Orta Asya’dan
Kalde’ye, Sümer’den Hindistan’a, Etiler’den Asurlular’a
dek birçok kültürden pay alarak gelişen İran uygarlığı; binlerce yılın
yarattığı olgunluğa, özgün bir inceliğe ve uyumlu bir bütünlüğe ulaşmıştır. Bu
büyük uygarlık içinde; yazın (edebiyat), bilim, bilgelik (felsefe), yontuculuk
(heykelcilik), resim, el sanatları, mimarlık ve kent planlaması alanlarında;
dönem dönem çağını aşan yapıtlar üretildi. Ancak, İran’ı herhalde en çok öne
çıkaran; siyaset, eğitim ve kamu yöneticiliği konularında sağladığı gelişme ve
yarattığı birikim olmuştur. Dünyanın büyük bölümü, ilkel bir gerilik içindeyken
İran’da bu konularda son derece nitelikli uygulamalar yapılmıştı.
İranlılık
Dicle
ve Fırat’tan İndus vadisine, Basra’dan Hazar Denizi’ne uzanan İran
yaylası; binlerce yıl eskiye giden tarihi, zengin kültürü ve son derece çeşitli
etnik yapısıyla, benzersiz bir uygarlığa beşiklik etmiştir. Orta Asya ve
Hint kültürüyle iç içe geçerek oluşan, tek bir etkin unsura dayanmayan ve İranlılık
olarak tanımlanan bu uygarlık; M.Ö.6 binden başlayan sekiz bin yıllık bir
kültürel oluşumu kapsar.
Orta
Asya’dan Batı’ya yönelen bitmek bilmez göçlerle gelen Türk
boylarıyla, Batı Hindistan ve Kalde’den
(Fırat Deltası ve Basra dolayları) gelen halkların oluşturduğu tarihsel
kaynaşma, İranlılık kavramını başlangıçta, yalnızca coğrafya anlamı olan
bir tanım durumuna getirmişti. Din, dil, kültür ve toplumsal geleneklerle
bütünleşen bir İranlılık, çatışma ve karmaşalarla dolu, uzun bir
tarihsel evrim sonucunda ortaya çıkmıştır. Avrupalılar’ın İran ve ari
sözcüğü üzerindeki görüş ve açıklamaları tümüyle yanlıştır.1
İran’da
bugün çoğunluğu oluşturan Farsiler yanında; Azeriler, Türkmenler,
Kürtler, Araplar, Şii Lurlar, Bahtiyariler, Geluslar,
Memesaniler, Afşarlar, Hamseler, Bahailer, Kaskarlar,
Katolik Kaldeliler, Ermeniler, Yahudiler ve Zerdüştler yaşamaktadır.
Batılılar; bölgede
yaşayanların İranlılık için kullandığı; Eron, Aryan, Aryane, İron, Ari, Ar, Ger
gibi sözcükleri; Sanskritçe sadık, uysal, üstün, soylu anlamına gelen arya
sözcüğünde birleştirdiler ve Hint-Avrupa adıyla yarattıkları
kanıtlanmamış bir dil kümesi içinde açıkladılar. Avrupa’nın kültürdeki
köksüzlüğünü, yüksek düzeyli İran ve Hindistan kültürünü Avrupa’yla
ilişkilendirerek gidermeye çalıştılar. Bu amaçla, Hint sözcüğünün sonuna, neye
ve nasıl dayandığı belli olmayan bir Avrupa sözcüğü eklediler ve uydurma
bir dil gurubu oluşturdular.
İlk İranlılar
İlk
İraniler, Güneybatı Orta Asya’nın dağlık bölgelerinden
gelen Turanî Anzanit Türkleri’ydi.2 Anzanitler,
Türkçe’nin Oğuz lehçesini konuşuyor, Türkçe adlar kullanıyorlardı. Adları
saptanarak tarihe geçen ilk İran hükümdarları içinde Türkçe ad taşıyanlar
vardı. Dara hükümdarlarından birinin adı Okus (Oğuz), diğerinin Kodaman’dı;
Aryamanüs adıyla bilinen ünlü düşünürün gerçek adı Aryaman’dı.3
İran
tarihiyle ilgili araştırmalar yapan Amerikalı arkeolog ve doğubilimci R.Pumpelly,
İran’da yaptığı kazılarla; Sümerlerle
Hazar’ın doğusundaki eski Orta Asya uygarlığı arasında yakın bir ilişki
olduğunu ve İran’ın ilk kez Doğu’dan gelen bir halk tarafından yerleşime
açıldığını ortaya koymuştur.4
Amerikalı
arkeolog Prof.Wulsin, İran’ın Astarâbad bölgesinde yaptığı kazıda
elde ettiği bulguları değerlendirmiş ve burada bulunan yapıtların, Kuzey
İran’daki Damgan’da ve Türkistan’da bulunan yapıtlarla aynı özellikleri taşıdığını
söylemiştir.5
Fransız
Contenan’nun başlattığı, Alman Krishmann’ın bitirdiği Nihavent
kazısı, Yakın Doğu uygarlığının Doğu’dan Batı’ya yayılış merkezini
ortaya çıkarmış; İngiliz Sir Avrel Stein’in yaptığı araştırmalar da, “Hozistan
ve Mezapotamya’nın ilk halkları ile Doğu İran halkı ve Kuzey Hint’in ilk
yerleşikleri arasında güçlü bir bağlılık bulunduğunu” göstermiştir.6
Hint Uygarlığı ile
ilgili araştırmalarıyla tanınan Alman arkeolog, mimar ve sanat tarihçisi Ernst
Herzfeld Persepolis’te yaptığı kazılarda, M.Ö.3 bin yılına ait
birçok tarım aleti ve bakırdan süs eşyaları buldu. Bu eşyalar, daha eski olan Orta
Asya bulgularıyla hemen hemen aynıydı; eşyalar bu halkın hayvanları
evcilleştirildiğini, buğday ve arpa ekip biçtiklerini ortaya koyuyordu.7
Göçler Tarihi
İran’ın
7 bin yıl önceye giden bilinen tarihi, Kuzey’den ve Doğu’dan hiç bitmeyecekmiş
gibi görünen göçlerin ve yarattığı sonuçların tarihi gibidir. Başlangıcı tam
olarak saptanamayacak denli eski olan ve M.S.14.yüzyıla dek süren Orta Asya
göçlerine İran’da, M.Ö.3 binlerde Doğu’dan gelen İndus göçleri eklendi.
İranlılık
olarak adlandırılan toplumsal yapı, bu göçler’in oluşturduğu iki ana etnik
topluluk çevresinde oluştu. Her yeni gelen, daha önce gelenlerle önce çatışıp
sonra kaynaşarak; siyasi örgütler ve ordular kurdu. Üretim tekniklerini
geliştirerek ekonomik gelişme sağladılar ve parlak bir uygarlık yarattılar. Orta
Asya kökenli Medler, İndus kökenli Persler, birbiri içine girerek, yarattıkları uygarlığı sürekli
geliştirdiler ve İran’ı günümüze dek getirdiler.
Ön-İran Uygarlığı
Ön-İran
uygarlığı; eriştiği düzey, kapsam ve nitelik olarak döneminin en ileri
uygarlıklarından biridir. Bu uygarlık, yalnızca İran’ı değil, çevresindeki
geniş bir bölgeyi de etkileyen, özgün bir kültür yaratmıştır.
Milattan
25 yüzyıl önce yaratılmış olan kırsal İran uygarlığında; teraslarla düzenlenmiş
tarım alanları, akarsularla beslenen ovalar ve yeraltında su akışını sağlayan
dehlizler yapılmış, çok eski dönemlerden başlayarak titizlikle hesaplanmış
ileri bir nadas biçimi geliştirilmişti.
Hayvan kökenli gübre
kullanımı bulunmuş, hayvancılığın gelişimi için, yem bitkileri yetiştiriciliği
yaygınlaştırılmış, hayvan iyileştirmesi (ıslahı) yapılmış ve tüm bunlara bağlı
olarak sürekli ve çeşitli ürün veren, bilimsel bir tarımcılık geliştirilmişti.8
Dönemler
İran
tarihini; Emleş, Hasanlu (Azerbeycan), Lüristan gibi Yerel Kültürler Dönemi
(M.Ö.3 bin-M.Ö.7.yüzyıl); Med İmparatorluğu (İskit dahil) Dönemi
(M.Ö.764-M.Ö.550); Pers İmparatorluğu (Akamanışlar) Dönemi
(M.Ö.550-330); Büyük İskender (ve ardılları) Dönemi (M.Ö.330-255); Part
İmparatorluğu Dönemi (M.Ö.255-M.S.224); Sasani Dönemi (M.S.224-651)
ve 651’den günümüze dek süren Son Dönem olarak yedi döneme ayırabiliriz.
