Mustafa Kemal Diyarbakır’a
geldiğinde, bir kolordu değil; açlık ve hastalıktan kırılan, sahipsiz,
donanımsız ve “tarifi güç bir sefalet içinde” yaşamaya
çalışan bir küme ordu artığı buldu. Enver Paşa’nın, felaketle sonuçlanan
Sarıkamış serüveninden sonra, Doğu cephesi tümüyle savsaklanmış (ihmal
edilmiş), topları ve işe yarar birlikleri başka yerlere çekilmişti. Sekiz bin
kişilik bir birliğe yalnızca bin tüfek düşüyordu; asker, üniforma olarak
giydiği paçavralar içindeydi. Sağlık örgütü yoktu; binlerce asker tifüs,
dizanteri ve açlığın yolaçtığı hastalıklardan ölmüştü, ölmeyi de sürdürüyordu.
Siyasi Oyunlar
Mustafa Kemal Çanakkale’den
10 Aralık 1915’te İstanbul’a geldi. Hasta ve yorgundu. Bir süre dinlenecek ve
yeni bir görev alarak başka cepheye gidecektir. İstanbul’da, devlet katında
beklemediği bir ilgisizlikle karşılaşır. Üst düzey yetkililer, Çanakkale’de
savaşın yazgısını değiştiren komutan sanki o değilmiş gibi davranmaktadır.
İttihatçıların ileri gelenlerinden Hariciye Nazırı Halil Bey, görüşmek
için onu saatlerce bekletir.1
İstanbul’da,
kendisiyle ilgili siyasi oyunlar dönmektedir. Çanakkale’deki başarısı ve
yayılmaya başlayan ünü, Enver Paşa başta olmak üzere İttihat ve
Terakki önderlerini rahatsız etmişti. Aydınlar ve özellikle genç subaylar
üzerinde, büyük bir saygı ve hayranlık yaratmıştı. Yazı ya da yorumlarda adı, “İngiliz
zaferini, son dakikada önleyen komutan”2 diye geçiyor, ondan “Çanakkale
Boğazı ve Payitahtın kurtarıcısı” diye söz ediliyordu.3
Ordu ve aydınlar
arasında yayılan saygınlığın halka yansımasını önlemek için, sansür kurulu,
gazetelerde, “adından söz edilmesini, resminin basılmasını”
yasaklamıştı.4 Ancak, gazeteciler, Çanakkale’deki “meçhul
kahramanın”5 kim olduğunu bilmekte, onun peşine düşmektedir.
Adını, halk da duymaya
başlamıştır. Yunus Nadi’nin başyazarı olduğu Tasviriefkar
gazetesi, sansür yetkilisini kandırarak resmini basar. Ortalık karışır, yetkili
“yukardan gelen bir emirle” üç gün hapis cezasına çarptırılır.6
Gazete ve dergiler o denli sıkı denetleniyordu ki, bir
savaş kahramanı değil, sanki bir savaş suçlusuydu. Harbiye Nezareti’nin
çıkardığı Harp Mecmuası’nda, “Çanakkale Kahramanı” diyerek
resminin kapağa koyulduğu duyulduğunda, baskı durdurulmuş ve kapağa Halil
Paşa’nın resmi konmuştu. Enver Paşa o günlerde, “başarı
askerindir, kişileri sivriltmeye gerek yok” diyordu.7
Uyarılar, Öneriler
Yurt savunması için
verilen ölümlerle dolu büyük bir savaşın “kutsal” ortamından, küçük
hesaplarla dolu Bizans oyunlarının içine düşmüş, “eli kolu bağlı bir
huzursuzluk içinde”8 annesinin evinde sağlığını düzeltmeye
çalışıyordu. Ancak fazla duramadı ve arkadaşlarıyla görüşüp tartışmaya,
yetkililerle bağ kurmaya çalıştı. Savaş’a ve geleceğe yönelik yorumlar yapıyor,
önerilerde bulunuyordu. Çanakkale’deki başarısı, “gözlerini kamaştırmış
değildi”.9 Herkesle konuşuyor, herkese ulaşmaya çalışıyordu.
