Devlet
biçimi olarak demokrasiden söz edildiğinde “kimler
için”
sorusuna
verilecek yanıt, konu edilen demokrasinin niteliğini ortaya koyar.
İnsanlık tüm toplumu kapsayan “genel”
bir demokrasiyi henüz yaşamadı. Yaşananların ortak özelliği
ise, başka tüm toplumsal kurumlar gibi belirli bir ekonomik yapıya
ve bu yapının düzeyine bağlı olan kültürel gelişime bağlı
olmasıdır. Tartışmalarda kısaca demokrasi olarak kullanılan
kavramı, sanayileşen “Batı”’nın
tarihsel gelişiminde biçimini bulan ve bu gün tüm dünyanın ilgi
alanına girmiş olan, Batı
Demokrasisi
ya da Kentsoylu
(Burjuva)
Demokrasisi
olarak alındığını kabul edersek (ki bu kabul doğru olur),
gerçekleşmesi istenilen demokrasinin özellikle az gelişmiş
ülkeler açısından ne anlam taşıdığı ortaya çıkabilir.
Ülkemizde toplumsal muhalefetin ve siyasi tartışmanın yoğunlaştığı bir dönem yaşanıyor. Kendiliğinden gelişen kitlesel eylemlerin ve siyasi tartışmaların niteliğini yükseltmek amacıyla bu bloğu oluşturduk. Hiçbir parti, grup ve toplulukla bağımız yoktur. Yazar Metin Aydoğan'ın yazılarını yayınlayacağız. Düşünsel yaşamımıza katkı koyacağına inandığımız yazıların, bilimsel tartışmalara yol açmasını diliyoruz.
30 Haziran 2015 Salı
28 Haziran 2015 Pazar
ŞEYH SAİT AYAKLANMASI
Doğu
İstiklal Mahkemesi, 28 Haziran 1925’de Şeyh
Sait Ayaklanması’na
katılanlardan 48 kişiye ölüm cezası verdi. Karar bir gün sonra
uygulandı ve Şeyh
Sait
başta olmak üzere 48 kişi asılarak idam edildi. Yazıyı bu
nedenle yayınlıyoruz.
Hakkâri’de
yaşayan Nasturi papazlardan Nastoris
tarafından kurulan Nastur
tarikatına bağlı Hıristiyanlar, 7 Ağustos 1924’de ayaklandı.
Ayaklanma, İngiltere’nin Musul sorununun ele alınması için
Milletler
Cemiyeti’ne
başvurmasından bir gün önce başlamıştı. İngiliz subaylar
Nastur halkını örgütleniş, İngiliz uçakları ayaklanmacıları
desteklemişti. Şeyh
Sait
ayaklanması, İngiliz işgal güçlerinin Kuzey Irak’ta
sıkıyönetim ilan ettiği, subay izinlerinin kaldırıldığı,
birliklerini Musul’a taşıdığı günlerde ortaya çıktı. O
günlerde Büyük Britanya Sömürgeler Bakanı, Musul’a gelerek
denetlemelerde bulunmuş, güçlü bir İngiliz donanması Basra’ya
hareket etmişti.
26 Haziran 2015 Cuma
TÜRKİYE’DE AYDIN KIRIMI – 3
12
Eylül,
yıllarca süren aydın kırımının son ve en yıkıcı aşamasıydı.
Yönetimi ele geçirenler, devletin bütün olanaklarını kullanarak
yurtsever aydınları ağır bir şiddetle ezdi. Devlet kendi
aydınını yok etti. 12 Eylül uygulamalarıyla 650 bin kişi
gözaltına alındı ve bunların büyük çoğunluğuna işkence
yapıldı. İşkenceler, yalnızca konuşturmak, bilgi sağlamak
amacıyla değil, kişilikleri ezmek, direnme gücünü yok etmek
için herkese yapılıyordu. 1 milyon 683 bin kişi fişlendi,
fişlenenler kamusal alanlar başta olmak üzere birçok haktan
yoksun kılındı. Açılan 21 bin davada 230 bin kişi yargılandı,
7 bin kişinin idamı istendi, 517 kişiye idam cezası verildi, 259
idam dosyası Meclis’e gönderildi. Devrimci ve ülkücüleri
içeren 50 kişi idam edildi.
Halkevleri,
mühendis ve tabip odaları, sendikalar başta olmak üzere
çalışanlara ait tüm kitle örgütleri kapatıldı; yöneticileri
tutuklandı. 98 bin 404 kişi “örgüt
üyesi
olmak”,
71 bin kişi örgüt yönetmek suçlarından yargılandı. 23 bin 677
dernek kapatıldı. 388 bin kişiye pasaport verilmedi, 30 bin kişi
“sakıncalı”
olduğu için işten atıldı. 14 bin kişi yurttaşlıktan
çıkarıldı, 30 bin kişi mülteci olarak yurtdışına kaçtı.
300 kişi kuşkulu biçimde öldü, 171 kişinin sorgu sırasında
“işkenceden
öldüğü”
belgelendi. 299 kişi cezaevinde, 95 kişi “çatışmada”
öldü, 43 kişi “intihar”
etti.
Öğretmen
örgütlenmesinde görev alan, önder konumdaki 5 bin 854 öğretmenin
işine birkaç ay içinde son verildi. Üniversitelerde 120 profesör
ve doçent, Adalet Bakanlığı’ndan 47 hakim atıldı. 400
gazeteci için toplam 4 bin yıl hapis cezası istendi ve bunlara 315
yıl 6 ay hapis cezası verildi. 300 gazeteci saldırıya uğradı,
üçü silahla öldürüldü. Zararlı
görülen gazeteler, toplam 300 gün yayın yapamadı. 39 ton kitap
ve dergi imha edildi. 937 film sakıncalı
bulunduğu için yasaklandı, TRT’nin çektiği kimi belgeseller
yakıldı.
24 Haziran 2015 Çarşamba
TÜRKİYE’DE AYDIN KIRIMI – 2
Türkiye’de,
yurtsever gençler üzerinden gerçekleştirilen kirli siyasetin;
uzun erimli bir izlence (program) olduğu, bu izlencenin dışarda
hazırlandığı, ulusal varlığın en önemli unsuru olan
aydınların
hedef alındığı, artık bilinen bir gerçektir. Gençleri ve
aydınları etkisizleştirmeye ve kimi zaman yok etmeye yönelen
eylemler, durumu açıkça ortaya koymaktadır. Aydın
kırımının
amaç ve kapsamını gösteren kanıtlar, yalnızca olayların
kendisi değildir. En yetkili kişiler, kimi zaman, durumu ortaya
koyan açıklamalar yapmaktadırlar. CIA
Başkanı
Helms
bunlardan biridir. Helms,
12 Mart’tan sonra yaptığı açıklamada, “Evet,
12 Mart’ı hazırlayan oluşumları
(çatışmaları diye okuyunuz y.n. ), ajanlarımızın
aracılığıyla biz düzenledik”
demiştir.
22 Haziran 2015 Pazartesi
TÜRKİYE’DE AYDIN KIRIMI - 1
Türkiye Cumhuriyet’i kurulduğunda
sıkıntısı çekilen ana sorun; buyruk, yönerge ya da yasayla
giderilemeyecek olan aydın eksikliğiydi. Cumhuriyet
olanaksızlıklara karşın bu eksikliği gidermiş ve kendine uygun;
özverili, inançlı ve yurtsever bir aydın kuşağı yetiştirmişti.
Ülke bu kuşağın omuzları üzerinde yükselmiştir. Ancak,
Atatürk
öldükten ve Batı ile ilişkiye geçildikten özellikle de 1950’den
sonra, bu kuşak ve yetiştirdiği kuşaklar, belirli bir plan içinde
önce etkisizleştirildi sonra üst düzey devlet görevlerinden
uzaklaştırıldı. Bu tür uygulamalar, onları yıldırmadı.
Bulundukları yer ve konumda görüşlerini savundular, pes
etmediler. Sıra; izlemelere, sorgulara, hapis ve sürgünlere geldi.
O da yetmedi, öldürmeler başladı. Her görüşten binlerce
yurtsever sokak ortalarında öldürüldü. Ulus olarak yitirilenler
yalnızca yurtseverlerin yaşamı değildi. Gerçek yitik, topluma
karşı gösterilen duyarlılıklarda ve haksızlığa karşı
direnme gücünde yaşandı. Özgür düşünce, düşünceyi eyleme
dönüştürme girişkenliği ve örgütlenme istenci (iradesi) büyük
zarar gördü.
21 Haziran 2015 Pazar
CUMHURİYET VE SOYADI SORUNU
21
Haziran 1934’de, uluslaşma sürecinde önemli yeri olan Soyadı
Kanunu kabul edildi. Yazıyı bu amaçla yayınlıyoruz.
Türkler,
özgür ve katılımcı toplum düzenleri geliştirerek bireylerin;
buduna bağlı, yalın ve sıradan, eşitler durumuna gelmesini
sağlamıştır. Ancak bu eşitlik, kimliksizliğe ya da soyun göz
ardı edilmesine asla yol açmamış, ilişkinlik (aidiyet) duygusu
güçlü biçimde korunmuştur. Türklerde; boya, buduna, millete
bağlılık, aile ve aile büyüklerine saygı, geçmişini bilme,
onu koruma güçlü bir gelenektir. Oysa, Osmanlı padişahları,
imparatorluğa dönüşen devleti koruma adına, saltanat orununu
baskıcı bir güç durumuna getirmek zorundaydılar. Erki korumak
için, yönetime ortak olabilecek kişi ya da kümelerin olmaması
gerekiyordu. Tahta gözkoyabilecek bir soy bırakmamak için, Türk
ailelerinden kızlarla değil Hıristiyan kadınlarla evlendiler.
Devşirmelerle, adsız ve ailesiz bir yönetici sınıf yarattılar.
Batıda sanayi devrimiyle yurttaş durumuna gelen insanlar, ad ve
soyad alırken, Türkiye’de insanların kimliğini ve geçmişini
bilmemesi için her şey yapıldı ve 1934 yılına dek soyadı
kullanılmadı. Cumhuriyet, katılımcılığı geliştirmek için bu
sorunu çözmek zorundaydı. Atatürk’ün
öncülüğünde bunu da kısa bir sürede başardı.
18 Haziran 2015 Perşembe
ÖRGÜTLENME ÜZERİNE SÖYLEŞİ
Halkın
örgütlenmesi, Türkiye’de adeta cezalandırılması gereken bir
eylem durumuna getirilmiş, örgüt
sözcüğü yıllarca;
devlet karşıtlığının, yasa tanımazlığın ya da gizli işlerin
göstergesi yapılmıştır. Oysa, halkın zaman yitirmeden
örgütlenmesi ve gelecekte kaçınılmaz gibi görünen ulusal
savunmaya hazırlanması gerekiyor. Halkı
örgütlemek
aydınların görevidir. Aydınlar, önce kendilerini sonra kitleleri
örgütler. Örgütlenmenin okulu yoktur ya da bu işin okulu yaşamın
kendisidir. Tarihsel gerçekler unutulduğu ve yaşamın
gerçeklerinden kopulduğu için, herşey yaşanarak yeniden
öğrenilecektir. Türkiye’de yeni bir ulusal uyanış başlamıştır
ancak ne yazık ki bu uyanış örgütünü yaratmak için işe
sıfırdan
başlamak zorundadır.
15 Haziran 2015 Pazartesi
İZMİR SUİKASTI
15 Haziran 1926 Mustafa
Kemal Atatürk’e İzmir’de suikast
tasarlanan gündür. Yazıyı bu nedenle yayınlıyoruz.
Saltanatın kaldırıldığı
1922 yılından beri, gerçekleştirilen hemen her yeniliğe karşı
çıkan “karşıtçılar
cephesi”, Mustafa
Kemal’le meşru
sınırlar içinde başedemeyeceğini anlamıştı. Devrim atılımları
uygulanıp halka mal oldukça o güçleniyor, karşıtları güç
yitiriyordu. Çok yakında, hiçbir şey yapamaz duruma düşecekleri
için, zaman yitirmeden ve hangi biçimde olursa olsun onu
durdurmalıydılar. Kurmakta olduğu yeni düzen, daha çok
güçlenmeden Mustafa
Kemal ortadan
kaldırılmalıydı. Suikastçıların amaç ve düşüncesi buydu.
14 Haziran 2015 Pazar
YÖNETİM BUNALIMI
Türkiye'de
şiddetli ve yaygın bir yönetim bunalımı yaşanıyor. Yönetim
yetkisini ele geçirenler, yetkilerini ülke ve halkın sorunlarını
çözmek için değil, çıkar sağlamak ve dış istekleri yerine
getirmek için kullanıyor. Sandıkla yoksulluk arasına sıkışan
halk, demokrasi adı verilen siyasi kurmacayla kimliğine ve ülkesine
yabancılaşıyor, edilgen kalabalıklar haline geliyor. Ülke yüz
yıl öncesini yeniden yaşıyor. Ayrımlar biçimsel. Dünün Batı
hayranı çelebi aydınları bugün hırçın küreselleşmeciler,
dünün Batı düşmanı imanlı dindarları bugün gönüllü
emperyalizm savunucularıdır. Aralarına liberalleşen “solcuları”
ve ayrılıkçı Kürtleri de alıp, ortak paydası akçeli işler
olan ilişkilerle yazgılarını birleştirip, aynı yolun yolcusu
yurt ve ulus düşmanı durumuna gelmişlerdir.
13 Haziran 2015 Cumartesi
EVRENSEL TEHLİKE; ÇEVRE KİRLİLİĞİ
Yazı
yogunluğu nedeniyle 5 Haziran’da yayınlayamadığımız “Evrensel
Tehlike; Çevre Kirliliği” yazısını bugün yayınlıyoruz.
5
Haziran Dünya Çevre günüdür. Çevre kirliliği ile doğal yapıya
verilen zararlar, bugün karşımıza iç karartıcı bir tablo
çıkarmaktadır. Sorumluları belli olan ancak, çözüm üretecek
ve uygulayacak olanların ortalıkta görülmediği bu sorun, doğal
yaşamın sürdürebilirliğini çekinceye sokan bir boyuta
ulaşmıştır. Kirlilik, bölgesel ya da ülkesel düzeyden çıkmış,
küresel nitelik kazanmıştır. Çeşitleri çoğalmıştır. Su,
hava ve toprak kirliliği, nükleer kirlenme, manyetik kirlilik
(iletişim karmaşası), uzay kirliliği, enerji kirliliği, düzensiz
kentleşme, gürültü, küresel ısınma, aşınım (erozyon),
virütik atıklar, endüstriyel, konut ve kimyasal kirlilik olarak,
yaşamın tüm alanlarına yayılmıştır.
12 Haziran 2015 Cuma
TÜRK KÜRT İLİŞKİLERİ -3
Türkiye
Cumhuriyeti’ndeki Kürtler,
Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Ermeni
ya da Rumlar
değildir. 20.yüzyıl başında, emperyalizmin oyununa gelen bu iki
halk, yaşadıkları yerleri bırakıp gitmek zorunda kaldılar ve
Türkiye Cumhuriyeti için önemli bir olumsuzluk yaratmadılar.
Ancak, bugün ne Kürtler bir yere gidebilir ne Türkiye etnik
ağırlıklı parçalara bölünebilir. Ne gidilecek bir yer ne de
belirlenebilecek bir sınır vardır. Türkler ve Kürtler, Türk
ulusunun asal unsurlarıdır; toplumsal ve kültürel kaynaşmayla iç
içe geçerek Türkiye’nin
her yerinde
beraber yaşamaktadırlar. Doğu ya da Güneydoğu’da, biçimi ve
adı ne olursa olsun, oluşacak ayrı bir yönetim birimi, Kürtler
için daha geri bir konuma düşme, yani hak
kaybına
uğramaktan başka bir şey değildir.
10 Haziran 2015 Çarşamba
TÜRK KÜRT İLİŞKİLERİ - 2
Osmanlılar,
Kürdistan
adını verdikleri bölgede, devletin temel dayanağı olan tımar
sistemini
Kürtler’e uygulamadı. Bölgenin yönetimini, babadan oğula
geçecek biçimde aşiretlere bırakıp bu aşiretlere, yalnızca
Avrupa’daki sınır boylarında yaşayan kimi topluluklara verilen
özel haklar tanıdı. Kürtler Müslüman olduğu için haraç
ve cizye
ödemiyor, tımar
dışında bırakıldıkları için de aşar
vermiyorlardı.
Çevreleri koruma altında olduğu için, hiçbir dış tehdit
altında değildiler. Bu koşullar, Kürtlerin tarihlerinin hiçbir
döneminde ulaşamadıkları ayrıcalıklardı.
8 Haziran 2015 Pazartesi
TÜRK–KÜRT İLİŞKİLERİ -1
Türk-Kürt
ilişkilerinin
kökeni, Abbasi Devleti’nin bölgede egemen olmasına dek gider.
Gazneli
Mahmut’tan
(988-1030), Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nun kurucusu Tuğrul
Bey’e,
(990-1063), Alparslan’dan
(1029-1072), Anadolu Selçuklularına ve Osmanlı döneminden geçerek
günümüze dek gelir. Türk-Kürt
birlikteliği,
devlet görevlerinde yer almayla sınırlı kalmayan ve toplum
düzeninin her alanına yayılmış kalıcı bir kaynaşmaya
ulaşmıştır. Bu iki halkın insanları, etnik kökenine
bakılmaksızın; tarımdan hayvancılığa, zanaatçılıktan tecime
(ticarete), kent yaşamından göçerliğe dek yaşamın her
alanında, eşit biçimde yer aldılar; benzer değer yargıları,
ortak yönelişler ve aynı dinsel inanış içinde, çok uzun süre
birlikte yaşadılar.
6 Haziran 2015 Cumartesi
CUMHURİYET VE KÜRT AYAKLANMALARI
Emperyalizmin
Kürtlere olan ilgisi, petrolün öneminin artması ve Ortadoğu’da
zengin petrol yataklarının bulunmasıyla yoğunlaşmıştır.
Bölgeyi denetim altında tutabilmek için, bölgedeki devletlerin
güçlenmesine izin verilmemiş, yörenin geri unsurları bu amaçla
kullanmıştır. Kurtuluş
Savaşı
içindeki gerici ayaklanmalarla, Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki
İslamcı-Kürtçü ayaklanmaların yoğunluğu bundandır.
4 Haziran 2015 Perşembe
SİYASİ PARTİLERİN PARA KAYNAKLARI
Siyasi
partilerin gelirlerini giderek artan oranda parti dışından
sağlaması, yaygın ve etkili bir siyasi bunalımın yaşandığını
gösterir.
Üye ödentileri,
akçalı
katkı
sağlayan dayanışma etkinlikleri,
bayrak,
flama,
rozet
gibi yaymaca (propaganda) gereci satışları,
parti
yayınlarından gelir sağlanması
gibi üyeye yönelik eylemler, Hazine’den ya da sermaye kesiminden
gelen hazır paraya alışan yöneticiler için zaman ayırmaya
deymeyen gereksiz işlerdir!. Oysa dayanışma ve imeceye dayanan bu
tür etkinlikler, partinin halka uzanan ve gücünü ondan almasını
sağlayan bağımsızlık araçlarıdır. Partilerin halktan ve ülke
gerçeklerinden kopması, siyaseti topluma
hizmet
aracı olmaktan çıkarmış ve gelir sağlamak amacıyla yapılan
bir meslek durumuna sokmuştur. Durumun doğal sonucu, partilerin,
aynı ülkü çevresinde toplanmış insanların gönüllü olarak
bir araya geldiği demokratik kurumlar olmaktan çıkması ve siyasi
ortamın çıkar sağlamak için çatışılan bir arena’ya
dönüşmesidir.
1 Haziran 2015 Pazartesi
TÜRKİYE’DE PARTİ SORUNU
Türkiye’de
geçerli olan siyasi dizge (sistem), söylendiği gibi çok partili
bir düzen değil, gerçekte bir tür tek parti düzenidir. İçişleri
Bakanlığı’na dilekçe veren herkes parti kurabilir ve Türkiye’de
bu biçimde kurulmuş çok sayıda parti vardır. Her partinin adı,
genel merkezi, genel başkanı başkadır. Ancak, bunlardan baraj
geçip Meclis’e girenlerin tümü, hükümet kurduklarında dış
istekleri yerine getirecekler ve IMF, Dünya Bankası ya da AB
izlencelerinden oluşan tek bir politikayı uygulayacaklardır. Bunu
yapmadıklarında hükümette kalamazlar. İç-dış ilişkiler
ağının açık ya da dolaylı desteğiyle bulunduğu yere gelen
parti başkanı, tek
belirleyicidir.
Partinin milletvekili adaylarını o belirler. Bunu yaparken,
kendisini bulunduğu yere getiren güçlerin önceliklerine uygun bir
kadroyu seçer. Böylece yasama gücünü temsil eden
milletvekillerini gerçekte halk değil, parti başkanları, bağlı
olarak iç-dış sermaye kümeleri belirlemiş olur.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)