Doğu
İstiklal Mahkemesi, 28 Haziran 1925’de Şeyh
Sait Ayaklanması’na
katılanlardan 48 kişiye ölüm cezası verdi. Karar bir gün sonra
uygulandı ve Şeyh
Sait
başta olmak üzere 48 kişi asılarak idam edildi. Yazıyı bu
nedenle yayınlıyoruz.
Hakkâri’de
yaşayan Nasturi papazlardan Nastoris
tarafından kurulan Nastur
tarikatına bağlı Hıristiyanlar, 7 Ağustos 1924’de ayaklandı.
Ayaklanma, İngiltere’nin Musul sorununun ele alınması için
Milletler
Cemiyeti’ne
başvurmasından bir gün önce başlamıştı. İngiliz subaylar
Nastur halkını örgütleniş, İngiliz uçakları ayaklanmacıları
desteklemişti. Şeyh
Sait
ayaklanması, İngiliz işgal güçlerinin Kuzey Irak’ta
sıkıyönetim ilan ettiği, subay izinlerinin kaldırıldığı,
birliklerini Musul’a taşıdığı günlerde ortaya çıktı. O
günlerde Büyük Britanya Sömürgeler Bakanı, Musul’a gelerek
denetlemelerde bulunmuş, güçlü bir İngiliz donanması Basra’ya
hareket etmişti.
Toprak Ağası Şeyh Sait
Bir
Jandarma birliği, altı asker kaçağını yakalamak için, 13 Şubat
1925’te Bingöl’ün Eğil
Bucağı’na
bağlı bir köy olan Piran’a
geldi. Birlik komutanları Teğmen Mustafa
ve Teğmen Hasan
Hüsnü,
her zaman yaptıkları işin Piran’da,
Cumhuriyet tarihinin önemli olaylarından birini başlatacağını
kuşkusuz bilmiyorlardı.
Piran,
Şeyh
Sait’in
kardeşi Şeyh
Abdurrahman’ın
köyüydü ve ayaklanma hazırlığı içindeki Şeyh
Sait,
üç yüz atlısıyla birlikte o gün oradaydı.1
Şeyh
Sait,
kaçakları vermek istememiş, teğmenler görevlerini yapmak zorunda
olduklarını bildirince, subay ve askerler üzerine ateş açılarak,
iki teğmen esir edilmişti.2
“Birkaç
ay sonra başlatılması”
düşünülen ayaklanma, bir rastlantı sonucu 13 Şubat’ta
başlatılmıştı.3
Hınıslı
bir aşiret reisi olan Şeyh
Sait,
bölgedeki Nakşibendi
Tarikatı’na
bağlı Sünni müridlerin önderi, okuma yazma bilmez “ilginç
görünüşlü”
bir toprak ağasıydı.4
Koyun sürülerini, aşiretine bağlı köylerin arazilerinde
otlatır, köylülere ücretsiz çobanlık yaptırırdı. Dinsel
konumunu kullanarak, onların sırtından büyük bir servet
kazanmıştı.
“Ankara’nın
Türkleşmiş yeni hükümeti”5
onu rahatsız ediyor, Osmanlı döneminden alıştığı ayrıcalık
haklarını yitirerek “derebeyliğinin”
zarar göreceğine inanıyordu. Bu “tehlikeyi”
önlemek için, dini etkisini kullanarak, Kürt aşiretlerini
“Kemalist
hükümetin kafirce siyasetine karşı”
ayaklanmaya çağırdı; “Allah’ın
emriyle cihat ilan etti.”
6
Ayaklanma,
Şeyh
Sait’in
“kız
alıp vermelerle genişlettiği etki alanıyla”
sınırlı kaldı, ancak o bölgeler içinde hızla yayıldı.
Aşiretlerin büyük bölümü, özellikle Varto ve Dersim’in
(Tunceli) Alevi aşiretleri ayaklamaya katılmadılar, hatta karşı
koydular. Savaşçılığıyla ünlü, Vartolu Hormek
Aşireti’nin
reisi Alevi Veli
Ağa,
kendilerini ayaklanmaya çağıran Cıbranlı Kürt Miralay Halil
Bey’e
şöyle söylemişti: “Halil
Bey, erkekçe konuşalım. Biz Kürt değiliz. Nemrut’la
akrabalığımız yoktur. Siz Hamidiye alayları oldunuz, yıllarca
birbirimizi kırdık. Bu kez sultan olmak isterseniz, biz size kul
olmayız. Biz beylik istemiyoruz. Bırakın kardeş gibi yaşayalım.”7
Nakşi
Ayaklanma
Veli
Ağa
ve Aşiret’i, Şeyh
Sait
güçlerine karşı savaştı. Mustafa
Kemal,
Hormek
Aşireti’ne
27 Şubat 1925’te bir kutlama telgrafı gönderdi ve şunları
söyledi: “Şeriat
perdesi altında Cumhuriyet’e ve birliğimize karşı düzenlenen
suikast girişimine karşı gösterdiğiniz fedakar ve vatansever
duygularınıza teşekkür ederim. Gerici örgüt ve girişimler,
halkımızın her yerde gösterdiği lanet ve nefret duygularıyla,
en kısa zamanda ve tümüyle cezalandırılacaktır. Hepinize selam
ve saygılar.”
