12
Eylül,
yıllarca süren aydın kırımının son ve en yıkıcı aşamasıydı.
Yönetimi ele geçirenler, devletin bütün olanaklarını kullanarak
yurtsever aydınları ağır bir şiddetle ezdi. Devlet kendi
aydınını yok etti. 12 Eylül uygulamalarıyla 650 bin kişi
gözaltına alındı ve bunların büyük çoğunluğuna işkence
yapıldı. İşkenceler, yalnızca konuşturmak, bilgi sağlamak
amacıyla değil, kişilikleri ezmek, direnme gücünü yok etmek
için herkese yapılıyordu. 1 milyon 683 bin kişi fişlendi,
fişlenenler kamusal alanlar başta olmak üzere birçok haktan
yoksun kılındı. Açılan 21 bin davada 230 bin kişi yargılandı,
7 bin kişinin idamı istendi, 517 kişiye idam cezası verildi, 259
idam dosyası Meclis’e gönderildi. Devrimci ve ülkücüleri
içeren 50 kişi idam edildi.
Halkevleri,
mühendis ve tabip odaları, sendikalar başta olmak üzere
çalışanlara ait tüm kitle örgütleri kapatıldı; yöneticileri
tutuklandı. 98 bin 404 kişi “örgüt
üyesi
olmak”,
71 bin kişi örgüt yönetmek suçlarından yargılandı. 23 bin 677
dernek kapatıldı. 388 bin kişiye pasaport verilmedi, 30 bin kişi
“sakıncalı”
olduğu için işten atıldı. 14 bin kişi yurttaşlıktan
çıkarıldı, 30 bin kişi mülteci olarak yurtdışına kaçtı.
300 kişi kuşkulu biçimde öldü, 171 kişinin sorgu sırasında
“işkenceden
öldüğü”
belgelendi. 299 kişi cezaevinde, 95 kişi “çatışmada”
öldü, 43 kişi “intihar”
etti.
Öğretmen
örgütlenmesinde görev alan, önder konumdaki 5 bin 854 öğretmenin
işine birkaç ay içinde son verildi. Üniversitelerde 120 profesör
ve doçent, Adalet Bakanlığı’ndan 47 hakim atıldı. 400
gazeteci için toplam 4 bin yıl hapis cezası istendi ve bunlara 315
yıl 6 ay hapis cezası verildi. 300 gazeteci saldırıya uğradı,
üçü silahla öldürüldü. Zararlı
görülen gazeteler, toplam 300 gün yayın yapamadı. 39 ton kitap
ve dergi imha edildi. 937 film sakıncalı
bulunduğu için yasaklandı, TRT’nin çektiği kimi belgeseller
yakıldı.
1974-1980
Katliam ve Vahşet Dönemi
1970-1980
arasında savcılık yapan Prof.Çetin
Yetkin,
İstanbul’da (1978) soruşturmasını yaptığı bir çatışma
olayı için şunları anlatıyor: “Mecidiyeköy’de
bir çatışma olduğunu ve iki kişinin silahla vurulduğunu
ilettiler. Olay yerine gittiğimde, daha önce gelmiş olan
polislerin bazılarının ağladığını gördüm. İçlerinde
karşıt görüşte olanlar olsa da, hepsi iyi polislerdi. Yerde, 20
yaşlarında uzun boylu sırım gibi iki genç yatıyordu. Ana
caddeye çıkan çapraz durumdaki iki sokak başında karşılaşmışlar
ve aynı anda silahlarını çekerek birbirlerini tek kurşunla
öldürmüşlerdi. Biri ülkücü, diğeri devrimciydi. Okumak için
İstanbul’a gelen Orta Anadolu çocuklarıydı. Gördüklerimden
son derece etkilendim ve duyduğum acıyı hiç unutmadım, yaşamım
boyunca unutacağımı da sanmıyorum.”1
1960
sonlarında üniversite gençliği içinde yaşanan çatışmalar,
başka bir boyut ve içerik kazanarak 1974’ten sonra yeniden
başladı ve kısa bir süre içinde şiddetin her türünü içeren
büyük bir çatışmaya dönüştü. Çatışmaların 1974’te
başlaması boşuna değildi. Türkiye Kıbrıs’a askeri çıkarma
yapmış ve Türk bölgelerini koruma altına almıştı. Bu
girişimden sonra Türkiye, dışarda ekonomik ve askeri yasaklamalar
(ambargo), içerde ise zamanla iç savaş halini alacak bir
çatışmayla karşı karşıya kaldı, programlanmış bir terör
karmaşası içine çekildi.
