31 Aralık 2016 Cumartesi

2017 VE YURTSEVERLERİ BEKLEYEN GÖREV


Türkiye, bugün 1938’in değil, 1919’un koşullarını yaşıyor. Gizli işgal’e dönüşen dışa bağımlılık, ulusal varlığı yok etmeye yönelen kalıcı sorunlar yaratıyor. Durumun ayırdına varanlar, henüz yeterince örgütlü değil. Gelinen noktanın sorumluluğunu taşıyan politikacılar, yadsımadıkları bu gerçeği, “küresel çağın zorunlu sonucu” ya da “karşılıklı bağımlılığın kaçınılmazlığı” olarak meşrulaştırmaya çalışıyor. Yoksullaşan örgütsüz halk, dostu düşmanı seçemiyor. Ekonomik çöküntüyle yaratılan kavram kargaşası ve yoksullaşma içinde Türkiye, göz göre göre parçalanmaya götürülüyor. Günümüzün somut gerçeği, ne yazık ki budur.

30 Aralık 2016 Cuma

PARTİ VE DEMOKRASİ


Partilerle siyasi demokrasi arasında, biribirini etkileyip geliştiren ikili bir ilişki vardır. 19.Yüzyıl Avrupa’sında işçiler, siyasi savaşımın araçları olarak parti örgütlenmesini bulup yetkinleştirirken, siyasi demokrasinin sınırlarını da kendilerinden yana genişletmiş oldular. Başlangıçta, emekçilerin partilerde örgütlenmemesi için her türlü baskıyı kullanan egemenler, istemlerine baskıyla ulaşamayacaklarını anlayınca, partileri dolaylı yoldan ele geçirmeye ya da doğrudan kendi partilerini kurmaya yöneldiler. Uzun süre yasakladıkları parti oluşumlarını meşrulaştırarak onları egemenliklerini korumanın araçları olarak kullanmaya başladılar. Toplumsal karşıtçılığı (muhalefeti), “demokrasi” adını verdikleri bir düzen içinde denetim altında tutmayı; olmazsa güç yöntemleriyle ezmeyi yüzyılımızın geçerli politikası haline getirdiler. “Seçim olsun ama ben kazanayım” anlayışını, “demokrasilerinin” değişmez kuralı yaptılar. Bu kural, partilerin evrensel boyut kazanmasıyla dünyaya yayıldı ve demokrasi denen şey her yerde egemenlerin demokrasisi oldu.

27 Aralık 2016 Salı

KÜRESEL SALDIRI: ÖZELLEŞTİRME



Günümüz dünyasında endüstriyel üretimi düşük, ekonomik ve mali yapılanması yetersiz gelişmekte olan ülkelerde, devletin ekonomik gücünü büyük oranda Kamu İktisadi Kuruluşları (KİT) oluşturur. KİT yatırımlarının artması ve bu yatırımların verimli bir işleyiş içinde geliştirilmesi, azgelişmiş ülkelerin kalkınabilmesi için tek şanstır. Dünyada, devletin ekonomik destek ve katılımı olmadan kalkınabilmiş ülke yoktur. Batı'nın gelişmiş ülkelerinin kalkınması ekonomik devletçilik olarak tanımlanan Merkantilizme dayanır. Devlet kalkınmada öncüdür ve bu görevi yaptığı oranda güçlenmiştir. Bugün, azgelişmiş ülkelerde devletin ekonomik dayanaklarının özelleştirme adıyla yokedilmesi gerçekte ulus devletin yok edilmesidir. Bu nedenle, özelleştirme uygulamaları ekonomik değil, emperyalizmi anlatan ideolojik bir girişimdir. Azgelişmiş ülkelerin varlığını sürdürebilmesi için tek dayanağı olan ulus-devletin yok edilmesidir.

