31 Temmuz 2017 Pazartesi

KÖPRÜ VE YOLLARDA HAZİNE ZARARI BÜYÜYOR


2016 itibariyle Türkiye’nin borcu; 421 milyar doları dış, 269 milyar doları iç olmak üzere toplam 690 milyar dolara ulaştı. Bu borcun ulusal gelire oranı yüzde 50’yi buluyor. Bu oran Türkiye’yi, dünyada ulusal gelirine göre en borçlu ülkelerden biri haline getiriyor. Borç o denli büyük ki, üretimsizliğin yol açtığı gelir düşüklüğü sürdüğü sürece, ne bugün ne de gelecekte ödenebilir. Ödenemeyen borçlar için alacaklıların neler yapabileceği, Osmanlı’nın son döneminde yaşayarak görüldü. Belli ki, benzer uygulamalar yine görülecek. Ekonomik sorunların ağırlaştığı günümüz ortamında, yabancı ortaklı şirketlerin yap-işlet-devret modeliyle yaptığı 53,7 milyar dolarlık 211 projeye 130 milyar dolar Hazine garantisi verildi. Yalnızca 18 şehir hastanesine devletin ödeyeceği kira bedeli 30 milyar dolar. Hazine, Avrasya Tüneli, Osmangazi Köprüsü  ve Yavuz Sultan Selim Köprüsü’nde; geçmeyen araçlar için işletmeci şirketlere, 2017’nin ilk 4 ayında 803 milyon TL ödeyecek. Bugünkü durumun sürmesi halinde, yıl sonunda işletmeci firmalara 2 milyar 410 milyon TL ödenecek. Bu miktar, Osmangazi Köprüsü’nün yapım bedeli kadar bir paradır.

27 Temmuz 2017 Perşembe

BİRİNCİ DÜNYA SAVAŞI VE MUSTAFA KEMAL


Birinci Dünya Savaşı, 28 Temmuz 1914'de başladı, 11 Kasım 1918'de bitti. Osmanlı İmparatorluğu, savaş sürerken ve ortada hiçbir neden yokken, 29 Ekim 1914 günü herhangi bir bildirimde bulunmadan Rus limanlarını bombaladı. Osmanlı İmparatorluğu’nun Dünya Savaşı’na katılması anlamına gelen bu eylem, önceden hazırlanmış bir tasarımdı ve çok dar bir kadro tarafından düzenlenmişti. Akdeniz’de İngiliz donanmasından kaçan Goeben ve Breslau adlı iki Alman savaş gemisi, Çanakkale’yi geçip İstanbul’a gelmiş; Türk Hükümeti, kimsenin inanmadığı bir açıklamayla, bu iki gemiyi satın aldığını açıklamıştı. Yavuz ve Midilli adları verilen ve gönderine “Türk bayrağı çekilip, Türk flamalarıyla donatılan” bu iki gemi; “başlarına kırmızı fes takılarak Türk üniforması giydirilmiş” Alman askeriyle birlikte ve yanlarına Karadeniz’deki Osmanlı filosunu da alarak, Rus kentlerini bombalamıştı. Saldırı emrini, Türk Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na getirilen Alman Amiral Wilhelm Souchon (1864-1946), Başkomutan Vekili Enver Paşa’nın yazılı iznine dayanarak vermişti. (X)

23 Temmuz 2017 Pazar

“ZAFERİN ULUSLARARASI HUKUKUN KÜTÜĞÜNE ÇAKILMASI” : LOZAN ANTLAŞMASI


Vahdettin’in ülkeden kaçışından 3 gün sonra, 20 Kasım 1922’de, Lozan’da barış görüşmeleri başladı. Bir yanda, katılımcı olarak İngiltere, Fransa, İtalya, Yunanistan, Japonya, Romanya ve gözlemci olarak, ABD, Sırbistan, Sovyetler Birliği, Bulgaristan, Belçika, Portekiz; diğer yanda yalnızca Türkiye vardı. Birinci Dünya Savaşı’nı kazanan devletler, hazırladıkları Sevr Anlaşması’nı Ankara hükümetine kabul ettirememişler; Anadolu’ya çıkartılan Yunanlıları yenen Türkler, Lozan’a, yenilgiyi kabul eden Almanya ve Avusturya’dan farklı olarak, yengi kazanmanın özgüveniyle gelmişti. İngiltere ve bağlaşıkları (müttefikleri) ise, Türkiye’yi hala “Dünya Savaşı’nın yenik ülkesi” görerek ya da öyle görünerek gelmişti. Almanya ve Avusturya’ya Versailles’da yapılanın benzeri, Lozan’da Türkiye’ye yapılacak ve Küçük Asya’daki Batı çıkarları, korunacaktı. Ortadoğu’ya verilecek yeni biçim, uluslararası bir anlaşmayla meşrulaştırılacak, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki imtiyaz haklarının korunması koşuluyla, Yeni Türkiye’nin sınırları belirlenecekti.

