Türkiye’de,
yurtsever gençler üzerinden gerçekleştirilen kirli siyasetin;
uzun erimli bir izlence (program) olduğu, bu izlencenin dışarda
hazırlandığı, ulusal varlığın en önemli unsuru olan
aydınların
hedef alındığı, artık bilinen bir gerçektir. Gençleri ve
aydınları etkisizleştirmeye ve kimi zaman yok etmeye yönelen
eylemler, durumu açıkça ortaya koymaktadır. Aydın
kırımının
amaç ve kapsamını gösteren kanıtlar, yalnızca olayların
kendisi değildir. En yetkili kişiler, kimi zaman, durumu ortaya
koyan açıklamalar yapmaktadırlar. CIA
Başkanı
Helms
bunlardan biridir. Helms,
12 Mart’tan sonra yaptığı açıklamada, “Evet,
12 Mart’ı hazırlayan oluşumları
(çatışmaları diye okuyunuz y.n. ), ajanlarımızın
aracılığıyla biz düzenledik”
demiştir.
68
Kuşağı
Cumhuriyet’in
ilk kuşak öğretmenleri, “Atatürk’ü
her davranışı ve her sözüyle örnek alan”
ve “ulusal
bağımsızlığın bekçiliğini”
yapan bir gençlik yetiştirmeyi başardılar. Üstelik bu gençlik
sözle yetinmedi, edindiği bilinç doğrultusunda hiçbir çıkar
hesabına girmeden mücadeleye atıldı. Okuyor, tartışıyor ve
örgütleniyorlardı. Atatürk’ün
gençliğe seslenişini ve Bursa söylevini kendilerine rehber alarak
eyleme geçtiler. Ülkenin bağımsızlığını yitirdiğini,
anti-emperyalist bir savaş sonunda kurulan Cumhuriyet’in
savunulması gerektiğini görüyorlardı. Yaşlarının ve
konumlarının kaldıramayacağı bir mücadele içine girdiler.
Tutuklandılar, ceza yediler, hatta idam edildiler, ama inançlarından
hiçbir biçimde ödün vermediler. 68
Kuşağı
adı verilen gençlik hareketi böyle ortaya çıktı
68
Kuşağı
ve sürdürdüğü kavganın, destansı bir yanı vardır. Aynı
dönemde dünyanın başka yerlerinde ortaya çıkan gençlik
hareketlerinden çok farklıydı ve Türk toplumuna özgü,
olağanüstü direngen bir mücadele ruhuna sahipti. Yurtsever
aydınlar
haline
gelen gençler, yanlışına doğrusuna, önüne arkasına bakmadan
çıkarsız ve önyargısız bir atılganlıkla hiçbir kişisel
çıkar gözetmeden, ülkeyi
korumak için kendilerini
ortaya koyuyordu. 21-22 yaşında genç insanlar, gözünü kırpmadan
ölüme gidiyor, giriştiği kavgada hiçbir engel tanımıyor ve
hiçbir şeyden yılmıyordu. Böyle bir şey, dünyanın hiçbir
ülkesinde görülmemişti.
Gençlik
Aydınlanması
68
Kuşağı
için çok şey yazılıp söylendi. Yapılanlar ve sonuçları
ortada duruyor. Birçok insan o dönemi yaşadı. Dönem için, fazla
derine inmeden tek bir tanım yapılacaksa, bu tanım herhalde,
Kurtuluş
Savaşı’na,
Atatürk’e
ve Cumhuriyet
aydınlanması’na
sahip çıkan gençliğin, ödünsüz
bir anti-emperyalist mücadele içine girmesi
biçiminde olmalıdır.
Anadolu’nun
her yöresine dağılmış olan yurtsever öğretmenlerin
yetiştirdiği gençler, üniversitelere geliyor ve sürekli bir
öğrenme isteğiyle, hızla bilinçleniyordu. Üniversitelerde adeta
bir gençlik aydınlanması yaşanıyordu. Türk Devrim Tarihi ve
Kemalizm başta olmak üzere, yoğun biçimde; felsefe, tarih, toplum
bilim kitapları okunuyor; panel ve tartışmalar, kültürel
etkinlikler düzenleniyor, gençliğin bilinç düzeyi hızla
yükseliyordu.
