12 Temmuz 1932, Dil
Devrimi’nin temelinde yer alan, Türk Dili Tetkik Cemiyeti’nin
kuruluş günüdür. “Türkçe’nin Gücü” yazısını, bugünün anısına ve
Türkçenin gelişimine katkı koyanlara saygı için yayınlıyoruz.
Türkçe,
Selçuklular ve Osmanlılar tarafından yaklaşık bin yıl, resmi dilden uzak
tutuldu ve hiçbir devlet desteği almadı. Tersine; savsaklandı, aşağılandı ve
baskı altına alındı. Buna karşın, başta Türkmenler olmak üzere, Anadolu
halkının sahiplenmesi nedeniyle kendini korumasını bildi. Bilim adamlarını
şaşırtan bir direnç göstererek özyapısını korudu. Sözcük zenginliği ve köklü
yapısı sayesinde, özümleme uygulamalarının tümüne karşı direndi ve ayakta
kaldı. Osmanlılar Türkçe’yi baskı altına alırken, ona tanımadıkları serbestliği;
Arapça, Farsça, Rumca, Bulgarca ve Sırpça’ya tanıdı, buna karşın bu diller,
Türkçe’yi eritemedi. Bu dilleri konuşan toplumlar, zorlama olmamasına karşın,
kendi dilleri yanında Türkçeyi de öğrendiler. Türkçe, onların diline birçok
sözcük bıraktı.
Duygu Birliği ve Dil
Tarihi
oluşturan toplumlar arası savaşım, aynı zamanda “diller arası savaşım”
olarak da görülebilir. Başkaları üzerinde egemenlik kuran toplumlar,
egemenliklerini, askeri ve ekonomik güç yanında, dil üzerinde kurdukları
baskıya dayandırırlar.
Ekonomik çıkar esastır
ama bu çıkarı sağlayacak baskıya karşı direnmenin tek yolu, düşünce ve duygu
birliğine bağlı toplumsal örgütlenmedir. Bu ise, insanlar arası iletişimi, yani
dil birliğini gerekli kılar. Tarih, baskı altına alınan, yok edilen ya da
bozulan dillerin öyküleriyle doludur. Diline yabancılaşan bireyler biribirini
anlayamaz, duygu ve düşüncelerini birbirine aktaramaz. Bu duruma düşenler,
ulusal varlıklarını yitirmekten kurtulamazlar.
Özümlenme
Dilin yabancılaşması ya da yok olması;
baskı altına giren dilin egemen dil içinde özümlenmesi (asimile edilmesi)
biçiminde olur. Özümlenme, tek yönlü bir süreç değildir. Özümlenen dil yok olur
ama egemen dile de birçok sözcük bırakır. Günümüz ulus dilleri böyle oluşmuştur.
Bugün saf dil aramak, saf ırk aramak gibidir.
Dillerin karışımı hiçbir zaman, karışımdan oluşan yeni bir dil ortaya
çıkarmamıştır. Dilbilgisi (gramer) yapısı ve sözcük zenginliği güçlü olan dil, karışımdan
galip çıkarak gelişimini sürdürmüştür.
Türkçe’nin Gücü
Türkçe bugün, dünyada çok konuşulan dillerden biridir.
Lehçe olarak, ülkelere ve bölgelere göre ayrılıklar gösterse de kök yapısı
tekdir. Sözcük bakımından zengindir, ancak gerçek zenginliği; tek bir sözcük
kökünden çekim ekleri aracılığıyla sözcük türetme yeteneğidir.
Türkçe’deki sözcük köklerinin tümünden, çok sayıda yeni
sözcük üretilebilinir. Örneğin, yalnızca değiş (bir şey alıp bir şey
verme) kökünden; değişen (mütebeddil), değişik (muhtelif), değişiklik
(tadilât), değişim (transformasyon), değişimcilik (mutasyonizm), değişke
(modifikasyon), değişken (mütehavvil), değişkin (muaddel),
değişme (mübadele), değişmece (mecaz), değişmeceli (mecazi), değişmek
(tahavvüt etmek), değişmez (sabit), değişmezlik (istikrar), değişseme
(istibdal), değiştirge (tadil teklifi), değiştirgeç (konvertisör),
değiştirgen (parametre), değiştirme (tebdil), değiştirmece
(deplasman), değiştirmeksizin (harfiyen), değiştokuş (mübadele)
gibi neredeyse sonsuz sayıda sözcük türetmek olanaklıdır.1
Türkçe, bu yapısıyla; Çince, Japonca, Tibetçe gibi, ses
vurgusuna dayanan tek heceli diller’den ve İngilizce, Fransızca, Arapça
gibi sözcükleri değişik biçimlerde gösteren çekimli diller’den çok daha
üretken ve yalın bir dildir. Ses zenginliği; “İngilizce, Fransızca, Arapça
ve Farsça’dan iki kat daha fazladır”.2
Batılı Dil Bilimciler ve Türkçe
Türkçe,
kendisini inceleyen yabancı dilbilimciler üzerinde, gerek dilbilgisi (gramer)
kuralları, gerekse ses uyumu bakımından hayranlık duygusu yaratmıştır. Bu
duyguyu dile getiren birçok bilim adamı vardır.
Ünlü Alman
Dilbilimcisi Friedrich Maks Müller, “Türk dilini incelerken, insan
zekasının dilde başardığı büyük mucizeyi görürüz”3 der ve Türkçe için şunları
söyler: “Türk dilinin çekim biçimindeki hiç bozulmayan düzgünlük ve düzen,
yapısından gelen kavrama kolaylığı, dilde yaratılan bu olağanüstü anlatım
gücünü anlayabilenleri heyecana sürükler. Türkçedeki en ustalıklı yapı, fiil
yapısıdır. Hiçbir dilin anlatamadığı ya da ancak birçok sözcükle anlatmaya
çalıştığı anlam inceliklerini, Türk dili tek bir sözcükle anlatabilir”.4
Fransız Jean
Deny, “Orta Asya’nın doğal ortamından böyle bir dil nasıl çıkabilir”5 diyerek şaşkınlığını dile
getirir ve şunları söyler: “Türk dilini, biz ünlü bilginlerden oluşmuş bir
kurulun ortak çalışma ürünü olarak görmek gerekir. Ancak, böyle bir kurul bile,
Tatar bozkırlarında kendi içgüdüsüyle bu dili yaratan insan aklının yerini
tutamaz. Türkçe’deki, fiillerde kendine özgü öyle bir özellik vardır ki, bunun
bir benzerine, Arian dillerinin hiçbirinde rastlanmaz. Bu özellik, çekim
ekleriyle yeni sözcük oluşturma gücüdür”.6
Türkçe; C.E.Bosworth’a göre “başka dillere
karşı üstünlüğü olan, olağanüstü zengin ayırtılı (nüanslı) bir dildir”7;
Herold Armstrong’a göre “Türkçe, Arapçanın sertliğini kıran,
Acemcenin tatlılığını taşıyan, açık ve net anlatımlı”7; Khail Ganem’e göre, “sesli
harflerin sessizleri bir yıldız kümesi gibi sarıp yumuşattığı; ses uyumu
mükemmel, sade, tatlı, canlı ve atik” bir dildir.8
Dile Önem
Çoğaltılabilecek
bu alıntılar, bağımsız ulus varlığına herşeyin üzerinde önem veren Atatürk’ün
buna bağlı olarak dile ne denli önem verdiğinin göstergesidir.
Türkçe’nin binlerce yıla dayanan farklılaşma süreci,
15.yüzyıla gelindiğinde; Batı Türkçesi (Oğuz), Kuzey Türkçesi (Kıpçak), Doğu
Türkçesi (Çağatay) olarak üç ana lehçe kümesini oluşturmuştu. Bugün
Türkiye’de konuşulan Türkçe, ağırlıklı olarak Türkmen boylarının özenle
sahiplenip koruduğu ve Osmanlı merkezi yönetiminin değersiz görüp dışladığı Oğuz
Türkçesidir.
Osmanlı’nın Yaptığı
Arap,
Fars ve Türk dillerinin karışımından oluşan Osmanlıca, ne yeni bir
dildi, ne de bu dillerden birinin egemen olduğu bir halk diliydi; saray
elitinin kullandığı garip bir karışımdı. Arapça ve Farsça hem sözcükleri hem de
işleyişiyle Türkçe’ye girmiş ve büyük zarar vermişti.
Aşağıda örneği verilen
tümce, Osmanlıca’nın Türkçe’den
ne denli uzak olduğunu ortaya koymaktadır. Bu tümce, Türkçe’yi gerçek kimliğine
kavuşturan ancak Osmanlıca’ya
da çok iyi konuşan Atatürk tarafından söylenmiştir: “Cumhuriyet,
levs ile, riya ile kipz ile melüf ve rengi aslisini, hali tabiisini, kıymet-i
girân bahasını gaip eden Bizans’ı (İstanbul’u) elbette ki ve muhakkak adam
edecektir. Hali tabii ve nezihine irca eyleyecektir”.9
Yunus’un Türkçesi
Osmanlılar Türkçe’yi
bu hale sokarken, Anadolu halkı Türkçe’yi kararlılıkla ve bozulmadan yaşatıyor, onu tüm
olanaksızlıklara karşın yabancı etkisinden koruyordu.
13.Yüzyılda yaşamış
olan Yunus Emre, dizelerinde şu Türkçe’yi kullanıyordu: “Ben yürürüm
yana yana/aşk boyadı beni kana/Ne deliyim ne divane/Gel gör beni aşk
neyledi...” ya da “İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir/Sen
kendini bilmezsen ya nice okumaktır”.
Bu dizeler günümüzden
800 yıl önce söyleniyordu. Osmanlıca ile Türkçeyi kullanan aydınlar ve halk
arasında, bu dil farklılığıyla anlaşma sağlamak, kuşkusuz olanaklı değildi.
DİPNOTLAR
1 “Türk Dili Sözlüğü” Orhan Hançerlioğlu, Remzi
Kit., İst.-1992, sf.159
2 Nurettin Sevin; ak.
Seyit Kemal Karaalioğlu, “Sözlü /Yazılı Kompozisyon Konuşmak ve Yaşamak Sanatı”
İnkilap Yay., 28.Bas., sf.13
3 “Sözlü/Yazılı Kompozisyon, Konuşmak ve Yazmak Sanatı”
S.Kemal Karaalioğlu, İnkilap Yay., 28.Basım, sf.7
4 a.g.e. sf.7
5 “Arap Milliyetçiliği ve Türkler”
Prof.İlhan Arsel, Kaynak Yay., 6.Bas., İst.-1998, sf.384
6 a.g.e.
sf.384
7 “Turkey and Syria” London, 1930; ak.
a.g.e. sf.386
8 “Les Sultans Ottomans” Khail Ganem,
Paris 1901, Cilt 1, sf.296
9 “Tek Adam” Şevket Süreyya Aydemir,
Remzi Kit., 8.Baskı, 1981, sf.424
Türkçeyi tanımlayan, anlatan, savunan ve bu konudaki tartışmayı bitiren bir yazı.. Sağolun..
YanıtlaSil