30 Haziran 2015 Salı

DEMOKRASİ, LAİKLİK VE KEMALİZM


Devlet biçimi olarak demokrasiden söz edildiğinde “kimler için” sorusuna verilecek yanıt, konu edilen demokrasinin niteliğini ortaya koyar. İnsanlık tüm toplumu kapsayan “genel” bir demokrasiyi henüz yaşamadı. Yaşananların ortak özelliği ise, başka tüm toplumsal kurumlar gibi belirli bir ekonomik yapıya ve bu yapının düzeyine bağlı olan kültürel gelişime bağlı olmasıdır. Tartışmalarda kısaca demokrasi olarak kullanılan kavramı, sanayileşen “Batı”’nın tarihsel gelişiminde biçimini bulan ve bu gün tüm dünyanın ilgi alanına girmiş olan, Batı Demokrasisi ya da Kentsoylu (Burjuva) Demokrasisi olarak alındığını kabul edersek (ki bu kabul doğru olur), gerçekleşmesi istenilen demokrasinin özellikle az gelişmiş ülkeler açısından ne anlam taşıdığı ortaya çıkabilir.

28 Haziran 2015 Pazar

ŞEYH SAİT AYAKLANMASI


Doğu İstiklal Mahkemesi, 28 Haziran 1925’de Şeyh Sait Ayaklanması’na katılanlardan 48 kişiye ölüm cezası verdi. Karar bir gün sonra uygulandı ve Şeyh Sait başta olmak üzere 48 kişi asılarak idam edildi. Yazıyı bu nedenle yayınlıyoruz.

Hakkâri’de yaşayan Nasturi papazlardan Nastoris tarafından kurulan Nastur tarikatına bağlı Hıristiyanlar, 7 Ağustos 1924’de ayaklandı. Ayaklanma, İngiltere’nin Musul sorununun ele alınması için Milletler Cemiyeti’ne başvurmasından bir gün önce başlamıştı. İngiliz subaylar Nastur halkını örgütleniş, İngiliz uçakları ayaklanmacıları desteklemişti. Şeyh Sait ayaklanması, İngiliz işgal güçlerinin Kuzey Irak’ta sıkıyönetim ilan ettiği, subay izinlerinin kaldırıldığı, birliklerini Musul’a taşıdığı günlerde ortaya çıktı. O günlerde Büyük Britanya Sömürgeler Bakanı, Musul’a gelerek denetlemelerde bulunmuş, güçlü bir İngiliz donanması Basra’ya hareket etmişti.

26 Haziran 2015 Cuma

TÜRKİYE’DE AYDIN KIRIMI – 3


12 Eylül, yıllarca süren aydın kırımının son ve en yıkıcı aşamasıydı. Yönetimi ele geçirenler, devletin bütün olanaklarını kullanarak yurtsever aydınları ağır bir şiddetle ezdi. Devlet kendi aydınını yok etti. 12 Eylül uygulamalarıyla 650 bin kişi gözaltına alındı ve bunların büyük çoğunluğuna işkence yapıldı. İşkenceler, yalnızca konuşturmak, bilgi sağlamak amacıyla değil, kişilikleri ezmek, direnme gücünü yok etmek için herkese yapılıyordu. 1 milyon 683 bin kişi fişlendi, fişlenenler kamusal alanlar başta olmak üzere birçok haktan yoksun kılındı. Açılan 21 bin davada 230 bin kişi yargılandı, 7 bin kişinin idamı istendi, 517 kişiye idam cezası verildi, 259 idam dosyası Meclis’e gönderildi. Devrimci ve ülkücüleri içeren 50 kişi idam edildi. Halkevleri, mühendis ve tabip odaları, sendikalar başta olmak üzere çalışanlara ait tüm kitle örgütleri kapatıldı; yöneticileri tutuklandı. 98 bin 404 kişi “örgüt üyesi olmak”, 71 bin kişi örgüt yönetmek suçlarından yargılandı. 23 bin 677 dernek kapatıldı. 388 bin kişiye pasaport verilmedi, 30 bin kişi “sakıncalı” olduğu için işten atıldı. 14 bin kişi yurttaşlıktan çıkarıldı, 30 bin kişi mülteci olarak yurtdışına kaçtı. 300 kişi kuşkulu biçimde öldü, 171 kişinin sorgu sırasında “işkenceden öldüğü” belgelendi. 299 kişi cezaevinde, 95 kişi “çatışmada” öldü, 43 kişi “intihar” etti. Öğretmen örgütlenmesinde görev alan, önder konumdaki 5 bin 854 öğretmenin işine birkaç ay içinde son verildi. Üniversitelerde 120 profesör ve doçent, Adalet Bakanlığı’ndan 47 hakim atıldı. 400 gazeteci için toplam 4 bin yıl hapis cezası istendi ve bunlara 315 yıl 6 ay hapis cezası verildi. 300 gazeteci saldırıya uğradı, üçü silahla öldürüldü. Zararlı görülen gazeteler, toplam 300 gün yayın yapamadı. 39 ton kitap ve dergi imha edildi. 937 film sakıncalı bulunduğu için yasaklandı, TRT’nin çektiği kimi belgeseller yakıldı.


