31 Aralık 2015 Perşembe

2015’İN ARDINDAN

Olumsuzluklarla olumlulukların, iyiyle kötünün, yılgınlıkla savaşımın iç içe geçtiği 2015'i geride bıraktık. Yeni bir yılla birlikte önemli bir tarih kavşağına giriyoruz. Ülkemizde birbiriyle çelişen ikili bir süreç yaşanıyor Ülkeyi bölünmeye götürenler güçlü görünüyor ancak buna karşı duracak ulusal bilinç de yükseliyor. Tarih bize, varlık ya da yoklukla sonuçlanabilecek bir görev yüklüyor: Ulusal varlığı korumak ve kurtuluşa giden yolda halkın önüne düşerek ulusal savaşımı yükseltmek. Bu görevi yerine getirmek için, bilgili ve bilinçli olmak zorundayız.
Kuramsal Aktarım olarak, bilgiyi yaymak ve ulusal bilinç oluşturmak için elimizden geleni yaptık. 2015'te, amaca yönelik olarak 176 yazı yayınladık. Bu yazılar 230 bin kez okundu. Çalışmalarımızı, 2016’da da aynı dikkat ve duyarlılıkla sürdüreceğiz. 2015’te çok okunan 10 yazıyı incelemenize sunarken; 2016’nın size, ailenize ve ülkemize iyilikler getirmesini diliyoruz.                                                                                                                                                  Metin Aydoğan   

30 Aralık 2015 Çarşamba

TARİHÇİNİN GÖREVİ



Tarihçinin birincil görevi, yaşadığı toplumdaki önyargılardan kurtulmaktır. Dünyanın başka bölgelerinde geçmişte neler olduğu araştırılırken, olaylar ve etkileri olduğu gibi ortaya koyulmalı, toplumlar arasında ayırım yapılmamalıdır. Binlerce yıl süren, milyonlarca insanı ilgilendiren ve yalnızca bu nedenle bile heyecan verici olan tarih, insanlığın ortak eylemidir. Günümüzdeki ekonomik ya da siyasi amaçlar için kullanılmamalı, bu tür kullanımlar tarihe ve insanlığa karşı işlenmiş düşünsel bir suç sayılmalıdır. Ancak, ne yazık ki, değişik ülkelerde ve zamanlarda olasıdır ki en çok bu “suç” işlenmiştir; işlenmesi de sürdürülmektedir.

 

29 Aralık 2015 Salı

HALA GÖRMEYECEKSEK


Ülke, herkesin birlikte yaşadığı tehlikeli bir süreçten geçiyor. Bugünün sorumluluğunu taşıyan erk sahipleri, bilinen ve beklenen yönde yürümeyi sürdürüyor. Ülke sahipsiz, halk yoksul ve örgütsüz. Gizli işgal ilişkileriyle yönetim yapısında etkili olan yabancılar, olaylara dilediği gibi yön veriyor. Türkiye Birinci Dünya Savaşı’nda olduğu gibi, girişim gücünün olmadığı, bölünmeyle sonuçlanabilecek, çatışma yüklü bir karmaşaya sürükleniyor.
Bugünkü iktidar yönetimde olduğu sürece, Türkiye için olumlu bir sonuç elde edilemez. Türkiye’nin baş düşmanı emperyalizmle birlik olarak yararlı bir iş yapılamaz. Ülkeyi yabancıların istediği duruma getirerek Cumhuriyet’i ortadan kaldırmak isteyenler, sorun çözmez, sorun yaratır. Ayrılıkçı terörle mücadele edemez. Türk siyaseti kuşatılmış durumdadır. Halk yazgısıyla baş başadır.
Yalanı ve yanlışı yayan politik söylemlere, televizyon konuşucularına, gazetelere inanmayın. Gerçeği görmeye çalışın. Yakın tarihimizi öğrenin. 20.Yüzyılı sorgulayın. Kurtuluş Savaşı’nı, öncesi ve sonrasıyla inceleyin. Bu çabanın, tarih dersi çalışmak değil, bugünü anlamak olduğunu göreceksiniz. Yaşadığınız sorunların çözümüne yönelik ipuçlarını bu çabada bulacaksınız.
Bilgili olmak zorundasınız. Bilgisiz insanlarla başarılı bir sonuca ulaşmak olası değildir. Erk sahiplerinin varlık nedeni, topluma yayılmış olan bilgisizliktir. Şunu kimse unutmasın ki, halkın ve ulusun kurtuluşu, yüz yıl önce olduğu gibi bugün de, halkın kendi gücüyle olacaktır.
Bu büyük gücü harekete geçirmek için, bilinç ve örgüt gerekir. Teknolojinin elinize verdiği olanakları; uyutucu alışkanlıklar için değil, bilgilenmek ve bilgiyi yaymak için kullanın. Bilgisiz bilinç, bilinçsiz savaşım olmaz. Savaşım ise sağlam bir istenç gerektirir. Ulusal istencin kaynağı tarihtir. Tarihi bilmeyenin direnme gücü ve geleceği olamaz.
Okuyun ve okutun. Öğrenin ve öğretin. Ulusal bilinci yaymaya çalışın. Bu eylem, şu anda, her türlü savaşım yönteminden önde gelir. Savaşım, ulusal bilinci yüksek, amaç birliğine varmış insanlarla kazanılır. Amaç birliği ancak bilgi ve bilinçle sağlanabilir. Bunu bugünden sağlamak, kaçınılmaz gibi görünen ilerdeki çatışmalı günlere hazırlık anlamına gelir.
Bu yapılmıyor ya da yapılamıyorsa iç cephe çökmüş demektir. İç cephesi çökmüş bir ulusu yaşatmak olası değildir. Bu duruma düşen bir ülkede bölünme kaçınılmazdır. İş işten geçmeden herkes davranışlarını gözden geçirmeli, gelmekte olan fırtınaya hazırlanmalıdır. Boş geçen her gün, ileride yaşanacak acıların artmasına yol açacaktır.

