17 Temmuz
1936’da, başlayan İspanya İç Savaşı, “uygarlığın beşiği” Avrupa’da yaşanan bir insanlık dramı, bir vahşet
dönemiydi. Emperyalist devletler, gerektiğinde, kendi halklarına karşı da
şiddet uygulamış ve zor yöntemlerini, Avrupa’da da kullanmaktan çekinmemişti.
Ulusal ya da toplumsal mücadeleye girişeceklerin, İspanya iç savaşını
incelemeleri ve günümüze yönelik sonuçlar çıkarmaları gerekir. Bu savaş;
ilkelerin ve insani değerlerin nasıl kolayca ayaklar altına alındığını, “demokrasi”
havarisi ülkelerin demokrasinin yok edilmesine nasıl göz yumduklarını gösteren,
çarpıcı bir örnektir. Bu savaş,
İspanya topraklarında yapılan bir Avrupa İç Savaşı’dır. Savaşa şu ya da
bu oranda karışmayan, vatandaşı İspanya’da savaşmayan ülke kalmamıştı. Üç yıl
süren savaş sonunda; Bir milyon insan öldü, iki milyon insan tutuklandı ve beş
yüz bin insan yurtdışına kaçtı. İspanya; emperyalist ülkelerin, ideolojilerin,
sistemlerin ve yeni silahların çatıştığı bir arenaya dönüştü.
Kuralsız Çatışma
Batı Avrupa’nın en eski ve bir zamanların en
varsıl sömürgeci ülkesi İspanya, 2.Dünya Savaşı’nın hemen öncesinde; sömürgeci
geçmişine uygun düşen, kanlı bir iç savaş yaşadı. Büyük toprak iyesi (sahibi)
gerici beysoylular, kilise ve ordu; sömürge halklarına uyguladığı ölçüsüz
şiddetin hemen aynısını, kendi halkına da uyguladı. Her zaman olduğu gibi,
haklı da değillerdi. 1931’de kurulan Cumhuriyet’in iki yıl sonra yapılan ilk
genel seçimini kazandıklarında çok sevindiler ancak 1936’da yitirdiklerinde ise
ayaklandılar. Çılgına dönmüş gibi vurdular, kırdılar ve öldürdüler. Kan
dökerken kural tanımama, dizginlenmeyen öldürme duygusu, sonsuz ve ilkel
bencillik onları bir tür yokedici haline getirmişti.
986 Gün
süren iç savaş bittiğinde arkasında; 1 milyon ölü, 2 milyon tutuklu, 500 bin
sürgün, 500 bin yıkılmış ev, harabeye dönmüş 183 kent ve her söylediği kanun
yerine geçen acımasız bir diktatör bırakmıştı.1 Bilim adamları,
sanatçılar, aydınlar ya yurtdışına kaçmış ya da öldürülmüştü. Hiçbir siyasi
eyleme katılmamış olan 38 yaşındaki Garcia Lorca, 64 yaşında
Cumhuriyetçilere katılan İspanyol edebiyatının büyük şairi Antonio Machado
ve 1942 yılında henüz 32 yaşındayken Franko’nun hapishanelerinde ölen
şair Miguel Hernandez, iç savaşta yok olup gitti.
Herkes Herkesi Öldürüyor
İspanya’da, yalnızca yönetim için savaşım veren
partilerin üye ve yandaşları birbirlerini öldürmedi. İnancı için ölüme
gidenlerin yanında; kişisel düşmanlıklar, alınamayan borçlar ya da kan
davalarına dayalı eski düşmanlıklar, iç savaş bahanesiyle cinayetlere
dönüştürüldü. Öldürmenin sınırı yoktu; küçük çocuklar, yatalak yaşlılar,
hastalar, genç kızlar ve hatta evcil hayvanlar... Okullar, hastaneler topa
tutuluyor, kiliseler ateşe veriliyordu. Üç yılda 6 bin din adamı öldürüldü: Barbastro
bölgesinde, Aragon ve Katalonya’da rahiplerin yüzde sekseni bu çatışmalardan sağ çıkamadı.2
Cumhuriyeti destekleyen rahipleri darbeciler, darbecileri destekleyenleri de
cumhuriyetçiler öldürdü.