19 Temmuz 2017 Çarşamba

OSMANLI’DA TOPRAK MÜLKİYETİ


Selçuklu ve Osmanlılar’daki toprak mülkiyetinin temel özelliği, Orta Asya kültürünün gelişkin bir uzantısı ve paylaşımcılığa dayanan kamucu yaşam biçiminin ürünü olmasıdır. Fethedilen yerlerde devletin kalıcılığını sağlamada belki de en önemli sorun, toprak ilişkilerindeki çeşitlilik ve bu çeşitliliğe uygun çözümlerin bulunup uygulanmasıydı. Onlarca millet ve milliyetin yaşadığı yedi milyon kilometrekarelik İmparatorlukta, tek bir uygulamanın her yerde ve aynı biçimde gerçekleştirilmesi olanaksızdı. Bu nedenle, özel koşullara uyum gösteren ve gereksinime yanıt veren değişik mülkiyet ilişkileri geliştirildi ve başarıyla uygulandı.

17 Temmuz 2017 Pazartesi

İSPANYA İÇ SAVAŞI


17 Temmuz 1936’da, başlayan İspanya İç Savaşı, “uygarlığın beşiği” Avrupa’da yaşanan bir insanlık dramı, bir vahşet dönemiydi. Emperyalist devletler, gerektiğinde, kendi halklarına karşı da şiddet uygulamış ve zor yöntemlerini, Avrupa’da da kullanmaktan çekinmemişti. Ulusal ya da toplumsal mücadeleye girişeceklerin, İspanya iç savaşını incelemeleri ve günümüze yönelik sonuçlar çıkarmaları gerekir. Bu savaş; ilkelerin ve insani değerlerin nasıl kolayca ayaklar altına alındığını, “demokrasi” havarisi ülkelerin demokrasinin yok edilmesine nasıl göz yumduklarını gösteren, çarpıcı bir örnektir. Bu savaş, İspanya topraklarında yapılan bir Avrupa İç Savaşı’dır. Savaşa şu ya da bu oranda karışmayan, vatandaşı İspanya’da savaşmayan ülke kalmamıştı. Üç yıl süren savaş sonunda; Bir milyon insan öldü, iki milyon insan tutuklandı ve beş yüz bin insan yurtdışına kaçtı. İspanya; emperyalist ülkelerin, ideolojilerin, sistemlerin ve yeni silahların çatıştığı bir arenaya dönüştü.

16 Temmuz 2017 Pazar

OSMANLI YÖNETİM BİÇİMİ


Osmanlı Devleti’nin evrimi, yalnızca askeri örgütlenme ve devlet yönetimi konularında değil, bununla birlikte; eğitim, hukuk, maliye, ticaret ve üretim alanlarında da kendinden önceki Türk toplumlarının tarihsel birikimi üzerinde gelişti. Orta Asya kültürü temel alınıp, yeni koşulların yarattığı gereksinimler doğrultusunda; başka kültürlerden de yararlanılarak, güçlü ve iyi işleyen bir devlet kuruldu. Selçukluların işleyip geliştirdiği; Sasani, Abbasi ve Bizans kültürü; binlerce yıllık Anadolu uygarlığıyla karıştı ve tümü Türk yönetim düzeni içinde eritilerek, ileri bir uygarlık yaratıldı. Anadolu, bu gelişime bağlı olarak, Türkleşti.

12 Temmuz 2017 Çarşamba

TÜRKÇE’NİN GÜCÜ


12 Temmuz 1932, Dil Devrimi’nin temelinde yer alan, Türk Dili Tetkik Cemiyeti’nin kuruluş günüdür. “Türkçe’nin Gücü” yazısını, bugünün anısına ve Türkçenin gelişimine katkı koyanlara saygı için yayınlıyoruz.

Türkçe, Selçuklular ve Osmanlılar tarafından yaklaşık bin yıl, resmi dilden uzak tutuldu ve hiçbir devlet desteği almadı. Tersine; savsaklandı, aşağılandı ve baskı altına alındı. Buna karşın, başta Türkmenler olmak üzere, Anadolu halkının sahiplenmesi nedeniyle kendini korumasını bildi. Bilim adamlarını şaşırtan bir direnç göstererek özyapısını korudu. Sözcük zenginliği ve köklü yapısı sayesinde, özümleme uygulamalarının tümüne karşı direndi ve ayakta kaldı. Osmanlılar Türkçe’yi baskı altına alırken, ona tanımadıkları serbestliği; Arapça, Farsça, Rumca, Bulgarca ve Sırpça’ya tanıdı, buna karşın bu diller, Türkçe’yi eritemedi. Bu dilleri konuşan toplumlar, zorlama olmamasına karşın, kendi dilleri yanında Türkçeyi de öğrendiler. Türkçe, onların diline birçok sözcük bıraktı.

10 Temmuz 2017 Pazartesi

ESKİ TÜRKLERDE TÜZE (HUKUK)


Hukukçularımızın 10 Temmuz Dünya Hukukçular Günü kutlu olsun.

