüşen saldırganlık tarihte benzeri olmayan bir vahşete
dönüşmüştü. Kilisenin dinsel söylemlerle beslediği bu
girişim, varlığı ve etkisini günümüze dek sürdürmüştür.
Haçlı
anlayışı,
bin yıldır süren ve talana dayanan Batı politikasının tarihsel
ve düşünsel temelini oluşturmuştur.
2 Şubat 2015 Pazartesi
AVRUPA VE TÜRKLER
Avrupa uygarlığı
olarak tanımlanan Batı
anlayışı, bir yanıyla
Antik Grek-Roma uygarlığına, diğer yanıyla Türk karşıtlığına
dayalıdır. Üstünlük düşüncesinden kaynaklanan ve Avrupalılık
olarak tanımlanan bu ikili yaklaşımın tarihsel anlamı; kültürel
köksüzlüğün antik uygarlıklarla, özgüven yoksunluğunun Türk
düşmanlığıyla giderilmek istenmesidir. Avrupalılar için
anlaşılabilir, ancak bilimsel açıdan kabul edilemez olan bu
anlayış;
gerek kültürel sahiplenmede gerekse Türk düşmanlığında, sonu
ırkçılığa varan yapay aşırılıklar ve bilinçli abartılar
içerir.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)