28 Aralık 2015 Pazartesi

II. MEŞRUTİYET


Kimi tarihçiler, 1908 yılında ilan edilen ve II.Meşrutiyet olarak tanımlanan toplumsal devinimi, demokratik devrim olarak değerlendirir. Bu değerlendirme, devrim kavramını gereğinden çok genişletmek anlamına gelir. Osmanlı toplumunun 20.yüzyıl başındaki özgün koşulları gözönüne alındığında, II.Meşrutiyet’i devrim yerine ilerici atılım biçiminde tanımlamak daha doğru olacaktır. II.Meşrutiyet, halka ulaşarak köklü toplumsal gelişimler sağlanamamıştır ama Türk siyasi yaşamına ulusçu duygularla biçimlenen yurtsever bir canlılık getirmiştir. Yenilikçi arayışlar içine girilerek, o güne dek söylenmeyenler söylenmiş, yapılmayanlar yapılmıştır. II.Meşrutiyet Türk toplumunun gelişim sürecinde ilerlemeye yönelik bir adım olmuştur.

26 Aralık 2015 Cumartesi

I. MEŞRUTİYET

 

I.Meşrutiyet, 26 Aralık 1876’da ilan edildi. 2.Abdülhamit’in Batılılara güven vermek için düzenlediği bu içi boş girişim, kimi tarihçi tarafından mutlak monarşiye karşı atılan demokratik bir adım olarak nitelendirilir. Aşağıdaki yazıyı, I. Meşruiyetin niteliğini ortaya koymak için yayınlıyoruz.


29 Ekim 1923’de ilan edilen Cumhuriyet’in niteliğini anlamak için, I.Meşrutiyet’in (1876) ele alınması ve 1876 ile 1923 arasındaki 47 yıllık sürecin değerlendirilmesi gerekir. Önemli olan nereye gelindiği değil nereden nereye gelindiğidir. I.Meşrutiyet, yabancıların isteklerine göre politika belirlemenin ve bunu halka başarıymış gibi sunmanın örneklerinden biridir. Bu niteliğiyle günümüzdeki AB uygulamalarına benzer. Sırp ayaklanmasının sürdüğü ve Osmanlı İmparatorluğu’nun zararına yeni sınır belirlemelerinin düşünüldüğü günlerde; padişah, Avrupa ülkelerini İstanbul’da toplantıya çağırmıştı. “Tersane Konferansı” adı verilen bu toplantıda, dört ay önce tahta çıkan 2.Abdülhamit, Avrupalılara güven verip sınır değişiminden vazgeçmelerini isteyecekti. Toplantı sürerken (26 Aralık 1876) şamatalı gösterilerle Meşrutiyet ilan edildi. Göstermelik bu girişimin, doğal olarak gerek Avrupalılar ve gerekse halk üzerinde bir etkisi olmadı. 11 ay sonra da ortadan kaldırıldı.