Üniversiteler,
yurtlar, öğrenci evlerinin her biri adeta birer tartışma
merkeziydi. Gençler, o denli çok bilgi edinmişlerdi ki,
kazandıkları özgüvenle kendilerini, ülkeyi yönetenler dahil,
herkesten daha bilgili görüyor, bilinç düzeyi olarak özellikle
politikacılardan çok ilerde olduklarına inanıyorlardı.
Bu
inanç, boş bir böbürlenmeyi değil, belli oranda gerçeği
yansıtıyordu. Edindikleri bilgi ve bilinç nedeniyle, ülke
sorunlarını kavrıyor ve gerçeği yansıtmayan hiçbir politik
söze kanmıyorlardı. Ulusal bağımsızlık, hiçbir koşulda ödün
verilmeyecek olan temel amaçtı. Eyleme dönüşmeyen bilginin onlar
için bir değeri yoktu. Düşünceyle eylem kesinlikle
bütünleşmeliydi. Bu anlayışla ve gelecekte kendilerini bekleyen
güçlükleri bilerek, sonuçlarına aldırış etmeden savaşıma
girdiler ancak çok ağır bir bedel ödediler.
Yoğun
Saldırı
Gençliğin,
Müdafaa-i Hukuk anlayışına ve Mustafa
Kemal’e
bağlı kalarak anti-emperyalist bir yöneliş içine girmesi,
kendisini hedef alan gerici tepkiyi de birlikte getirdi Dışarda
planlanan ve ülke içinde önceden hazırlanmış olan örgütler,
harekete geçirildi ve ulusal bir savaşım içindeki gençlerin
üzerine salındı.
Adalet
Partisi
Gençlik
Kolları,
AP’lilerin yönetiminde bulunduğu Komünizmle
Mücadele Dernekleri,
İlim
Yayma Derneği,
Milli
Türk Talebe Birliği
gibi örgütler saldırılarda başı çekiyor, kolluk kuvvetleri
bunlara dolaylı-dolaysız destek veriyordu. Atatürkçü çizgide
yasal eylemler düzenleyen gençler, dinsizlik
ve ahlaksızlık
anlamında ve küfür olarak kullanılan komünistlik
suçlamasıyla
suçlanıyor, öldürülmelerini
isteyen çağrılar yapılıyordu.
Bir
kısım basın, yoğun ve ilkel bir yalan kampanyasını sürekli
hale getirmişti. “Komünistlerin
ortalıkta kol gezdiği, milliyetçi-mukaddesatçıları kesecekleri,
ailelerinin ırzına geçecekleri”
söyleniyor, sürekli olarak “komünistlerin
Allah’a inanmadıkları, Türkler’in düşmanı olduğu ve
bunların birbirlerinin karısıyla, bacısıyla serbestçe yatıp
kalktığı”
ileri sürülüyordu.1
Halkı
cihad’a
(din için savaş) çağıran “İslamcı”
gazeteler “koşulları
ortaya çıktığında cihadın Müslümanlar için farz
(yerine getirilmesi gereken Tanrı emirleri y.n.) olduğu”
nu yazıyordu. Bugün
gazetesi yazarlarından Mehmet
Ş.Eygi,
o günlerde Suudi Arabistan’daki Türk hacı adaylarına şunları
söylemişti: “Camiye
gitmeyen herkes komünisttir, siyonisttir, dizsizdir. Mahallenizde,
camiye gitmeyenleri belleyin. Sizlere harekete geçme emri verilince
bunları öldüreceksiniz. Bu köpekler öldürülünce hareket
kolaylaşacak, amacımıza daha rahat ulaşabileceğiz.”2
Kışkırtmalara
olumlu yanıt verecek çevreler önceden hazırlanmıştı. Daha önce
TİP toplantılarını basan gizli-açık örgütler, gençliğin
yasal eylemlerine saldırmaya başladılar. “Komünizme
karşı vatan savunması”
adıyla saldırılara katılan örgütler de artmış ve özellikle
CKMP’nin “gençlik
kampları”na
katılmış olan “disiplinli
kadrolar”,
1969’dan sonra öncü konuma gelmeye başlamışlardı. Adalet
Partisi Gençlik Kolları
üyelerinin, Atatürkçü çizgideki Türkiye
Milli Talebe Federasyonu
(TMTF)’nun 13 Kasım 1966’da Sakarya’daki kongresine
saldırması, gençliğe yönelen
planlı saldırının ilk örneklerinden biriydi.
