Osmanlı Devleti’nin
evrimi, yalnızca askeri örgütlenme ve devlet yönetimi konularında değil,
bununla birlikte; eğitim, hukuk, maliye, ticaret ve üretim alanlarında da
kendinden önceki Türk toplumlarının tarihsel birikimi üzerinde gelişti. Orta Asya kültürü temel alınıp, yeni
koşulların yarattığı gereksinimler doğrultusunda; başka kültürlerden de
yararlanılarak, güçlü ve iyi işleyen bir devlet kuruldu. Selçukluların işleyip
geliştirdiği; Sasani, Abbasi ve Bizans kültürü; binlerce
yıllık Anadolu uygarlığıyla karıştı ve tümü Türk yönetim düzeni içinde eritilerek,
ileri bir uygarlık yaratıldı. Anadolu, bu gelişime bağlı olarak, Türkleşti.
Yönetim
Anlayışı
Prof.Claude Cohen,
Anadolu’daki Türk yönetiminin niteliği konusunda, bir Monofizist (bir Hıristiyanlık yorumu)
Patrik olan Suriyeli tarihçi Mihael’den şu aktarmayı yapar: “Rum’daki
(Anadolu’daki y.n.) Sultan Mesud’un (Selçuklu Hükümdarı I.Mesut y.n.) uyruklarının
büyük bölümü Rumlardır. Dürüstlüğü ve yönetiminin düzenliliği nedeniyle onun
yönetimi altında yaşamayı yeğ tutuyorlar... Türkler kutsal gizlere önem
vermediklerinden... Bir kimsenin nasıl ibadet ettiğini araştırmak ve bu nedenle
bir kimseyi cezalandırmak, onlara çok ters gelen birşeydir. Bu nedenle hain ve
yobaz kimseler olan Greklerin (Yunanlıların y.n.) tam
tersidirler”.1
Türkler’in, egemenlik altına aldığı topluluklara
hoşgörülü davranması, Osmanlılarla sınırlı kalmayan çok eski bir gelenek ve bir
devlet politikasıdır. Özgürlükçü gelenek; Etilerden (Hititler) Selçuklulara,
Göktürklerden Gaznelilere, Babürlerden Osmanlılara dek sürmüştür.
Osmanlı
Düzeni
Osmanlılar elegeçirdikleri
Bizans topraklarında, derebeylerin (feodallerin) büyük çiftliklerini devlet adına
kamulaştırıyor ancak Hıristiyan köylülerin topraklarını onlara bırakıyordu. Toprak
işlerinde, halkı gözeten uygulamalar yapıldığı için, Osmanlı uyruğundaki Rum köylüler,
Bizans yönetimine göre daha iyi bir yaşam sürüyordu. Feodal baskı altındaki köylüler,
“Türk yönetiminin sağladığı türenin (adaletin), yoksulları soyluların baskı ve zulmünden kurtardığını”
söylüyor2 ve kendi istekleriyle Osmanlı uyruğuna geçiyordu.
Cohen, Osmanlıdan Önce Anadolu’da Türkler adlı yapıtında, Türkler’in “yaşamları boyunca ve gittikleri her yerde” egemenliği
altına aldığı “hiçbir topluluğun tarihini
sona erdirmediğini” ve “onlarla kaynaştığını”
söylemiştir.3 Türkler, hayranlık verici uyum yetenekleriyle, Cohen’e göre, “yaratıcı olamadıkları zamanlarda bile, kendilerinin henüz yaratamadıklarını
başkalarının yaratmasına her zaman olanak vermiştir”.4
Osmanlı Devleti'nin, Müslüman ve Hıristiyan ayrımı
yapmadan uyguladığı, imtiyazsız hukuk düzeni ekonomik-sosyal alanda geniş bir
serbestlik sağlıyordu. Bu düzen, daha önce Batılı tüccarlar tarafından
sömürülen Bizans’ın Hıristiyan halkını sömürüden kurtarıyor, onları daha
gönençli ve güvenilir bir iş yaşamına sokuyordu. Rum çiftçiyi ikide bir
köleliğe zorlayan Bizans toprak aristokrasisi ortadan kalktığı gibi, İtalyan
ticaret kolonileri tezgâhlarını söküp gidiyordu ve yerlerini Türk-Osmanlı
reayası olan yerli tüccarlara bırakıyorlardu.5
Ekonomik Etkinlik
Osmanlı Devleti kurulduğunda, Anadolu'da yoğun bir ticaret ve çeşitlenerek hızla artan bir üretim etkinliği vardı. Yeraltı ve yerüstü kaynaklarının varsıllığı bir yana, o dönemin dünya ticaretinde yaşamsal öneme sahip iki ana ticaret yolu Anadolu topraklarından geçiyordu.