24 Aralık 2015 Perşembe

TEKNOLOJİ VE İNSAN EMEĞİ


Para bugün, yaşamın hemen tüm alanlarında belirleyici güç olmuştur. Toplumsal ilişkiler paranın tutsağı olunca, bilim ve teknolojinin de paranın tutsağı olması kaçınılmazdır. Tekel kazancı için her yolun geçerli sayıldığı bir ortamda, bilgi öncelikle ona sahip olan şirketlerin kazanç isteğine hizmet eder. Bu nedenle, bilgi çağı diye yüceltilen günümüz koşulları, toplumların gelişimine uyumlu ileri bir uygarlık düzeyini değil, bilginin insanlığa karşı kullanıldığı gerici bir düzeni temsil eder. Binaları yıkmadan insanları ve tüm canlıları öldüren bombalar ya da toprak altındaki hedefleri bulup yok eden ‘akıllı füzeler’, ileri teknoloji ürünüdür ancak bilimsel buluş değildir.

22 Aralık 2015 Salı

KÜRESELLEŞME VE DEVLETİN KÜÇÜLTÜLMESİ


Bugün, kendi ülkelerinde devleti sürekli büyütenler, Türkiye gibi azgelişmiş ülkelerden zaten küçülmüş olan devletin daha da küçültülmesini istiyor. Türkiye’ye ve tüm azgelişmiş ülkelere kredi açmak için tarım desteklerinin kaldırılmasını şart koşanlar, kendi tarımlarına büyük fonlar ayırıyor. ABD, 1991 yılında 200 milyar doların üzerinde devletleştirme gerçekleştirdi. 2008 akçalı (mali) bunalımını aşmak için devlet hazinesini sonuna dek kullandı. Fransa’da bünyelerinde 1,5 milyon işçi çalıştıran 2498 devlet şirketi var (1995). Japonya’da değil devlet kuruluşları, birçok özel şirketin bile hisseleri, serbestçe alınıp satılamaz. Fransa’da, hükümetin uygun görmediği şirket satışını önleme yetkisi vardır. Almanya’da yabancı bir şirketin herhangi bir Alman şirketini güç durumda bırakarak satın alması yasaktır.

20 Aralık 2015 Pazar

DOĞU CEPHESİ VE MUSTAFA KEMAL- 2



Mondros Bırakışması’ndan beş gün sonra, Ali Fuat Paşa’yı Adana’ya çağırdı. Ülkeyi kurtarmak için yapılması gerekenler konusunda görüşlerini açıkladı ve “Bundan sonra, millet kendi haklarını kendisi arayacak ve koruyacaktır. Bizlerin, mümkün olduğu kadar ona bu yolu göstermemiz ve bütün ordu ile birlikte ona yardım etmemiz gerekir” diyerek, komutası altındaki 20.Kolordu’yu dağıtmamasını istedi. Ordunun elindeki silahlar, Anadolu’nun içlerinde çok az insanın bildiği yerlere taşınmalı ve korunmalıydı. Terhis edilecek güvenilir subaylarla doğrudan ilişki kurdu. Onları, “gerilla gurupları oluşturmak için biraraya gelmeye” ve ilerdeki ulusal direniş için hazırlıklı olmaya çağırdı.

19 Aralık 2015 Cumartesi

DOĞU CEPHESİ VE MUSTAFA KEMAL- 1


Mustafa Kemal Diyarbakır’a geldiğinde, bir kolordu değil; açlık ve hastalıktan kırılan, sahipsiz, donanımsız ve “tarifi güç bir sefalet içinde” yaşamaya çalışan bir küme ordu artığı buldu. Enver Paşa’nın, felaketle sonuçlanan Sarıkamış serüveninden sonra, Doğu cephesi tümüyle savsaklanmış (ihmal edilmiş), topları ve işe yarar birlikleri başka yerlere çekilmişti. Sekiz bin kişilik bir birliğe yalnızca bin tüfek düşüyordu; asker, üniforma olarak giydiği paçavralar içindeydi. Sağlık örgütü yoktu; binlerce asker tifüs, dizanteri ve açlığın yolaçtığı hastalıklardan ölmüştü, ölmeyi de sürdürüyordu.

17 Aralık 2015 Perşembe

ULUSLARARASI ŞİRKETLER VE DIŞSATIM



Uluslararası şirketler, azgelişmiş ülkelerdeki şirket şubelerinde, yerel hükümetlere döviz kazandıracak gerçek dışsatım politikaları uygulamaz. Böyle bir uygulama onların dışa açılma amaçlarına, yarışma (rekabet) dengelerine ve yüksek kazanç isteklerine uygun düşmez. Herhangi bir ülkedeki şirket biriminden yapılacak her dışsatım, aynı şirketin aynı üretim dalında etkinlik gösteren bir başka ülkedeki şirket çıkarıyla çelişecektir. Bu nedenle uluslararası şirketler, yerel hükümet yetkililerinin dışsatım isteğini dikkate almaz ve azgelişmiş ülkeler ya da yerel şirketlerle yaptıkları lisans ve işbirliği anlaşmalarına, dışsatımı sınırlayan ya da yasaklayan maddeler koyar.