8
Şeyh
Sait’in
adamları, “ellerinde
yeşil sancak, göğüslerinin üzerinde Kur’an-ı Kerim;
bankaları, evleri, dükkanları basıp soyarak”9
ilerlediler. Kürdistan’ın geçici başkenti yapmayı düşündükleri
Bingöl
ve Elazığ’ı
ele geçirdiler; Lice’yi,
Ergani’yi
ve birçok köyü işgal ettiler.10
Çatışmalar
Diyarbakır’da “gerçek
bir savaş”
durumunu aldı.11
24 saat süren sokak çarpışmalarında, “silahlı
Kürtler, cami şerefelerinden Türklerin üzerine ateş
açmışlardı”.12
Nakşi
hocalar, Şeyh
Sait’in
yanında savaşanlara, “Cennet’te
ödüller vaadediyordu”.
Kent ve köylerde, “yerden
ve havadan”
bildiriler dağıtılıyor, bu bildirilerde “hilafetsiz
Müslümanlık olmaz; saltanat ve hilafet geri getirilmeli; okullarda
dinsizlik öğreten, kadınları yarı çıplak gezdiren Kemalist
hükümetin başı ezilmelidir”
deniyordu.13
Ayaklanmacılar,
yandaş bulup etkilerini arttırmak için, dini yoğun biçimde
kullandılar, ancak onunla yetinmediler. Giriştikleri işi,
Sünniliğe bağlı bir tarikat çerçevesinde başaramayacaklarını
biliyorlardı. Bu nedenle, etnik milliyetçiliği de kullandılar.
Destek için “Dersim
ve Muş beylerinin peşindeydiler.”14
Kürt
tarihinden, devlet kurmaktan ve Avrupa devletlerinin yapacağı
yardımlardan15
söz eden açıklamalar yaptılar, bildiriler dağıttılar.
İngiltere Büyükelçiliğinde görevli Askeri Ateşe Binbaşı
Harenç,
Londra’ya gönderdiği yazanakta (raporda), ayaklanma’nın
niteliği konusunda; “Şeyh
Sait Ayaklanması; dinci, milliyetçi ve Cumhuriyet karşıtıdır.
Bu etkenlerden hangisinin sonucu belirleyeceği şimdiden
kestirilemez”
diyordu.16
“Bağımsız
Kürdistan”
Şırnak
Aşireti Reisi
Abdurrahman
Ağa,
Bağdat’taki İngiltere Başkomiserliğine gönderdiği mektupta;
“Kürt
milletinin hukukunu elde edip hükümetini kurmasına kadar, savaş
mühimmatı konusundaki eksikliklerimizi, yapacağımız gizli
yardımlarla giderebiliriz”17
diyordu.
Ayaklanma
sanıklarından Kemal
Feyzi,
yakalandıktan sonra mahkemede “Ben
bağımsız bir Kürdistan kurulması için çok çalıştım. Bu
çaba için yıllarca aşiretler içinde yaşadım... Şimdi, birçok
kimse gibi, önceden var saydığım ve uğruna mücadele ettiğim
şeyin bir hayal olduğunu anlamış bulunuyorum. Ortada millet
denilecek bir Kürt topluluğu yokmuş”
dedi.18
Şeyh
Sait’in
kardeşi Şeyh
Abdurrahim,
on arkadaşıyla biraraya gelerek “Müstakil
İslam Hükümeti”
kurmaya karar vermişlerdi.19
Bozan
Aşireti
Reisi Şahin
Bey,
15 Nisan 1924’te yayımladığı bildiride şunları söylüyordu:
“Otuz
asırlık bir tarihe sahip Kürt milleti, hala Türklerin tutsağı
olarak yaşıyor. Yüzlerce yıl cepheden cepheye koşan Kürtler,
bugün birkaç serserinin ihtiras ve baskısının aracı oluyor. Ey
Büyük Selahattin’in cesur evlatları! Kutsal hilafet makamını
kaldırarak, kutsal dinimizi yok eden Yahudinin zulmünden kurtulmak
için, tarihimizin şanlı sayfalarını yeniden açacak genç Kürt
hareketi geliyor. Çerkezleri, Rumları, Ermenileri, Arnavutları ve
Arapları birer birer yok eden, muhteris Türk siyasetinin son
kurbanı olmadan, zengin yurdunuzdan, yeşil dağlarınızdan
ayrılarak mahvolmadan uyanınız ve milletinizi kurtarınız.
Kendisine açıkça dinsiz cumhuriyet diyerek ortaya çıkarak,
saltanat ve kutsal hilafetin kurucuları olan Osmanlı hanedanını
yabancı ülkelere
kovan
kudurmuş harisin oyuncağı olmayın, ona inanmayın...”20
Şeyh
Sait ve İngilizler
Şeyh
Sait’in
başlattığı ayaklanma, tüm Kürt ayaklanmalarında olduğu gibi
dışarıyla bağlantılıydı. İngilizler, zengin petrol yatakları
nedeniyle Musul ve Kerkük’ten çıkmak istemiyor; Kürtleri,
kurulmakta olan yeni Türk devleti üzerinde baskı oluşturacak bir
araç olarak kullanıyordu. Mustafa
Kemal,
1919’da Sivas Kongresi’nde yaptığı konuşmada, “İngilizlerin
amacının, parayla ülkemizde propaganda yapmak ve Kürtlere
Kürdistan kurma sözü vererek, bize karşı suikast düzenlemek
olduğu anlaşılmış ve gerekli önlemler alınmıştır”
demişti.21
Zafer’den
sonra 14 Ocak 1923’te Eskişehir’de yaptığı konuşmada,
Musul-Kerkük sorununa değinirken, bu soruna bağlı olarak Kürt
devleti konusunu da ele almış ve şunları söylemişti:
“Musul-Kerkük
kadar önemli olan ikinci konu, Kürtlük sorunudur. İngilizler
orada (Kuzey Irak’ta y.n.) bir Kürt devleti kurmak istiyorlar.
Bunu yaparlarsa, bu düşünce bizim sınırlarımız içindeki
Kürtlere de yayılır. Bunu engellemek için sınırı güneyden
geçirmek gerekir.” 22
Mutki
Aşireti Reisi Muşlu Hacı
Musa,
“Kürt
Azadi (İstiklal) Cemiyeti”
adlı gizli örgütün ilk başkanıydı. Bu örgüt 1923’te,
Erzurum’da kurulmuş, ilk kongresini 1924 yılında yapmıştı.
Şeyh
Sait,
“1925
Mayıs’ına dek ayaklanma düzenlenmesine, gerekli dış yardımın
İngiltere, Fransa ya da Rusya’dan alınmasına”
karar verilen bu kongrede, örgüte üye olmuştu.23
İngiliz
Politikası
İngiltere’nin
İstanbul Büyükelçilik görevlisi Kidston,
28 Kasım 1919’da Londra’ya gönderdiği yazanakta, “Kürtlere
ne kadar güvenmesek de, onları kullanmamız çıkarlarımız
gereğidir” diyordu.24
İngiltere Başbakanı Lloyd
George
ise, 19 Mayıs 1920’de San Remo’da yapılan Konferans’ta
“Kürtlerin
arkalarında büyük bir devlet olmadıkça varlıklarını
sürdüremezler”
diyor, bölgeye yönelik İngiliz politikası için şunları
söylüyordu: “Türk
yönetimine alışmış olan Kürtlerin tümüne yeni bir koruyucu
kabul ettirilmesi güç olacaktır... İngiliz çıkarlarını,
dağlık kesimlerinde Kürtlerin yaşadığı Musul ve içinde
bulunduğu Güney Kürdistan ilgilendirmektedir. Musul bölgesinin,
öteki bölümlerinden ayrılarak yeni bağımsız bir Kürdistan
Devleti’ne bağlanabileceği düşünülmektedir... Ancak bu konuyu
anlaşma yoluyla çözmek çok güç olacaktır.” 25
İngiliz
Hükümeti, “anlaşma
yoluyla çözmenin güç olduğu”
bu sorunu aşmak için, doğal olarak silahlı çatışma yolunu
seçti, bu iş için, para ve siyasi koruma önererek kimi Kürt
aşiretlerini kullandı. Musul ve Kerkük bölgesini, Misakı
Milli
sınırları içinde gören yeni Türk Devleti’ni güç durumda
bırakmak için, Doğu ve Güneydoğu’da karışıklıklar
çıkarmaya yöneldi.
6
Mart 1921’de başlayan Koçgiri
ayaklanması, Yunanlıların Bursa’dan saldırıya geçmelerinden
iki hafta önce ortaya çıktı. 7 Ağustos 1924’te başlayan
Nasturi
ayaklanması, İngiltere’nin Musul sorununun ele alınması için,
Milletler
Cemiyeti’ne
başvurmasından bir gün önce başladı. Nasturiler,
Türkiye’de Hakkari’de yaşayan Suryani papazlardan Nastoris
tarafından kurulan Nastur
mezhebinden
Hıristiyanlardı. Burada önce İngiliz misyonerler çalışmış,
daha sonra misyoner kılığındaki İngiliz subaylar, Nastur
halkını örgütlemişti. İngiliz uçakları, ayaklanmacıları
havadan desteklemişti.26
Şeyh
Sait
ayaklanması, İngiliz işgal güçlerinin Kuzey Irak’ta
sıkıyönetim ilan ettiği, subay izinlerini kaldırdığı,
birliklerini Musul’a taşıdıkları günlerde ortaya çıktı. O
günlerde, Sömürgeler Bakanı Musul’a dek giderek denetlemelerde
bulunuyor ve güçlü bir İngiliz donanması Basra’ya hareket
ediyordu.27
Ayaklanmaya
verilen İngiliz desteği için, Fransız tarihçi Benoit
Méchin
şu yorumu yapmıştı: “Şeyh
Sait ayaklanması yeni devletin tekil (üniter) yapısına ve
yasaların ülkenin tümünde uygulanabilirliğine bir meydan
okumaydı... Kemalist rejimin güçlenmesini önleyeceği
düşüncesiyle, İngiltere, olayları kışkırtmak için Kürt
başkaldırısını körüklüyordu. Bu cerahatlı yarayı,
ayaklanmacılara yiyecek ve silah yardımı yaparak, Türkiye’nin
ensesinde tutuyordu.” 28
Fransız
Yazanağı
Ayaklanmanın
başladığı günlerde, Bağdat’taki Fransız Komiserliği Paris’e
40 sayfalık bir yazanak gönderdi. Ortadoğu’da, birbiriyle
çelişen Fransız-İngiliz çıkarlarını ve buna bağlı olarak
Kürt-İngiliz ilişkilerini irdeleyen yazanakta, Şeyh
Sait’ten
de söz ediliyor, şunlar söyleniyordu: “Şeyh
Sait, 1918 yılından beri amacı İngiliz Mandası altında bir Kürt
devleti kurmak olan, İstanbul Kürt Komitesi’ne bağlı olarak
çalışmaktadır. Şeyh Sait, 1918’de, Kürdistan Bağımsızlığı
Türkiye Komitesi lideri Abdullah Bey tarafından, İngilizlerin Kürt
politikasındaki temel unsurlardan olan Binbaşı Noel’le ilişkiye
geçirildi...” 29
Şeyh
Sait
ayaklanması sürdüğü günlerde Bağdat’taki Fransız Yüksek
Komiserliği, Paris’e gönderdiği bir başka yazanakta şunları
söylüyordu: “Kürt
ayaklanması, birdenbire kendiliğinden ortaya çıkmadı. Kürdistan
dağları yabancıların kışkırtması ve desteğiyle ayaklandı.
Bölgede çıkan olaylar, İngilizlerin uğradıkları yenilgiden
sonra hiç affetmedikleri Mustafa Kemal’e ve Ankara’daki Meclis’e
karşı yürüttükleri siyasetin bir parçasıdır... Kürt
ayaklanması bundan daha iyi koşullarda patlak veremezdi. Ayaklanma,
Türklerin Musul üzerindeki iddialarını araştıran Komisyon’da,
Türklerin kendi topraklarındaki Kürtler arasında bile huzuru
sağlamayacağını gösterecekti.”30
Şeyh
Sait
ayaklanmasını İngilizlerle birlikte, devrik Padişah Vahdettin
de
destekledi. San Remo’daki villasında, Kürt
Teali Cemiyeti
üyesi ve Serbesti
Gazetesi
sahibi Mevlanazade
Rıfat’tan
“Kürdistan
olayları”
hakkında sürekli bilgi alıyor ve aldığı bilgiyi Bükreş’te
kurulmuş olan “Hilafet
Komitesi”
ne iletiyordu. Bu komite, Damat
Ferit
ve eski İçişleri Nazırı Mehmet
Ali
önderliğinde, Türkiye’de hilafetçi bir darbe hazırlanıyordu.31
Atatürk,
ayaklanma haberi geldiğinde, Aşar
vergisinin kaldırılması ve Türk
Teyyare Cemiyeti’nin
kurulması gibi önem verdiği iki konu üzerinde çalışıyordu.
Doğu ve Güneydoğu’da, dış desteğe dayalı bir kalkışma onun
için beklenmeyen bir durum değildi. İngiltere Musul’u ve
petrolünü istiyordu, o ise Musul’un Misaki
Milli
Sınırları
içinde olduğunu dünyaya duyurmuştu. İngiltere, “gizli
faaliyetlerle Türkiye’yi Musul’dan vazgeçirmeye”
çalışacak32
ve bunun için kimi Kürt aşiretlerini kullanacaktı.
Elli
yıl sonra açıklanan İngiliz gizli belgelerinde yazılı olan bu
durumu, Mustafa
Kemal
o günlerde sanki
belgeleri okumuş gibi
açıkça görmüştü. İstanbul’daki İngiliz Büyükelçiliği’nde
görevli Kidston,
1919’da “Kürtleri
kullanmamız çıkarlarımız gereğidir”
derken, Elçilik Müsteşarı Hohler,
“Kürt
sorununa verdiğimiz önem Kuzey Mezopotamya (Kuzey Irak y.n.)
bakımındandır. Kürtlerin ya da Ermenilerin durumu beni hiç
ilgilendirmiyor” diyordu.33
Hükümet
Olayın Boyutunu Göremiyor
Meclis
ve Fethi
(Okyar)
Bey’in
başbakanlığını yaptığı hükümet, olayın önemini
kavrayamamış ve “yerel
bir eşkiyalık hareketi gibi”
görmüştü. Birkaç ilde ilan edilecek sıkıyönetim ve küçük
boyutlu bir askeri eylemcenin (harekatın), ayaklanmayı bastırmak
için yeterli olacağı düşünülüyor, “bastırılacak
olan, birkaç cahil Kürt çetesinden başka bir şey değildir”
deniyordu.34
21
Şubat 1925 akşamı, Başbakan Fethi
(Okyar)
Bey
ve Cumhuriyet Halk Fırkası Başkan Vekili İsmet
(İnönü)
Paşa’yla
görüştü, aynı gece Bakanlar Kurulunu kendi başkanlığı
altında toplantıya çağırdı. Ayaklanmaya karşı alınacak
önlemler saptandı. Fethi
Bey’in
direnmesi nedeniyle, Doğu illerinden yalnızca bir bölümünde
sıkıyönetim ilan edilmesine karar verildi. Meclis, kararı 23
Şubat’ta oybirliğiyle onayladı.
Oysa,
ayaklanmanın boyut ve niteliği, birkaç ilde sıkıyönetim ilan
etmekle çözülebilecek türden değildi. Ona yakın devrimci
milletvekili, ayaklanmanın dış kaynaklı karşı devrim girişimi
olduğunu, başka bölgelere de sıçrayabileceği, bu nedenle
sıkıyönetimin, yalnızca Doğu’yu değil, ülkenin her yerini
kapsamasını ve etkili yeni yasaların çıkarılmasını istedi.
Onlara göre, Terakkiperver
Cumhuriyet Fırkası,
yürüttüğü politika nedeniyle sorumluydu. “Alevlendirici
bir dini propagandayla, ayaklanmanın patlamasına yol açmıştı.”35
Başbakan
Fethi
Bey,
bu görüşlere katılmıyor, önerileri kabul etmiyordu. Mustafa
Kemal,
önlemlerin sertleşeceğini sezdiği için, Kazım
ve Ali
Fuat Paşa’larla
Rauf
Bey’i
çağırdı ve “kan
dökülmeye dek varabilecek”36
olayların önemini anlatarak Terakkiperver
Cumhuriyet Fırkası’nı
kapatmalarını istedi. Ali
Fuat Paşa’nın
katılmayıp yerine Adnan
(Adıvar)
Bey’i
gönderdiği toplantıda Fethi
Bey,
Terakkiperver
Fırka’ya
tepkinin giderek genişlediğini, “güç
kullanımına her zaman karşı olan bir kişi olarak”
gelişmelerden kaygı duyduğunu ve bu anlayışıyla “azınlıkta
kalmaktan korktuğunu”
söyledi.37
Önlemler
Sertleşiyor
Terakkiperver
yöneticileri öneriyi kabul etmediler, Fethi
Bey’in
de “ılımlı
politikası uzun sürmedi”.
Ayaklanma yayılıyor, sonuç getirecek etkili önlemlerin alınması
gerekiyordu. Dış destekli etnik ve dinsel ayaklanma kısa sürede
bastırılmazsa, yer
altında pusuya yatmış
eski düzen yanlılarını yüreklendirebilir, henüz tam olarak
yerleşmemiş olan genç Cumhuriyet için tehlike oluşturabilirdi.
Sorun, bölgesel değil, uluslararası boyutu olan ulusal bir
sorundu. Alınacak önlemler, sorunun niteliğine uygun, yani ülkenin
tümünü kapsayacak biçimde olmalıydı.
Ayaklanmaya,
niteliğine uygun tanı koyamayan Fethi
Bey,
3 Mart 1925’te Başbakanlıktan çekildi ve İsmet
Paşa
yeni hükümeti kurmakla görevlendirildi. Meclis’te ve Cumhuriyet
Halk Fırkası kümesinde, “silah
çekmeye varan öfkeli tartışmalar”38
oldu. Sonunda, parti ve devlet başkanı olarak onun toplantıya
çağrılmasına ve görüşünün alınmasına karar verildi.
Ayaklanmanın, kapsam ve niteliğini ortaya koyan, aydınlatıcı bir
konuşma yaptı. Ayaklanmanın, ulus varlığına ve onun devlet
örgütüne yönelen bir hareket olduğunu, bu nedenle “milletin
elinden tutulması gerektiği”ni
söyledi ve konuşmasını şu ünlü sözüyle bitirdi: “Devrimi
başlatan tamamlayacaktır.”39
İsmet
Paşa
Hükümeti, ilk iş olarak, daha önce çıkarılmış olan Hıyaneti
Vataniye Kanunu’na
bir başlam (madde) ekleyerek, vatan hainliği kavramını
genişletti. Meclis bu tasarıyı 25 Şubat 1925’te yasalaştırdı.
Bir hafta sonra 4 Mart 1925’te Takriri
Sükûn Kanunu
çıkarıldı. Üç gün sonra, 7 Mart’ta biri Doğu illerinde,
öbürü Ankara’da görev yapacak iki İstiklal
Mahkemesi
kuruldu. Hemen ardından tikel (kısmî) seferberlik ilan edildi.
Terakkiperverciler
Karşı Çıkıyor
Terakkiperver
Fırka
yöneticileri, Genel Başkanları Kazım
(Karabekir)
Paşa
başta olmak üzere her iki girişime de karşıçıktı. Takrir-i
Sükûn
ve İstiklâl
Mahkemeleri,
karşıçıkışın ana konularıydı. Ayaklanmanın bastırılmasını
ancak sert önlem alınmamasını istiyorlardı.
Kazım
Paşa
İstiklal
Mahkemelerinin Kurtuluş Savaşı’nda
“şerefli
bir yeri”
olduğunu, ancak bu mahkemelerin Cumhuriyet kurulduktan sonra
kullanılmasını uygun bulmadığını belirtiyor, “İsmet
Paşa eğer İstiklal Mahkemelerini şimdi iyileştirme aracı
sayıyorsa çok yanılıyor”
diyordu.40
İsmet
Paşa Hükümetine
güvenmediğini açıklayan Ali
Fuat (Cebesoy)
Paşa,
karşı çıkışını, “ayaklanmalar
ve gerici eylemler yok edilmeli, sorumluları cezalandırılmalıdır.
Ancak, milletin doğal haklarını ve özgürlüğünü kısıtlayacak
baskı yöntemlerine yönetim organlarında yer verilmemelidir”
sözleriyle dile getiriyordu.41
Takrir-i
Sukun ve İstiklal Mahkemeleri
Meclis,
bu görüşleri uygun bulmadı ve Takrir-i
Sukûn Kanunu’nu,
“22
red oyuna karşılık 122 oyla”
kabul etti; üç gün sonra İstiklal
Mahkemeleri’nin
savcı ve yargıçlarını seçti.42
Türkiye, yeni bir döneme giriyordu. İki yıllık geçici bir süre
için (bir kez uzatılacaktır) çıkarılan Takrir-i
Sukûn Kanunu,
yeni devletin yerleşip güçlenmesi uğraşısına yaşamsal önemde
katkı sağlayacak, Türk
Devrimi’nin
doğal akışını kolaylaştıracaktı. Cumhuriyet, demokrasi ya da
insan hakları adına, kendi varlığına yönelen karşı devrime
izin vermeyecekti.
Vatana
İhanet kavramını genişleten yasa değişikliği, “dinin
ve dinin kutsal saydığı kavramların siyasi amaçla kullanılması”
suçunun açık tanımını yaparak yasakladı. Bundan böyle, “dinin
siyasi çıkar için kullanılması”
amacıyla; örgüt kurulması, kurulmuş olanlara üye olunması ve
halk içinde çalışma yapılması, yönetim biçimini ve devlet
güvenliğini çekinceye atan bir eylem sayılacak ve vatana
ihanetle
suçlanacaktı.43
Son
derece kısa olan ve iki başlamdan oluşan Takrir-i
Sükûn Kanunu,
Hükümete ve İstiklâl
Mahkemelerine
yüksek yetkiler veriyor, bağımsız karar verme sınırları
genişletiliyordu. Kanun’un
özünü oluşturan Birinci Başlam şöyleydi: “İrtica
ve isyana ve ülkenin sosyal düzeniyle huzur ve güveni bozmaya
neden olan bütün örgütler, kışkırtma girişimleri, kuruluşlar
ve yayınlar; hükümetin kararı ve cumhurbaşkanının onayıyla
faaliyetten men edilebilirler. Bu tür eylemlere katılanlar İstiklal
Mahkemelerine gönderilebilirler.”44
Karşı
Devrime Önlem
Türkiye’nin
gelişmesi önünde engel oluşturan sorunları, Şeyh
Sait
ayaklanmasından başlayarak kökünden çözmeye karar vermişti.
Meclis’in, Takrir-i
Sükûn Kanunu’yla
yürütmeye verdiği yüksek yetki, asal olarak Şeyh
Sait
Ayaklanmasının bastırılması için verilmişti; ancak, bu yetki
aynı zamanda, ülkenin gelişimi yönünde, önemli bir yaptırım
gücü yaratmıştı.
Bu
gücün kullanımı, Şeyh
Sait
Ayaklanmasının bastırılmasıyla sınırlı tutulmayacak,
ayaklanmaya kaynaklık eden geriliğin köküne inilecek, ülke
bunlardan tümüyle kurtarılacaktı; sonuç değil, nedenler
üzerinde durulacaktı.
7
Mart 1925’te, ulusa
ve orduya
bir bildiri yayımladı. Bildiride, “Kamu
huzurunu bozan olay, yalnızca Doğu’daki yurttaşlarımızı
değil,
ülkenin her yerini etkiliyor; milletin rahatına, mutluluğuna,
çalışma yaşamına, ekonomi ve üretimine zarar veriyor”
diyor; kamu görevlilerine ve orduya, “yüksek
memurlardan ve geçmişi şan ve şerefle dolu olan Cumhuriyet Ordusu
mensuplarından, vatanın iç ve dış bütünlüğü için,
fedakarlık ve görev duyguları beklerim”
diye sesleniyordu.45
12
Mart 1925’te, İstanbul’da yayımlanan ve Ankara’ya karşı
çıkmayı neredeyse varlık nedeni durumuna getiren; Tevhidi
Efkâr, Son
Telgraf, İstiklal
gazeteleriyle, solcu
Orak Çekiç,
Aydınlık
ve dinci Sebilürreşat
dergileri kapatıldı. Aynı gün Ankara İstiklal
Mahkemesi çalışmaya
başladı.46
Daha sonra Terakkiperver
Fırka’ya desteğini
arttıran Tanin
gazetesi kapatıldı,
sahibi Hüseyin Cahit
(Yalçın) tutuklandı; Ankara İstiklâl
Mahkemesi, Hüseyin
Cahit’i üç
yardımcısıyla birlikte, “Çorum’da
yaşam boyu sürgün cezasına”
çarptırdı (iki yıl sonra affedildi).47
Terakkiperver
Cumhuriyet Fırkası,
3 Haziran 1925’te, bir hükümet kararnamesiyle kapatıldı; parti
binaları arandı. Yöneticileri hakkında soruşturma açılmadı,
ama kimi üye ve yöneticileri tutuklandı. Tarikatı
Salâhiye Cemiyeti
üyeleri, Aydınlık
yazarları, üniversite ve basından kimi tutucu kişiler, eski
ittihatçılar, “Ankara
İstiklâl Mahkemesi’ne verildiler.”48
Ayaklanma
Bastırılıyor
Ayaklanma
konusunda Genel Kurmay’da yapılan toplantılara katıldı;
hazırlıklardan sürekli bilgi aldı, görüş ve önerilerini
iletti. Belirlenen tasara (plana) göre, ayaklanmacılar dokuz
tümenlik bir orduyla kuşatılacak, eylemceye hava gücü de
katılacaktı. Ancak bu iş zaman alacaktı, çünkü bölgede araç
kullanımına elverişli yol yoktu ve gidilecek hemen her yer sarp
kayalıklarla doluydu.
Kış
olduğu için, geçitler kar yığınlarıyla kapanıyor, takviye
birlikleri cepheye varana dek yüzlerce kilometre yürümek zorunda
kalıyordu. Bağdat demiryolunun Güneydoğu bölümüne ait işletme
hakkını elinde bulunduran Fransızlar, Türklerin demiryolundan
yararlanmasına, “askeri
birliklerin İngilizlere karşı kullanılmaması koşuluyla”49
izin vermişti.
1925
Mart sonunda askeri hazırlık tamamlanmış, bütün ayaklanma
bölgesi çember içine alınmıştı. Olanakların sınırlılığına
karşın hızla davranılmış; bir ay içinde İran, Suriye ve Kuzey
Irak’a giden tüm kaçış yolları kesilmişti. Nisan ortasında,
Şeyh
Sait
ve yanındakiler kuşatıldı. Durumu umutsuz gören Şeyh
Sait,
yenilgiyi kabul ederek kendi isteğiyle teslim oldu. Üzerinde
“çeşitli
belgeler”
ve yetkilileri şaşırtacak kadar çok altın çıktı.50
13 Şubat’ta başlayan ayaklanma 62 gün sürmüş ve 15 Nisan
1925’te tümüyle bastırılmıştı.
Yargılama
ve Cezalar
Diyarbakır
İstiklâl Mahkemesi’ne,
ayaklanmayla ilgili olarak 389 sanık getirildi. Savcı,
iddianamesinde; yönetici konumda olan sanıkların, “din
perdesi altında, dinle ilgisi olmayan”
eylemleriyle, “vatana
ihanet”
suçunu işlediklerini, bu nedenle ölüm cezasıyla
cezalandırılmaları gerektiğini belirtti.
Kırk
sekiz kişi, “idama
mahkum oldu”;
bir kısım sanık hapis cezasına çarptırıldı, bir kısmı
suçsuz bulundu. Kimi aşiret reisleri ve ağalar Batı bölgelerinde
oturmaya zorunlu kılındı, Doğu da ise kimi bölgelere göçmen
yerleştirildi.51
31
Mayıs 1925’te, iki buçuk ay önce ilan edilmiş olan kısmî
seferberlik
kaldırıldı. Bu nedenle ulusa bir bildiri yayımladı. Bildiride
şunları söylüyordu: “Türkler,
Cumhuriyet’in korunmasına, vatanın gelişmesine, milletin
uygarlaşma ve yükselmesine engel olmak isteyenlerin uğrayacağı
felaket ve hüsranı kesin biçimde göstermiştir. Kuşkusuzdur ki;
milletimiz, izlediği kurtuluş yolunda ilerlemekten başka bir
durumu kabul edemez... Türk vatanının gelişmesi, bütünlüğü
ve tehlikelerden uzak tutulması için, her an bir seferberlik daveti
gerekebilir. Bu kuralı, yetişkinlerimizin ve yetişecek
evlatlarımızın belleklerinde her zaman bulundurmalıyız. Türk
vatanseverliğinin birinci ayırıcı özelliği, vatan savunma
daveti karşısında her işi bırakarak silah altına
koşulmasıdır.”52
DİPNOTLAR
- “Kürt-İslam Ayaklanması” U.Mumcu, Tekin Yay., 19.B., 1995, sf.67-68
- a.g.e. sf.68
- Dersimî, sf.155; ak. Uğur Mumcu, “Kürt-İslam Ayaklanması”, sf.69
- “Atatürk” Lord Kinross, Altın Kit., 12.Baskı, İst.-1994, sf.465
- a.g.e. sf.465
- a.g.e. sf.465
- “Kürt-İslam Ayaklanması” U.Mumcu, Tekin Y., 19.Bas., İst.-1995, sf.54
- a.g.e. sf.76
- “Atatürk” Lord Kinross, Altın Kit., 12.Baskı, İst.-1994, sf.467
- “Kürt-İslam Ayaklanması” U.Mumcu, Tekin Yay., 19.Bas., 1995, sf.71-72
- “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, 3.Cilt, Remzi Yay., 8.Basım, İst.-1983, sf.220
- “Atatürk” Lord Kinross, Altın Kit., 12.Baskı, İst.-1994, sf.468
- a.g.e. sf.467
- “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, 3.Cilt, Remzi Yay., 8.Basım, İst.-1983, sf.221
- “Şeyh Sait İsyanı” Martin Van Bruinessen, Özgür Gelecek, Şubat 1969, sf.28-29; ak. Uğur Mumcu, “Kürt-İslam Ayaklanması” 19.Baskı, sf.56
- “Kürt-İslam Ayaklanması” U.Mumcu, Tekin Y., 19.Bas., İst.-1995, sf.97
- Örgeevren, Dünya, 4-5 Haziran 1957; ak. Uğur Mumcu a.g.e. sf.116
- Dünya, 05.06.1957; ak. Uğur Mumcu, a.g.e. sf.117
- Avni Doğan’ın Yayınlanmamış Anıları, sf. 66; ak. U.Mumcu, sf.57
- “Kürt-İslam Ayaklanması” U.Mumcu, Tekin Y., 19.Bas., İst.-1995, sf.58
- “Sivas Kongresi Tutanakları” Uluğ İğdemir, TTK, Ank.-1969 sf.78; ak. Uğur Mumcu, “Kürt-İslam Ayaklanması” 19.Basım, sf.21
- “Eskişehir İzmir Konuşmaları” Kaynak Yay., İst.-1993, sf.95
- “Şeyh Sait İsyanı” Martin Van Bruinessen, Özgür Gelecek, Şubat 1969, sf.28-29; ak. Uğur Mumcu, “Kürt-İslam Ayaklanması” 19.Baskı, sf.56
- “İngiliz Belgelerinde Türkiye” Erol Ulubelen, Çağdaş Yay., 1982, sf.195; ak. U.Mumcu, “Kürt-İslam Ayaklanması” Tekin Yay., 19. Bas., 1995, sf.24
- “Sevr Anlaşmasına Doğru” Osman Olcay, SBF Yay., Ank.-1981, sf.121; ak. U.Mumcu, “Kürt-İslam Ayaklanması” Tekin Yay., 19.Bas. 1995, sf.28
- “Kürt-İslam Ayaklanması” U.Mumcu, Tekin Yay., 19.Bas., İst.-1995, sf.51
- “Türkiye Cumhuriyetinde Anlaşmalar 1924-1938” Genelkurmay Yay., Nak.-1972, sf.43-44; ak. U.Mumcu, “Kürt-İslam Ayaklanması” sf.53
- “Mustafa Kemal” Benoit Méchin, Bilgi Yay., Ank.-1997, sf.268
- “Fransız Dışişleri Bakanlığı Gizli Belgeleri”, E-Levant (1918-1929) Kürdistan Caucase Servisi, Vol.101, sf.25; ak. Uğur Mumcu, “Kürt-İslam Ayaklanması” Tekin Yay., 19.Baskı, İst.-1995, sf.168
- “Fransız Dışişleri Bakanlığı Gizli Belgeleri”, E-Levant (1918-1929) Kürdistan Caucase Servisi, Vol.101, sf.25; ak. Uğur Mumcu, “Kürt-İslam Ayaklanması” Tekin Yay., 19.Baskı, İst.-1995, sf.97
- “Osmanoğullarının Son Padişahı Vahdettin Gurbet Cehenneminde” Mümtaz Tarık Göztepe, Sebil Yay., sf.158; sk. U.Mumcu, “Kürt-İslam Ayaklanması” Tekin Yay., 19.Baskı, İst.-1995, sf.59
- “Bozkurt” H.C. Armstrong, Arba Yay., İst-1996, sf.191
- “Kürt-İslam Ayaklanması” U.Mumcu, Tekin Yay., 19.Bas. İst.-1995, sf.24
- “Atatürk” Lord Kinross, Altın Kit., 12.Baskı, İst.-1994, sf.465-466
- a.g.e. sf.466
- “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, 3.Cilt, Remzi Yay., 8.Basım, İst.-1983, sf.217
- “Atatürk” Lord Kinross, Altın Kit., 12.Baskı, İst.-1994, sf.466
- a.g.e. sf.467
- “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, 3.Cilt, Remzi Yay., 8.Basım, İst.-1983, sf.219
- TBMM Zabıt Ceridesi, İ: 69, 04.03.1341, C:2, sf.134-135; ak. U.Mumcu, “Kürt-İslam Ayaklanması” Tekin Yay., 19 Baskı, Ank.-1995, sf.86
- a.g.e. sf.86
- “Kürt-İslam Ayaklanması 1919-1925” U.Mumcu, Tekin Yay., 19.B., 1995, sf.95
- “Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri IV” Kaynak Yay. 3.Bas., 2001, sf.193
- “İkinci Adam” Ş.S.Aydemir, Remzi Kit. 6.Baskı, İst. 1984, sf.301
- “Kaynakçalı Atatürk Günlüğü” Prof.Dr.U.Kocatürk, İş.Bank.Yay., sf.260
- “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, 3.Cilt, Remzi Yay., 8.Basım, İst.-1983, sf.224
- “Atatürk” Lord Kinross, Altın Kit., 12.Baskı, İst.-1994, sf.471
- “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, 3.Cilt, Remzi Yay., 8.Basım, İst.-1983, sf.225
- a.g.e. sf.468
- a.g.e. sf.469
- “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, 3.Cilt, Remzi Yay., 8.Basım, İst.-1983, sf.226
- “Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri IV” Kaynak Yay., 3.B., İst.-2001, sf.194
ÇOK UZUN BİR YAZI OLARAK DÜŞÜNEBİLİRSİNİZ ARKADAŞLAR.
YanıtlaSilFAKAT HER KELİMESİNİN DİKKATLE OKUNMASI GEREKTİĞİNİN ALTINI ÖNEMLE ÇİZİYORUM...
LÜTFEN OKUYUNUZ..!