Türkiye, bugün 1938’in değil,
1919’un koşullarını yaşıyor. Gizli işgal’e dönüşen dışa bağımlılık, ulusal varlığı yok etmeye yönelen
kalıcı sorunlar yaratıyor. Durumun ayırdına varanlar, henüz yeterince örgütlü
değil. Gelinen noktanın sorumluluğunu taşıyan politikacılar, yadsımadıkları bu
gerçeği, “küresel çağın zorunlu sonucu” ya da “karşılıklı
bağımlılığın kaçınılmazlığı” olarak meşrulaştırmaya çalışıyor.
Yoksullaşan örgütsüz halk, dostu düşmanı seçemiyor. Ekonomik çöküntüyle
yaratılan kavram kargaşası ve yoksullaşma içinde Türkiye, göz göre göre
parçalanmaya götürülüyor. Günümüzün somut gerçeği, ne yazık ki budur.
Ülkemizde toplumsal muhalefetin ve siyasi tartışmanın yoğunlaştığı bir dönem yaşanıyor. Kendiliğinden gelişen kitlesel eylemlerin ve siyasi tartışmaların niteliğini yükseltmek amacıyla bu bloğu oluşturduk. Hiçbir parti, grup ve toplulukla bağımız yoktur. Yazar Metin Aydoğan'ın yazılarını yayınlayacağız. Düşünsel yaşamımıza katkı koyacağına inandığımız yazıların, bilimsel tartışmalara yol açmasını diliyoruz.
31 Aralık 2016 Cumartesi
30 Aralık 2016 Cuma
PARTİ VE DEMOKRASİ
Partilerle
siyasi demokrasi arasında, biribirini etkileyip geliştiren ikili bir ilişki
vardır. 19.Yüzyıl Avrupa’sında işçiler, siyasi savaşımın araçları olarak parti
örgütlenmesini bulup yetkinleştirirken, siyasi demokrasinin sınırlarını da
kendilerinden yana genişletmiş oldular. Başlangıçta, emekçilerin partilerde
örgütlenmemesi için her türlü baskıyı kullanan egemenler, istemlerine baskıyla
ulaşamayacaklarını anlayınca, partileri dolaylı yoldan ele geçirmeye ya da
doğrudan kendi partilerini kurmaya yöneldiler. Uzun süre yasakladıkları parti
oluşumlarını meşrulaştırarak onları egemenliklerini korumanın araçları olarak
kullanmaya başladılar. Toplumsal karşıtçılığı (muhalefeti), “demokrasi” adını verdikleri bir düzen
içinde denetim altında tutmayı; olmazsa güç yöntemleriyle ezmeyi yüzyılımızın
geçerli politikası haline getirdiler. “Seçim
olsun ama ben kazanayım” anlayışını, “demokrasilerinin”
değişmez kuralı yaptılar. Bu kural, partilerin evrensel boyut kazanmasıyla
dünyaya yayıldı ve demokrasi denen şey her yerde egemenlerin demokrasisi oldu.
27 Aralık 2016 Salı
KÜRESEL SALDIRI: ÖZELLEŞTİRME
Günümüz dünyasında endüstriyel
üretimi düşük, ekonomik ve mali yapılanması yetersiz gelişmekte olan ülkelerde,
devletin ekonomik gücünü büyük oranda Kamu İktisadi Kuruluşları (KİT)
oluşturur. KİT yatırımlarının artması ve bu yatırımların verimli bir işleyiş
içinde geliştirilmesi, azgelişmiş ülkelerin kalkınabilmesi için tek şanstır.
Dünyada, devletin ekonomik destek ve katılımı olmadan kalkınabilmiş ülke
yoktur. Batı'nın gelişmiş ülkelerinin kalkınması ekonomik devletçilik olarak
tanımlanan Merkantilizme dayanır. Devlet kalkınmada öncüdür ve bu görevi
yaptığı oranda güçlenmiştir. Bugün, azgelişmiş ülkelerde devletin ekonomik
dayanaklarının özelleştirme adıyla yokedilmesi gerçekte ulus devletin yok
edilmesidir. Bu nedenle, özelleştirme uygulamaları ekonomik değil, emperyalizmi
anlatan ideolojik bir girişimdir. Azgelişmiş ülkelerin varlığını sürdürebilmesi
için tek dayanağı olan ulus-devletin yok edilmesidir.