İran uygarlığı, son
birkaç yüzyıl sayılmazsa, tüm dönemler boyunca kuşaktan kuşağa sürekli
yenilenen ve her çağı etkileyen evrensel nitelikli bir uygarlıktır. Bu
uygarlık; sayısız dil ve lehçe, yazı türü, din ve inanç dizgesi (sistemi),
etnik çeşitlilik ve bunların tümünün oluşturduğu kültürle, doğal bir etnografya
müzesi gibidir.
Dil ve Yazı
İran’da
tarih boyunca; Çivi, Zent ve Pehlevi yazı türleri ile; Zentçe,
Persçe (Paraca), Pehlevice (Huzvareş ya da Züvarşen) ve Parsça’nın
oluşturduğu diller kullanıldı. İran’a özgü bir din olan Zerdüştçülük’ün
kutsal kitabı Avesta’nın yazıldığı Zentçe, Samî (Hz.Nuh’un oğlu
Sam’dan türediğine inanılan ve Araplar, İbraniler, Habeşler’den oluşan beyaz
ırk) kökenden gelen ve kendine özgü yazıya sahip bir dildi. Zentçe’nin
konuşulup yazıldığı dönemde, İran’ın Kuzey’inde ve Batı’sında yaşayan halk
ön-Türkçe konuşuyor ve Orta Asya’dan getirdikleri çivi yazısını
kullanıyordu.9
Pers İmparatorluğu döneminde yapılan saray duvarları ve anıtlar üzerinde; Anzanit, Asuri, Farsi dillerinde
yazıtlar vardır ve bunlardan Farsi olanlar çivi yazısıyla yazılmıştır. Onbirinci yüzyıla dek kullanılan ve
günümüz Farsça’sına (Persan) yakın olan Parsça; Firdevsi’nin
Şahnamesi’nden sonra hızlı bir gelişim göstererek kültür-edebiyat dili
oldu. Bugün kullanılmakta olan Farsça bu dildir.10
Dinler ve Mezhepler Ülkesi
Hindistan,
Orta-Asya ve Mezopotamya’nın buluştuğu kavşakta yer alan İran; büyük-küçük,
yeni-eski ya da etkili-etkisiz hemen tüm Asya dinlerini ve bu dinlerin sayısız
mezhebini birlikte yaşatmış bir ülkedir. Yerel din Mazdeizm başta olmak
üzere Musevilik, Hıristiyanlık, Müslümanlık ve diğer pek
çok inanç dizgesi; İran’da, varlığını sürdürebileceği bir ortam bulmuştur.
Bu
ülkede çok ve çeşitli inanç biçimi, öylesine iç içe geçmiş ve o denli birbirini
etkilemiştir ki; dinler tarihinin henüz bilinmeyen, belki de hiç bilinmeyecek
olan sorunlarının büyük bölümü bu ülkede yaşanmıştır. Fransız tarihçi J.Bricout’nun söylediği gibi; “dinler tarihinin hiçbir bölümünde kuşkular
ve kararsızlıklar, İran dinlerinin incelenmesinde görüldüğü denli çok ve ağır
olmamıştır”.11
İran
tarihinin ilk döneminde geçerli Tanrı kavramı, eski Türkler’deki doğacı anlayışın dayandığı ve tek
Tanrılılığı içeren Gök Tanrı
kavramının hemen aynısıdır. Tanrı, göğün tüm çevresi ve evrenin yaratıcısıdır;
giysisi gök kubbedir, kendisini doğanın her yerinde belli eder; varlığı, sonsuz
ve mutlak olan nur’dur; hem bu
dünyanın, hem öbür dünyanın tek egemenidir. Bunlar çok eskiye giden Orta
Asya inancının temel yaklaşımlarıdır.12
M.Ö.7.yüzyılda
yaşayan Zerdüşt (Zeratuştra), Mazdeizm (Mazdisini) adı verilen dini
geliştirdi ve görüşlerini Avesta adlı
kitapta topladı. Kendinden önce geliştirilmiş olan Tanrının birliği kavramını genel olarak kabulleniyor ve siyaset de
içeren görüşleriyle, Eski Grek ve Roma’ya dek geniş bir alanda tanınıp
tartışılıyordu.13
Zerdüştçülük’te,
tapınma (ibadet) ve dinsel törenler çok basittir; basit olduğu için herhangi
bir tapınak yapısına gereksinim duyulmaz. Yüksek tepelere ateşler yakılır ve
hiç söndürülmez. Kutsal sayılan alevlerin Hürmüz’ü
temsil ettiğine inanılır. Ateşe önem verilip saygı gösterilir, ancak ona
tapınılmaz. Zerdüşçülük ateşe
taparlık değildir. Esin kaynağı doğa olduğu için, doğa ve insana çok önem
verilir.
Yeni
yıl, ilkbaharın ilk günü olan Nevruz’la
başlar ve bir bayram coşkusuyla karşılanır. Zerdüştçülüğe
göre, “insanlar öldükten sonra
yargılanacak” ve “dar bir köprüden
(Karşılık Köprüsü-Çinvat Peretu) geçeceklerdir”; günahı olanlar, “cehenneme düşecek” orada Ehriman’ın “eziyetlerini çekeceklerdir”.
Antik Çağ dinlerinin
en temiz ve insancıl’ı kabul edilen Zerdüştcülük’e
inanan insanlar, tapınmalarına her zaman şu sözlerle başlardı: “Tüm iyi düşüncelere, tüm iyi sözlere ve tüm
iyi işlere değer veririz; her iyi şeyi temiz olarak koruyacağız; görevimiz
kötülüklere karşı çıkmaktır; toprağı tarıma açmak, oradaki kötü otları yok
etmek, kötüye karşı çıkmak demektir; bu nedenle tarımla uğraşmak bir
erdemdir...”14
Devletleşme
Eski
İran’daki ilk devlet örgütlerinin, küçük beylikler olarak Altay dağları
eteklerinden gelenlerce kurulduğu, bugüne dek ele geçen yazılı tablet ve dikilitaşlardan (stel)
anlaşılmıştır. Bunlar başlangıçta, bir yerleşim
yeri (site) ve çevresindeki toprakları içeren küçük topluluklardı. Zamanla
genişleyip devletleştiler.
İran’da
ilk büyük devlet, M.Ö.2000’lerde Elam
bölgesinde, bu topluluklardan biri olan Silhaha’lar
tarafından kuruldu. Bu devlet, hanedan temeline dayanıyordu ancak federatif bir
yapıya sahipti. Hanedanın en büyük ve güçlü kişisi, büyük hükümdar olarak tanınıyor, diğer beylikler ona bağlı olarak
varlıklarını sürdürüyordu. Her beyin, ilerde büyük hükümdar olma şansı vardı ve
bu şans tümüyle, iyi yetişme, yönetme yeteneği ve askeri yeterlilik ölçütlerine
bağlanmıştı.15
Türk yönetim
anlayışının Orta Asya’ya özgü bu biçimi, On-Ok’larda, Büyük Hun Devleti’nde,
Tukyular’da, bunlarla aynı kökten
inen İran Partları’nda ve yüzlerce
yıl sonra Selçuklular ve Osmanlılar’da, temel işleyişinde pek değişiklik
yapılmadan kullanıldı.16 Bu devletler; egemenliği altına aldığı
insanların inançlarına, yaşam biçimlerine, ekonomik etkinliklerine karışmadılar
ve onların devlet organlarında görev almalarını engellemediler.
Persler ve Sasaniler
Bu
yöntem ve anlayış, Persler ve Sasaniler’de de geçerli oldu. Akamaniş’lerden Pers Hükümdarı Darius, İmparator olunca yerel
hanedanlıkları ortadan kaldırmadı. Onları; dil ve geleneklerini, dinlerini,
yerel kurumlarını koruma ve kullanma yönünde özgür kıldı. Yahudiler buna dayanarak
Kudüs’e döndüler ve tapınma yerlerini yeniden açtılar.17
Akamaniş
dönemi, Asur ve Babil saldırganlığına karşın eski dünyanın en barışçı, adaletli ve
özgür dönemi oldu. Pers Devleti, döneminin en güçlü ve düzenli gücü olarak, Pamir’den
Akdeniz’e dek uzanan büyük bir coğrafyada, gerçek bir Doğu Konfederasyonu
yaratmayı başardı.18
Akamaniş’lerde ülkenin tümünü
ilgilendiren görüşmelere, gerek görüldüğünde yerel yönetim birimleri de çağrılır ve önemli devlet kararları, bir
tür meclis olan bu geniş kurullarda alınırdı. Alınan kararlar eyaletlerde büyük hükümdar tarafından atanan ve
sürekli olarak denetlenen valilerce
(satrap) uygulanırdı.19
Yönetim Biçimi ve Hukuk
Yönetim
düzeni, toplumsal yapıya uyum gösteren, gelişkin bir hukukla
bütünleştirilmişti. Devlet başkanları, “ülkeyi
iyi yönetmek” ve “yeryüzüne adaleti
yaymak”’la yükümlüydüler. Bu iki yükümlülük, “sorumluluğu her zaman” taşınacak temel görevlerdi.
Büyük hükümdar,
aynı zamanda büyük yargıç’tı.
Hükümdarlar, devlete karşı işlenen suçları, kişisel olarak yargılama yetkileri
vardı ancak adalet düzenini atadıkları yargıçlara bırakmışlardı. Atananların “hak ve adaletten ayrılmamalarına” büyük
önem veriliyor ve yargıçlar sıkı biçimde denetletiyordu.
Eyaletlerde valilerin,
merkezde ise hükümdarların başkanlığında, bölgesel ve merkezi yüksek adalet divanları kurulmuştu. Bu divanlar, hem yargıçların verdiği
kararları denetler hem de kendisine yapılan başvuruları karara bağlardı. Yargı
kararlarında hukukun üstünlüğüne ve dürüstlüğe çok önem verilirdi. İmparator Kambis döneminde, bir yargıç rüşvet
aldığı için ölüm cezasına çarptırılmış ve ders olsun diye, mahkemedeki koltuğu
yüzülen derisiyle kaplamıştı.20
İnsanlık Erdemleri
Eski
İran yaşamında geçerli olan erdemleri dile getiren Antik Grek kaynakları; işte ve
tecimde (ticarette) dürüstlük, sözde doğruluk, ilişkilerde mertlik, duruluk
gibi yüksek türel (ahlak) ilkelerin, İranlılar’ın genel davranışları olduğunu
söyler.
Herkes, yüksek erdeme
erişmek ve onu korumak zorundadır; kendisinin ve toplumun esenliğini korumak, “kötülük” ve “haksızlıklarla” savaşmak, her bireyin temel görevidir. I.Darius’un mezarına yazdırttığı şu
sözler, Antik Çağ İran töresinin niteliğini gösterir: “Adaleti sevdim, yalandan nefret ettim. Yaşamım boyunca tek dileğim,
yetime ya da dula karşı, hiçbir biçimde haksızlık yapılmaması oldu. Yalancıyı
yeğinlikle (şiddetle) cezalandırdım, doğru söyleyeni, tarlasını süreni
ödüllendirdim”.21
DİPNOTLAR
1 “Tarih I,
Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri” Kaynak Yay., 4.Bas.-2000, sf.164
2 “Türk Tarihinin
Ana Hatları” Kaynak Yay.,
2.Bas.-1996, sf.275
3 a.g.e. sf.274
4 “İran Tarihi” Ord.Prof. Şemsettin Günaltay, T.T.K. Bas., 1.Cilt,
2.Bas.-1987, sf.XVIII
5 “The Sculptures
and Inseription of Darius The Great A New Collation of the Persion, Susian and
Babylonian Texte with English Translations” Prof. Wulsin; ak. Şemsettin Günaltay, “İran Tarihi”,
T.T.K. B., 2.Bas. sf.XVIII
6 “İran Tarihi” Prof.Ş.Günaltay, T.T.K. Bas., 1.Cilt, 2.Bas.-1987,
sf.XVIII
7 “Amerikan
Antropologist”, H.Field, XXXIV, 1932,
sf.203–9; ak. Prof. Ş.Günaltay, T.T.K. Bas., 1.Cilt 2.Basım-1987, sf.8
8 Büyük Larousse,
Gelişim Yay., 10.Cilt, sf.5747
9 “Türk Tarihinin
Ana Hatları” Kaynak Yay.,
2.Basım-1996, sf.280
10 a.g.e. sf.281
11 a.g.e. sf.284
12 “Ön–Türk
Uygarlığı” Haluk Tarcan, Töre Yay.Grb,
sf.155 ve “Tarih I, Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri” Kaynak Yay.,
4.Bas.-2000, sf.176
13 Ana Britanica,
Ana Yayıncılık A.Ş. 32 Cilt, sf.291
14 “Tarih
I-Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri” Kaynak Yay., 3.Bas. 2000, sf.177
15 “İran Tarihi” Prof.Ş.Günaltay, T.T.K. Yay.–1987, sf.75-76
16 a.g.e. sf.76
17 Yahudi
Peygamber Azra, V, 2. ak; a.g.e. sf.170
18 “İran Tarihi” Prof.Ş.Günaltay, T.T.K. Yay.-1987, sf.262
19 a.g.e. sf.263
20 Herodotos,
III3; ak, Prof. Ş.Günaltay, T.T.K. Yay.-1987, sf.264
21 “Davson of
Conscience”, Breasted, ak; a.g.e.
sf.304
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder