30 Kasım 1925’te çıkarılan, 13 Aralık 1925’te yürürlüğe
giren yasayla Tekke ve Zaviyeler kapatıldı. Bu yasayla, şeyhler ve dervişler,
tekkelerini kapatmakla kalmadılar, yan örgütleri durumundaki derneklerini de
dağıttılar. Kendilerine ayrıcalık sağladığına inandıkları biçimsiz giysilerini
çıkardılar. Herkes gibi; ceket, iskarpin, pantolon, kasket ya da şapka
giydiler, kravat taktılar. Sokakta hiç kimse, onları artık diğer insanlardan
ayıramıyordu. “Başkasının sadakasıyla geçinen” insanlar ortadan
kalkmıştı. Belki de yaşamlarında ilk kez, “emekleriyle geçinmek için”
çalışmaya başlamışlar, halk içinde yaşayan emekçiler haline gelerek
kişiliklerini bulmuşlardı. Onlar, artık Türkiye Cumhuriyeti’nin yurttaşları,
eşit haklara sahip bireyleriydi. Bunların bir bölümü, okul ya da camilerde
kapıcılık, bekçilik gibi hizmet görevi yapan devlet görevlileri, bir bölümü
zanaatkar, bir bölümü de, “keçi kılından şapka örüp satan” esnaf haline
geldiler.
Ülkemizde toplumsal muhalefetin ve siyasi tartışmanın yoğunlaştığı bir dönem yaşanıyor. Kendiliğinden gelişen kitlesel eylemlerin ve siyasi tartışmaların niteliğini yükseltmek amacıyla bu bloğu oluşturduk. Hiçbir parti, grup ve toplulukla bağımız yoktur. Yazar Metin Aydoğan'ın yazılarını yayınlayacağız. Düşünsel yaşamımıza katkı koyacağına inandığımız yazıların, bilimsel tartışmalara yol açmasını diliyoruz.
29 Kasım 2016 Salı
27 Kasım 2016 Pazar
HİNT UYGARLIĞINDA TÜRK ETKİSİ
Türkler,
Hindistan’ı yüzlerce yıl yönetti ve bu ülkeye göz kamaştıran yapıtlar bıraktı. Önceki yerleşimleri saymazsak,
Gaznelilerin 1001 yılında gelmesiyle Hindistan’da 857 yıl süren Türk yönetimi
yaşandı. 1605-1658 arasındaki Cihangir
ve Cihan dönemi; Delhi ve Agra başta olmak üzere birçok taşra kentinde, zerafet ve ihtişamın
doruğa ulaştığı yıllar oldu. Özellikle Şah
Cihan tarihe, Hindistan’da yaptırdığı görkemli yapılarla geçti. Agra’da Anadolu’dan getirttiği mimar ve
ustalara yaptırdığı Tac Mahal ve İnci Camisi benzersiz yapıtlardı.
Delhi’de beş yeni kent kuran Türk hükümdarlarından sonra, Yedinci Delhi olarak tanımlanan Şah
Cihanabat (Bugünkü Eski Delhi) onun tarafından kuruldu.
25 Kasım 2016 Cuma
HİNT UYGARLIĞI
Hindistan; yaşamı ve
insanı anlamaya çalışan düşüncelerin, insancıl inanç dizgelerinin
(sistemlerinin) ve köklü bir tarihe dayanan düşünce akımlarının merkezi
gibidir. Yaratılan düşünsel gelişkinlik ve olağanüstü kültür o denli kapsamlı
ve derindir ki, bu kültür, dünya düşünce tarihinin en önemli aşamalarından
birini oluşturmuştur. Varlığını sürdüren ya da yok olan yüzlerce düşünce akımı;
binlerce yıl boyunca okul ya da inanç dizgelerinde, düşünce biçimleri ya
da davranış geleneklerinde kendisini
yaşatarak, günümüze dek gelmiştir. Doğuya özgü olan ve insana değer veren
katılımcı, erdemli, yüksek toplumsal töreyi (ahlakı) içeren bu büyük uygarlık;
yalnızca Hindistan’ı ya da yalnızca Güney Doğu Asya’yı değil, insanlık
tarihinin tümünü derinden etkilemiştir.
23 Kasım 2016 Çarşamba
“TÜRK MİLLİ EĞİTİMİ” VE ABD
(24 Kasım “Öğretmenler Günü” kutlu olsun)
”Bugünkü okullarda
yetişen gençlere ülke yönetimi teslim edilemez. Biz, laik okullara karşı
imam–hatip okullarını bir seçenek olarak düşünüyoruz. Devletin kilit
mevkilerine yerleştireceğimiz kişileri, bu okullarda yetiştireceğiz.”