Çatışmadan
Vahşete
1974
sonrasında çatışmalar, bu kez vahşi bir durum almıştı. Yeni
örgütler ortaya çıkıyor, bunlar sınır tanımaz bir
saldırganlık içinde, çatışmayı ülkenin her yanına yayıyordu.
Yükselen yeni terör, öğrenci ağırlıklı ülkücü,
devrimci
çatışmasını gölgede bırakmış, profesyonel eylemlere
dönüşmüştü. Sağ
ve sol
olarak adlandırılan bir kısım insanlar, hem birbirleriyle hem
kendi içlerinde, silah kullanarak çatışma içine giriyordu. Solcu
sağcıyı
sağcı
solcuyu,
hatta solcu
solcuyu,
sağcı
sağcıyı
acımasızca öldürüyordu. 1975’te kurulan ASALA,
Batı başkentlerinde Türk diplomatları öldürüyor, aynı yıl
Türk devletiyle çatışmaya hazırlanmak üzere PKK
kuruluyordu.
1974’ten
sonra yalnızca öğrenciler değil, toplumun değişik kesimlerinden
insanlar çatışma içine çekildi. Siyasetle ilgisi olsun ya da
olmasın her sınıftan insan ayrım gözetilmeden saldırıya
uğradı, yaralandı ya da öldürüldü. İşçiler, öğretmenler,
doktor ve mühendisler, bilim adamları, sanatçılar, yazarlar,
ozanlar, parti başkanları, milletvekilleri, savcılar, emniyet
müdürleri, bakanlar, hatta başbakanlar bile artık terörün
hedefiydi.
İnsanlar
tek tek ya da toplu olarak, acımasız yöntemlerle katlediliyordu.
Topluluklar üzerine bombalar atılıyor, toplu taşım araçları,
mitingler kurşunlanıyor, kaçırılan insanlar işkence edilerek
öldürülüyordu. Bu iş için eğitildiği belli olan bir küme
insan çılgına dönmüş yokediciler
gibi vurdular, kırdılar,
öldürdüler. Kan dökerken kural tanımama ve
dizginlenmeyen bir öldürme duygusu, sonsuz ve ilkel bir vahşete
dönüştürülerek ülkenin her yerine yayıldı. Türkiye bu kez
ikiye değil, belki de iki bin parçaya bölünmüştü.
Örnekler
Devrimci
kesimden üniversite öğrencisi Rıfat
Kurt’un
yakılmış cesedi, 27 Mart 1977’de sokakta
bulundu. Adli tıp raporuna göre Rıfat
Kurt,
diri diri yakılmıştı. Tüm
Öğretmenler Birliği Dayanışma Derneği
(TÖP-DER) üyesi Mehmet
Baş
adlı lise öğretmeni, İstanbul Çatalca’da; kolları ve boğazı
kesilip, sağ gözü oyularak ve tam yirmisekiz yerinden bıçaklanarak
öldürüldü.
25
Mayıs 1977’de Ordu’nun Kazgan İlçesi Tavacık Köyü İlkokulu
öğretmeni Münir
Özsever,
dövülerek uçuruma atıldı, parçalanmış cesedini bir hafta
sonra köylüler buldu.
İstanbul
Devlet Güzel Sanatlar Akademisi öğrencilerinden Kıbrıs uyruklu
“devrimci”
Muharrem
Özdemir,
6 Aralık 1977’de işkence edildikten sonra ağzından
kurşunlanarak öldürüldü.2
DİSK’e
bağlı Genel-İş üyesi Ali
Şahin,
6 Şubat 1978’de asılmış olarak bulundu. 9 Ekim’de Ankara
Bahçelievler’de evleri basılan yedi üniversite öğrencisinden
beşi evde kurşunlanarak ve havlu ile boğularak, ikisi Eskişehir
yolunda enselerinden tek kurşunla vurularak öldürüldü.
16
Mart 1978’de güvenlik kaygısıyla okullarından topluca çıkan
İstanbul Üniversitesi öğrencilerinin üzerine bomba atıldı,
biri kız yedi öğrenci öldü, kırk iki öğrenci yaralandı.
Okmeydanı
Motor Sanat Enstitüsü öğrencisi Şakir
Ay,
4 Kasım 1976’da, vücuduna “yüksek
dozda uyuşturucu verilerek”,
Kayseri Fevzi Çakmak Lisesi öğrencisi Mutad
Karademir,
kaldığı evde kafası sopayla parçalanarak öldürüldü.3
Benzer
cinayetler, “ülkücü”
kesime yönelik olarak da işlendi. 15 Mayıs 1976’da Afyon
Sandıklı Lisesi öğrencisi ve Ülkü Ocakları üyesi İbrahim
Türkeş,
17 Mayıs’ta, Erzurum Tortum İlçesi’nde yine Ülkü Ocakları
üyesi lise öğrencisi Mustafa
Ertaş
bıçakla öldürüldü.