14 Aralık 2015 Pazartesi

ZAFER SONRASI - YOL AYRIMI

 

Eskiden yeniye geçerken, “ölü zamanı aşmada gösterilen başarı” ulusun geleceğini belirleyecekti. Türkiye, büyük kararlar arifesindeydi ancak “her şey ince bir sis perdesine gömülmüş bilinmezliklerle” doluydu. Saltanatın kaldırılmasından sonra, yakınına dek daralan karşıtlar çemberiyle kuşatılmıştı. Savaş bitmesiyle başkomutanlığa verilen geniş yetkiler ortadan kalkmış, “vatan savunmasının” zorunlu birlikteliği sona ermişti. Saltanat artıkları, din adına çıkar sağlayan gericiler ve dış bağlantılı işbirlikçiler, siyasi güç elde etmek için saldırıya geçmişlerdi. Tarikat çevrelerinde, İstanbul basınında ve Meclis’te, onu hedef alan, giderek sertleşen bir karşıtçılık (muhalefet) oluşuyordu.

12 Aralık 2015 Cumartesi

AYDINLARI BEKLEYEN GÖREV


1923-1938 arasını incelemek, bir tarih araştırması değil, günümüz sorunlarına çözüm arama ve ulusal varlığı korumayla ilgili bir eylemdir. Bu yargıya neden olan gerçek, Türkiye’nin, 1923 öncesi koşullara geri götürülmesi ve Sevr’in, askeri işgal dışında, bütün koşullarıyla uygulanıyor olmasıdır. Kendisinin, çocuklarının ve ülkesinin geleceğini düşünen herkes, çok şey yitirmekte olduğunu ve çatışmalı bir geleceğe doğru sürüklendiğini görmeli, tehlikeli gidişi durdurmak için çaba harcamalıdır. Bunu yaptıklarında, kaçınılmaz olarak Atatürk’e ulaşacaklar ve başardığı eylemin, Türkiye için anlamını daha iyi kavrayacaklardır.

11 Aralık 2015 Cuma

YABANCILARA TOPRAK SATIŞININ KÖKENİ


Yabancılara toprak edinme hakkının tanınması, Avrupalıların 19.yüzyıl boyunca İstanbul’dan istediği, çoğu kez dayattığı, siyasi-ekonomik isteklerin değişmez maddelerinden biriydi. Bu istek, 1856’da Islahat Fermanı’yla kabul edilmiş ve 1867 yılında çıkarılan Tebaa-i Ecnebiyenin Emlâke Mutasarrıf Olmaları Hakkında Kanun adlı yasayla uygulamaya sokulmuştu. Yasada şunlar söyleniyordu: “Yabancı devletlerin uyrukları, Osmanlı ülkesinin Hicaz dışında kalan her yerinde, devletin uyrukları gibi ve başka bir şarta bağlı olmaksızın; şehir ve kasabaların içinde ya da dışındaki her yerde toprak satın alma ve mülk edinme hakkına sahip olacaktır.”

10 Aralık 2015 Perşembe

ATATÜRK, TANZİMAT VE BATICILIK


Türkiye’de Kemalizme karşıtlık, Atatürk’ün ölümüyle başlayan ve Batıyla dolaysız ilişkisi olan bir süreçtir. Batıya bağlanma Kemalizm’den kopuşu, Kemalizm’den kopuş da Batıya bağlanmayı hızlandırmıştır. Birbirini etkileyen bu ikili sürecin kaçınılmaz sonucu, Kemalizm’in; politikadan ekonomiye, yönetim işleyişinden kültüre, dilden tarihe dek uygulamadan kaldırılması olmuştur.

8 Aralık 2015 Salı

MACAR DEVRİMİ


Macar halkının savaşım direnci, katılım yeteneği ve kararlı tutumuna karşın; devrimin yaşayamamasının temel nedeni, devrimi yöneten önder kadronun yetersizliğidir. Ayrımlı düşüncelerden oluşan önderlik, Macar halkının istemlerini kavrayamamış ve Rus Devrimi’ne öykünmüştür. Toplumsal yapıya uygun düşmeyen, bu nedenle uygulanabilir olmayan sosyalist erekler, Macar halkının yaşamına ve savaşımına doğal olarak girememiştir. İçinde bulunduğu olumsuz koşullardan kurtulmak için, her türlü savaşıma katılmaya hazır kitleler, sınıf çatışması adına siyasi ve örgütsel bölünmeye uğratılmış, çekişme ve ideolojik ayrılıklar nedeniyle yenilmiştir.