Cevdet Sunay TC 5.Cumhurbaşkanı
”İmam–hatip
okullarında iyi eğitim veriliyor. O çocuklardan zarar gelmez. Türkiye laikliği
dinsizlik olarak anlamış, yanlış tatbikatlar yapmıştır. 1930’lardaki laiklik
anlayışını yanlış olarak görüyorum”.
Kenan Evren TC 7.Cumhurbaşkanı
”Biz dindar ve kindar bir nesil yetiştireceğiz.”
Recep Tayyip
Erdoğan TC 12.Cumhurbaşkanı
”Eğitimin amacı yalnız hükümete memur yetiştirmek değil, ülkede
ahlaklı, cumhuriyetçi, devrimci, atılgan, olumlu, giriştiği işleri
başarabilecek yetenekte, dürüst, sorgulayıcı, iradeli, yaşamda karşılaşacağı
engelleri yenecek güçte, karakter sahibi genç yetiştirmektir”.
Mustafa
Kemal Atatürk TC 1.Cumhurbaşkanı
21 Kasım 2016 Pazartesi
GİRİT’İN YOLUNDAKİ KIBRIS
KKTC Cumhurbaşkanı
Mustafa Akıncı, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi
Cumhurbaşkanı Nikos Anastasiadis’le 17
aydır sürdürdüğü görüşmeler maratonunda son noktaya geldi. Temsil ettiği devletin
sonunu getirecek anlaşmayı tamamlamak için İsviçre’nin küçük bir kasabası Mont Pelerin’de, Anastasiadis’le buluştu. İşbirlikçi basın, açıklama yapılmayan toplantıdan;
“çözüme yaklaşıldı”, “beşli zirve gerçekleşecek”,
“Kıbrıs sorunu çözülüyor”, “kararlar 20 Kasım’da” gibi başlıklarla ve olumlu
bir gelişmeymiş gibi verdi. Oysa gerçek, gazete başlıklarından başkaydı ve Kıbrıs,
kapalı kapılar ardında Girit’in gittiği yola sokuluyordu.
19 Kasım 2016 Cumartesi
“TECAVÜZ YASASI” VE ESKİ TÜRKLERDE KADIN
Eski
Türklerde; vatana ihanet, savaşta gevşeklik, ülke çıkarlarını yabancı
ülkelere karşı korumama, elçilik görevlerinde kusur, ağır siyasi suçlardı
ve cezası ölümdü. Türk hukuku, cinsel tecavüz ve ırza geçmeyi,
bağlı atı çalmayla birlikte adi suç sayıyor ve bu suçları da ölümle
cezalandırıyordu. Tecavüze uğrayan kadın toplumdan dışlanmıyor,
ona sahip çıkılıyordu. Tecavüz nedeniyle çocuğu olursa, kadın ulu bir ağaçla
evlendiriliyor, doğan çocuk bu yolla meşrulaştırılıyordu. Yaş farkı çok olan
evliliklere izin verilmiyor; yaşlı kuşaktan erkek, genç kuşaktan bir kadınla evlenemiyordu.
Evlilik, kesin olarak nikâha ve
tek eşliliğe dayanıyordu.
16 Kasım 2016 Çarşamba
VAHDETTİN’İN KAÇIŞI; SALTANATIN KALDIRILMASI
17 Kasım 1922 günü ülkeden kaçan Vahdettin, ulus
vicdanını gerçek anlamda rahatsız eden ağır suçlar işlemişti. Anadolu’da ordu
yoksulluk içinde savaşırken; kadınlar, yaşlılar, çocuklar ölüm dahil her türlü
eziyeti göze alıp ateş hatlarına silah götürürken; İstanbul’da, “en sıradan
hamal bile özgürlüğün temeline bir taş koymak için yaşamını tehlikeye atmaktan
çekinmezken”; Padişah, tüm ulusun kutsal saydığı bu savaşa katılmamış, tam
tersi her türlü karanlık oyun içinde düşmanla işbirliği yapmıştı. Tüm ulus,
bağımsızlığı için “kendini feda ederken”, o ülkeyi işgal edenlerle
anlaşmıştı. Düzenlediği iç isyanlarla kardeş kanı akıtmış, Kurtuluş Savaşı
önderlerini idama mahkum etmişti.
13 Kasım 2016 Pazar
MUSTAFA KEMAL’İN İSTANBUL GÜNLERİ: KURTULUŞ SAVAŞI HAZIRLIKLARI
Mustafa Kemal, 13 Kasım 1918 Çarşamba günü İstanbul’a geldi. Burada bulunduğu altı ay
boyunca, durmadan çalıştı. Hemen “her kapıyı çaldı.” Güvenilir bulduğu
yetki sahiplerine, “askeri birlikleri terhis etmemelerini” ve işgal
güçlerine olabildiğince, “örtülü engeller çıkarmalarını” söylüyordu.
Dost bildiklerinden başka; düşman saydığı kişiler, düzeysiz ve yetersiz
görevliler, hoşlanmadığı insanlar ve yabancılarla bile konuştu. İstanbul’da
kaldığı süre içinde, Vahdettin’le dokuz, Sadrazam Damat Ferit’le
iki, Harbiye Nazırları Şakir ve Abdullah Paşalarla birer ve
Dahiliye Nazırı Mehmet Ali Bey’le bir kez görüştü. Sir W.Birdwood,
Kont Sforza ve Rahip Frew’la bir araya geldi. “Türk milletini kurtarmak
için giriştiği işte hiçbir şeyi gayrimeşru saymıyordu.” Ülkeyi esenliğe
çıkarmada o denli kararlıydı ki, herşeyi göze almıştı. Gerçek düşüncelerini
büyük bir sabırla saklı tutuyor, amacına katkı koyması koşuluyla herkesle,
konuşuyordu.
9 Kasım 2016 Çarşamba
ATATÜRK’ÜN HASTALIĞI VE HEKİMLER
Sağlığı, 1935’ten sonra bozulmaya başladı. Bu
kez görülen, eski hastalıklarından birinin depreşerek onu yeniden rahatsız etmesi
değil, dış görünüşüne yansıyan genel bir çöküntüydü. Kendini güçsüz hissediyor,
çabuk yoruluyor ve eski verimiyle çalışamıyordu. Ten rengi hızla solmuş, yüz hatlarında
derin kırışıklıklar oluşmuştu. Onda pek görülmeyen bir yorgunluk ve bu yorgunluğa
bağlı bir bezginlik görülüyordu. Ancak, belirtilere karşın, rahatsızlığının nedeni
karaciğer hastalığı bir türlü saptanamıyordu. Tanı gecikmesini ve yanlış tedaviyi
anlamıştı. İsviçre’de okuyan Afet İnan’a
gönderdiği mektupta, “bence doktorların
yanlış görüş ve hükümleri nedeniyle hastalık durmamış, ilerlemiştir” diyor;
İsmet İnönü'ye “İsmet, hastalığım çok
daha önce bana bütün ağırlığıyla anlatılsaydı, o zaman işin başında, tam başında
önlemini alırdım. Bu noktaya getirmezdim. Bana yeterince anlatılmadı, gerçekler
gizlendi” diye serzenişte bulunuyordu. Fransa’dan getirilen, Prof. Dr. Frank Fiessinger, kendisini hayrete uğratan
bir gerçekle karşılaşıyor, “Atatürk’e o güne
dek hiçbir kan tahlili yapılmadığını” görüyordu.(x)
8 Kasım 2016 Salı
ABD’DE SEÇİMLER VE PARTİLER
Paranın
siyaset üzerinde her yerde ve her dönemde sürdürdüğü etkili gücü, Amerika’da
çok belirgin ve yaygındır. Seçim kazanma şansına sahip her iki parti de, üye ve
sempatizan yardımlarıyla ayakta kalamayacaklarını bilirler. Pahalı seçim
kampanyaları için, bol sıfırlı yardım çeklerine gereksinimleri vardır ve
bunu verebilecek olanlar yalnızca şirketlerdir. Şirketler için partiler, seçim
dönemlerinde dört yıllığına sermaye yatıracakları ve karşılığını o
yasama döneminde alacakları yatırım alanlarıdır.
4 Kasım 2016 Cuma
SANAYİ DEVRİMİ VE BATI AYDINLANMASI
Buharlı makina, elektromanyetik motor ve bilgisayar; Sanayi Devrimi'ne yön veren köşe taşlarıdır. Bunlar tekil olgular değil, birbirini tamamlayan gelişmelerin ortak ürünü ve geçmişten gelen bilimsel birikimin sonuçlarıdır. Bilimsel ve teknolojik gelişme. 17.Yüzyıldan aldığı birikimi 18.yüzyılda geliştirip daha kapsamlı duruma getirerek, 20.yüzyıla aktardı. 19.Yüzyıl teknik ilerlemenin altın çağıydı. İnsanlar araştırıyor, buluyor ve bulduklarını uygulamaya sokarak büyük paralar kazanıyordu. Patent bürolarına hergün binlerce buluş getiriliyor ve ilk buluş belgeleri alınıyordu.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)