Milliyetçi
Hareket Partisi, İstanbul İl Başkanı Recep
Haşatlı’nın
arabası 3 Ekim 1978’de tarandı ve Haşatlı
yanındaki oğluyla birlikte öldürüldü. 12 Mart döneminde
Maltepe’de Hüseyin
Cevahir’i
vuran Deniz Yarbay Cihangir
Erdeniz
emekli olduktan sonra açtığı av malzemeleri satan dükkanında
tarandı, yanında çalışan gençle birlikte yaşamını yitirdi.4
1979
Ocağı’nda İstanbul Ümraniye’de beş “ülkücü”
işçi, işkence edildikten sonra kurşunlanarak öldürüldü, MHP
Genel Merkezi bombalanarak otomatik silahlarla tarandı. Bahçelievler
Karakolu’na elli metre uzaklıkta gerçekleştirilen bu saldırıda
Ömer
Yüce
ve Alper
Demir
adlı iki parti üyesi öldü.
MHP
yöneticilerine değişik tarihlerde yapılan saldırılarda, MHP
Bingöl Belediye Başkanı Hikmet
Çetin,
Mardin İl Başkanı Ata
Pehlivanoğlu,
Uşak İl Başkanı Ali
Köleoğlu,
Kars İl Başkanı Hüseyin
Cahit Aküzüm,
Manisa İl Başkanı Cemil
Çöllü,
Tarsus eski İlçe Başkanı Ali
Düzenli
öldürüldü. Şişli İlçe Başkanı Yusuf
Bahri Genç’in
dükkanı tam on sekiz kez bombalandı, on dokuzuncu bomba arabasına
kondu ve Yusuf
Bahri
Genç
bu saldırıyla öldürüldü.5
CHP’liler
ve herhangi bir siyasi oluşum içinde yer almayan insanlar da
öldürülüyordu. Denetim dışına çıkan saldırganlık, Türk
toplumunun tarihinde ve töresinde olmayan bir vahşet dalgası
toplumun üzerine çökmüştü. Ölme ve öldürme günlük yaşamın
bir parçası olmuş, ülkenin binbir zorlukla yetişmiş aydınları,
yani zaten kıt olan eğitimli insan kaynakları yok ediliyordu.
Dehşet
eylemleriyle şoka sokulan toplum, kendine güvenini yitiriyor;
insanlar, sayıları hızla artan ve bulunduğu yörede etkinlik
kuran örgütlerden birine katılmak ya da katılmış görünmek
zorunda kalıyordu. Türk toplumu yalnızca insanlarını değil, en
güç koşullarda bile ayakta kalmasını sağlayan, birlik ve
dayanışma geleneklerini yitiriyordu.
İşkence
ve öldürmeye dayalı eylemler, kişisel ya da kümesel çatışmadan
çok, toplumu sindirmeyi ve ulusal dayanışma geleneklerini yok
etmeyi amaçlıyordu. O nedenle, terörün kendi mantığı içinde
bile var olması gereken eylem sınırlaması, bu saldırılarda
görülmüyor, hiçbir nedeni olmadan adam öldürülüyordu. Üstelik
bu utanç verici ve insanlık dışı eylemler, örgüt bildirileri
ve açıklamalarla sahiplenilmekten çekinilmiyordu.
Sınır
Konmamış Öldürme
1980
yılının ilk dokuz ayı içinde (1 Ocak-12 Eylül arası),
aralarında bir milletvekilinin de bulunduğu 29 CHP yöneticisi
öldürüldü. 14 Nisan 1978’de, Kahramanmaraş Pazarcık
Postanesi’ne gönderilen bir paket, PTT görevlisini öldürdü. 3
gün sonra 17 Nisan’da, bu kez Malatya Belediye Başkanı Hamit
Fendoğlu,
yine paketli bomba ile gelini ve iki torunuyla birlikte katledildi.
4
Temmuz’da Antakya’da gerçekleştirilen öldürme olayı,
duyanlara inanılmaz gibi geldi ancak gerçekti. Bir evin alt katını
boyayan işçi Mehmet
Çelik,
sigarası bitince üst katta kalan ve hiç tanımadığı kişilerden
bir sigara istiyor. Kendisine fünyeli bir sigara verilen Mehmet
Çelik,
patlama sonucu yüzü parçalanarak ölüyordu.