Eski Türklerin hukuk düzeninde, ayrımsız herkesin sorumlu olduğu ceza yasaları vardı ve yasalar, disiplinli bir güvenlik örgütü aracılığıyla ödünsüz uygulanırdı. Hızlı ve adil karar veren mahkemeler, suçluları ayırım gözetmeden yargılardı. Gözaltı süresi on günden çok olamazdı. Vatana ihanet, savaşta gevşeklik, ülke çıkarlarını yabancı ülkelere karşı korumama, elçilik görevlerinde kusur, ağır siyasi suçlardı ve cezası ölümdü. Cinayet, ırza geçme, bağlı atı çalma, soygun, ağır adi suçlardı ve bunların da cezası ölümdü.

7 Temmuz 2017 Cuma

ADANA’DAN SAMSUN’A; KURTULUŞ SAVAŞI HAZIRLIKLARI

Mustafa Kemal’in Kurtuluş Savaşı hazırlıkları; Adana’da başlattığı, İstanbul’da geliştirdiği ve Samsun’da uygulamaya soktuğu dokuz aylık bir dönemini kapsar.19 Mayıs, hazırlık sürecinin son, Kurtuluş Savaşı’nın  başlangıç noktasıdır. Mondros Mütarekesi henüz imzalanmamışken, ülkenin işgal edilerek parçalanacağını önceden görmüş, hazırlıklarını buna göre yapmıştı. Ulusun kurtuluşu; halkın örgütlenmesine dayalı silahlı savaşımın ve ulusal bağımsızlık kararlılığının, toplumun ortak istenci durumuna getirilmesiyle olanaklıydı. “Türk ata yurduna ve Türk’ün bağımsızlığına saldıranlara” karşı, onların gücüne ve kim olduğuna bakmadan, “bütün ulusça ve silahlı olarak karşı çıkmak, onlarla savaşmak gerekiyordu”. Şimdi bunu yapıyor ve sonuna dek gideceği, dönüşü olmayan bir yola giriyordu.

4 Temmuz 2017 Salı

KÜRTLERİN TÜRKLEŞMESİ, TÜRKLERİN “KÜRTLEŞMESİ”


Osmanlılar, Kürdistan adını verdiği bölgede, devletin temel dayanağı olan tımar sistemini Kürtler’e uygulamadı. Bölgenin yönetimini, babadan oğula geçecek biçimde aşiretlere bırakıp bu aşiretlere, yalnızca Avrupa’daki sınır boylarında yaşayan kimi topluluklara verilen özel haklar tanıdı. Kürtler Müslüman olduğu için haraç ve cizye ödemiyor, tımar dışında bırakıldıkları için de aşar vermiyordu. Çevreleri koruma altında olduğu için, hiçbir dış tehdit altında değildiler. Bu koşullar, Kürtlerin tarihlerinin hiçbir döneminde ulaşamadıkları ayrıcalıklardı.

3 Temmuz 2017 Pazartesi

KILIÇDAROĞLU’NUN YÜRÜYÜŞÜ


Songül Karlıdere: Değerli Metin Hocam, paylaşımlarınızdan Kılıçdaroğlu’nun yürüyüşünü desteklediğinizi görüyorum. Kitaplarınızda CHP’nin tarihini yazdınız, paylaşımlarınızda CHP yönetiminin niteliğini ortaya koydunuz. Şimdi yürüyüşü destekliyorsunuz. Bu çelişkiyi nasıl açıklayacaksınız.
Metin Aydoğan: Toplumsal mücadele, çelişkilerin iç içe geçtiği karmaşık bir süreçtir Sevgili Songül. Olay ve olgulara; iyi-kötü, ak-kara, yararlı-yararsız donmuşluğuyla bakmamalısın. Sürekli değişkenliğin yön verdiği çelişkiler yumağı içinden, yararlı olanları bulup çıkarmalıyız.. Siyahla beyaz arasında grinin olduğunu ve müdahaleyle siyaha ya da beyaza yönelebileceğini bilmelisin.

2 Temmuz 2017 Pazar

ARAP COĞRAFYASINDA TÜRK EGEMENLİĞİ


Arapları egemenlik altına alan ilk Türk devleti, Mısır’da kurulan Tolunoğulları’ydı. Daha sonra yine Mısır’da Akşit ve Memluk devletleri kuruldu. Samanoğulları, Karahanlılar, Gazneliler, Gorlulular; İran Yaylası ile Orta Asya’da kurulan ve Araplarla ilişki geliştiren diğer Türk devletleriydi. Büyük Selçuklular, Mısır dışındaki Abbasi topraklarını ele geçirdiler. Osmanlı İmparatorluğu; Arapların yaşadığı toprakların tümüne egemen oldu. Araplar, 20.yüzyıla dek süren bin yıllık Türk yönetimi altında, tarihlerinin en çatışmasız ve huzurlu dönemini yaşadı.