TMTF’nin Komünizmle herhangi bir ilişkisi yoktu ve TMTF’liler
derneklerini; “Atatürkçü,
halkçı, devrime, Anayasa’nın öngördüğü temel hedeflere
bağlı, Türk halkını çileden, yoksulluktan kurtararak çağdaş
uygarlık düzeyine ulaştıracak”
bir örgüt olarak tanımlıyordu.3
“Atatürkçülüğe
ve Tam Bağımsızlığa Yürüyüş”
10
Kasım 1968’de, 27
Mayıs Milli Devrim Derneği,
Türk
Milli Gençlik Federasyonu
(TMTF), Türkiye
Milli Gençlik Teşkilatı
(TMGT), Devrimci
Öğrenciler Birliği
(DÖB) ve Orta
Doğu Teknik Üniversitesi Öğrenci Birliği
gibi kuruluşlar; Samsun’dan Ankara’ya, “Atatürkçülüğe
Dönüş, Tam Bağımsızlık Yürüyüşü”
düzenledi. Yürüyüş, nitelik ve katılım olarak önemli bir
eylemdi ancak bu eylemi önemli kılan bir başka yan, gençlik
eylemlerinde kışkırtıcı
ajan
kulanımının kanıtlandığı ilk eylem olmasıydı.
Adının
Muzaffer
Köklü
olduğu sonradan öğrenilen bir kişi, gazetecilerin toplu olarak
bulunduğu bir anda aniden kızıl bir bayrakla kitlenin önüne
çıkmış ve yürüyüş kolunda kimsenin tanımadığı küçük
bir küme, ne marşı olduğu anlaşılmayan bir şeyler
söylemişlerdi. Bu hareket bir kısım basında; “Orak
Çekiçli Bayraklarla Yürüyorlar”,
“Türk
Bayrağından Ay Yıldızı Çıkardılar”,
“Komünist
Marşı Söylediler” biçiminde
haber yapılmış ve üç aydır sürdürülen “Komünist
bir ayaklanma olacak”,
“din
elden gidecek”
yaymacası üst düzeye çıkarılmıştı.
Yürüyüşçülerin
Ankara’ya varacağı 10 Kasım günü, Hacıbayram Camisinde toplu
namaz kılan bir küme, yürüyüşçüleri “Ankara’ya
sokmamak için”
beklemeye başlamıştı. Çatışmaya doğru giden gergin hava,
Cumhuriyet’in başkenti Ankara’da yurttaşları tedirgin etmiş
ve CHP Genel Başkanı İsmet
İnönü,
TMGT Başkanı Kazım
Kolcuoğlu’nu
yanına çağırtarak, “atılacak
her adımda dikkatli, hem de çok dikkatli olunması gereken günler
yaşandığı”
nı söyleyerek, yürüyüşün, Ankara’nın dışında
bitirilmesini istemiştir.
Bütün
bunlar olurken Başbakan Süleyman
Demirel,
izin alınmış yürüyüş için önlem almak yerine, “din
ve vicdan hürriyetini savunmak bizim görevimizdir”
diye açıklama yapıyor4,
sonuç olarak Atatürk’ü
anmak için yapılan yasal yürüyüş Ankara’ya girmeden
bitiriliyordu.
“Kanlı
Pazar”
1968’de
gerçekleştirilen “Atatürkçülüğe
Dönüş, Tam Bağımsızlık Yürüyüşü”ne
karşı yapılan yayınlar, gençlere yöneltilen ve öldürülmelerle
sonuçlanacak saldırıların, toplu
kırımlar’ın
habercisi gibidir. Sonraki saldırıların hemen tümünde, bu
yürüyüşte uygulanan ve aynı yerde planladığı açıkça belli
olan yöntemler, geliştirilerek uygulanmıştır.