Öldürme olayları lise
öğrencilerine dek yayıldı. 10 Ocak 1978’de Elazığ’da, lise üçüncü sınıf
öğrencisi devrimci Selahattin Öndek tanıdığı ülkücü liseliler tarafından
şişlenerek öldürüldü.
27 Kasım 1978’de, Erzincan’da bir evin önüne patlayıcı koyduktan sonra zili çalıp kaçan kişiler, bir ev hanımının yaşamını yitirmesine yol açtılar.
27 Kasım 1978’de, Erzincan’da bir evin önüne patlayıcı koyduktan sonra zili çalıp kaçan kişiler, bir ev hanımının yaşamını yitirmesine yol açtılar.
18
Nisan 1978’de, Malatya’ya 8 km uzaklıktaki Beylerderesi Köprüsü
yakınında, tren yoluna bağlanan üç genç, canlı canlı tren
tarafından parçalandı.
1
Mayıs 1978’de, İstanbul Sarıyer’de bulunan erkek cesedinin
kimliğinin saptanamamasının nedeni, yakılarak öldürülmesi ve
kömür haline gelmesiydi. 3 Kasım’da, İstanbul Silivri’de
bulunan erkek cesedinin kimliğinin saptanamamasının nedeni ise,
ellerinin ve başının kesilmiş olmasıydı.6
Ruhsal
Çarpıklık
1979
yılında gazetecilere işlediği cinayetlerle ilgili açıklamalarda
bulunan Veli
Can
Oduncu,
şunları söylemişti: “Erkin
Akın bana ‘Fatih’te solcuların gittiği bir kahve var, orayı
kurşunlayacağız’ demişti. Sarhoşluğumuz devam ediyordu.
Kahveye girdik, tabancalarımızı çektik. Erkin bana, aynı masada
oturan yirmi yaşlarında iki kişiyi gösterdi. İkimiz birden iki
metre mesafeden ateş ettik. Taksi tutup Zeytinburnu’na döndük.
Eve gidip yattım. Ertesi gün, gazetelerde Fatih’te bir kahvede,
iki ülkücünün kurşunlanarak öldürüldüğünü okuyunca
şaşırdım. Erkin’e ‘sen bana solcu dedin, vurduklarımız
ülkücüymüş’ diye söylenince, ‘ben öyle biliyordum’
dedi.” 7
Marksist-Leninist
Silahlı Propaganda Birliği
(MLSPB) adlı örgüt tarafından MHP İstanbul İl Başkanı Recep
Haşatlı
ve oğlu’nun öldürülmesi olayıyla ilgili olarak bir bildiri
yayımlanmış ve bu bildiride şunlar söylenmişti: “Daha
yolun başındayız. Bazı MHP yöneticilerini, devrimci kanı
dökenleri azalttık.. Kararlıyız.
MHP’nin
bütün kilit adamları azaltılacaktır.. Başbuğlarına da sıra
gelecektir.”
8
Herkes
Herkesi Öldürüyor
30
Temmuz 1978’de, Adana’nın Dumlupınar semtinde, Halkın
Sesi ile
Halkın
Kurtuluşu
adlı “devrimci”
kümeleri arasında çıkan çatışmada, Halkın
Kurtuluşu’ndan
Faysal
Kelleci
ve Oktay
Çiğdemal
bıçaklanarak öldürüldü. Çatışma nedeni, aynı mahallede
gazete satmaktı.
29
Eylül’de Kars’ta, bu kez Devrimci
Yol
ile Halkın
Kurtuluşu
arasında bir çatışma yaşanıyor, burada da Halkın
Kurtuluşu’ndan
Eğitim Enstitüsü öğrencisi Vedat
Yılmaz
kurşunlanarak öldürülüyordu. Aynı kümeler, 29 Eylül’de
İstanbul Çağlayan’da bildiri dağıtma yüzünden birbirine
giriyor, burada Yüksel
Bakır
adlı örgüt üyesi işçi, yaşamını yitiriyordu. 23 Kasım’da
Urfa’da, Ferit
Uzun
adlı Ziraat Mühendisi, “devrimci”
kümeler arasında slogan atma yüzünden çıkan çatışmada
öldürülmüştü.9
28
Temmuz’da, Rize’nin Güneysu Bucağı Yeşil Köyü’nde,
akıncılar
içindeki çatışmada tabancayla vurulan Kaya
Muradım’ın
katili, bir başka akıncıydı.