24 Haziran 2015 Çarşamba

TÜRKİYE’DE AYDIN KIRIMI – 2


Türkiye’de, yurtsever gençler üzerinden gerçekleştirilen kirli siyasetin; uzun erimli bir izlence (program) olduğu, bu izlencenin dışarda hazırlandığı, ulusal varlığın en önemli unsuru olan aydınların hedef alındığı, artık bilinen bir gerçektir. Gençleri ve aydınları etkisizleştirmeye ve kimi zaman yok etmeye yönelen eylemler, durumu açıkça ortaya koymaktadır. Aydın kırımının amaç ve kapsamını gösteren kanıtlar, yalnızca olayların kendisi değildir. En yetkili kişiler, kimi zaman, durumu ortaya koyan açıklamalar yapmaktadırlar. CIA Başkanı Helms bunlardan biridir. Helms, 12 Mart’tan sonra yaptığı açıklamada, “Evet, 12 Mart’ı hazırlayan oluşumları (çatışmaları diye okuyunuz y.n. ), ajanlarımızın aracılığıyla biz düzenledik” demiştir.

22 Haziran 2015 Pazartesi

TÜRKİYE’DE AYDIN KIRIMI - 1


Türkiye Cumhuriyet’i kurulduğunda sıkıntısı çekilen ana sorun; buyruk, yönerge ya da yasayla giderilemeyecek olan aydın eksikliğiydi. Cumhuriyet olanaksızlıklara karşın bu eksikliği gidermiş ve kendine uygun; özverili, inançlı ve yurtsever bir aydın kuşağı yetiştirmişti. Ülke bu kuşağın omuzları üzerinde yükselmiştir. Ancak, Atatürk öldükten ve Batı ile ilişkiye geçildikten özellikle de 1950’den sonra, bu kuşak ve yetiştirdiği kuşaklar, belirli bir plan içinde önce etkisizleştirildi sonra üst düzey devlet görevlerinden uzaklaştırıldı. Bu tür uygulamalar, onları yıldırmadı. Bulundukları yer ve konumda görüşlerini savundular, pes etmediler. Sıra; izlemelere, sorgulara, hapis ve sürgünlere geldi. O da yetmedi, öldürmeler başladı. Her görüşten binlerce yurtsever sokak ortalarında öldürüldü. Ulus olarak yitirilenler yalnızca yurtseverlerin yaşamı değildi. Gerçek yitik, topluma karşı gösterilen duyarlılıklarda ve haksızlığa karşı direnme gücünde yaşandı. Özgür düşünce, düşünceyi eyleme dönüştürme girişkenliği ve örgütlenme istenci (iradesi) büyük zarar gördü.