“Atatürkçülüğe
ve Tam Bağımsızlığa Yürüyüş”
eyleminden üç ay sonra İstanbul’da gerçekleştirilen
“Emperyalizme
ve Sömürüye Karşı İşçi Yürüyüşü”
adlı yasal eylem, Samsun’da olduğu gibi önce basında karalandı,
saldırı hazırlıkları yapıldı. Kimi gazeteler, “Ya
Tam Susturacağız, Ya Kan Kusturacağız”,
“Kızılları
Boğmanın Vakti Geldi”,
“Cihada
Hazır Olun”
gibi başlıklarla çıktı. Mehmet
Ş.Eygi,
Bugün
gazetesinde yaptığı çağrılarda şunları söyledi: “Müslüman
kardeşim.. Komünizm küfrüne karşı derhal silahlan. İslamda
askerlik ve cihad ihtiyari değil, mecburîdir.. Herkes, komünizm
küfrü ile savaşa hazır olsun.. Cihad eden zelil olmaz. Sağ
kalırsa gazi, ölürse şehit olur. Ey müslümanlar! İmanınız
tehlikede, dininiz tehlikede, Kuranınız tehlikede, camiler
tehlikede. Din iman elden gidecek. Kalkın ey ehli İslam!
Davranın!..”
biçiminde çağrılar yaptı.5
Çağrılar
ve yapılan hazırlıklar sonucu miting günü, yürüyüşün bitiş
noktası olan Taksim alanına, kalabalık bir saldırgan topluluk
gatirildi. Kırk bin kişilik yürüyüş kolunun ilk birkaç bini
alana girdiğinde saldırıya geçildi ve Türk siyaset tarihine
“Kanlı
Pazar”
olarak geçen olaylar sonunda, iki genç öldürüldü, 104 kişi
yaralandı. Ölümle sonuçlanan kışkırtmalara ve açık saldırıya
karşın, dönemin İçişleri Bakanı Faruk
Sükan,
“Olaylara
yürüyüş yapan solcuların, sağcılar üzerine molotof kokteyli
atması neden olmuştur”
dedi, Başbakan Süleyman
Demirel
ise “Bu
tip olaylar hür olan memleketlerin işaretleridir”
diye, inanılması güç sözler söyledi.6
Cezaevleri,
Öldürmeler, İdamlar
12
Mart 1971 döneminde çok sayıda genç, çoğu faili
meçhul
biçimde öldürüldü, üç gençlik önderi idam edildi, yüzlercesi
tutuklandı, hapisle cezalandırıldı, binlercesi işkence gördü.
18-22 yaşındaki genç insanlar saldırılar
karşısında korunmadıklarını görerek, kendilerini savunma
savıyla silahlanmaya başladılar. Sanki görünmez
bir el,
gençleri silahlanmaya ve kendi aralarında çatışmaya yöneltiyor,
çok da başarılı oluyordu.
Gençler,
yurt yararına olduğu inancıyla, kaldıramayacakları ağır bir
savaşımın içine giriyor ve sanki düşman işgaline karşı
koyarcasına birbiriyle çarpışıyordu. Ülkede cirit atan yabancı
ajanlar, işbirlikçiler aracılığıyla olayları istedikleri
biçimde yönlendiriyordu. Büyük bir kitlesel güce ulaşan gençlik
örgütlerine, üstelik çoğu kez yönetici olarak sızılıyor,
öğrenci kitlesi kendisini birden konumu ve gücüyle orantılı
olmayan bir çatışma içinde buluyordu.
Bugün
medyada ya da iş çevrelerinde ABD ve AB politikalarını savunarak,
Atatürk’e,
Cumhuriyet’e ve ulus-devlete saldıran pek çok kişi, o dönemde
etkili öğrenci örgütlerinin yöneticileriydiler. Bunlar, yasadışı
yollardan Filistin
kampları’na
gidip geliyor, aldıkları silahlı eğitimin “ayrıcalığıyla”
gençliğe en keskin eylemleri öneriyorlardı.
En
hızlı “devrimciler”
onlardı. “Devrim
ancak silahla olur”,
“hareket
herşeydir”,
“silahtan
korkanlar küçük burjuvadır”
diyorlardı. Bunlara, daha sonra dönek
denildi.
Oysa bunları dönek
değil, işin başından beri görevli
kabul etmek gerekiyordu.