26 Ekim’de Malatya Darende’de, ülkücü
İrfan
Altaş,
ülkücü
öğretmen adayı Hacı
Abdullah Köse’yi,
“din
konusundaki tartışma nedeniyle”
öldürmüştü.10
Öldürmelerdeki
sınır tanımazlık o denli genişlemişti ki, siyasi cinayetlerde
yalnızca erkekler değil, genç kızlar da
öldürülüyordu. Böyle bir olay Türk tarihinin hiçbir
döneminde yaşanmamıştı; kadın, Türkler’de saygı gören bir
varlıktı. Ankara Ziraat
Fakültesi
öğrencisi Aynur
Sertbudak,
Aralık 1976’da pusu kurularak; İstanbul’da İGMYO öğrencisi
Çiğdem
Yıldır,
Mayıs 1977’de kurşunlanarak; Üniversite sınavı için
Görele’den Trabzon’a gelen Hatice
Sefer
Haziran 1978’de kurşunla; Ankara’da öğretmen İclal
Akın
Temmuz 1978’de yine kurşunla öldürüldüler.11
Malatya,
Kahramanmaraş, Sivas, Çorum
Malatya’yla
başlayan; Sivas, Kahramanmaraş ve Çorum’la süren toplu
öldürmeler, 1974-1980 karmaşası içinde üzerinde pek durulmayan
önemli olaylardır. Alevi yurttaşlara yönelen ve çocuklardan
yaşlılara kadınlardan korumasız hastalara dek çok sayıda insanı
ayrımsız içine alan öldürme eylemleri, kendiliğinden gelişen
çatışmalar değil; önceden hazırlanan, amacı belli, planlanmış
eylemlerdi.
Malatya’daki
saldırıların görgü tanıklarından Avukat Süleyman
Efe,
yaşadıklarını şöyle anlatıyor: “Allah
Allah diyerek tekbir getiriyor, saldırıyor, kepenklerini
kırabildikleri dükkanları yağmalıyorlardı. İki gün öncesinde
camilerde vaazlar verilmiş, köylere mektuplar gönderilmişti.
Malatya’da camilere bomba atılacağı, solcu komünistlerin
bankalara saldırıp soyacağı bildirilmiş, tüm Müslümanlar din
uğruna cihada davet edilmişti.”
Bir başka, üstelik yetkili tanık; Muş valisi Ömer
Haliloğlu
ise şunları söylüyordu: “Cumartesi
günü, köy yolları karla kaplı olmasına karşın dört bine
yakın bir topluluk il merkezine gelmişti. Ellerinde sopalar vardı.
Rusya’dan gelen komünistleri arıyorlardı. Kendilerine böyle bir
propaganda yapılmıştı; din, Kuran elden gidiyordu, camiler
kapatılacaktı...”12
Alevi
Kırımı
Aralık
1978 Kahramanmaraş ve Mayıs 1980 Çorum olayları, toplu öldürme
eylemlerinde yeni bir aşamayı gösteriyordu. Yaptıkları işte iyi
eğitilmiş olduğu belli olan bir küme kışkırtıcı ajan;
bağnazlığı, parayı ve mezhepsel kışkırtmayı kullanarak Alevi
yurttaşlara karşı saldırılar düzenledi. Mahalleler basıldı,
önceden belirlenen evlerde yaş ve cins farkı gözetmeden insanlar
öldürüldü.
Anlamsız
gibi görünen vahşetin elbette bir nedeni vardı. Türk
geleneklerini Anadolu’da hala yaşatan ve Cumhuriyete bağlı aydın
bir kesim olan milyonlarca Aleviye, yurtlarını terk etmeleri için
gözdağı veriliyordu; toplu göçe zorlamak için yıldırılmaya
çalışılıyordu.
Kahramanmaraş
olayları, ülkücülerin
beğendiği bir filmi oynatan sinemadan çıkanlar üzerine, bir ses
bombası atılmasıyla başladı. Yalnızca bir kişinin ayağından
yaralanmasına karşın, bir gün içinde ve karşılıklı olmak
üzere önce TÖB-DER üyesi iki öğretmen, ardından iki ülkücü
öldürüldü.
22
Aralık’ta dört cenaze birden kaldırılacaktı. Kentin hemen her
yerinde, halkı çatışmaya yönelten yalana ve dinsel kışkırtmaya
dayanan çağrılar yapılıyor ancak emniyet güçleri herhangi bir
önlem almıyordu. Kahramanmaraş Müftüsü, resmi bir araçla kenti
dolaşmış ve “kışkırtıcı
konuşmalar yapmıştı.”