Başka ulusların insanları da birbirlerini İspanya’da
öldürdü. Nazi yönetiminden kaçan sürgün Almanlar, Franko yanında
çarpışan Almanları; faşist İtalyan askerleri Cumhuriyete yardıma gelen solcu
İtalyanları öldürüyordu. Sürgünler, eşi benzeri olmayan Uluslarası
Tugaylar’ın askerleriydi. Cumhuriyetçilerin direnişini desteklemek için
İspanya’ya, dünyanın her yerinden anti-faşist gönüllüler geldi. Bunlar, iç
savaşın belki de en duygusal öğesini oluşturuyordu. Tugaylara yazılırken, şu
sözlerin altına imza atıyorlardı; “Buraya gönüllü olarak geldim ve gerekirse
kanımı İspanya’nın ve bütün dünyanın özgürlüğünü gerçekleştirmek için, son
damlasına kadar akıtacağım”.3
İspanya,
bu denli kanlı bir iç savaşa nasıl geldi? ‘Uygar’ Avrupa’nın göbeğinde
bu vahşet niçin yaşandı? Bir zamanların en büyük sömürge imparatorluğu neden bu
denli güçsüz düştü?
Toplumsal Yapı
19.Yüzyılın
ilk yirmi beş yılında İspanya, Kuzey ve Güney Amerika’daki sömürgelerinin büyük
bölümünü yitirmişti. 1898’de ABD ile yaptığı savaşı yitirince Küba, Filipinler
gibi son sömürgeleri de elinden gitmiş ve geriye bir tek İspanyol Fas’ı
kalmıştı. Burası da, Cebelitarık boğazı için önemli olan bu yerin, İngilizlerin
güçsüz İspanya’nın elinde kalmasını uygun gördüğü için duruyordu.
Halktan Uzak Ordu
İspanyol Ordusu’nun, ard arda gelen yenilgilerden sonra,
görev alanı, eylemsel olarak, iç güvenliğin sağlanmasıyla sınırlı kalmıştı.
Dışarda gösteremediği askeri hünerini kendi halkına gösteriyor ve her
zaman; toprak sahipleri ve kiliseden yana davranıyordu.
Ordu,
İspanya Ulusu’nun değil, yönetimdeki oligarşik yapının ordusuydu. Görev
anlayışı, ulusal çıkarlar ve yurtseverliğe değil, iktidar olanaklarının
kullanılıp korunmasına dayanıyordu. Bu nedenle emir-komuta dahil her alanda
yapısal bir bozukluk içindeydi. 1900 yılında 110 926 astsubay ve erden oluşan
İspanyol ordusunda, tam 24 705 subay ve 471 general vardı. Deniz kuvvetlerinde,
donanma denilen birkaç gemiye karşılık, 142 amiral bulunuyordu.4
Kilise ve Toprak Egemenleri
Uçsuz bucaksız topraklara sahip Katolik kilisesi, akçalı
işlerle uğraşan büyük bir holding haline gelmişti. 125 milyon peseta sermayeli Madrid
Uriquio Bankası onundu ve çeşitli eyaletlerde sermaye toplamları 85 milyon
peseta tutan dört bankayı denetimi altında tutuyordu. Madrid Tramvay Şirketi,
İspanya’nın Güney Amerika’ya sefer yapan en büyük deniz taşıma şirketi, Transatlantica
ve birçok büyük maden şirketinde kilisenin hisseleri vardı.5
Siyasi ve ekonomik gücü arttıkça, halk kitlelerine sırt
çeviren Katolik kilisesi, İspanyol gericiliğinin merkezi konumundaydı. Halkın
tepkisini ve nefretini çekiyordu. Köylülerin kilise ve manastır yakması 1835’e
dek uzanan bir gelenek olmuştu. Sömürge gelirlerinin kesilmesi üzerine kilise,
öteki egemenlerle birlikte kendi halkını soymağa, bir başka deyişle iç talana
başlamıştı. Çektiği tepkinin nedeni buydu.
1900
Yılında, toprak sahiplerinin yüzde 1’i tüm toprakların yüzde 42’sini ellerinde
bulunduruyordu.6 Tarımsal alanda hala 500 yıl öncesinin eski
geleneksel ilişkileri sürüyordu. Bu durgun ve ilkel yapı, sanayileşmeyi önlüyor
ve kırsal yapının çözülmesini geciktiriyordu. Bölgesel ve yerel topluluklar,
20.yüzyıla gelindiğinde bile hala içlerine kapalı birimler durumundaydı.
Ekonomik Yapı
İspanya’da kapitalizmin gelişmeye başlaması ve sermaye
piyasasının doğması ancak 1.Dünya Savaşı sırasında gerçekleşti. Üretim ve
tarımsal kaynaklı da olsa dışsatım arttı. Köylüler kentlere göç etti ve işçi
sınıfı büyüdü.
Kapitalizmin göreceli olarak gelişmesi, dengeli bir
yaygınlık içinde olmadı ve birkaç bölgede yoğunlaştı. Katalonya ve Bask
bölgelerindeki gelişme, başka bölgelerden çok ilerdeydi. 1918 Yılında, 368
anonim şirketten, 294’ü Katalonya’da,
50’si ise Bask’ta kurulmuştu.7
İspanya, 1.Dünya Savaşı’na katılmadı. Bu tutum, dışsatım
artışına ve sermaye birikimine yol açtı ama aynı zamanda, yüksek enflasyon,
işsizlik ve yeni ekonomik sorunların ortaya çıkmasına neden oldu. 1916 ve
1917’de, demokratik ve siyasi istemli genel grevler ortaya çıktı. Rus Devrimi
kısa sürede etkisini burada da gösteriyordu. 1921 yılında Sosyalist Parti’den ayrılan bir küme, uzun yıllar pek
bir varlık gösteremeyecek olan, İspanyol Komünist Partisi’ni kurdu.
1923’de,
ülkeyi 1930’a dek diktatörlükle yönetecek olan sağ bir askeri darbe
gerçekleştirildi. 1930 yazında Cumhuriyet yanlısı bir ayaklanma girişimi oldu,
ayaklanma kanlı bir biçimde bastırıldı. Ancak, Cumhuriyetçilerin direnişi
sürdü. 12 Nisan 1931’de yapılan yerel seçimler, monarşiye karşı bir halk
oylamasına dönüştü ve bu seçimleri Cumhuriyetçiler kazandı. 14 Nisan 1931 günü
yaşamı sekiz yıl sürecek olan Cumhuriyet ilan edildi.
Çatışma Ortamı
İspanya 1936 yılına; birbirlerinin adını duymaya bile
katlanamayan karşıt siyasi örgütler, çatışmak için bahane arayan yıllanmış
kinler, acımasız nefretler, geri kalmış bir ekonomik yapı ve kabul edilemez
haksız toplumsal ilişkilerle geldi.
İspanya, 1936’da tam anlamıyla bir barut fıçısıydı.
1936 Yılı
Ocak ayında, Manuel Azana önderliğindeki Cumhuriyetçiler ile Barrio
önderliğindeki Cumhuriyetçi Birlik, komünist ve sosyalistlerin ve öteki
sol politik kümelerin birleşmesiyle Halk Cephesi (Frente Popular)
kuruldu. Halk Cephesi’nin sağ
kanadı; Cumhuriyetçi Sol, Cumhuriyetçi Birlik, Katolonya
Partisi ve Federal Cumhuriyetçi Parti, Sol kanadı ise; Sosyalist
Parti, Komünist Parti, Sendikalist Parti, Marksist Birlik
Partisi’nden oluşuyordu. Halk
Cephesi’ne katılmamasına karşın güçlü
iki anarşist örgüt, İspanya Anarşist Federasyonu ve Ulusal İşçi
Konfederasyonu, Halk Cephesini destekledi.
Seçim ve Partiler
16 Şubat 1936 seçimleri, Cumhuriyetçilerin net bir
çoğunluk kazanmasıyla sonuçlandı. Halk cephesi 4 milyon 176 bin oy alırken, sağ
cephe 3 milyon 783 bin oy aldı. Merkez partiler büyük oy yitirirken; Halk
Cephesi oylarını 700 bin, sağ cephe ise 600 bin arttırdı.8
Merkezin büyük partisi Radikallerin (yalnızca adları radikal)
milletvekili sayısı 80’den, 6’ya düştü. Toplumsal savaşımın şaşmaz kuralı
İspanya’da da kendini göstermişti; ülkenin sorunları arttıkça köktenci
siyasetler yükseliyor, merkez partiler eriyordu.
Parlamentodaki
milletvekili sayıları, seçim yasasının özelliği nedeniyle, alınan oylardan daha
ayrımlı oranlarla gerçekleşti. Sekiz Partiden oluşan Sağcı Cephe 142, 6
partiden oluşan Merkez Blok 31, 7 partiden oluşan Halk Cephesi
ise 271 sandalye kazanmıştı. Halk Cephesi içinde; Cumhuriyetçi Birlik
37, Cumhuriyetçi Sol 80, Sosyalist Parti 90, Katalon Solu
38, Sendikalistler 2, Komünist Parti 16, Bağımsız Solcular
8 milletvekili ile temsil ediliyordu.9 Bir önceki seçimde sağcıların
işine yarayan seçim biçimi, bu kez Halk Cephesi’nin işine yaramıştı.
Siyasi Aydınlanma
Halk
Cephesi’nin seçim zaferi, İspanya’nın demokratik
gelişiminde adeta bir devrimdi. İspanya halkı; yüzyıllar süren eşitsizliğe,
yasa tanımaz şiddete ve oligarşik egemenliğe karşı, herkesi şaşırtan bir tepki
göstermişti. Akçalı olanaksızlıklara, eğitimsizliğe ve örgütsel yetersizliklere
karşın; halk, sağduyusuyla desteğini bir yerde toplamış ve ulusal birliğin
adresini bulmuştu. İspanya’da toplumsal yapıdan daha ilerde bir siyasi
aydınlanma yaşanıyordu.
Franko Ortaya Çıkıyor
Gerici güçlerin yükselen uyanışa tepkisiz kalması
beklenemezdi. Seçim sonuçları açıklanır açıklanmaz, Fas lejyon birliklerinde
görevli General Franko, henüz istifa etmemiş olan sağcı başbakan
yardımcısı Valladares’e koştu ve hükümetin, seçimi kazananlara
bırakılmaması gerektiğini bildirdi. “Şu bir kaç saat İspanya için çok
önemlidir” diyordu. Ona göre; “seçimi kazanan solcular” henüz
hükümete gelmemişken, eski meclis dağılmamışken, hemen duruma hakim olunmalı ve
sol cephe ezilmeliydi. Ancak, ılımlı bir merkezci olan Valladares
bu öneriye sıcak bakmadı ve Franko’yu dinlemedi.
Ancak
para ve toprak sahibi egemenler, “Afrikalı” generaller kümesiyle
anlaşmakta gecikmedi. Zaten ordu içinde darbe amacına yönelik çalışmalar
yıllardır sürdürülüyordu. Subaylar arasında Ordu Eylemi adlı gizli bir
kralcı örgütün olduğu biliniyordu.