“Ülkücüler”, “Devrimciler”
1960
yılında, birlikte hareket ederek Demokrat
Parti’nin
çöküşünü sağlayan Türk gençliği, sonraki 6-7 yıl içinde,
birbirini görmeye katlanamayan amansız düşmanlar gibi iki büyük
parçaya bölünmüştü. Yetişme biçimleri, gelecek umutları ve
tarihsel kökleri ayrı olmayan, aynı ulusun gençleri, akıldışı
bir kinle donatılmış ve belki de başka hiçbir yerde görülmeyen
bir şiddetle, birbirini kırmaya
başlamışlardı.
Ülkücü
ve devrimci
tanımlarıyla kutuplaşan genç insanlar; durmadan birbirine
saldırıyor, vuruyor, kırıyor ve öldürüyordu. Giriştikleri
aykırı eylemin yurt yararına olduğunu sanıyorlar, karşıtlarına
ne denli zarar verdirirse ülkesine o denli yararlı olduğuna
inanıyorlardı.
Ancak,
gerçek zararı gençleri birbirini hırpalayan Türkiye görüyor,
geleceğini bağladığı genç aydınlarını, sonuçsuz
ve sonsuz
bir kavgada yitiriyordu. Ülkücüler
saldırırken Türk insanını “Komünizm
belâsından”,
ülkeyi “Rus
işgalinden”
kurtardığına; devrimciler
saldırırken de “faşizme
ve ABD emperyalizmine”
karşı yurtsever bir görev yerine getirdiğine inanıyordu. Bu
açmaz, gerçekten ustalıkla hazırlanmış büyük bir oyundu.
Devrimcilerin
gerçekleştirdiği saldırı biçimi, üniversitelerde başlangıçta
daha güçlü oldukları için ülkücüleri
okula sokmamak ve eğitim haklarını elinden alarak, onları okulu
bırakmaya zorlamaktı. “Devrimci”
kesim içinde bu işe öncülük edenler incelenecek olursa, bunların
bugün medya’da etkili yerlerde bulunan geçmişleri karışık
işbirlikçiler olduğu görülecektir. Bunlar o dönemde, bir görevi
yerine getirir gibi, ülkücüleri
okula sokmama
eylemlerini düzenleyen en hızlı “devrimciler”
di.
Silahlı
Çatışma ve Öldürmeler
Ülkücülere
yönelik eylemler, dövme ve okula sokmamakla sınırlı kalmadı.
Doğal bir tepki gibi görülerek ve “devrimcilere
yapılan
saldırılara karşılık vermek üzere”
yaralama ve öldürmelerle sonuçlanan silahlı saldırılara
yöneldi. Aynı anlayış ve yöntemi, ülkücüler
de
kullandı.
Ateşli
silahlar kullanılarak gerçekleştirilen karşılıklı saldırılar
sonucu; Mehmet
Büyüksevinç,
Battal
Mehetoğlu,
Taylan
Özgür,
İlker
Mansuroğlu
gibi “devrimci”
öğrencilerin öldürülmesine karşılık; Ruhi
Kılıçkıran,
Süleyman
Özmen,
Yusuf
İmamoğlu
ve Dursun
Önkuzu
adlı ülkücü
öğrenciler arka arkaya öldürüldüler.7
Hükümetin
Tutumu
Ülkücü
ve devrimciler
birbirleriyle çatışırken hükümet, olaylara karışmıyor
görünüyor ancak el altından hemen tüm olayları dolaylı biçimde
yönlendiriyordu. Her iki kesim için de, ilerde kullanılmak üzere
raporlar hazırlatıyor, kışkırtıcı ajan kullanımını mükemmel
sayılabilecek bir ustalıkla işletiyordu. Gerek devrimciler gerekse
ülkücüler, Adalet Partisi yönetiminin politikalarını
onaylamıyor, birbirleriyle çatışsalar da hükümete karşı
eleştirilerini giderek arttırıyorlardı. Gençliğin hükümete
yönelttiği eleştiriler, Türk halkının duygu ve isteğini önemli
oranda yansıtıyor, giderek toplumsal karşıtlığı temsil eden
siyasi görüşler haline geliyordu. Bu durum üzerine, “uzun
vadeli ve çok aşamalı bir plan uygulamaya kondu.” 8
Gençlik
eylemlerini; önemsizmiş gibi göstererek başıboş bırakmak,
gerektiğinde yönlendirmek, olabildiğince parçalara ayırmak,
aykırı eylemlerle halkta tepki yaratmak, gençleri bu tür eylemler