13
Resmi
açıklama, olaylarda 136 kişinin yaşamını yitirdiği
biçimindeydi. Ölü sayısının daha çok olduğunu savlayanlar da
vardı. Gazetelere yansıyan haberlere göre, kolluk kuvvetleri, Ağrı
Dağı eteklerine, “yaşları
16-40 arasında değişen, aralarında 4-5 yaşında çocukların da
olduğu”
çok sayıda ölü gömmüştü.14
Çorum
Çorum
olayları, Kahramanmaraş’ın bir buçuk yıl sonraki yinelemesi
gibiydi. 29 Mayıs 1980’de Cuma namazı sırasında bir caminin
yakınında bomba patlamış, çevreye ateş açılmış ve bu garip
olayın hemen ardından, “komünistler
camileri yakıp yıktılar”
biçiminde söylenti çıkarılmıştı.
Yapılanlar,
gerek yaymaca ve gerekse saldırı yöntemi olarak Kahramanmaraş’ta
olanların aynısıydı. Sonuçları da hemen aynı oldu. Yine
yüzlerce ev ve işyeri yakıldı, 26 kişi öldürüldü, yüzlerce
insan yaralandı. Çatışmalar Merzifon
ve Amasya’ya da sıçradı ve yörede insana ürküntü
veren olaylar yaşandı. “Kadınların
iç çamaşırları çıkarılıp sırıklara takılıp sokaklarda
dolaştırılıyor” ve
Aleviler,
“kadın-erkek, yaşlı-genç, hatta çocuk demeden”
öldürülüyordu.15
Amaç
Malatya’da
başlayıp Çorum’a dek yayılan tasarlanmış saldırı, siyasi
ayrılıkların neden olduğu bir iç
sorun
değil, dış kaynaklı bir düzenlemeydi. Türkiye’ye yeni bir
biçim vermek isteyen küresel güçler, gerekli dönüşümleri
gerçekleştirecek yaptırım gücü yüksek yeni bir yönetim
istiyor; çatışmalarla, böyle bir yönetim getirmek için gerekçe
oluşturacak eylemler düzenliyordu.
Ulus-devlet
işleyişini yerelleşmeye götüren emperyalist uygulama; etnik,
dinsel ve mezhepsel çatışmayı küresel siyasetin merkezine
yerleştirmişti. “Ilımlı
İslam”
olarak açıklanan siyasetin
başarılı olabilmesi için, bu siyasete engel oluşturduğu
düşünülen Aleviler’in
sindirilmesi, bunun için de inanç ayrılıklarının çatışma
aracı olarak kullanılması gerekiyordu. Ayrılıkçı Kürt
hareketi ile birleşecek bir Alevi-Sunni
çatışması, bu kullanım için verimli
bir alan olabilirdi. Kahramanmaraş’ın
üzerinde pek durulmayan ilk amacı buydu.
Türkler’in
Anadolu’daki varlığının en eski ve ana bölgesi İç
Anadolu’dur. Türklüğü burada yaşatan güç, yüzyıllar
boyunca burada oluşan toplumsal yapıya ve inanç dengelerine
dayanmıştır. Mustafa
Kemal,
Kurtuluş Savaşı’nı bu bölgede başlatmış; Savaşı, Alevi
ve Sunni
halkın özverisine dayanarak ve Anadolu yaylasının içlerine
çekilerek kazanmıştı. İç Anadolu, Türkler’in Anadolu’daki
ana yaşam alanı, fetihler için insan kaynağı, gerektiğinde son
ve güçlü direnme noktasıydı.
Batı,
Anadolu’daki Türk egemenliğini, tarihin hiçbir döneminde içine
sindirememişti. Sevr’le
başarılamayan, farklı biçimde şimdi başarılmak istenen ve
yoksullaşmaya bağlı göçlerle zaten sarsılmış olan toplumsal
denge, inanç kümeleri arasına kin sokularak bozulmalıydı. Bunun
için, Türk töresini Araplaşmaya
karşı yüzyıllardır koruyan Aleviler
göçe zorlanmalı, Orta Anadolu’da nüfus olarak azaltılarak
güvensiz bir yalnızlık içinde, direnme gücünden yoksun, küçük
bir topluluk haline getirilmeliydi. Türkiye ABD tarafından o denli
teslim alınmıştı ki, Osmanlının başaramadığını
Amerikalılar deneyecek ve işbirlikçileri aracılığıyla
Alevileri,
kendi ülkelerinde eritmeye
çalışacaktı.