25 Aralık 2016 Pazar

CUMHURİYET VE TAKVİM, SAAT, ÖLÇÜ BİRİMLERİ YENİLEŞMESİ



26 Aralık 1925 günü çıkarılan iki yasayla Miladi Takvim’e geçildi ve zaman ölçümü yani saat düzeni yenilendi. Osmanlı döneminde; uzun süre Türk Takvimi’yle, Hicri Kameri takvimi birlikte kullanılmıştı. I.Mahmut döneminde, 1740’da, Hicret tarihinden başlayan, ancak Güneş yılı esasına dayanan ve yılbaşını 1 Mart kabul eden; Rumî, Malî ya da Hicri Şemsi denilen yeni bir takvim daha kullanılmaya başlandı. Devlet, 1917’de savaş sırasında, Gregoryen takvimi de kullandı ve takvim konusu tam bir karmaşa durumuna geldi. Osmanlı ülkesinde, aynı anda altı tür takvim kullanılıyordu. Türkiye Cumhuriyeti, 26 Aralık 1925’te çıkardığı yasayla karmaşaya son verdi ve dünyanın büyük bölümünde kullanılmakta olan Miladi Takvim’i kabul etti… Günü, zaman dilimlerine ayıran saat belirleme aynı takvim gibi, karmaşa içindeydi. Ülkede iş yapan Avrupalılara, azınlıklara ve Müslümanlara ait, birbirinden değişik saat uygulamaları vardı. Oluşan saat karmaşası içinde, mevsimlere göre değişen ve güneşin doğuşuyla batışına bağlanan genel yaklaşımlı “alaturka saat”, günün gereksinimlerine yanıt veremez duruma gelmişti. Ayrıca, Türkiye saatte yaşadığı karmaşa nedeniyle, uluslararası saat düzeninin dışında kalıyordu. Oysa, bu düzene katılmak ve uluslararası ilişkilerde yaşanan güçlükleri ortadan kaldırmak zorundaydı. 26 Aralık’ta kabul edilen yasa bunu yapıyordu.

22 Aralık 2016 Perşembe

“ZEMBEREK”




Kimi kitapların boyutu küçüktür ve insana eti ne ki budu ne olsun dedirtir. Enderdir ama okuyunca bilgiyle yüklü bir bombayla karşılaşırsınız. Bilinç düzeyi ve aktarımdaki ustalık sıradışıdır. Anlaşılması güç karmaşık sorunlar, yalın ve akıcı bir dille aktarılmıştır. Çok yönlü araştırma, kültürel birikim ve yoğun emek ürünüdür. Kolay okunur. Ender rastlanan bu kitaplar yalnızca yazarının değil toplumun yüzakıdır. “Zemberek” böyle bir kitaptır.

ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ, ABDULHAMİD VE I.MEŞRUTİYET

 

Anayasa sayılacak ilk metin, 23 Aralık 1876’da ilan edilen I.Meşrutiyet’le kabul edildi. 2.Abdülhamid’in Batılılara güven vermek için düzenlediği bu içi boş girişim, kimi tarihçi tarafından mutlak monarşiye karşı atılan demokratik bir adım olarak nitelendirilir. Bu doğru değildir. I.Meşrutiyet, bugünkü anayasa değişikliği gibi, devlet yönetiminin en üstünde olan kişinin istemini yerine getirme girişimidir. Bu girişimi incelemek, 1921’de kabul edilen Anayasa’yla 1923’te ilan edilen Cumhuriyet’in değerini anlamak için önemlidir. 1876 ile 1921 arasındaki 45 ve 1921’le 2016 arasındaki 95 yıllık sürecin değerlendirilmesi gerekir. Önemli olan nereye gelindiği değil nereden nereye gelindiğidir. I.Meşrutiyet, yabancıların isteklerine göre politika belirlemenin ve bunu halka başarıymış gibi sunmanın örneklerinden biridir. Sırp ayaklanmasının sürdüğü ve Osmanlı İmparatorluğu’nun zararına yeni sınır belirlemelerinin düşünüldüğü günlerde, Abdulhamid Avrupa ülkelerini İstanbul’da toplantıya çağırmıştı. Tersane Konferansı” adı verilen bu toplantıda, dört ay önce tahta çıkan 2.Abdülhamid, Avrupalılara güven verip sınır değişiminden vazgeçmelerini isteyecekti. Toplantı sürerken (23 Aralık 1876 Cumartesi günü) şamatalı gösterilerle Meşrutiyet ilan edildi. Göstermelik bu girişimin, doğal olarak gerek Avrupalılar ve gerekse halk üzerinde bir etkisi olmadı. 11 ay sonra  ortadan kaldırıldı.

20 Aralık 2016 Salı

AVRASYA TÜNELİ



Dünya Bankası’nın kredi işleyişinde görev almış bir kişi olan Amerikalı Ekonomist John Perkins şunları söylüyor; “Kendi arabasını yapamayan ülkeleri borçlandırıp otobanlar yaptırırız. Sonra onlara arabalarımızı satarız. Sonra bankalarını satın alırız. O bankalardan halka ucuz kredi verip daha çok araba almalarını sağlarız”.(×) Bu sözler, Türkiye’de uygulanmakta olan ulaşım politikasını açıklar niteliktedir. Kimi insanlar; köprülere, otoyollara ya da tünellere bakıp gördüklerinden etkileniyor ve bu “büyük eserleri” ülkeye kazandıranları takdirle anıyor. Bu yatırımları hayranlık duyguları içinde izliyor. Bilgi ve bilinçten yoksun bilinçsiz insanlar için bu sonuç olağandır. Görüntü etkileyici, yaymaca (propaganda) yoğundur. Arabasının olmaması, köprüyü ya da tüneli kullanmaması duygularında bir değişiklik yapmıyor. Ülkeyi iflasa götürecek bir borç yükünün altına girildiğini, sonuçların kendi yaşamını olumsuz etkileyeceğini aklına getirmiyor. Bilgisizliğin yol açtığı körlük; öngörüsüzlüğü ekonomik alandan çıkarıyor ve toplumsal alana taşıyor. Olaylar arasında bağ kurulamıyor. Aldatmaya dayalı siyasi yaymaca, sorgulama ve ileriyi görme yetisini yok ediyor. Üretimden kopuk, zengin işi bu pahalı yatırımları yaptıranları, büyük işler yapan büyük insanlar olarak değerlendiriyor.

17 Aralık 2016 Cumartesi

İRAN UYGARLIĞINDA TÜRK ETKİSİ



Binlerce yıla dayanan Türk-İran ilişkileri, birbiri içine girerek gelişen bir süreçler toplamıdır. Bu uzun süreç, bugüne dek gelen bütünleşmeler ve kaynaşmalarla dolu, geniş bir tarih dönemini kapsar. Tarihsel olarak Türk-İran ilişkilerinin Türkler için anlamı, bu ilişkilerin genel Türk tarihinin bir parçasını, İranlılar için ise, tarihlerinin neredeyse tümünü kapsamasıdır. Büyük Göçler’in çıkış noktası Orta Asya’ya yakın olması ve Batı’ya yönelen iki ana göç yolunun birinin üzerinde bulunması İran’ı, ister istemez yoğun, sürekli ve kalıcı bir Türk etkisiyle karşı karşıya bırakmıştır. Altmış milyonluk günümüz İran’ında, 28 milyon Farsi ve 18 milyon Türk yaşamaktadır.

16 Aralık 2016 Cuma

TÜRK TARİHİNDE DEVLET



Dünya tarihinde, Türkler kadar çok ve çeşitli devlet kurmuş bir başka ulusun olmadığı, bugün artık herkesin kabul ettiği bir gerçektir. Her dönemde ve sürekli biçimde, dünyanın çok geniş alanlarına yayılan Türkler, yaşadıkları her yerde; büyük-küçük, etkili-etkisiz, kalıcı-geçici o denli çok ve değişik devlet kurmuşlardır ki, Türk tarihi bir anlamda devlet kurmanın tarihi gibidir. Uzun dönemler boyunca çatışmışlar, yenmişler, yenilmişler; güçlenmiş ya da güç yitirmişler; başka toplumları eritmiş ya da onlar içinde erimişler ancak hiçbir zaman devletsiz kalmamışlardır.

15 Aralık 2016 Perşembe

İRAN UYGARLIĞI



Orta Asya’dan Kalde’ye, Sümer’den Hindistan’a, Etiler’den Asurlular’a dek birçok kültürden pay alarak gelişen İran uygarlığı; binlerce yılın yarattığı olgunluğa, özgün bir inceliğe ve uyumlu bir bütünlüğe ulaşmıştır. Bu büyük uygarlık içinde; yazın (edebiyat), bilim, bilgelik (felsefe), yontuculuk (heykelcilik), resim, el sanatları, mimarlık ve kent planlaması alanlarında; dönem dönem çağını aşan yapıtlar üretildi. Ancak, İran’ı herhalde en çok öne çıkaran; siyaset, eğitim ve kamu yöneticiliği konularında sağladığı gelişme ve yarattığı birikim olmuştur. Dünyanın büyük bölümü, ilkel bir gerilik içindeyken İran’da bu konularda son derece nitelikli uygulamalar yapılmıştı.

12 Aralık 2016 Pazartesi

BEŞİKTAŞ PATLAMASI VE TÜRKİYE’NİN TERÖRLE MÜCADELESİ





Türkiye, bölünme ve iç çatışma dahil her türlü tehlikeyi içeren bir karmaşa ortamına doğru gitmektedir. Teröre karşı mücadelenin emperyalizme karşı mücadele olduğu ve bu mücadelenin yüksek anti-emperyalist bilinç yani Atatürkçü bakış gerektirdiği bilinmelidir. Atatürk’ü ve yaptıklarını kavramadan emperyalizme karşı mücadele edilemez. Emperyalizme, tarihin ilk yenilgisini yaşatan Türkiye, bu birikimiyle büyük ve güçlü bir ülkedir. Uygulanan yanlış politikalardan kurtulup Atatürk’e yönelirse altından kalkamayacağı güçlük yoktur. Gücünü, kendisi ve bölge güvenliği için kullanıp komşu ülkelere önderlik ederek, Ortadoğu’daki emperyalist oyunu bozabilir ve dünyanın ezilen uluslarına yeniden örnek olabilir.