6 Aralık 2015 Pazar

KAPİTALİZMİN TEMELLERİ


Sanayileşerek kalkınan gelişmiş Batı ülkelerinin tümü, kapitalizmin (anamalcılığın) ulusçuluk ve devletçilik temelinde gelişen merkantilist döneminden geçmiştir. Bu dönemde devlet, siyasette olduğu gibi, ekonomide de belirleyici güçtür. Ulusal sanayi ve tecimin geliştirilmesine öncülük etmiştir. İçerde; ulusal pazarı gümrük duvarlarıyla korumak, alt yapı yatırımlarını gerçekleştirmek, girişimciliği özendirmek ve desteklemek, ürünlere satış kolaylıkları sağlamak; dışarda ise yeni pazarlar bulmak, ucuz hammadde sağlamak, güvenlik önlemleri almak, devletin yaptığı işlerdir. Devlet, ulusal sanayi ve tecimin gelişmesi için, yatırım dahil her alanda öncülük yapmış ve girişimlerini çıkardığı yasalarla toplumsal gereklilik durumuna getirmiştir. Örneğin İngiltere’de, tekstil sanayiinin gelişmesi için 18.yüzyıl sonlarında çıkarılan bir yasayla, “ölülerin İngiliz malı yünlü kumaşlarla kefenlenmesi” zorunlu kılınmıştı.

 

4 Aralık 2015 Cuma

ANTİK ÇAĞ ROMA UYGARLIĞI


Batılılar, Roma uygarlığını aynı Ege uygarlığı gibi ele almışlar ve bu uygarlığın da, Avrupa’nın kültürel temeli olduğunu kabul etmişlerdir. Roma devlet yapısının yönetici sınıfı ilgilendiren kimi yönetim birimlerinde, seçimlere dayalı bir işleyişin olması, Avrupa demokrasisi’nin tarihsel kökleri olarak görülmüş ve bir özkalıt (miras) olarak sahiplenilmiştir. Roma’da meclisler ve katılımcı bir işleyiş ortaya çıkmıştı. Ancak meclislere katılmak, azınlığın, hem de küçük bir azınlığın kullanabildiği, bir ayrıcalık durumundaydı. Temsili kurumlar, herzaman yönetici sınıf olan soyluların, onların da en varlıklı kesiminin önderlerinden oluşuyordu.

3 Aralık 2015 Perşembe

ANTİK ÇAĞ EGE UYGARLIĞI


Antik Çağ Ege uygarlığı, her uygarlık gibi kendisinden öncekilerden etkilenerek ortaya çıkmış;  sanat, siyaset, edebiyat, felsefe alanlarında sorgulayıcı bir anlayışla ileri ürünler vermişti. Köleci üretim ilişkilerine dayanan siyasi düzen ise, soyluerki (aristokrasi) egemenliğin bireysel diktatörlükle değil, beysoyluların tümünün katıldığı bir düzenle sürdürülmesiydi. Katılımcılığa dayanan demokratik işleyiş, yönetim düzeni içinde yer almış ancak bu işleyiş nüfusun küçük bir bölümünü oluşturan beysoylular sınıfının kullandığı bir ayrıcalık olmaktan ileri gidememişti. Antik Çağ demokrasisi adı verilen siyasi düzen gerçekte bir beysoylu demokrasisidir.

 

2 Aralık 2015 Çarşamba

MİLLİYETÇİ HAREKET PARTİSİ (MHP)


MHP bugün, yöneticilerinin niteliği ve düşünsel yapısıyla partiden çok; kişiye bağlı, ilkesiz ve eylemsiz bir örgüt durumundadır. Parti çalışması, genel başkanlarının Meclis salonlarında yaptığı konuşmalar ve sözcüsünün medyaya yaptığı açıklamalarla sınırlandırılmıştır. Yıllarca savunduğu Türk milliyetçiliği saldırı altındayken, ülkede tehlikelerle dolu bir dönem yaşanırken, parti örgütleri sessizlik içindedir. Ulusal değerlerin yok edilişi olağan dışı bir edilgenlikle yalnızca izlenmektedir. Partilere yaşam veren kitlesel eylem adeta yasaklanmıştır. Genel başkanın uygun göreceği yer ve zamanda yapılacak ve yalnızca kendisinin konuşacağı mitingler, kitle eylemi sayılmaktadır. MHP bugünkü yapısıyla Türk ulusunun gereksinimlerine yanıt verecek, Cumhuriyet’i savunabilecek bir parti olmaktan uzaktır. Bu nedenle geleceği yoktur, yok olması kaçınılmazdır.