Savaş’ın “Türkleri felakete sürüklediğini”, Alman generallerin, “işleri
daha da kötüye götürdüğünü” ileri sürüyordu.10 “ Öz konuşuyor
ve her zaman doğruyu söylüyordu”.11
Hükümete, görüşlerini
belgelerle destekleyen ayrıntılı yazanaklar (raporlar) yazdı. Komutanlar ve
bakanlarla görüştü. “İşlerimiz kötü gidiyor, ülkenin geleceği tehlikede.
Almanya ile ittifaktan ayrılmalı ve tek başına bir barış anlaşması yapılmalıdır...
Harbiye Nezareti’nin bütün denetim aygıtları Almanların elindedir; bu
önlenmelidir” diyor, söylediklerini yapmak için yetki ve sorumluluk almaya
hazır olduğunu bildiriyordu.12
Söylediklerinin
hiçbiri dikkate alınmadı. Alınmadığı gibi; soğuk davranışlar, bakan kapılarında
bekletmeler ve gönülsüz dinlemelerle karşılaştı. Kimse gerçekleri duymak
istemiyor, doğruları söylemek hoş karşılanmıyordu. Önerilerinin
değerlendirilmesi bir yana, giderek daralan, çekinceli amaçlar içeren bir
izleme altına alınmıştı.
Enver Paşa, onu,
kendisine suikast düzenlediği gerekçesiyle idam ettirdiği Yakup Cemil’le
ilişkilendirmeye çalıştı. Ancak, delil bulamadığı için bir şey yapamadı. Hiçbir
soruşturma ve korkutma girişiminden çekinmiyor; çekememezlik, bilinçsizlik ve
aymazlığa varan duyarsızlıklar karşısında öfkesini gizlemiyordu. “Bunların
hepsi kör mü, yuvarlanmakta oldukları uçurumun nasıl farkında değiller, herşey
bittikten sonra mı bana başvuracaklar” diyordu.13
Yeni Görev
İstanbul’un sıkıcı
ortamından bunaldı. Fethi (Okyar) Bey ve kimi dostları, onu konuk etmek
için çağırıyorlardı. Ocak 1916 başında Yaveri Cevat Abbas’a (Gürer), “Vatan tehlikede, en
küçük bir müfreze komutanlığı bile verseler, kabul edeceğimi söyler, bana da
hemen haber verirsin” diyerek Sofya’ya gitti.14 Birkaç gün
sonra, Cevat Abbas Başkomutanlık’tan çağrıldı ve Mustafa Kemal’in
Merkezi Edirne’de bulunan 16.Kolordu komutanlığına atanmasının düşünüldüğü,
kabul edip etmeyeceği soruldu. Cevat Abbas, kendisine verdiği buyruğu
iletince atama yapıldı. Durum kendisine iletildikten bir gün sonra İstanbul’a
geldi.15
Birkaç gün içinde hazırlanıp yola çıktı ve 27 Ocak'ta Edirne'ye geldi. Çanakkale'den getirilen iki örselenmiş tümenle oluşturulmaya çalışılan 16.Kolordu'ya komutanlık yapacaktı. Ordu örgütlemek, eğitip savaşa hazırlamak onun işiydi ve 16.Kolordu'yu, 19.Tümen gibikuracak, düzenleyecek ve cepheye götürecekti.
Edirne’de beklemediği bir coşkuyla karşılandı. Halk,
Çanakkale’de yaptıklarını duymuş, genç yaşlı demeden onu karşılamak için “yollara
dökülmüştü”. Yenilgiler içinde sürekli acı çeken, daha birkaç yıl önce
işgal görüp Balkan felaketini yaşayan Edirneliler, onuruna düşkün bir
ulusun insanları olarak, dünyanın en büyük gücünü dize getiren Selanikli
Komutanı bağrına basıyordu. Genç kızlar atının boynuna “çiçeklerden
çelenk geçiriyor”; akyaşmaklarıyla gözyaşlarını silen yaşlı kadınlar,
duygulu gözlerle, onu ve 12.Tümen’in askerlerini sevgiyle izliyordu. Savaş
alanları dışında, komutan olarak halkla ilk karşılaşması, içten ve duygulu bir
ortam içinde olmuştu.16
Doğu Cephesi
Edirne’de çok kalmadı.