Kahramanmaraş’ın
üzerinde durulmayan ikinci amacı buydu. Bu amaç, o denli açık
yürütülüyordu ki, ABD Büyükelçiliği görevlileri, olaylardan
bir hafta önce kente gelmiş ve kendilerini gizlemeye gerek
duymadan, değişik kişi ve kümelerle görüşmüştü. Aynı ekip
Çorum Olayları’ndan önce, Çorum’da da görülmüştü.16
CIA’nın
Rolü
CIA,
sonu yönetim değişikliğiyle bitecek çatışmalar yaratma
konusunda kanıtlanmış yeteneklere sahip bir örgüttür. 1945’ten
beri Türkiye’ye yerleşmiş ve bu uzun süre içinde hemen hiç
izlenmemiştir. İzlenmek bir yana, arkasındaki devletin gücünden
çekinen yönetimlerce çoğu zaman çalışmalarına göz yumulmuş,
ya da desteklenmiştir.
Türkiye’ye
atanan ABD büyükelçilik görevlileri, büyükelçi başta olmak
üzere genellikle CIA ile ilişkili kişilerdir. Aydın
kırımının
arttığı 1965-1980 arasındaki on beş yıl, CIA’nin Türkiye’deki
çalışmalarının en yoğun dönemidir.
CIA’nın
darbe hazırlama konusundaki uzmanlığını,
bu örgütte on bir yıl çalışmış olan Philippe
Agee,
Kaçış
adlı kitabında şöyle açıklamaktadır: “Darbe
konusunda CIA kadar uzman başka bir örgüt bulunmaz. CIA istediği
zaman istediği ülkede, büyük karışıklıklar çıkarır,
bunları finanse eder.. Karışıklık, darbe yapmak için istenen
ortamı sağlar.. (Darbe
yapacak olanlar y.n. ),
ülkenin tam bir çıkmaz içinde olduğunu ve sorunu ancak
kendilerinin çözebileceği bir ortamın yaratılmasını isterler.
Bu da CIA’nın görevidir.. Darbe yapanlar genellikle CIA’nın
adamlarıdır.”17
1974’le
1980 arasında Türkiye’de binlerce insan öldürüldü,
onbinlercesi yaralandı. Köylerini kentlerini, adeta kaçarak terk
edip başka yerlere göçenlerin sayısı bilinmiyor. Terörün
yoğunlaştığı 1978-1980 arasındaki yalnızca iki yıl içinde
5241 kişi öldürülmüş, pek çoğu sakat kalan, 14152 kişi
yaralanmıştı. Ancak, bu yıkım yetmemişti. Büyük yıkım,
devlet terörü halinde 12 Eylül’le birlikte geldi.
12
Eylül Kırımı
12
Eylül,
yıllarca süren aydın kırımının son ve en yıkıcı aşamasıydı.
Yönetimi ele geçirenler, devletin bütün olanaklarını kullanarak
yurtsever aydınları ağır bir şiddetle ezdi. Devlet kendi
aydınını yok etti. 12 Eylül uygulamalarıyla 650 bin kişi
gözaltına alındı ve bunların büyük çoğunluğuna işkence
yapıldı. İşkenceler, yalnızca konuşturmak, bilgi sağlamak
amacıyla değil, kişilikleri ezmek, direnme gücünü yok etmek
için herkese yapılıyordu. 1 milyon 683 bin kişi fişlendi,
fişlenenler kamusal alanlar başta olmak üzere birçok haktan
yoksun kılındı. Açılan 21 bin davada 230 bin kişi yargılandı,
7 bin kişinin idamı istendi, 517 kişiye idam cezası verildi, 259
idam dosyası Meclis’e gönderildi. Devrimci ve ülkücüleri
içeren 50 kişi idam edildi.18
Halkevleri,
mühendis ve tabip odaları, sendikalar başta olmak üzere
çalışanlara ait tüm kitle örgütleri kapatıldı; yöneticileri
tutuklandı. 98 bin 404 kişi “örgüt
üyesi
olmak”,
71 bin kişi örgüt yönetmek suçlarından yargılandı. 23 bin 677
dernek kapatıldı. 388 bin kişiye pasaport verilmedi, 30 bin kişi
“sakıncalı”
olduğu için işten atıldı. 14 bin kişi yurttaşlıktan
çıkarıldı, 30 bin kişi mülteci olarak yurtdışına kaçtı.
300 kişi kuşkulu biçimde öldü, 171 kişinin sorgu sırasında
“işkenceden
öldüğü”
belgelendi. 299 kişi cezaevinde, 95 kişi “çatışmada”
öldü, 43 kişi “intihar”
etti.19
Öğretmen
örgütlenmesinde görev alan, önder konumdaki 5 bin 854 öğretmenin
işine birkaç ay içinde son verildi. Üniversitelerde 120 profesör
ve doçent, Adalet Bakanlığı’ndan 47 hakim atıldı. 400
gazeteci için toplam 4 bin yıl hapis cezası istendi ve bunlara 315
yıl 6 ay hapis cezası verildi. 300 gazeteci saldırıya uğradı,
üçü silahla öldürüldü. Zararlı
görülen gazeteler, toplam 300 gün yayın yapamadı. 39 ton kitap
ve dergi imha edildi. 937 film sakıncalı
bulunduğu için yasaklandı, TRT’nin çektiği kimi belgeseller
yakıldı.20
Kırımların
Toplumsal Boyutu
Ülkeleri
için yaşamlarını ortaya koyarak inançları doğrultusunda
mücadeleye atılan genç insanlar, siyasi eğilim ve görüşlerine
bakılmaksızın 50 yıl boyunca hırpalandılar, acımasızca
ezildiler. Oysa bunlar, güçlüklerle yetişmiş yurtsever insanlar
ve değişik
görüşlerdeki aydınlardı.
Türk ulusunun kültürel zenginliğiydi. “Sanki
görünmez bir el”
Türkiye’yi karıştırmış; ülke aydınlarını, özellikle
topluma önderlik edebilecek aydınları yok
etmişti.
Yitirilen
ve yerleri hala doldurulamayan eğitimli insan birikimi, ulus olarak
yitirilen değerler bütününün yalnızca bir bölümüdür. Gerçek
yitik, toplum çıkarlarına gösterilen duyarlılıklarda ve
haksızlığa karşı direnme geleneklerinde yaşanmış; özgür
düşünce, düşünceyi eyleme dönüştürme girişkenliği ve
Türkler’e özgü örgütlenme yeteneği büyük zarar görmüştü.
Toplum
üzerinde o denli yoğun bir baskı oluşturulmuştu ki, örgütlenmek
ve örgütlü davranmak, halkın gözünde en
tehlikeli iş
durumuna gelmişti. Doğru ya da yanlış ancak ülke çıkarını
düşünerek davranan herkes cezalandırılmış, kitleler duyarsız
ve edilgen bir topluluk durumuna getirilmişti. Üstelik, ağır
biçimde yaşanan aydın kırımı henüz bitmemişti ve örneği
olmayan biçimde sürdürülecekti. Sivasta insanlar yakılacak; Uğur
Mumcular,
Bahriye
Üçoklar,
Turan
Dursunlar,
Ahmet
Taner Kışlalılar,
Necip
Hablemitoğlular
sokak ortasında öldürülecekti. Gazeteciler, parti başkanları,
rektörler ağır cezalara çarptırılacak; başta Genel Kurmay
Başkanı olmak üzere, ordunun yüzlerce üst düzey komutanı
cezaevlerine doldurulacaktı. Son dönem aydın kırımında,
bedenler değil insanların ruhu öldürülmek istenecekti.
DİPNOTLAR
- Prof.Dr. Çetin Yetkin’le görüşmeden.
- “Türkiye’de Gençlik Hareketleri” T.S.Y., Top.Dön.Yay., – 1997, sf.325
- a.g.e. sf.281, 291, 332, 353
- a.g.e. sf.289, 341
- “Ülkücü Hareket–I (1908–1980)” Hakkı Öznur, Akik, Ank.1996, sf.240, 256, 252
- “Türkiye’de Gençlik Hareketleri” T.S.Yılmaz, Top.Dön.Yay., 1997, sf.337
- a.g.e. sf.284
- a.g.e. sf.341
- a.g.e. sf.339
- a.g.e. sf.339
- İleri Dergisi, 27.12.1976, Sayı 3 ve 27.06.1978 Sayı 11; Devrimci Yol Dergisi 15.05.1977, Sayı 2 ve 31.07.1978, Sayı 20
- a.g.e. sf.264
- Günaydın Gazetesi 26.12.1978
- Günaydın Gazetesi 26.12.1978
- a.g.e. sf.390
- Mehmet Ali Birant, 32.Gün Programı, CNN – Türk, Aralık 2003
- “Türkiye’de Gençlik Hareketleri” T.S.Yılmaz, Top.Dön.Y., 1997, sf.424
- Darbenin Bilançosu, Cumhuriyet 12.09.2000
- a.g.g. 12.09.2000
- a.g.g. 12.09.2000
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder