Yaklaşık
birbuçuk yıl içinde yapılacak üç önemli seçimden, yerel
yönetimlerle ilgili olanı 30 Mart'da yapıldı. Halkın önemli bir bölümü,
son dönemde siyasi ve insani ahlakla bağdaşmayan olayların
yaşanması nedeniyle, yönetim erkini elinde bulunduranların güç
yitireceğini bekliyordu. Bu beklenti gerçekleşmedi. CHP ve MHP
ancak AKP kadar oy alabildi. Acaba daha iyi bir sonuç elde
edebilirler miydi? Bu soruya yanıt vermek gerekir. Bunun için bu
iki partinin, özellikle de CHP'nin; bugünkü yapısını, halkla
ilişkilerini ve tarihsel köklerini incelemek gerekir. Cumhuriyeti
kuran, devrimleri gerçekleştiren ve Türkiye'yi çağa taşıyan
bir parti nasıl oluyor da karşı devrimci bir parti karşısında
bir varlık gösteremiyor? CHP'nin kuruluşu ve günümüze dek
geçirdiği süreç incelendiğinde bu soruya bir yanıt
bulunabileceği kanısındayız. Dört bölüm halinde hazırladığımız yazıları bu amaçla yayınlıyoruz.
Ülkemizde toplumsal muhalefetin ve siyasi tartışmanın yoğunlaştığı bir dönem yaşanıyor. Kendiliğinden gelişen kitlesel eylemlerin ve siyasi tartışmaların niteliğini yükseltmek amacıyla bu bloğu oluşturduk. Hiçbir parti, grup ve toplulukla bağımız yoktur. Yazar Metin Aydoğan'ın yazılarını yayınlayacağız. Düşünsel yaşamımıza katkı koyacağına inandığımız yazıların, bilimsel tartışmalara yol açmasını diliyoruz.
31 Mart 2014 Pazartesi
26 Mart 2014 Çarşamba
PARTİLERDE BİRLİK SORUNU VE YAPILANMA
Politik
mücadele yürüten partilerin örgütsel gücü; ülke çıkarlarını her türlü kişisel
çıkarın önüne koyan, inanç ve amaç birliğine sahip, kararlı ve özverili
insanların parti çatısı altında örgütlenmesine ve bu kadroların kitlelerle
kurdukları ilişkilere dayanır. Baskının her türüne ve siyasal saldırılara karşı
direnebilmenin ve ayakta kalmanın tek yolu bu dayanışmanın sağlanmasıdır.
24 Mart 2014 Pazartesi
PARTİ VE DEMOKRASİ
Partilerle siyasi
demokrasi arasında, biribirini etkileyip geliştiren bir ilişki vardır.
Çalışanlar, siyasi savaşımın araçları olarak parti örgütlenmesini bulup
yetkinleştirirken, demokrasinin sınırlarını da kendilerinden yana genişletmiş
olurlar. Başlangıçta, emekçilerin partilerle örgütlenmemesi için her türlü
baskıyı kullanan egemenler, istemlerine baskıyla ulaşamayacaklarını anlayınca,
partileri ele geçirmeye ya da kendi partilerini kurmaya yöneldiler. Parti
oluşumunu meşrulaştırarak onların gerçek kullanıcıları oldular. Toplumsal
karşıtçılığı (muhalefeti), denetim altında tutarak “demokrasi” sınırları içinde azınlıkta tutmak, olmazsa güç
yöntemleriyle ezmek, yüzyılımızın geçerli politikasıdır. “Seçim olsun ama ben kazanayım” anlayışı, egemenlerin değişmez
kuralıdır. Partilerle siyasi demokrasi arasındaki ilişki incelemeye değer bir
konudur. Alttaki yazıyı bu amaçla yayınlıyoruz.