Başlı başına bir varsıllık oluşturan bu durum, Anadolu'yu önemi eksilmeyen bir yer durumuna getiriyordu. Uzakdoğu'dan gelerek Hazar'ın Kuzey'inden Karadeniz'e varan karayolu, buradan deniz yoluyla İstanbul'a geliyor, boğazları geçerek Akdeniz ve Avrupa'ya ulaşıyordu. Aynı yol, Rusya'yı, Kırım-Trabzon-Sivas ya da Kırım-Sinop-Konya yoluyla Mezopotamya ve Mısır'a bağlıyordu.
İkinci ana ticaret yolu ise, Uzakdoğu’dan gelerek İran’dan
geçiyor, Hazar’ın Güney’inden Sivas ve Ankara üzerinden İstanbul’a, buradan yine
deniz yoluyla Akdeniz’e ve Batı’ya uzanıyordu. Büyük göçlerin binlerce yıl izlediği ve Anadolu’yu bir “kavimler kapısı” durumuna getiren göç yolları,
birinci bin yıldan sonra dünya ticaretinin büyük bölümünün yapıldığı yol olmuştu.
Rumeli'nin Önemi
Türkleri'in Rumeli'ye yerleşerek Boğazların iki yanını ele geçirmesi, askeri olduğu kadar, ondan daha çok ekonomik bir başarıydı. Bu girişim, Bizans ticaretini büyük oranda Osmanlı Devleti'nin denetimine soktu ve İstanbul'un alınmasının koşullarını hazırladı. istanbul'un alınmasıyla, Marmara ve Ege'den başlayarak hemen tüm Akdeniz'e yayılan Osmanlı Egemenliği, buralardaki ekonomik etkinlikleri denetim altına aldı ve Avrupa'nın etkisini ortadan kaldırdı.
Anadolu ve Rumeli’yle başlayıp İstanbul’un alınmasıyla
süren gelişmeler, ekonomik olarak gerçek zararı Bizans üzerinden Batı’ya verdi.
İtalyan tüccarlar aracılığıyla Bizans’ı, Bizans aracılığıyla da Anadolu
pazarını kullanan ve Uzakdoğu’ya kolayca uzanan Avrupalılar, Osmanlı
Devleti’nin genişlemesiyle birlikte büyük bir gelir kaynağını yitirmiş oldular.
Kent
Yaşamı
Ticari etkinlik, İslamiyet kabul edildikten sonra yoğunlaştı ve Selçuklularla onların ardılı
Osmanlılar döneminde üst düzeye çıktı. Ticaret
yollarının kavşak noktasındaki Anadolu’da kendine özgü canlı bir ekonomik
yaşam oluştu; kent yaşamı gelişti.
Mustafa
Akdağ, bu yaşamı şöyle anlatmaktadır: “Osmanlı'da, kent yaşamı çok gelişmiş olduğu için, doğaldır ki; sanayi
yanında, geniş bir ticari etkinlik de olacaktı. Selçukî Türkiyesi ticarî alış
verişi; ülke içi ticaret, dış ticaret ve kervancılık olarak üç biçimde
yapılıyordu. Ülke içi ticaret önemli ölçüde, büyük kent meydan pazarlarında,
ticaret hanlarında ve dükkanlarda toplanmıştı. Sonradan, Osmanlılar döneminde
çok gelişmiş olarak görülen, kentlere özgü kapalı çarşılar, yani han içi
ticaret, Selçukî devrinde de vardı. Pirinççiler hanı, pamuk hanı, meyva hanı
gibi her tür hammadde ya da gıda maddesi için ayrı bir han inşa edilmişti...”6
Anadolu’da
Yapılanlar
11.Yüzyıl göçleriyle
Anadolu’ya son gelen Türkler; Erzurum’dan Ege sahillerine, Marmara’dan
Suriye’ye dek ekonomik olarak perişan bir ülke bulmuştu.7
Bizans feodalizminin
aşırı baskısından kaynaklanan yoksullaşma, kısa süre içinde aşıldı ve tüzel
(hukuki) bütünlüğü olan, iyi işleyen, güçlü bir merkezi yönetim kuruldu; geniş
ve canlı bir pazar yaratıldı. Yeni devlet, toplum yaşamını düzene soktu ve
sağladığı dengeyle (istikrarla), ekonomiyi canlandırıp güçlendirdi.
Yaylalara yerleşen Türkmenler,
Anadolu yaşamına yeni bir ekonomik unsur olarak girdiler. Orta Asya’dan getirilen gelişkinlik, canlanmayı
hızlandırdı; göçebeler kasaba ve kentlerde yaşamaya çabuk alıştılar. Haçlı
yıkımı, bu toparlanmaya önemli zararlar verdi ancak ekonomik gelişme kısa bir
aradan sonra yeniden canlandı. Nüfus hızla arttı. Uygarlıkların kavşak noktası
olan Anadolu üzerinde, yepyeni bir toplum ve yaşam kuruldu. Bu gelişme, Anadolu
için gerçek bir ekonomik-sosyal devrimdi.8
Selçuklular gibi Oğuz
boylarından gelen Osmanlılar, ardılı oldukları Selçuklulardan aldıkları
toplumsal birikimi, o birikimin taşıyıcı unsuru olarak daha da geliştirdiler ve
altı yüz yıllık büyük bir imparatorluk kurdular.
Osmanlı Devleti’nin ortaya çıkışını, yaygınca kabul
gördüğü gibi “yeni bir devletin kuruluşu”
olarak değil, belki de ondan daha çok; tarihsel köken, toplumsal yapı ve
kültürel birikim olarak aynı geçmişe sahip bir milletin, kendi içinde yaşadığı iç süreçler olarak görmek gerekir.
Bu görüşü, Osmanlıların kendileri de ileri sürmüş ve İmparatorluğa adını veren I.Osman’ı, Selçuklu Hakanı III.Alâaddin’in ardılı olarak kabul
etmişlerdi.9
Kültürel ve Dinsel Özgürlük
Osmanlı Devleti, yerel
halka güç kullanmıyor, askere almıyor ve onları dış saldırılara karşı
koruyordu. Yaratılan barış ve güven ortamı, bu insanların sanat ve ticarette
gelişmelerine, Türk nüfusun bile ulaşamadığı gönenç ve varsıllığa kavuşmasına
yol açtı. Müslüman olmayanlardan alınan haraç ve cizye gibi
vergiler, varsıllıkları nedeniyle yük olmuyor, bu vergileri severek ve kolayca
ödüyorlardı. Bunların önemli bir bölümü, herhangi bir zorlama olmamasına
karşın, daha iyi yaşam koşullarına kavuşmak ve bu koşullar içinde daha yüksek
bir konum ve siyasi güç elde etmek için, gönüllü olarak din değiştiriyor ve
Müslüman oluyordu.
Fethedilen yerlerde, yerel halkın inancına ve yaşam
biçimine karışmama, onlara bu yönde baskı uygulamama davranışı, eski
bir Türk geleneğiydi. Osmanlı İmparatorluğu’nun sınırları içinde yaşayan; 22
millet, 36 boy ve kavim ve binden çok etnik ya da dinsel yapılanma;
tarihlerinin en çatışmasız ve gönençli dönemlerini Osmanlı yönetimi altında
yaşadı.
Azınlıklar Güçleniyor
Osmanlı İmparatorluğu'nun Türk nüfustan esirgediği ayrıcalıkları, din ya da etnik köken ayırımı yapmadan azınlık milliyetlere tanıması, Türkler dışındaki tüm azınlıkların, ekonomik olarak gelişip güçlenmesine yol açtı.
17.Yüzyılda Yahudiler;
akçalı işlemlerde güçlenip uzmanlaşmışlar, sarraflık yoluyla piyasaya ve
devlete borç verir duruma gelmişlerdi. Bu yolla, sessiz ama etkili bir siyasi
güç durumuna gelmişlerdi.10
Ermeniler, uluslararası ticareti ele geçiriyor ve Osmanlı
İmparatorluğu’nun dış ticareti hemen tümüyle; İzmir’de, Halep’te ya da
İstanbul’da onlar aracılığıyla yapılıyordu. Osmanlı uyruğuna girmeden önce,
Kuzeydoğu Anadolu’da yalnızca tarım ve hayvancılıkla uğraşan Ermeniler; kısa
bir süre içinde, Batı Asya’nın Avrupa’yla yaptığı ticareti elinde tutan aracılara
dönüşüyor ve büyük bir servetin sahibi oluyordu.11
Azınlık Ayrıcalığı
Osmanlı Devleti’nin
yerel unsurlara tanıdığı ekonomik özgürlük ve ayrıcalıklar, yalnızca Yahudi,
Rum ya da Ermeniler’i değil,
İmparatorluk topraklarında Türkler dışında tüm etnik kümeleri kapsıyordu. Hicaz,
Mısır ya da Cezayir’de
durum farklı değildi.
Buralarda yaşayan
Araplar, özellikle I.Selim'den (Yavuz) sonra, üstün soy (kavm-i necip)
diye nitelenerek vergi vermeme dahil, daha da özel ayrıcalıklarla
donatılıyordu. Araplar, en özgür dönemlerini Osmanlı yönetimi altında
yaşadılar. Fransız araştırmacı François Georgeon, Kemalizm ve İslam
Dünyası adlı kitabında, Cezayir’deki Türk ve Fransız dönemlerini
kıyaslarken şunları söyleyecektir: “Cezayir’deki Türk dönemi, Cezayirliler
için bir altın çağdır, Fransız sömürgeciliği bu altın çağın daha iyi
görülebilmesini sağlamıştır”.12
Bir başka Fransız, gezgin Belon du Mans,
(16.yüzyıl) gezi notlarını topladığı kitabında, Ege adalarından Limni’de,
adalı bir Rum’la yaptığı söyleyişi aktarır. Mans, Limni’li Rum’un
kendisine, “Limni, Türk yönetimine dek, hiçbir zaman bu kadar zengin,
ekonomik açıdan bu kadar gönençli olmadı” dediğini yazar ve şu yorumu
yapar: “Daha önceleri sürekli taciz edilip eziyet gören bu insanlara,
yaşadıkları gönenci sağlayan gücün; uzun süren barış ve güven ortamını
geliştiren Osmanlı İmparatorluğu’nun yönetimi olduğunu eklemek gerekir”.13
Hıristiyanlar
Türk Yönetimi İstiyor
Anadolu’daki
Hıristiyan halkın Türk egemenliği ile bir sorunu yoktu, sorun olmadığı gibi
kendilerini geliştirebilecekleri özgür bir ortama kavuşmuşlardı. Erinçli
(huzurlu) bir yaşamları vardı. 1142 yılında Uluborlu’yu kuşatan Türklere
karşı ordu gönderen Bizans İmparatoru, yörede yaşayan Hıristiyan halktan destek
görmemiş, tersine karşı koyuşla karşılaşmıştı. Beyşehir gölü dolaylarındaki
Hıristiyan halk, Bizanslılara karşı Selçukluları desteklemişti.14
Beyşehirli
Hıristiyanların davranışı nedensiz değildi. Türkler, yönetimi altına aldığı bu
insanlara Bizans’dan çok daha iyi davranıyordu. Örneğin, Selçuklu Hakanı Keyhüsrev,
1196 yılındaki Aydın seferinde, daha önce Bizanslılar tarafından sürülmüş olan
Akşehir Hıristiyanlarını özgür kılmış, beşer bin kişilik kafileler halinde
memleketlerine geri göndermişti. Onlara; toprak, ev, tarım aracı, tohumluk
vermiş ve beş yıl vergi almamıştı.
Bu bilgileri veren Bizanslı yazar Niketos şu
açıklamayı yapacaktır: “Birçok yerin halkı, savaş olmadan Sultan’ın ülkesine
göçtü. Bu kadar iyi davranışlar Rumlara, alıştıkları yerleri unutturdu. Halk,
barbarların (Türklerin) ülkesine giderek orada
yaşadı. Zalimlerin (Bizanslı despotların y.n.) zulmune uğrayan halkın,
efendilerine saygı duymayıp kendi istekleriyle oturdukları yeri terk
etmelerinde şaşılacak bir yan yoktur”.15
Geliştirilen
Birikim
Osmanlılar,
Selçuklulardan devraldıkları toplumsal düzeni; yönetim biçiminden kentleşmeye,
askeri yapılanmadan toprak ve vergi işleyişine dek tüm alanlarda daha da
geliştirdiler.
Güçlenmeye temel oluşturan toplumsal düzen, Selçukluların
devlet biçimine çok benzeyen bir yapı üzerine oturtulmuştu. Dönemler arası
ayrımlılıkların gerekli kıldığı yenileşmeler yapılmıştı ancak devleti oluşturan
kurumların temel niteliği değişmemişti. Selçuklular’ın geliştirdiği Türk tımar düzeni sürdürülmüş, ırsi askeri tımar işleyişi devam etmiş, denizcilik ve donanma hizmeti, askeri
yapılanma ve ordu işleyişi korunmuş; yönetim
anlayışı, hukuk, eğitim ve vergi düzenleri geliştirilerek sürdürülmüştü.16
DİPNOTLAR
1 “Osmanlıdan Önce Anadolu’da Türkler”, Prof. Claude Cohen, e Yay., 2.Basım-1984, sf.212
2 “Tarih III-Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri” Kaynak Yay., 3.Bas., 2001, sf.40
3 “Osmanlıdan Önce Anadolu’da Türkler”, Prof.Claude Cohen,
e Yay., 2.Basım-1984, sf.13
4 a.g.e.sf.67
5 “Türkiye’nin İktisadi ve İçtimai Tarihi” Prof.MustafaAkdağ,
Cem Yay., 1995, İstanbul, 1.Cilt, sf.370
6 “Türkiye’nin İktisadi ve İçtimai Tarihi” Cem Yay., İst. 1995, 1.Cilt, sf.27
7 Cambridge
Economic Historyof Europe, VolII, P.86, ak;Mustafa
Akdağ “Türkiye’nin İktisadi ve İçtimai Tarihi” 1.Cilt, Cem Yay., İst. 1995,
sf.343
8 “Türkiye’nin İktisadi ve İçtimai Tarihi” Prof. Mustafa Akdağ,
1.Cilt, Cem Yay., İstanbul-1995, sf.343
9 a.g.e.sf.201
10 “Histoire du
Commerce Français dans le Levant an XII éme Siécle”, P.Masson, Paris-1896, ak; S.Yerasimos “Azgelişmişlik Sürecinde
Türkiye” Belge Yay., 7.Basım-2000, sf.516
11 a.g.e. sf.516
12 “Yeni Dünya
Düzeni Kemalizm ve Türkiye” Metin Aydoğan, Kum Saati Yay., 6.Basım 2003,
2.Cilt, sf.287
13 a.g.e. sf.287
14 “Türklerin Tarihi”
D.Avcıoğlu, Tekin Yay., 5.Cilt,
İst.-1996, sf.1955-1956
15 a.g.e. sf.2014
16 “Bizans Müesselerinin Osmanlı Müesseselerine Tesiri” Fuat
Köprülü, Kaynak Yay., 3.Basım-2002,
sf.99-112
Bu blogu bugün gördüm, şöyle bakındım. Bu yazı, tam bir Türk/İslam/Osmanlı güzellemesi. Osmanlı, Klasik Dönem denilen zamanlarda, yani 16. yüzyıla kadar iyiydi. Batı dünyasının coğrafi keşifler din reformu ve Rönesans sayesinde müthiş atılımlar yaptığı sırada Osmanlı çöküşe geçmişti. Toplumsal karışıklıklar, iç isyanlar, ekonomik sorunlar (Güney Amerika'dan Avrupaya akan gümüşlerin, altınların da etkisiyle) Yeniçerilerin ikide bir isyan ederek ayaklanması, Padişah dahil ileri gelenlerin kellesini alması, Rüşvet belası yüzünden, liyakatın ehliyetin, ahlakın, insafın tamamen bir yana itilmesi sonucunda bütün ülkede yönetimin, adalet mekanizmasının yerle bir olması (Osmanlı'da Rüşvet, Prof. Dr. Ahmet Mumcu). Özellikle, Arap ülkelerinin istilası (ve halifelik)neticesinde ülkenin Araplaştırılması, daha yobaz ve tutucu hale gelmesi. Rüşvet, kötü yönetim ve adalet sistemindeki bozulmanın Gayrimüslimleri daha fazla etkilemesi nedeniyle yabancı devletlerin müdahalelerine kapı açılması...Yetmez mi?
YanıtlaSil