21 Haziran 2015 Pazar

CUMHURİYET VE SOYADI SORUNU


21 Haziran 1934’de, uluslaşma sürecinde önemli yeri olan Soyadı Kanunu kabul edildi. Yazıyı bu amaçla yayınlıyoruz.

Türkler, özgür ve katılımcı toplum düzenleri geliştirerek bireylerin; buduna bağlı, yalın ve sıradan, eşitler durumuna gelmesini sağlamıştır. Ancak bu eşitlik, kimliksizliğe ya da soyun göz ardı edilmesine asla yol açmamış, ilişkinlik (aidiyet) duygusu güçlü biçimde korunmuştur. Türklerde; boya, buduna, millete bağlılık, aile ve aile büyüklerine saygı, geçmişini bilme, onu koruma güçlü bir gelenektir. Oysa, Osmanlı padişahları, imparatorluğa dönüşen devleti koruma adına, saltanat orununu baskıcı bir güç durumuna getirmek zorundaydılar. Erki korumak için, yönetime ortak olabilecek kişi ya da kümelerin olmaması gerekiyordu. Tahta gözkoyabilecek bir soy bırakmamak için, Türk ailelerinden kızlarla değil Hıristiyan kadınlarla evlendiler. Devşirmelerle, adsız ve ailesiz bir yönetici sınıf yarattılar. Batıda sanayi devrimiyle yurttaş durumuna gelen insanlar, ad ve soyad alırken, Türkiye’de insanların kimliğini ve geçmişini bilmemesi için her şey yapıldı ve 1934 yılına dek soyadı kullanılmadı. Cumhuriyet, katılımcılığı geliştirmek için bu sorunu çözmek zorundaydı. Atatürk’ün öncülüğünde bunu da kısa bir sürede başardı.

18 Haziran 2015 Perşembe

ÖRGÜTLENME ÜZERİNE SÖYLEŞİ


Halkın örgütlenmesi, Türkiye’de adeta cezalandırılması gereken bir eylem durumuna getirilmiş, örgüt sözcüğü yıllarca; devlet karşıtlığının, yasa tanımazlığın ya da gizli işlerin göstergesi yapılmıştır. Oysa, halkın zaman yitirmeden örgütlenmesi ve gelecekte kaçınılmaz gibi görünen ulusal savunmaya hazırlanması gerekiyor. Halkı örgütlemek aydınların görevidir. Aydınlar, önce kendilerini sonra kitleleri örgütler. Örgütlenmenin okulu yoktur ya da bu işin okulu yaşamın kendisidir. Tarihsel gerçekler unutulduğu ve yaşamın gerçeklerinden kopulduğu için, herşey yaşanarak yeniden öğrenilecektir. Türkiye’de yeni bir ulusal uyanış başlamıştır ancak ne yazık ki bu uyanış örgütünü yaratmak için işe sıfırdan başlamak zorundadır.

15 Haziran 2015 Pazartesi

İZMİR SUİKASTI


15 Haziran 1926 Mustafa Kemal Atatürk’e İzmir’de suikast tasarlanan gündür. Yazıyı bu nedenle yayınlıyoruz.

Saltanatın kaldırıldığı 1922 yılından beri, gerçekleştirilen hemen her yeniliğe karşı çıkan “karşıtçılar cephesi”, Mustafa Kemal’le meşru sınırlar içinde başedemeyeceğini anlamıştı. Devrim atılımları uygulanıp halka mal oldukça o güçleniyor, karşıtları güç yitiriyordu. Çok yakında, hiçbir şey yapamaz duruma düşecekleri için, zaman yitirmeden ve hangi biçimde olursa olsun onu durdurmalıydılar. Kurmakta olduğu yeni düzen, daha çok güçlenmeden Mustafa Kemal ortadan kaldırılmalıydı. Suikastçıların amaç ve düşüncesi buydu.