22 Şubat 1916’da 16. Kolordu karargahıyla birlikte Doğu Cephesi’ne atandı; önce
Kafkas Kolordu Komutanı, daha sonra, karargahı Diyarbakır’da bulunan 2.Ordu
Komutanı oldu. “Sürgün anlamına gelen”17 bu atamayla öyle bir
yere gönderilmişti ki “onu, başkentten daha fazla uzaklaştırmak mümkün
değildi.”18
Enver Paşa, Edirne’de
gördüğü ilgiden ürkmüş, önce terfisini geciktirmiş, sonra
belki de kabul etmeyeceğini düşünerek, uzak bir yere atamıştı. Görevi kabul
edince, gecikmiş terfisi, İstanbul’dan ayrıldıktan sonra yapıldı ve mirlivalığa
(tuğgeneral) yükseldiğini, Diyarbakır’a geldikten birkaç gün sonra öğrendi (1
Nisan 1916).19 Enver Paşa, ona karşı olumsuz tutumunu,
Başkomutanlık yetkisini elinde bulundurduğu 1918 sonuna dek sürdürecek,
askerlik yaşamını bir ‘sinir savaşı’ durumuna sokacaktır.
Sefalet
Ortamı
Diyarbakır’a
geldiğinde, bir kolordu değil; açlık ve hastalıktan kırılan, sahipsiz,
donanımsız ve “tarifi zor bir sefalet içinde”20 yaşamaya
çalışan bir küme ordu artığı buldu. Enver Paşa’nın, felaketle sonuçlanan
Sarıkamış serüveninden sonra, Doğu cephesi tümüyle savsaklanmış, topları
ve işe yarar birlikleri başka yerlere çekilmişti. Sekiz bin kişilik bir birliğe
yalnızca bin tüfek düşüyordu21; asker, üniforma olarak giydiği paçavralar
içindeydi. Sağlık örgütü yoktu; binlerce asker tifüs, dizanteri ve açlığın
yolaçtığı hastalıklardan ölmüştü, ölmeyi de sürdürüyordu.22
Doğu
cephesindeki yoksunluk üst düzeydeydi
ama bu durum, 2.Ordu’yla sınırlı olmayan genel bir durumdu. Osmanlı
İmparatorluğu, Birinci Dünya Savaşı boyunca 2 milyon 850 bin kişiyi silah
altına almış, Mondros Mütarekesi sırasında, elinde yalnızca 560 bin kişi
kalmıştı.23 Bu büyük insan yitiğinde, hastalık ve açlık önemli bir
yer tutuyordu. Ülke gerçekleriyle çelişen, emperyalist bir savaşa bulaşılmış;
toplum, kaldıramıyacağı bir yük altına sokulmuştu.
Başta ordu
olmak üzere, halkın en temel gereksinimleri en alt düzeyde bile
karşılanamıyordu. Cephelerdeki insan yitiğinden ayrı olarak; yoksulluk, açlık
ve sayrılık (hastalık), Anadolu insanını adeta tüketiyordu. On iki milyonluk
Anadolu’da, eli silah tutan hemen tüm erkek nüfus askere alınmıştı. Bu da
nüfusun dörtte birinin savaşa sürülmesi demekti ve böyle bir oran savaş
tarihinde belki de yoktu. Zorunlu askerlik yaşı, alttan 17’ye düşürülmüş, üstte
55’e çıkarılmıştı.
Ordu, Mustafa Kemal’in tanımıyla, “17-20
yaşındaki kavruk çocuklarla, 45-55 yaşındaki işe yaramazlara (amelimanda)
kalmıştır”.24 Benzer saptamaları yabancılar da yapıyordu.
İngiliz gizmeni (ajanı) Albay Lawrence’ın görüşlerini aktaran, 3 Kasım
1919 tarihli bir Amerikan istihbarat belgesinde: “Şu anda Türkiye yorgun
düşmüş durumdadır. Anadolu’daki Türk nüfus 7 milyondan fazla
değildir. Bunlardan ancak 350 bini asker olabilir. Bu da, onların 7 yıl gibi
bir süre için askere alma yöntemlerinden ileri gelmektedir. Ordu, hastalıklar
ve doğal olmayan koşullar nedeniyle çürümüştür. Doğum oranı çok düşüktür”
deniyordu.25
İkinci
Düşman; Sayrılık
Trabzon’daki
Alman Konsolosu Dr.Bergfeld, 2 Mart 1915 tarihli yazanakta, “Şehrin
bütün hastaneleri lekeli tifüs hastalarıyla doludur. Bulaşıcı hastalık, bir
afet durumunu almıştır. 900-1000 kadar hasta askerden, her gün 30-50 kişi
ölmektedir”der.26
Kızılhaç doktorlarından Colley ve Zlosisti,
3 Mart 1915’te Erzincan’dan yolladıkları yazanakta şunları söyler: “Tesis ve
malzeme eksikliği nedeniyle tedavi yapılamamakta, Türk ve Alman hasta askerler,
görülmemiş derecede bir hızla ölmektedirler”.27 Harput’tan
(Elazığ) bir doktor, 24 Aralık 1916 tarihli notlarında “Buraya getirilen
hastalar cidden acınacak durumdadır. Kirli ve bitli olmaları bir yana, daha
kötüsü açlıktan ölmek üzeredirler. Aylık ortalama ölü sayısı 900 kadardır”28
derken, bir Alman doktor; “zayıflamış ve güçten düşmüş insanların, ne
ölçüde dayanıksız oldukları, en basit olaylarda bile görülüyor. İnsanları
ameliyat etsek ölüyorlar, ameliyat etmesek yine ölüyorlar” diyordu.29
Orduya
Çekidüzen
Zaman
yitirmeden, elindeki birlikleri yerel olanaklarla düzenlemek ve savaşa
hazırlamak için birşeyler yapmaya girişti. Burada, ilerde birlikte
Kurtuluş Savaşı’na girişeceği iki yetenekli yardımcı, İsmet (İnönü) ve Kazım
(Karabekir) Beylerle çalıştı.30
Birliklerin
askeri eğitimini düzene sokmak ve askerin temel gereksinimlerini karşılamaya
çalışmakla işe başladı. Levazım örgütünü denetim altına aldı, hırsızlıkları
önledi; hekim ve ilaç buldu, sağlık koşullarını iyileştirdi. Yitirilmiş olan
sıkıdüzeni (disiplini) yeniden kurdu. Yoğun ve yorucu çabalardan sonra,
birlikleri savaşabilecek duruma getirdi.
1916 baharında
başlayan Ermeni destekli Rus saldırısında, yaptığı iyileştirmelerin sonucunu
aldı. Saldırıyı durdurdu ve Rus birliklerinin, Osmanlı Ordusu’nun “en önemli
garnizonunun” bulunduğu Diyarbakır’a girmesini önledi.31 Van,
Muş ve Bitlis’i geri aldı.32
Her zaman olduğu gibi burada da, askerin içinde, kimi
zaman önünde savaşa katılmıştı. Kozmo Dağı saldırısında, çatışmanın en
yoğun olduğu yerde, süngü savaşının içindeydi. Lord Kinross, Atatürk
adlı yapıtında bu savaşı şöyle anlatır: “Bir ara askerleriyle birlikte,
çevresini neredeyse bütünüyle kuşatan bir ‘süngü ormanı’ arasında, büyük bir
piyade kuvvetine karşı göğüs göğüse dövüşmek zorunda kaldı. Soğukkanlılığı ve
kendi süngüsünü bütün gücüyle kullanması sayesinde, bu çarpışmadan sıyrıldı ve
böylelikle olası bir ölümden ya da tutsaklıktan kurtulmuş oldu”.33
Doğudaki
Tek Yengi (Zafer)
Rus
saldırısının durdurularak üç büyük ilin kurtarılması, Doğu cephesinde, “birbirini
izleyen yenilgiler içinde” “tek Türk yengisi” ydi.34 Ordu
örgütleme ve savaştırma konusundaki yeteneğini, burada da göstermiş ve içinde
bulunduğu olanaksızlıklara karşın başarılı olmuştu. Başarısına karşılık, “Altın
Kılıç” madalyasıyla ödüllendirildi ancak hemen ardından, Batum
üzerine yürümeye hazırlanırken, İstanbul’dan Suriye’ye hareket etmesini isteyen
ivedi koşullu bir buyruk aldı.35
Aynı gün, komutayı Kazım Paşa’ya (Karabekir) devretti. Enver
Paşa, bu kez Doğu Cephesi’ndeki başarısından rahatsız olmuştu. Onu önce
2.Kolordu Komutan Vekilliği’ne, hemen sonra Hicaz’la (Arabistan Yarımadası batı
bölgesi) Diyarbakır arasında görev yapacak Hicaz Kuvve-i Seferiyesi
(Hicaz Gezici Ordusu) komutanlığına atadı.
DİPNOTLAR
1
“Tek Adam” Ş.
S. Aydemir, I.Cilt, Remzi Kit.,
9.Bas., 1983, sf.281-282
2
“Kurt ve Pars”
Benoit Mechin, Kum Saati Yay.,
İst.-2001, sf.70
3
a.g.e. sf.70
4
“Atatürk’ün
İstanbul’daki Çalışmaları” Sadi Borak, Kaynak Yay., 2. Bas., İstanbul-1998, sf.73
5
a.g.e. sf.75
6
a.g.e. sf.75 ve
77
7
“Tek Adam”
Ş.S.Aydemir, I.Cilt, Remzi Kit.,
9.Bas., İst.-1983, sf.276
8
“Atatürk” Lord
Kinross, Altın Kitaplar Yay.,
12.Bas., İst.-1994, sf.127
9
a.g.e. sf.127
10
a.g.e. sf.127
11
General Hans
Kennengiesser; ak. Osman
Pamukoğlu, “Ey Vatan” İnkilap Yay., İstanbul-2004, sf.29
12
“Mustafa Kemal”
Benoit Mechin, Bilgi Yay.,
Ankara-1997, sf.120
13
a.g.e. sf.120
14
“Atatürk’ün
İstanbul’daki Çalışmaları” Sadi Borak, Kaynak Yay., 2. Bas., İstanbul-1998, sf.85
15
“Tek Adam”
Ş.S.Aydemir, I.Cilt., Remzi Kit.,
9.Bas., İst.-1983, sf.278
16
a.g.e. sf.85
17
“Atatürk” Lord
Kinross, Altın Kitaplar Yay.,
12.Bas., İst.-1994, sf.128
18
“Mustafa Kemal”
Benoit Mechin, Bilgi Yay.,
Ankara-1997, sf.121
19
“Atatürk” Lord
Kinross, Altın Kitaplar Yay.,
12.Bas., İst.-1994, sf.129
20
“Kurt ve Pars”
Benoit Mechin, Kum Saati Yay.,
İst.-2001, sf.74
21
“Atatürk” Lord
Kinross, Altın Kitaplar Yay.,
12.Bas., İst.-1994, sf.128
22
“Kurt ve Pars”
Benoit Mechin, Kum Saati Yay.,
İst.-2001, sf.75
23
“Enver Paşa” Ş.
S. Aydemir, III.Cilt, Remzi Kit.,
İst.-1978, sf.98
24
“Milli Kurtuluş
Tarihi” D.Avcıoğlu, III.Cilt, İst.
Mat.-1974, sf.952
25
“Amerikan Gizli
Belgeleriyle Türkiye’nin Kurtuluş Yılları” Orhan Duru, T.İş Ban.Kültür Yay., İst.-2001, sf.62-63
26
“Türkiye’de Beş
Yıl” L.Von Sanders, I.Cilt, Cum.
Kit., İst-1999, sf.70
27
a.g.e. sf.70
28
“Milli Kurtuluş
Tarihi” D.Avcıoğlu, III.Cilt, İst.
Mat.-1975, sf.950
29
a.g.e. sf.950
30
“Kurt ve Pars”
Benoit Mechin, Kum Saati Yay., İst.-2001,
sf.75
31
“Mustafa Kemal
Atatürk ve Cumhuriyetin Doğuşu” Dietrich Gronau, Altın Kit., 2.Bas., İst.-1994, sf.107
32
a.g.e. sf.77
33
“Atatürk”
L.Kinross, Altın Kitaplar Yay.,
12.Bas., İst.-1994, sf.130
34
a.g.e. sf.131
35
“Kurt ve Pars”
Benoit Mechin, Kum Saati Yay.,
İstanbul-2001, sf.77
Atatürkün Doğu Cephesindeki görevleri ve başarıları nedense pek bilinmiyor.
YanıtlaSilBu gün pkk nın silah lı talebi konusunu konuşun sa avar
YanıtlaSilBu gün pkk nın silah lı talebi konusunu konuşun sa avar
YanıtlaSilBu millet esir yaşamaktansa ölsün daha iyi...
YanıtlaSilNe Mutlu Türküm Diyene...