10 Aralık 2016 Cumartesi

ATATÜRK’ÜN GÜNCELLİĞİ


Bu ülkede; ulusal değerler tümüyle yok olmadıysa, ulus yaşam yeteneğini tümden yitirmediyse, insanlar kendi haklarına yabancılaşmadıysa ve gelecek kuşaklara acı çekecekleri bir gelecek bırakılmayacaksa; Atatürk bugün her zamankinden çok önem kazanmış demektir. Kurtuluş Savaşı ve devrimler, öncesi ve sonrasıyla dikkatlice incelenmeli, güncelliğini koruyan bu büyük eylem, günün koşullarına uyumlu kılınarak aynı anlayışla uygulanmalıdır. Bu ülkenin parçalanmasını önlemek isteyen herkes, Mustafa Kemal’e başvurmak, savaşımından ders almak zorundadır. Türkiye’de yükselmekte olan ulusal uyanış, geçmişteki benzersiz deneyimden, kesin olarak yararlanmalı, bu konuda bilgilenmelidir. Atatürk, bugün ona en çok gereksinim duyan Türk halkına anlatılmalıdır.

9 Aralık 2016 Cuma

FİDEL CASTRO VE ATATÜRK’ÜN GÜNCELLİĞİ



Bu ülkede; ulusal değerler tümüyle yok olmadıysa, ulus yaşam yeteneğini tümden yitirmediyse, insanlar kendi haklarına yabancılaşmadıysa ve gelecek kuşaklara acı çekecekleri bir gelecek bırakılmayacaksa; Atatürk bugün her zamankinden çok önem kazanmış demektir. Kurtuluş Savaşı ve devrimler, öncesi ve sonrasıyla dikkatlice incelenmeli, güncelliğini koruyan bu büyük eylem, günün koşullarına uyumlu kılınarak aynı anlayışla uygulanmalıdır. Bu ülkenin parçalanmasını önlemek isteyen herkes, Mustafa Kemal’e başvurmak, savaşımından ders almak zorundadır. Atatürk’ü incelemek, tarihle ilgili araştırma yapmak değil, yaşadığımız sorunlara çözüm aramak ve onun başarılı olduğu savaşımdan günümüze yönelik ders çıkarmaktır. Türkiye’de yükselmekte olan ulusal uyanış, geçmişteki benzersiz deneyimden, kesin olarak yararlanmalı, bu konuda bilgilenmelidir. Atatürk, bugün ona en çok gereksinim duyan Türk halkına anlatılmalıdır.

7 Aralık 2016 Çarşamba

ŞİRKETLER VE PARTİLER



Sermaye örgütleri olan şirketlerle siyasetle uğraşan partiler arasında, ne gibi bir ilişki olabilir ya da olabilir mi? İlgi alanları, çalışma biçimleri, ilişkileri birbirinden uzak gibi görünen bu iki oluşum; nasıl ve nerede birlikte olabilir ve ortak bir tutum içine girebilir? Şirket-parti ilişkisi, özellikle günümüzde sanılandan daha yoğun ve yaygındır. Şirketlerin belirleyici, partilerin uygulayıcı olduğu bu ilişki, günümüzdeki küresel politikanın temelini oluşturur.

4 Aralık 2016 Pazar

ATATÜRK VE KADIN HAKLARI



(5 Aralık Kadın Hakları Günü Kutlu Olsun)

Atatürk; kadını kendi yaşam ortamında tutsak haline getiren tutucu kurallar ve yaşamla çelişen önyargılar ortadan kaldırılmadıkça, Türk ulusunun da tutsaklıktan kurtulamayacağına inanıyordu. Kadın özgürlüğünün kişisel boyutunu insan onuruyla, toplumsal boyutunu ise uygarlık gelişimiyle ilgili bir sorun olarak görüyordu. Ona göre, kadını özgürleştirmemiş bir toplum gelişemez, tutsaklıktan kurtulamaz. “Güç ve yetenek sahibi anne yetiştirmek, bunun için de kadını özgürleştirmek zorundayız. Bir işi kadınla birlikte yapmak; erkeğin ahlakı, düşüncesi ve duyguları üzerinde etkili olacaktır. Kadın ve erkekte, karşılıklı olan saygı ve sevgi eğilimi, yaradılıştan gelen, doğal bir davranıştır” diyordu. Kurtuluş Savaşı’na katılan Anadolu kadınının, gerçekleştirdiği “kutsal” eylemle, “hem yuvasını hem de orduyu” ayakta tuttuğuna inanıyordu. Bu gerçeği, herkesten çok, o biliyor ve yargısını; “Dünyada hiçbir ulusun kadını, ben Anadolu kadınından daha çok çalıştım, ulusumu kurtuluş ve zafere götürmek için, Anadolu kadını kadar hizmet ettim diyemez” sözleriyle dile getiriyordu.(x)