14 Haziran 2015 Pazar

YÖNETİM BUNALIMI


Türkiye'de şiddetli ve yaygın bir yönetim bunalımı yaşanıyor. Yönetim yetkisini ele geçirenler, yetkilerini ülke ve halkın sorunlarını çözmek için değil, çıkar sağlamak ve dış istekleri yerine getirmek için kullanıyor. Sandıkla yoksulluk arasına sıkışan halk, demokrasi adı verilen siyasi kurmacayla kimliğine ve ülkesine yabancılaşıyor, edilgen kalabalıklar haline geliyor. Ülke yüz yıl öncesini yeniden yaşıyor. Ayrımlar biçimsel. Dünün Batı hayranı çelebi aydınları bugün hırçın küreselleşmeciler, dünün Batı düşmanı imanlı dindarları bugün gönüllü emperyalizm savunucularıdır. Aralarına liberalleşen “solcuları” ve ayrılıkçı Kürtleri de alıp, ortak paydası akçeli işler olan ilişkilerle yazgılarını birleştirip, aynı yolun yolcusu yurt ve ulus düşmanı durumuna gelmişlerdir.

13 Haziran 2015 Cumartesi

EVRENSEL TEHLİKE; ÇEVRE KİRLİLİĞİ


Yazı yogunluğu nedeniyle 5 Haziran’da yayınlayamadığımız “Evrensel Tehlike; Çevre Kirliliği” yazısını bugün yayınlıyoruz.

5 Haziran Dünya Çevre günüdür. Çevre kirliliği ile doğal yapıya verilen zararlar, bugün karşımıza iç karartıcı bir tablo çıkarmaktadır. Sorumluları belli olan ancak, çözüm üretecek ve uygulayacak olanların ortalıkta görülmediği bu sorun, doğal yaşamın sürdürebilirliğini çekinceye sokan bir boyuta ulaşmıştır. Kirlilik, bölgesel ya da ülkesel düzeyden çıkmış, küresel nitelik kazanmıştır. Çeşitleri çoğalmıştır. Su, hava ve toprak kirliliği, nükleer kirlenme, manyetik kirlilik (iletişim karmaşası), uzay kirliliği, enerji kirliliği, düzensiz kentleşme, gürültü, küresel ısınma, aşınım (erozyon), virütik atıklar, endüstriyel, konut ve kimyasal kirlilik olarak, yaşamın tüm alanlarına yayılmıştır.

12 Haziran 2015 Cuma

TÜRK KÜRT İLİŞKİLERİ -3


Türkiye Cumhuriyeti’ndeki Kürtler, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Ermeni ya da Rumlar değildir. 20.yüzyıl başında, emperyalizmin oyununa gelen bu iki halk, yaşadıkları yerleri bırakıp gitmek zorunda kaldılar ve Türkiye Cumhuriyeti için önemli bir olumsuzluk yaratmadılar. Ancak, bugün ne Kürtler bir yere gidebilir ne Türkiye etnik ağırlıklı parçalara bölünebilir. Ne gidilecek bir yer ne de belirlenebilecek bir sınır vardır. Türkler ve Kürtler, Türk ulusunun asal unsurlarıdır; toplumsal ve kültürel kaynaşmayla iç içe geçerek Türkiye’nin her yerinde beraber yaşamaktadırlar. Doğu ya da Güneydoğu’da, biçimi ve adı ne olursa olsun, oluşacak ayrı bir yönetim birimi, Kürtler için daha geri bir konuma düşme, yani hak kaybına uğramaktan başka bir şey değildir.

10 Haziran 2015 Çarşamba

TÜRK KÜRT İLİŞKİLERİ - 2


Osmanlılar, Kürdistan adını verdikleri bölgede, devletin temel dayanağı olan tımar sistemini Kürtler’e uygulamadı. Bölgenin yönetimini, babadan oğula geçecek biçimde aşiretlere bırakıp bu aşiretlere, yalnızca Avrupa’daki sınır boylarında yaşayan kimi topluluklara verilen özel haklar tanıdı. Kürtler Müslüman olduğu için haraç ve cizye ödemiyor, tımar dışında bırakıldıkları için de aşar vermiyorlardı. Çevreleri koruma altında olduğu için, hiçbir dış tehdit altında değildiler. Bu koşullar, Kürtlerin tarihlerinin hiçbir döneminde ulaşamadıkları ayrıcalıklardı.

8 Haziran 2015 Pazartesi

TÜRK–KÜRT İLİŞKİLERİ -1


Türk-Kürt ilişkilerinin kökeni, Abbasi Devleti’nin bölgede egemen olmasına dek gider. Gazneli Mahmut’tan (988-1030), Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nun kurucusu Tuğrul Bey’e, (990-1063), Alparslan’dan (1029-1072), Anadolu Selçuklularına ve Osmanlı döneminden geçerek günümüze dek gelir. Türk-Kürt birlikteliği, devlet görevlerinde yer almayla sınırlı kalmayan ve toplum düzeninin her alanına yayılmış kalıcı bir kaynaşmaya ulaşmıştır. Bu iki halkın insanları, etnik kökenine bakılmaksızın; tarımdan hayvancılığa, zanaatçılıktan tecime (ticarete), kent yaşamından göçerliğe dek yaşamın her alanında, eşit biçimde yer aldılar; benzer değer yargıları, ortak yönelişler ve aynı dinsel inanış içinde, çok uzun süre birlikte yaşadılar.

6 Haziran 2015 Cumartesi

CUMHURİYET VE KÜRT AYAKLANMALARI


Emperyalizmin Kürtlere olan ilgisi, petrolün öneminin artması ve Ortadoğu’da zengin petrol yataklarının bulunmasıyla yoğunlaşmıştır. Bölgeyi denetim altında tutabilmek için, bölgedeki devletlerin güçlenmesine izin verilmemiş, yörenin geri unsurları bu amaçla kullanmıştır. Kurtuluş Savaşı içindeki gerici ayaklanmalarla, Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki İslamcı-Kürtçü ayaklanmaların yoğunluğu bundandır.

4 Haziran 2015 Perşembe

SİYASİ PARTİLERİN PARA KAYNAKLARI


Siyasi partilerin gelirlerini giderek artan oranda parti dışından sağlaması, yaygın ve etkili bir siyasi bunalımın yaşandığını gösterir. Üye ödentileri, akçalı katkı sağlayan dayanışma etkinlikleri, bayrak, flama, rozet gibi yaymaca (propaganda) gereci satışları, parti yayınlarından gelir sağlanması gibi üyeye yönelik eylemler, Hazine’den ya da sermaye kesiminden gelen hazır paraya alışan yöneticiler için zaman ayırmaya deymeyen gereksiz işlerdir!. Oysa dayanışma ve imeceye dayanan bu tür etkinlikler, partinin halka uzanan ve gücünü ondan almasını sağlayan bağımsızlık araçlarıdır. Partilerin halktan ve ülke gerçeklerinden kopması, siyaseti topluma hizmet aracı olmaktan çıkarmış ve gelir sağlamak amacıyla yapılan bir meslek durumuna sokmuştur. Durumun doğal sonucu, partilerin, aynı ülkü çevresinde toplanmış insanların gönüllü olarak bir araya geldiği demokratik kurumlar olmaktan çıkması ve siyasi ortamın çıkar sağlamak için çatışılan bir arena’ya dönüşmesidir.


1 Haziran 2015 Pazartesi

TÜRKİYE’DE PARTİ SORUNU


Türkiye’de geçerli olan siyasi dizge (sistem), söylendiği gibi çok partili bir düzen değil, gerçekte bir tür tek parti düzenidir. İçişleri Bakanlığı’na dilekçe veren herkes parti kurabilir ve Türkiye’de bu biçimde kurulmuş çok sayıda parti vardır. Her partinin adı, genel merkezi, genel başkanı başkadır. Ancak, bunlardan baraj geçip Meclis’e girenlerin tümü, hükümet kurduklarında dış istekleri yerine getirecekler ve IMF, Dünya Bankası ya da AB izlencelerinden oluşan tek bir politikayı uygulayacaklardır. Bunu yapmadıklarında hükümette kalamazlar. İç-dış ilişkiler ağının açık ya da dolaylı desteğiyle bulunduğu yere gelen parti başkanı, tek belirleyicidir. Partinin milletvekili adaylarını o belirler. Bunu yaparken, kendisini bulunduğu yere getiren güçlerin önceliklerine uygun bir kadroyu seçer. Böylece yasama gücünü temsil eden milletvekillerini gerçekte halk değil, parti başkanları, bağlı olarak iç-dış sermaye kümeleri belirlemiş olur.