içine çekmek, hazırlanan planın ana hedefleriydi.9
Toplum
Psikoloğu ve Eğitimbilimci
(pedagog)
Tanzer
Sülker Yılmaz,
Türkiye’de
Gençlik Hareketleri
adlı yapıtında, plan hakkında şunları söylemektedir: “Önce
üniversite ve yüksek okullardaki olaylara kayıtsız kalınarak
öğrenci-öğretim üyesi bütünleşmesinin parçalanması yoluna
gidildi. Sol hareket içine yerleştirilen kışkırtıcı ajanların
görevi ise, öğrenci kitlesini, halkı sola karşı
yabancılaştıracak eylemlere yöneltmekti.” 10
Başarılı
Kurmaca
“Plan”
başarıyla uygulandı ve “öğrenci
olayları”
birdenbire yön değiştirdi. Şiddetli ve sürekli silahlı bir
çatışmaya dönüşerek ülkenin her yerine yayıldı. Kim olduğu,
nereden geldiği, kime bağlı olduğu belirsiz silahlı kişiler,
gençliğin her kesiminde, üstelik karar verici yerlere geliyor,
çatışmaya dayalı bir siyaseti örgütlerde tek geçerli yöntem
durumuna getiriyordu.
Gençliğin
akademik-demokratik istemleri ortadan kalkmış; onun yerini, halkın
nedenini hiç anlamadığı, destek bir yana kaygıyla izlediği ve
giderek tepki duyduğu kanlı bir çatışma almıştı. Bu ortamda,
gençliğin halktan koparak yalnız kalmaması, giderek örselenip
ezilmemesi ve halkın çatışmaların bitmesi için her şeyi
kabullenir duruma gelmemesi elbette olası değildi. Çatışmalarla,
hem ülkenin aydınları
yok ediliyor hem de ülke her türlü karışmaya hazır duruma
getiriliyordu: bir
taşla iki kuş
birden vuruluyordu.
Aydın
Kırımı ve CIA
Türkiye’de,
yurtsever gençler üzerinden gerçekleştirilen kirli siyasetin;
uzun erimli bir izlence (program) olduğu, bu izlencenin dışarda
hazırlandığı, ulusal varlığın en önemli unsuru olan
aydınların
hedef alındığı, artık bilinen bir gerçektir. Gençleri ve
aydınları etkisizleştirmeye ve kimi zaman yok etmeye yönelen
eylemler, durumu açıkça ortaya koymaktadır.
Aydın
kırımının
amaç ve kapsamını gösteren kanıtlar, yalnızca olayların
kendisi değildir. En yetkili kişiler, kimi zaman, durumu ortaya
koyan açıklamalar yapmaktadırlar. CIA
Başkanı
Helms
bunlardan biridir. Helms,
12 Mart’tan sonra yaptığı açıklamada, “Evet,
12 Mart’ı hazırlayan oluşumları
(çatışmaları diye okuyunuz y.n. ), ajanlarımızın
aracılığıyla biz düzenledik”
demiştir.11
Demirel
Hükümeti’nin Dışişleri Bakanı İhsan
Sabri Çağlayangil
ise 7 Şubat 1974’de şunları söylemiştir: “12
Mart’ta CIA vardır. CIA benim altımı oymuş. Adamın elinde
imkan var. Girmiş, enfilitre
(denetimsiz y.n) benim
içimde. Onun için hiç şaşırmam, aramam da. Çünkü bulamam...
Bakınız, Amerika şuna aldırmaz: Bir ülkede demokrat yönetim
olmuş, şoven yönetim olmuş, faşist yönetim olmuş ona hiç
bakmaz. Amerika o ülkenin kendisine ne ölçüde bağlı olduğuna,
kendi politikasına ne dereceye kadar satelit
(uydu y.n.) haline
getirildiğine bakar... 12 Mart’tan bir süre önceydi. Böyle bir
hareketin olacağı bana, Amerikan Sefiri tarafından ihsas
edilmişti.” 12
Türkiye’nin
Yitiği
“12
Mart Muhtırası”nın
öncesi ve sonrasında gerçek darbe, Türkiye’nin gelecekteki
aydınları olan üniversite gençliğine vuruldu. Ancak, yaşı ve
konumu gözetilmeksizin ve olaylarla hiçbir ilişkisi olmamasına
karşın Türkiye’nin en nitelikli aydınları da gözaltına
alındı, tutuklandı ve fiziki ya da tinsel işkenceye uğratıldı.