“Halk Cephesi”
Sosyalist ve komünistlerin katılmadığı Halk Cephesi
Hükümeti, bu koşullar altında kuruldu. Yeni hükümet, 1931 yılındaki ilk
Cumhuriyet Hükümeti’nin yaptığı yanlışı yineledi. Kendisine karşı askeri ve
siyasi gizdüzenlerin (komploların) hazırlandığı bir ortamda, Cumhuriyet karşıtı
yasadışı oluşumların üzerine gitme kararlılığını gösteremedi.
Böylelikle
iç savaşı başlatacak ve Cumhuriyeti ezecek olan faşist örgütlenmenin varlığını
sürdürmesine olanak sağlamış oldu. Önderlik sorunu İspanyol halkının karşısına,
hem de en yaşamsal dönemde bir kez daha çıkmıştı. Cumhuriyeti kuranlar, onu
yaşatacak olgunluk ve bilinçten yoksundu.
Siyasi Terör Tırmanıyor
16 Şubat 1936 ile askeri darbenin yapıldığı 17 Temmuz
1936 arasındaki 5 aylık dönem içinde, yeni hükümete karşı sayısız düzen bozucu
eylem gerçekleştirildi. Seçimlerde hiçbir varlık gösteremeyen Falanjist
Parti (İspanyol faşistleri) başroldeydi. Bu dönemdeki terör eylemlerinde,
büyük çoğunluğu Cumhuriyetçi olan 58 kişi öldürüldü.
Sosyalist milletvekili Profesör Jimenes de Asua’ya,
Sosyalist Parti lideri ve Genel İşçi Birliği Sekreteri Largo Caballero’ya,
yazar ve düşünür Ortega Gasset’ye suikastler düzenlendi. 14 Nisan
1936’da, Cumhuriyetin yıldönümünü kutlama törenlerine katılan halkın üzerine
ateş açıldı. Oviedo’da
sosyalist bir gazetenin merkezi bombalandı, Valencia’da falanj milisleri radyo evini bastı ve
binayı bir süre işgal etti. Alcala’da
subaylar halkı kent merkezine toplayıp faşist selamı vermeye zorladı.10
Kışkırtma girişimleri, sokak eylemleriyle sınırlı
kalmadı. Toprak ve büyük iş sahipleri yasalaşmış sosyal hakları tanımıyor,
sendika ve fabrika temsilcileriyle görüşmüyor, işçi ve köylüleri ayaklanmaya
zorluyordu. Papazlar ve generaller, açık açık halkı, kızıllara karşı savaşmaya
çağırıyordu.
Sağcı liderlerden Calvo Sotelo, 16 Haziran 1936’da
Parlamento’da şu konuşmayı yapıyordu: “Bu kısır ve işlemez devlete karşı
bütünleşmiş bir devlet teklif ediyorum. Birçokları ona faşist devlet
diyecekler, biliyorum. Ama faşist devlet grevlerin, kargaşanın, mülkiyete karşı
saldırganlığın sonu demekse; faşistim ben. Bunu hepinizin önünde, övünerek ilan
ediyorum”.11
İspanya’da
gerici bağlaşma (ittifak), yapılacak askeri darbeye gerekçe olacak eylemler
içindeydi. Hem karışıklık çıkarıyorlar, hem de karışıklıklardan şikayet
ediyorlardı. İspanya’da Cumhuriyet karşıtı gerici darbe açık açık geliyorum
diyordu.
Darbe Başlıyor
17 Temmuz günü darbenin başlatılmasına karar verildi.
Londra’da bulunan İspanyol monarşistlerinin sağladığı bir uçak Franko’yu,
Kanarya adalarından İspanyol Afrika’sına götürüyordu. 18 Temmuz sabahı saat
5:15 de haber ajanslarına ve radyo verici merkezlerine bir açıklama
gönderilerek, darbenin uygulanmaya sokulduğu açıklandı.
Askeri darbe, sınıfsal dayanakları ve maddi olanakları
olduğu için, hızla tüm İspanya’ya yayıldı. Cumhuriyet Hükümeti’nin darbe
karşısındaki ilk tavrı, ihanet düzeyine varan bir ikirciliği içeriyordu.