20 Mart 2014 Perşembe
PARTİ SORUNU
PARTİ SORUNU
Toplumsal
savaşım (mücadele) araçları olarak partiler, günümüzde her
zamankinden çok yaygınlaşıp önem kazanmıştır. Bir zamanlar
partileri kapatıp yasaklayan egemenler, kitlelerin demokratik
savaşımı karşısında parti varlığını kabullenmek zorunda
kalmıştır. Ancak, bunu öylesine ustalıkla yapmıştır ki,
sonuçta yönetime ulaşan partiler hep onun denetiminde kalmıştır.
Görünüşte “herkes
parti kurabilir, halktan oy alırsa yönetime gelebilir.” Oysa,
olay bu denli basit değildir. Parti konusuna kafa yoranlar ve
özellikle bu yönde eyleme geçenler güç ve karmaşık ilişkilerle
uğraşmak zorunda kalacaktır. Parti sorununu doğru kavramak için,
toplumsal bilince ve geniş bir tarih bilgisine gereksinim vardır.
Parti
sorunu bir kültür sorunudur.
Önümüzdeki üç yazıyı, yerel seçimler nedeniyle güncel olan
parti konusuna ayırıyoruz. İlerde; küreselleşme parti
ilişkisini, Batı partilerini ve Türkiye’deki kimi partileri ele
alıp inceleyeceğiz. Yazılar; parti üyelerine, duygudaşlarına
(sempatizanlarına) ve oy verenlere umarız yararlı olur, bu konuda
bir bilinç yükselmesi sağlar.
Parti,
ortak
politik inançları olan ve toplumsal yaşamı inançlarına uygun
olarak yeniden örgütlemek için, benzer yöntemlerle uğraş veren
insanların gönüllü birlikteliği
ya da temsil
etmeye çalıştığı kitlenin en ileri ve en bilinçli unsurlarının
oluşturduğu, merkezi bir örgüttür.
17 Mart 2014 Pazartesi
16 MART 1920 : İSTANBUL’UN İŞGALİ VE “MECLİSİ MEBUSAN”
İstanbul Meclisi gerek oluşumunda,
gerekse kısa süren yaşamı içinde, toplanma yeri konusunda olduğu gibi, katılım
konusunda da Mustafa Kemal’i çok uğraştırdı. Kurtuluş Savaşı’nın hemen
başlangıcında, ona belki de en sıkıntılı günlerini yaşattı. Milli mücadeleye
katılan ya da katılacak nitelikte olanların, milletvekili adıyla da olsa, işgal
altındaki İstanbul’a gitmesini istemiyor ancak isteğini kabul ettiremiyordu. En
yakın arkadaşlarını bile ikna edemeyen, sözü dinlenmeyen, etkisini yitirmiş bir
önder durumuna düşmüştü. Vahdettin, kısa bir süre için, siyasetinde
başarı sağlamış gibi göründü. Ancak, Meclis, açılışından birkaç ay sonra,
İngiliz askerlerince basılıp kapatılınca ve birçok milletvekili tutuklanıp
Malta’ya sürülünce, haklılığı ortaya çıktı, saygınlığı arttı.
10 Mart 2014 Pazartesi
ABD, AB İLİŞKİLERİ VE YİTİRİLEN DEĞERLER
İçte ve dışta dile getirilen söylemler, umut yaratmaya
yönelik çağrılar ve pahalı ilanlarla desteklenen programlar; halkın çözüm
bekleyen sorunlarından ve ulusal hakların korunup güçlendirilmesinden çok
uzaktır. Küresel karmaşanın güvensiz ortamında, kitleler, sahte umutlarla dolu
sanal bir dünya yaratılarak aldatılıyor. Ancak, daha önce de denenen ve şimdiye
dek başarılı gibi görünen bu girişimin sahte söylemlerine, halk artık
inanmıyor; kitleler söylenenlerin ve program amaçlarının, kendilerinden ve
ulusal haklardan uzak olduğunu artık görüyor.
6 Mart 2014 Perşembe
ESKİ TÜRKLERDE AİLE DÜZENİ VE KADININ TOPLUMDAKİ YERİ
8 Mart, Türkiye’de
de 'Dünya Kadınlar Günü' olarak kutlanıyor. 1857 yılında New York’ta
greve giden kadın işçiler, polisler tarafından fabrikaya kilitlenmiş, çıkan
yangında 129 işçi yanarak can vermişti. Amerikan şirketlerinin vahşiliğini
ortaya koyan bu olay, işçi sınıfı tarihinde acılı yerini almıştır. İkinci
(sosyalist) (1910) ve üçüncü Enternasyonal (komünist) (1921), 8 Mart’ı
‘Dünya Emekçi Kadınlar Günü’ olarak kabul etti; Birleşmiş Milletler
1977’de “Emekçi” sözcüğünü kaldırarak ve “yangın” dan söz
etmeyerek bu kabule katıldı.
1970’e dek ABD’de
kutlanmayan 8 Mart, Türkiye’de çok dar bir çevrede de olsa ilk kez 1921’de
kutlandı; bu günde kutlanıyor. Ancak, kutlamalarda; bir oturmamışlık, yapaylık
ve Türk toplum yapısına uyumsuzluk kendini hemen göstermektedir. Kadınlara
yönelik olarak tarihten gelen değerlerden söz edilmezken, son dönemlerdeki
toplumsal çürüme ve çözülmenin neden olduğu şiddet eylemlerinden,
cinayetlerden, başına Türkler için neredeyse kutsal bir anlamı olan “töre”
sözünü koyarak, gelenekler aşağılanıyor. Bu nedenle 8 Mart’ı başka türlü anmak
istedik ve aşağıdaki yazıyı hazırladık.
Eski Türklerde
kadının toplum içindeki konumu ve aile düzeni, hemen hiçbir toplumda
görülmeyecek düzeyde uygar ve demokratik ilişkiler üzerine kurulmuştu. Günümüz
olayları göz önüne getirildiğinde, bu ilişkilerde ne denli yozlaşma yaşandığı
görülecektir. Bugün kadına şiddet ya da aile ilişkilerindeki bozulmayı ileri
sürerek kendimizi aşağılama ve özellikle Batı’ya özenme kuşkusuz üzüntü
vericidir. Ancak, daha çok üzücü olan, geçmişi bilmemek ve ondan
yararlanmamaktır. Büyük kentlerde yoğunlaşan bozulmaya karşın, Anadoluda
geçmişi yaşayarak yaşatan insanlarımız ne mutlu ki hâlâ vardır. Amerikalıların
yaptığı bir araştırmaya göre Türk toplumları içinde bin yıl önceki ilişkiler,
Ortaasya da yüzde 67, Anadolu da yüzde 37 oranında yaşamaktadır. Bu yüksek bir
kültürün varlığını sürdürmesi demektir, Türklerin kökleridir. Aşağıdaki yazıda
eski Türklerin kadın ve aile konusuyla ilgili bilgilerini bulacaksınız.
3 Mart 2014 Pazartesi
HİLAFETİN KALDIRILMASI
Hilafetin kaldırılması, devlet ve toplum yapısında
yer etmiş, din inancıyla ilişkili, dört yüz yıllık bir kurumun ortadan
kaldırılmasıydı. Atatürk yeniliğin
öncüsü olarak, güçlü ve duruma hakim görünüyordu. Halkın
desteğine sahip Cumhurbaşkanı, köylere dek örgütlenen Halk Fırkası’nın Genel
Başkanıydı. Ordu başta olmak üzere devlet birimleri ona bağlıydı. Yönetim gücü
elindeydi, bu gücü dilediği zaman harekete geçirebilirdi. Ancak, konu
Halifeliğin kaldırılması olduğunda, nelerle karşılaşılacağı, görünürdeki
iktidar gücünün ne kadar işe yarayacağı ve toplumu yönlendirecek gerçek iktidar
gücünün kimde olduğu, belirsizleşmeye başlıyordu.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)