25 Aralık 2016 Pazar
CUMHURİYET VE TAKVİM, SAAT, ÖLÇÜ BİRİMLERİ YENİLEŞMESİ
26 Aralık 1925 günü çıkarılan iki yasayla Miladi Takvim’e geçildi ve zaman
ölçümü yani saat düzeni yenilendi. Osmanlı döneminde; uzun süre Türk
Takvimi’yle, Hicri Kameri takvimi birlikte kullanılmıştı. I.Mahmut
döneminde, 1740’da, Hicret tarihinden başlayan, ancak Güneş yılı esasına
dayanan ve yılbaşını 1 Mart kabul eden; Rumî, Malî ya da Hicri
Şemsi denilen yeni bir takvim daha kullanılmaya başlandı. Devlet, 1917’de
savaş sırasında, Gregoryen takvimi de kullandı ve takvim konusu tam bir
karmaşa durumuna geldi. Osmanlı ülkesinde, aynı anda altı tür takvim
kullanılıyordu. Türkiye Cumhuriyeti, 26
Aralık 1925’te çıkardığı yasayla karmaşaya son verdi ve dünyanın büyük
bölümünde kullanılmakta olan Miladi Takvim’i kabul etti… Günü, zaman
dilimlerine ayıran saat belirleme aynı takvim gibi, karmaşa içindeydi. Ülkede
iş yapan Avrupalılara, azınlıklara ve Müslümanlara ait, birbirinden değişik
saat uygulamaları vardı. Oluşan saat karmaşası içinde, mevsimlere göre değişen
ve güneşin doğuşuyla batışına bağlanan genel yaklaşımlı “alaturka saat”, günün gereksinimlerine yanıt veremez duruma gelmişti.
Ayrıca, Türkiye saatte yaşadığı karmaşa nedeniyle, uluslararası saat düzeninin
dışında kalıyordu. Oysa, bu düzene katılmak ve uluslararası ilişkilerde yaşanan
güçlükleri ortadan kaldırmak zorundaydı. 26 Aralık’ta kabul edilen yasa bunu
yapıyordu.
22 Aralık 2016 Perşembe
“ZEMBEREK”
Kimi kitapların boyutu küçüktür ve insana eti ne ki budu ne olsun dedirtir.
Enderdir ama okuyunca bilgiyle yüklü bir bombayla karşılaşırsınız.
Bilinç düzeyi ve aktarımdaki ustalık sıradışıdır. Anlaşılması güç karmaşık
sorunlar, yalın ve akıcı bir dille aktarılmıştır. Çok yönlü araştırma, kültürel
birikim ve yoğun emek ürünüdür. Kolay okunur. Ender rastlanan bu kitaplar
yalnızca yazarının değil toplumun yüzakıdır. “Zemberek” böyle bir kitaptır.
ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ, ABDULHAMİD VE I.MEŞRUTİYET
Anayasa
sayılacak ilk metin, 23 Aralık 1876’da ilan edilen I.Meşrutiyet’le kabul
edildi. 2.Abdülhamid’in
Batılılara güven vermek için düzenlediği bu içi boş girişim, kimi tarihçi
tarafından mutlak monarşiye karşı atılan demokratik bir adım olarak
nitelendirilir. Bu doğru değildir. I.Meşrutiyet, bugünkü anayasa
değişikliği gibi, devlet yönetiminin en üstünde olan kişinin istemini yerine
getirme girişimidir. Bu girişimi incelemek, 1921’de kabul edilen Anayasa’yla
1923’te ilan edilen Cumhuriyet’in değerini anlamak
için önemlidir. 1876 ile 1921 arasındaki 45 ve 1921’le 2016 arasındaki 95
yıllık sürecin değerlendirilmesi gerekir. Önemli olan nereye gelindiği değil
nereden nereye gelindiğidir. I.Meşrutiyet,
yabancıların
isteklerine göre politika belirlemenin ve bunu halka başarıymış gibi sunmanın
örneklerinden biridir. Sırp ayaklanmasının sürdüğü ve Osmanlı İmparatorluğu’nun
zararına yeni sınır belirlemelerinin düşünüldüğü günlerde, Abdulhamid
Avrupa
ülkelerini İstanbul’da toplantıya çağırmıştı. “Tersane Konferansı” adı verilen bu toplantıda, dört ay önce tahta çıkan 2.Abdülhamid, Avrupalılara güven verip sınır
değişiminden vazgeçmelerini isteyecekti. Toplantı sürerken (23 Aralık 1876 Cumartesi
günü) şamatalı gösterilerle Meşrutiyet
ilan edildi.
Göstermelik bu girişimin, doğal olarak gerek Avrupalılar ve gerekse halk
üzerinde bir etkisi olmadı. 11 ay sonra
ortadan kaldırıldı.
20 Aralık 2016 Salı
AVRASYA TÜNELİ
Dünya Bankası’nın kredi işleyişinde görev almış
bir kişi olan Amerikalı Ekonomist John
Perkins şunları söylüyor; “Kendi
arabasını yapamayan ülkeleri borçlandırıp otobanlar yaptırırız. Sonra onlara
arabalarımızı satarız. Sonra bankalarını satın alırız. O bankalardan halka ucuz
kredi verip daha çok araba almalarını sağlarız”.(×) Bu
sözler, Türkiye’de uygulanmakta olan ulaşım
politikasını açıklar niteliktedir. Kimi insanlar; köprülere, otoyollara ya
da tünellere bakıp gördüklerinden etkileniyor ve bu “büyük eserleri” ülkeye kazandıranları takdirle anıyor. Bu
yatırımları hayranlık duyguları içinde izliyor. Bilgi ve bilinçten yoksun
bilinçsiz insanlar için bu sonuç olağandır. Görüntü etkileyici, yaymaca
(propaganda) yoğundur. Arabasının olmaması, köprüyü ya da tüneli kullanmaması
duygularında bir değişiklik yapmıyor. Ülkeyi iflasa götürecek bir borç yükünün
altına girildiğini, sonuçların kendi yaşamını olumsuz etkileyeceğini aklına
getirmiyor. Bilgisizliğin yol açtığı körlük; öngörüsüzlüğü ekonomik alandan
çıkarıyor ve toplumsal alana taşıyor. Olaylar arasında bağ kurulamıyor.
Aldatmaya dayalı siyasi yaymaca, sorgulama ve ileriyi görme yetisini yok
ediyor. Üretimden kopuk, zengin işi bu pahalı yatırımları yaptıranları, büyük işler yapan büyük insanlar olarak
değerlendiriyor.
17 Aralık 2016 Cumartesi
İRAN UYGARLIĞINDA TÜRK ETKİSİ
Binlerce yıla dayanan
Türk-İran ilişkileri, birbiri içine girerek gelişen bir süreçler toplamıdır. Bu
uzun süreç, bugüne dek gelen bütünleşmeler ve kaynaşmalarla dolu, geniş bir
tarih dönemini kapsar. Tarihsel olarak Türk-İran ilişkilerinin Türkler için
anlamı, bu ilişkilerin genel Türk
tarihinin bir parçasını, İranlılar için ise, tarihlerinin neredeyse tümünü kapsamasıdır. Büyük Göçler’in çıkış
noktası Orta Asya’ya yakın olması ve Batı’ya yönelen iki ana göç yolunun birinin üzerinde bulunması
İran’ı, ister istemez yoğun, sürekli ve kalıcı bir Türk etkisiyle karşı karşıya
bırakmıştır. Altmış milyonluk günümüz İran’ında, 28 milyon Farsi ve 18 milyon Türk yaşamaktadır.
16 Aralık 2016 Cuma
TÜRK TARİHİNDE DEVLET
Dünya
tarihinde, Türkler kadar çok ve çeşitli devlet kurmuş bir başka ulusun
olmadığı, bugün artık herkesin kabul ettiği bir gerçektir. Her dönemde ve
sürekli biçimde, dünyanın çok geniş alanlarına yayılan Türkler, yaşadıkları her
yerde; büyük-küçük, etkili-etkisiz, kalıcı-geçici o denli çok ve değişik devlet
kurmuşlardır ki, Türk tarihi bir anlamda devlet kurmanın tarihi gibidir.
Uzun dönemler boyunca çatışmışlar, yenmişler, yenilmişler; güçlenmiş ya da güç
yitirmişler; başka toplumları eritmiş ya da onlar içinde erimişler
ancak hiçbir zaman devletsiz kalmamışlardır.
15 Aralık 2016 Perşembe
İRAN UYGARLIĞI
Orta Asya’dan
Kalde’ye, Sümer’den Hindistan’a, Etiler’den Asurlular’a
dek birçok kültürden pay alarak gelişen İran uygarlığı; binlerce yılın
yarattığı olgunluğa, özgün bir inceliğe ve uyumlu bir bütünlüğe ulaşmıştır. Bu
büyük uygarlık içinde; yazın (edebiyat), bilim, bilgelik (felsefe), yontuculuk
(heykelcilik), resim, el sanatları, mimarlık ve kent planlaması alanlarında;
dönem dönem çağını aşan yapıtlar üretildi. Ancak, İran’ı herhalde en çok öne
çıkaran; siyaset, eğitim ve kamu yöneticiliği konularında sağladığı gelişme ve
yarattığı birikim olmuştur. Dünyanın büyük bölümü, ilkel bir gerilik içindeyken
İran’da bu konularda son derece nitelikli uygulamalar yapılmıştı.
12 Aralık 2016 Pazartesi
BEŞİKTAŞ PATLAMASI VE TÜRKİYE’NİN TERÖRLE MÜCADELESİ
Türkiye, bölünme ve iç çatışma dahil her türlü tehlikeyi içeren
bir karmaşa ortamına doğru gitmektedir. Teröre karşı mücadelenin emperyalizme karşı
mücadele olduğu ve bu mücadelenin yüksek anti-emperyalist bilinç yani Atatürkçü
bakış gerektirdiği bilinmelidir. Atatürk’ü
ve yaptıklarını kavramadan emperyalizme karşı mücadele edilemez. Emperyalizme,
tarihin ilk yenilgisini yaşatan Türkiye, bu birikimiyle büyük ve güçlü bir ülkedir.
Uygulanan yanlış politikalardan kurtulup Atatürk’e
yönelirse altından kalkamayacağı güçlük yoktur. Gücünü, kendisi ve bölge güvenliği
için kullanıp komşu ülkelere önderlik ederek, Ortadoğu’daki emperyalist oyunu bozabilir
ve dünyanın ezilen uluslarına yeniden örnek olabilir.
10 Aralık 2016 Cumartesi
ATATÜRK’ÜN GÜNCELLİĞİ
Bu ülkede; ulusal değerler tümüyle yok olmadıysa, ulus
yaşam yeteneğini tümden yitirmediyse, insanlar kendi haklarına
yabancılaşmadıysa ve gelecek kuşaklara acı çekecekleri bir gelecek
bırakılmayacaksa; Atatürk bugün her zamankinden çok önem kazanmış
demektir. Kurtuluş Savaşı ve devrimler, öncesi
ve sonrasıyla dikkatlice incelenmeli, güncelliğini koruyan bu büyük eylem,
günün koşullarına uyumlu kılınarak aynı anlayışla uygulanmalıdır. Bu ülkenin
parçalanmasını önlemek isteyen herkes, Mustafa
Kemal’e başvurmak, savaşımından ders almak zorundadır. Türkiye’de
yükselmekte olan ulusal uyanış,
geçmişteki benzersiz deneyimden, kesin olarak yararlanmalı, bu konuda
bilgilenmelidir. Atatürk, bugün ona
en çok gereksinim duyan Türk halkına anlatılmalıdır.
9 Aralık 2016 Cuma
FİDEL CASTRO VE ATATÜRK’ÜN GÜNCELLİĞİ
Bu ülkede; ulusal değerler tümüyle yok olmadıysa, ulus
yaşam yeteneğini tümden yitirmediyse, insanlar kendi haklarına
yabancılaşmadıysa ve gelecek kuşaklara acı çekecekleri bir gelecek
bırakılmayacaksa; Atatürk bugün her zamankinden çok önem kazanmış
demektir. Kurtuluş Savaşı ve devrimler, öncesi
ve sonrasıyla dikkatlice incelenmeli, güncelliğini koruyan bu büyük eylem,
günün koşullarına uyumlu kılınarak aynı anlayışla uygulanmalıdır. Bu ülkenin
parçalanmasını önlemek isteyen herkes, Mustafa
Kemal’e başvurmak, savaşımından ders almak zorundadır. Atatürk’ü incelemek, tarihle ilgili araştırma yapmak değil, yaşadığımız
sorunlara çözüm aramak ve onun başarılı olduğu savaşımdan günümüze yönelik ders
çıkarmaktır. Türkiye’de yükselmekte olan ulusal
uyanış, geçmişteki benzersiz deneyimden, kesin olarak yararlanmalı, bu
konuda bilgilenmelidir. Atatürk,
bugün ona en çok gereksinim duyan Türk halkına anlatılmalıdır.
7 Aralık 2016 Çarşamba
ŞİRKETLER VE PARTİLER
Sermaye örgütleri olan şirketlerle siyasetle uğraşan
partiler arasında, ne gibi bir ilişki olabilir ya da olabilir mi? İlgi
alanları, çalışma biçimleri, ilişkileri birbirinden uzak gibi görünen bu iki
oluşum; nasıl ve nerede birlikte olabilir ve ortak bir tutum içine girebilir? Şirket-parti
ilişkisi, özellikle günümüzde sanılandan daha yoğun ve yaygındır. Şirketlerin
belirleyici, partilerin uygulayıcı olduğu bu ilişki, günümüzdeki
küresel politikanın temelini oluşturur.
4 Aralık 2016 Pazar
ATATÜRK VE KADIN HAKLARI
(5 Aralık Kadın
Hakları Günü Kutlu Olsun)
Atatürk; kadını kendi
yaşam ortamında tutsak haline getiren tutucu kurallar ve yaşamla çelişen
önyargılar ortadan kaldırılmadıkça, Türk ulusunun da tutsaklıktan
kurtulamayacağına inanıyordu. Kadın özgürlüğünün kişisel boyutunu insan
onuruyla, toplumsal boyutunu ise uygarlık gelişimiyle ilgili bir sorun olarak
görüyordu. Ona göre, kadını özgürleştirmemiş bir toplum gelişemez, tutsaklıktan
kurtulamaz. “Güç ve yetenek sahibi anne
yetiştirmek, bunun için de kadını özgürleştirmek zorundayız. Bir işi kadınla
birlikte yapmak; erkeğin ahlakı, düşüncesi ve duyguları üzerinde etkili
olacaktır. Kadın ve erkekte, karşılıklı olan saygı ve sevgi eğilimi,
yaradılıştan gelen, doğal bir davranıştır” diyordu. Kurtuluş Savaşı’na
katılan Anadolu kadınının, gerçekleştirdiği “kutsal”
eylemle, “hem yuvasını hem de orduyu”
ayakta tuttuğuna inanıyordu. Bu gerçeği, herkesten çok, o biliyor ve yargısını;
“Dünyada hiçbir ulusun kadını, ben
Anadolu kadınından daha çok çalıştım, ulusumu kurtuluş ve zafere götürmek için,
Anadolu kadını kadar hizmet ettim diyemez” sözleriyle dile getiriyordu.(x)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)