Hükümetin elinde elle tutulur bir ordu gücü olmamasına karşın, Başbakan Quiroga;
hükümetin liberal üyelerinin, -nasıl olacaksa- “askeri ayaklanmanın yasal
yollardan bastırılmasını” istediklerini
bildiriyordu.
Oysa,
halk darbeye karşı koymak için hükümetten silah istiyordu. Hükümet ise halka
silah dağıtmaya yanaşmıyordu. Sağcı bir başkaldırıyı bastırmak için, ayrı bir
tehlike saydıkları bir başka cepheyi silahlandırmak; sosyalist hatta komünist
işçi çoğunluğunun eline silah vermek, onlara hiç uygun gelmiyordu. Hükümet
kendi halkına güvenmiyordu. Bu anlayış, İspanya devrimine önderlik eden
yönetici kadronun, temel hastalığı durumundaydı.
İç Savaş: “Halk Direnişinin
Destanı”
1936 Temmuz’unda başlayan iç savaş, 1 Nisan 1939 günü
Cumhuriyet güçlerinin yenilgisiyle sonuçlandı. Kimileri, İspanya iç savaşını “halk
direnişinin bir destanı” olarak gördü. Kimileri için ise iç savaş, “kızıl
komünistlerle onlara destek olanlara” derslerinin verilmesiydi. Ancak,
gerçek olan, ‘uygarlığın beşiği’ Avrupa’da bir insanlık dramı, bir
vahşetin yaşanmasıydı.
Tarihçi Hugh
Thomas’ın o günler için söylediği sözler, İspanya İç Savaşı’nı en iyi
anlatan sözlerdir: “İspanya’yı bir fırtına bulutu kaplamıştı. Bu felaketli
karanlıkta, yüzyıllar ve kuşaklar boyu birikmiş kinler, anlaşmazlıklar,
kavgalar doğal bir afet gibi kaynıyordu. Bir kentin öbür kentten haberi yoktu.
Her kent kendi kavgasını, kendi alınyazısını yaşıyordu. Şimdi sözkonusu olan;
yalnızca iki İspanya değil, belki de ikibin İspanya idi”.12
Kilisenin Tutumu
İspanya’nın
en büyük gücü kilise, doğal olarak bütün gücüyle Franko’nun yanında yer
aldı. Katolik kilisesi, tüm İspanyolları tinsel olarak temsil ettiğini ileri
sürmesine karşın; nüfusun büyük çoğunluğunu oluşturan işçi ve köylüleri,
cumhuriyetçi aydınları düşman ilan ediyordu. Yüzyıllardır bir inanç sorunu
olduğu savlanan dinsel örgütlenme, İspanyol halkının karşısına faşist bir
siyaset olarak çıkmıştı. İspanya Ruhani Meclisinin başı Kardinal Goma Y.Toma:
“Olaylar ancak silah gücüyle yatışır. Bu kokuşmuş laik hukuk düzenini
kökünden kazıyıp atmak caizdir”13 diye fetvalar veriyordu.
Halk Direnişi ve Kadınlar
Darbeye ve gerici saldırılara karşı, kararlı tavır ve
direnişi, başta işçiler olmak üzere halk gösterdi. Onlar, içinde bulunduğu
koşulları tam olarak kavrayamayan siyasi önderleri aştı ve örneği az görülen
bir özveriyle, kendilerini savaşıma adadılar.
Ölüm, o dönemin İspanya insanı için, göze alınacak bir çekince değil,
günlük yaşamın olağan bir parçasıydı. Franko’nun; “İspanya’da ya
katolik olunur ya da hiçbir şey” sözlerine karşı, iç savaşın efsanevi kadın
direnişcisi Dolores Ibarurri: “Biz, sürünerek yaşamaktansa başımız
dik ölmeyi yeğliyoruz”14 diyordu.
İspanyollar, özellikle de İspanyol kadınları, bu söze
uygun davrandı. Daha dün, mutfaklardan çıkmamış bir konumda olan kadınlar,
direnişin en önünde çarpışan, kararlı ve inançlı savaşçılar haline gelmişti.
Kasım 1936’da Madrid savunmasında, 1937 Barselona barikatlarında ve Bask
bölgesindeki ünlü Guernica direnişinde gösterdikleri kararlılık bütün
dünyayı şaşkına çevirdi.
Kadınlar
çatışmalara dolaysız katılıyor; katılamayanlar da, “Korkak karısı olmaktansa
kahraman dulu olmak daha iyidir” diyerek kocalarını, Cumhuriyetçilerin
safında çarpışmaya gönderiyordu. Sınıfsal ve dinsel baskının ne olduğunu iyi
bilen İspanyol kadını, eskinin köhnemiş geleneklerine dönmek istemiyordu.
Sonuç
İç savaş, İspanya nüfusunun yüzde l0’dan fazlasının
öldüğü, hapse atıldığı ya da sürgün edildiği bir sonla bitti. Ülke yerle bir
edilmiş, giderilmesi olanaksız acılar ve yeni kinler yaratılmış ve bir ulus
ikiye değil, tarihçi Hugh Thomas’ın dediği gibi belki de iki bine
bölünmüştü. Yitirilen maddi servet hesap edilemiyordu. İspanya, annesiz babasız
çocukların, dul kadınların ve işçisiz fabrikaların ülkesi olmuştu.
2.Dünya
Savaşı sonrası dahil hiçbir dönemde hesap sorulmayan Franko, 1975’deki ölümüne dek tam 36 yıl bir diktatör olarak İspanya’yı
yönetti. Frankocu İspanya, “dünyanın özgür uluslarınca” oluşturulduğu
söylenen BM’lere, (1955) onun sanat ve kültür örgütü UNESCO’ya (1951) ve “demokratik”
ülkelerin katılabileceği Avrupa Ekonomik İşbirliği Örgütü’ne kabul edildi. “Uygar dünya”
İspanya iç savaşını ve onun sonuçlarını adeta yok saydı. Katkısı ve ilişkisi
olduğu ve bir ulusu tüketen bu pis savaşı, belleklerden silmeye çalıştı.
DİPNOTLAR
1 “İspanya’da
İç Savaş ve Faşizm” Pietro Nenni, ak. “Devrimler ve Karşı Devrimler
Tarihi Ansiklopedisi” Gelişim Yay., Sayı 16 sf.377
2 “İspanya
1936-1939” Hugh Thomas, 20.YY Tar., Arkın Kit., S: 34, sf.663
3 “İspanyol
Karşı Devrimi : İç Savaş” “Devrimler ve Karşı Devrimler Tarihi Ansiklopedisi”
Gelişim Yay., Sayı 16, sf.364
4 “İspanyol
Karşı Devrimi:Franko ve Falanjizm” a.g.e. sf.339
5 a.g.e.
sf.341
6 a.g.e.
sf.339
7 a.g.e.
sf.341
8 “İspanya
İç Savaş” “Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi” İletişim Yay.,
3.Cilt, sf.855
9 “Nisan
1936’da Cortez’de Durum” “Devrimler ve Karşı Devrimler Tarihi Ansiklopedisi”
Gelişim Yay., Sayı 15, sf.353
10 “İspanyol
Karşı Devrimi: Franko ve Falanjizm” “Devrimler ve Karşı Devrimler Tarihi
Ansiklopedisi” Gelişim Yay., Sayı 16, sf.352
11 a.g.e.
sf.354
12 a.g.e.
sf.357
13 a.g.e.
sf.357
14 a.g.e.
sf.357
İspanyol halkı üzerinde büyük bir acı bırakan ve ispanya'daki sanatı derinden etkileyen bir iç savaştır. Bugün bile ispanyollar tarafından dile getirilmesinden çekinilen berbat bir iç savaştır, iç savaşın kazananı olmamız.
YanıtlaSil