Öğretim
üyeleri, yazarlar, gazeteciler, sanatçılar, sendikacılar,
subaylar, hatta generaller bile herhangi bir hukuksal dayanağa gerek
duyulmadan gözaltına alındılar, tutuklandılar.
Türk
bilim dünyasının büyük isimlerinden Prof.Tarık
Zafer Tunaya
başta olmak üzere, Prof.İsmet
Sungurbey,
Prof.Mümtaz
Sosyal,
Prof.Muammer
Aksoy,
Prof.Bahri
Savcı,
Asis.Bülent
Tanör,
Asis.Uğur
Mumcu,
Yazar Doğan
Avcıoğlu,
Yazar İlhan
Selçuk,
Samim
Kocagöz,
Yaşar
Kemal,
İlhami
Sosyal,
Demirtaş
Ceyhun,
Sinema Sanatçısı Yılmaz
Güney,
Korgeneral Cemal
Madanoğlu,
Tuğgeneral Celil
Gürkan,
Albay Osman
Köksal,
Yarbay Talat
Turan,
Hava Üsteğmen Mehmet
Balaban,
Deniz Teğmen Alp
Kuran,
DİSK Başkanı Kemal
Türkler,
Genel Sekreteri Kemal
Sülker,
Maden-iş Genel Başkan Yard. Şinasi
Kaya,
Gıda-iş Genel Başkanı Kemal
Nebioğlu,
Mimarlar
Odası Genel Sekreteri Yavuz
Önen,
TİP Genel
Başkanı Behice
Boran,
Genel Sekreterler Tarık
Ekinci
ve Şaban
Erik,
Dr.Hikmet
Kıvılcımlı,
Mihri
Belli
gözaltına alınan ya da tutuklanan aydınların yalnızca bir
bölümüydü.
12
Mart 1971,
toplu aydın
kırımının
ikinci evresini oluşturan 1965-1971 döneminin sonu ve üst
noktasıdır. Uzun süreden beri uygulanan baskı yöntemleri, 12
Mart’ın
sert yöntemleriyle aydınlara
büyük zarar verecek ancak onları tümüyle sindiremeyecektir.
Siyasi savaşım 12
Mart’dan
sonra, bölünmüş de olsa, üstelik kitlesel duruma gelerek
sürdürülecektir. Aydın
kırımının
son ve kesin darbesi, dokuz yıl sonraki 12
Eylül
ile gerçekleştirilecektir.
Ortak
Payda: Yurtseverlik
68
Kuşağı
içinde yer alan geniş gençlik kesimlerinin hangi duygular ve
özlemler içinde davrandıklarını, giriştikleri eylemde neyi
amaçladıklarını anlamak için, kümeleri temsil etme konumundaki
önderlerin ve kuruluşların görüşlerine bakmak gerekir. Bu
yapıldığında, o dönem gençliğinin ağırlıklı olarak;
ülkenin çıkarları için davrandığı ve ulusal bağımsızlığa
önem verdiği anlaşılacak, kullanılan siyasal söylemlerin benzer
yaklaşımları içerdiği görülecektir.
Yirmi
dört yaşında idam edilen ve kendisini “baştan
beri Mustafa Kemalci gören” 13
Deniz
Gezmiş,
mahkemedeki savunmasında şunları söyler; “Türkiye,
Kurtuluş Savaşı’ndan 50 yıl sonra bugün yeniden yarı-sömürge
durumundadır. Ve Kemalist Cumhuriyetin başına anti-Kemalist
politikacılar geçmiştir. Bu koşullarda gençlik, emperyalizme ve
anti-Kemalist gidişe karşı verilen savaşta, somut olarak ön
saflarda bulunmak zorundadır... Amerikan emperyalizmi bugün,
saldırganlık yolunu seçmiştir. Buna karşı biz de, tıpkı
Mustafa Kemal gibi emperyalizme karşı mücadele yolunu seçtik...
Haklı olarak şunu söylüyoruz: 19 Mayıs 1919, saldırgan
emperyalistlere ve onların emrindeki iç düşmana karşı, Mustafa
Kemal önderliğinde, Türk halkını örgütlemek için, Kurtuluş
Savaşının politik anlamda başlangıcıdır. 19 Mayıs 1919,
emperyalizme, padişahlığa, hükümete ve köhnemiş devlet
yapısına karşı Mustafa Kemal ve arkadaşları önderliğinde
yürütülen devrimin başlangıcıdır. 19 Mayıs 1919, Ulusal
Kurtuluş Mücadelesi için Mustafa Kemal ve arkadaşlarının,
halkın silahlı gücü ve öncüsü olarak harekete geçişidir...”
14
Deniz
Gezmiş
mahkemede bunları dile getirirken, 1970 başında babasına yazdığı
mektupta şunları söylemişti: “Baba,
sana her zaman teşekkür borçluyum. Çünkü Kemalist düşünceyle
yetiştirdin beni. Küçüklüğümden beri evde sürekli Kurtuluş
Savaşı anılarıyla büyüdüm. Ve o zamandan beri yabancılardan
nefret ettim. Baba, biz Türkiye’nin ikinci kurtuluş
savaşçılarıyız. Elbette ki hapislere atılacağız,
kurşunlanacağız da. Tıpkı birinci Kurtuluş Savaşı’nda
olduğu gibi. Ama bu toprakları yabancılara bırakmayacağız...”
15
Şubat
1970’de, Çapa
Yüksek Öğretmen Okulu Milliyetçi Öğrencileri
imzasıyla bir bildiri yayımlanır. Bildiri’de; “ulusal
sanayimiz yok ediliyor, montaj sanayi ile milletin gözü boyanıyor,
Coca Cola, bira, şarap, paçavra fabrikaları ile Türk milleti az
gelişmişlikten kurtulamaz” deniyor
ve “ülkücüler”
in “emperyalizmin
yalnızca ekonomik olanına değil, her çeşidine; Amerikan, Çin,
Rus, Yahudi emperyalistlerine”
de karşı olduğu
söyleniyordu. Bildiri, ismi verilmeden Atatürk’ten
alınan şu sözlerle sona eriyordu: “Türkiye
maymun değildir. Taklit etmeyecektir. Ne Amerikanlaşacak ne
Batılaşacaktır. Yalnız ve yalnız özleşecektir.”16
DİPNOTLAR
- “Pazar Sohbeti”, Emin Çölaşan, Hürriyet 10.07.1988; ak. Tanzer Sülker Yılmaz, “Türkiye’de Gençlik Hareketleri”, Top.Dön.Y., İst.–1997, sf.126
- “İki 1 Mayıs”, Nail Güreli, Gür Yay., 1979, sf.175–176; ak. a.g.e. sf.115
- a.g.e. sf.110
- a.g.e. sf.127–128
- a.g.e. sf.168
- Milliyet 18.02.1969 ve 21.02.1969; ak. “Türkiye’de Gençlik Hareketleri”, Tanzer Sülker Yılmaz, Top.Dön.Yay., İstanbul–1997, sf.169
- “Ülkücü Hareket – I” Hakkı Öznur, Akik, Ankara–1996, sf.205
- “Türkiye’de Gençlik Hareketleri” T.S.Yılmaz, Top.Dön.Yay., İst.–1997, sf.124
- a.g.e. sf.124
- a.g.e. sf.124
- “Tarih Açısından 12 Mart” İsmail Cem, Cem Yay., 2.C., İst.–1977, sf. 72; ak. a.g.e. sf.187
- “Türkiye’de Gençlik Hareketleri” T.S.Yılmaz, Top.Dön.Yay., İst.–1997, sf.187
- “Deniz–Bir İsyancının İzleri” T.Feyizoğlu, Belge Yay., 2. Bas.–1992, sf.203
- a.g.e. sf.260, 261, 282 ve “I.THKO Davası” Yöntem Y., 1.C., İst.–1974, sf.415
- a.g.e. sf.196, 197
- “Fırtınalı Yıllarda Ülkücü hareket” T.Feyizoğlu, Ozan Y., 2000, sf.512-513
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder