Mondros
Bırakışması’ndan beş gün sonra, Ali Fuat
Paşa’yı Adana’ya çağırdı. Ülkeyi kurtarmak için yapılması gerekenler
konusunda görüşlerini açıkladı ve “Bundan
sonra, millet kendi haklarını kendisi arayacak ve koruyacaktır. Bizlerin,
mümkün olduğu kadar ona bu yolu göstermemiz ve bütün ordu ile birlikte ona
yardım etmemiz gerekir” diyerek, komutası altındaki 20.Kolordu’yu
dağıtmamasını istedi. Ordunun elindeki silahlar, Anadolu’nun içlerinde çok az
insanın bildiği yerlere taşınmalı ve korunmalıydı. Terhis edilecek güvenilir
subaylarla doğrudan ilişki kurdu. Onları, “gerilla
gurupları oluşturmak için biraraya gelmeye” ve ilerdeki ulusal direniş için
hazırlıklı olmaya çağırdı.
Yenilgi
Ataması
İstanbul’da
yapılan tasara (plana) göre, Kuvve-i Seferiye, “Hicaz bölgesini
İngilizler’den geri alarak Medine’yi kurtaracak” ve “Hicaz’daki
birlikleri yitik vermeden Filistin cephesine çekecekti”.1
Gerçekleştirilmesi
neredeyse olanaksız, bu güç ve başarısızlığı kesin eylemce (harekat), yalnızca
orduyu değil, kuşkusuz onun komutanını da yıpratacaktı. İngilizler
Hindistan’dan getirdikleri yeni bir orduyu Basra’ya çıkarmış, Fırat boyunca
ilerlemiş ve Musul’a dek gelmişti.
Bir başka
İngiliz Ordusu, Filistin ve Suriye’ye yürümek üzere Mısır’da toplanmıştı.
İngilizlerle birlik olan bölge Arapları, her yerde Türk birliklerine
saldırıyordu.
Yeterli silahı
olmayan yorgun ve donanımsız bir ordu, “Hicazı İngilizler’den geri alarak”,
her yönden korumasız 500 kilometrelik çöl boyunca geri çekilecekti. Düzenli bir
çekilme gerçekleştirilse bile, “Peygamber’in kabrini savunmaktan vazgeçmek”
anlamına gelen bu eylem, bu işi yapan komutanı yalnızca Türkiye’de değil, tüm
İslam dünyasında küçük düşürecekti.
Düşünülen
eylemcenin başarı şansı olmadığı için, atanmasına karşı çıktı ve görüşlerini
önerileriyle birlikte İstanbul’a bildirdi. Hicaz’ı İngilizler’den geri almanın,
var olan koşullar içinde olanaksız olduğunu belirtiyor ve “Hicaz’ı şimdiye
kadar kim savunduysa, geri çekilmeyi de o yapmalıdır” diyordu.2
Ona göre
çekilen birliklerle “Suriye ve Filistin cephesi desteklenmeli”, burada
güçlü bir savunma hattı oluşturulmalıydı. Ancak, Padişah V.Mehmet ve
Sadrazam Talat Paşa, çekilmeye karşı çıkıyordu. Padişah, Medine’nin
boşaltılması durumunda “Padişahlık ve Halifelikten çekileceğini”
söylüyordu.
Sonunda geri çekilmeden vazgeçildi ve Kuvve-i Seferiye
Komutanlığı, onun isteğiyle olmasa da ortadan kalkmış oldu. Türk Ordusu Medine
Savunması için çok ağır ve acılı bir bedel ödedi. Hicaz demiryolunu savunan
birliklerin büyük çoğunluğu, savunmayı yapan Türk askerlerininse tümü şehit
oldu. Filistin savunulamadı, Kudüs düştü.
Ordu
Komutanı
16 Mart 1917’de
2.Ordu Komutanlığına atandı. Bu tarihten, 30 Ekim 1918’de yapılan Mondros
Mütarekesi’ne dek, 7.Ordu ve kısa bir süre yine Doğu cephesinde Yıldırım
Orduları Komutanlığı yaptı. 15 Ekim 1917’yle, 7 Ağustos 1918 arasındaki on
ay içinde, İstanbul’da Genel Karargahta görevlendirildi. Bu süre içinde Vahdettin’in
şehzade olarak Almanya’ya yaptığı geziye katıldı, ona savaşın gerçek durumunu
ve ülkeyi bekleyen çekinceleri anlattı; çözüm önerilerinde bulundu.
Aynı işi, yazıya dökerek ulaşabildiği tüm yetkililere de
yaptı. Yenilginin yakın ve sorunun bu kez, İmparatorluğun parçalanması olduğunu
görüyordu. Yokoluşun önüne geçmek için, Türk nüfusunun çoğunlukta olduğu
topraklar, bedeli ne olursa olsun, hazırlığı şimdiden yapılarak savunulmalıydı.
Belge
Nitelikli Uyarılar
Ordu
komutanlığı döneminde yaptığı yazılı uyarılar içinde, 20 Eylül 1917 tarihini
taşıyan ve Genelkurmay’la Sadrazam Talat Paşa’ya gönderdiği yazanak, çok
başka bir öneme ve yere sahiptir. Kimi araştırmacıların “Milli Mücadele
öncesine ait en önemli belge”3 olarak değerlendirdiği bu
yazanak, bir generalin askeri durum saptamasından çok, toplumbilim incelemesine
ya da tarihçi yorumuna benzer.
Doğan Avcıoğlu’nun, “kurşuna dizilmesine bile yol açabilecek”4 kadar
sıkıdüzen (disiplin) aşımı olarak değerlendirdiği bu belge (ve onu tamamlayan
24 Eylül tarihli belge), gerçekte, gerek nitelikli bir kurmay subayın askeri
durum değerlendirmesi, gerekse ulusal varlığa duyarlı, sorumluluktan kaçınmayan
bir aydının görüşleridir. Bilimsel donanımı ve kültürel düzeyi yüksek, olaylar
arasında bağ kurmada yetenekli, ülke ve dünyayı tanıyan bir anlayışla yazıldığı
bellidir.
Yazanağın girişinde,
toplumun durumu ele alınıyor; halkın sorunları, savaşın ve ülkenin geleceğine
bağlı olarak irdeleniyordu. Bu bölümde; Türk toplumunun, “hemen hemen
yalnızca kadın, çocuk ve sakatlardan ibaret bir millet” durumuna düştüğü, “açlık
ve ölümün yaygın” olduğu belirtiliyor; “ülke yönetiminin güvenilmez”
duruma geldiği, “ekonomik yaşamın felç”
olduğu ve yönetim işleyişinin “anarşi içinde” bulunduğu açıklanıyordu.
Rüşvet yaygın,
adalet işlemez, emniyet işgörmez durumdaydı. Toplumda büyük bir yozlaşma yaşanıyor,
“hayatta kalabilme çabası, en iyi, en dürüst kişilerin bile, her türlü
kutsal duyguyu yitirmesine” yol açıyordu. “Savaş sürerse, hükümet ve
hanedanın çökmeye yüz tutan yapısının birdenbire paramparça” olması
kaçınılmazdı.5
Savaşın ve
ordunun durumunu ele alan bölümlerde; savaş kararlarında girişimgücünün
(inisiyatifin) elden çıktığını, ordunun “başlangıca göre çok güçsüz”
olduğu, birliklerdeki asker sayısının “olması gerekenin beşte birine”
düştüğü, bunların da yarısının “ayakta duramayacak kadar güçsüz” durumda
bulunduğu belirtiliyor ve düşmanı, askeri eylemcelerle barışa zorlayacak gücü
kalmayan Almanlar’ın, artık “geliniz ve bizi yeniniz” tutumu izlediğini söyler.
Türkiye’de, sömürgeci anlayışla sürdürülen Alman
politikası ve Türk ordularına komuta eden Alman generalleri hakkında, son
derece açık, bir o kadar sert yargılar ileri sürer ve şöyle der: “... Almanlar’ın,
bizi sömürge biçimine sokma ve ülkemizin bütün kaynaklarını kendi ellerine alma
politikasına karşıyım... Bağımsızlık ve özgürlük konularında kıskanç olduğumuz,
Almanlarca gereği gibi anlaşıldığı gün, onların bizi Bulgarlardan daha saygın
göreceklerine size güvence veririm... Falkenhayn her fırsatta ve herkese karşı,
Alman olduğunu ve elbette Alman çıkarlarını daha çok düşüneceğini söyleyecek
kadar küstahtır... Ülke tümüyle elimizden çıkarak bir Alman sömürgesi durumuna
girecektir. Ve General Falkenhayn, bu amaç için, bize borç yazılan altınları ve
Anadolu’dan getirdiğimiz son Türk kanlarını kullanmış olacaktır”.6
Yapılması
Gerekenler
Yapılması
gerekenlerin önerildiği son bölümde, koşulların ağırlığına karşın çıkış yolunun
bulunduğunu söyler ve bu yol için adını vermeden Misakı Milli anlayışını
önerir. Yazanağı şöyle bitirir: “Bu kısa açıklamayla, herşey bitmiştir ve
bulunacak bir çare kalmamıştır, demek istemiyorum. Kurtuluş yolu ve çaresi
vardır. Ancak en iyi önlemleri bulmak gerekir. Bu önlemler şunlar olabilir:
İçerde hükümeti güçlendirmek, beslenmeyi sağlamak, yolsuzlukları en aza
indirmek... Elimizde ve gerimizde kalacak bölgeleri ve halkı, dayanamaz ve
çürük halde bulmamalıyız. Ülke sağlam bir hareket üssü halinde kalmalıdır.
Askeri politikamız bir savunma politikası olmalı, elimizde kalan kuvvetleri ve
bir tek erini (bile y.n.) sonuna kadar saklamalıyız. Ülke dışında (misak-ı
milli sınırları dışında y. n.) tek bir Türk askeri kalmamalıdır”.7
Hükümet ve
Başkomutanlık, ne bir sıkıdüzen soruşturması açtı ne de yazılanları
değerlendirmeye aldı. Alışıldık bir ilgisizlikle, saptama ve önerileri yok
saydı. Yazanaklarla ilgili tek resmi işlem, Enver Paşa’nın gönderdiği ‘sinir
bozucu’ kısa bir yazıydı. Bu yazıda şöyle söyleniyordu: “Doğu cephesi
Komutanı Falkenhayn’dır. En doğru kararları vereceğinden eminim. Bu güvenime
siz de katılınız”.8
Yanıt üzerine,
belki de “hiçbir askerin hele bir ordu komutanının yapamayacağı, belki de
yapmaması gereken”9 bir şey yaptı ve kendi deyimiyle, “kendi
kendini komutanlıktan affederek”10 ordu komutanlığından istifa
etti. 7.Ordu’ya, gelişmeleri anlatan ve yazanaktaki görüşlerini özetleyen bir
veda mektubu yayınladı.
Yıldırım
Orduları Komutanı Erich von Falkenhayn (1861-1922), bu
davranışı sıkıdüzensizlik saydı ve tutuklanmasını istedi. Enver Paşa,
böyle bir davranışın, Mustafa Kemal adını kamuoyunda daha da
yücelteceğini düşündüğü için bunu yapmadı, onu Diyarbakır’daki 2.Ordu
Komutanlığına atadı. Atamayı kabul etmedi. Ne yapacağını bilemeyen Enver
Paşa, sağlık durumunu gerekçe yaparak ona hava değişimi verip, izne ayırdı.11
İzinli
ayrılmasına gerekçe yapılan sağlığı gerçekten bozuktu. Hasta ve yorgundur.
Birçok kimseye inanılmaz gibi gelebilir ancak ordu komutanlığı yapmış bir
general olarak; yaverini, emir erini ve kendisini İstanbul’a ulaştıracak parası
yoktur. Oysa, Almanlar, 7.Ordu Komutanı’yken örtülü ödenek adı
altında ve “küçük sandıklar içinde”12 kendisine altın
göndermiş, o, bunları kayda geçirerek Levazım Başkanlığına teslim etmişti.13
4.Ordu Komutanı Cemal Paşa’nın araya girmesiyle, kişisel malı olan
atlarını sattı ve İstanbul’a dönüş giderini bu parayla karşıladı.14
İzinli sayıldığı süre dolunca, İstanbul’da Genel Karargah
buyruğuna verildi ancak bu görevlendirme, izin süresinin dolaylı olarak
uzatılmasından başka bir şey değildi. Sağaltım (tedavi) için Avusturya’da Karlsbad’a gitti (25 Mayıs-2 Ağustos 1918).
Dönünce 7 Ağustos’ta yeniden Doğu Cephesi’ne atandı. Falkenhayn ayrılmış
ve yerine Çanakkale’de iyi ilişkiler içinde olduğu Liman von Sanders
getirilmişti. Bu nedenle, görevi kabul etti ve 22 Ağustos’ta Halep’e hareket
etti.
7.Ordu
Komutanlığı
Yedinci Ordu
Komutanlığını yaklaşık iki ay sürdürdü ve Mondros Mütarekesi’nin imzalandığı gün (30 Ekim 1918), Yıldırım
Orduları Komutanlığına atandı. Bu
görevi, 4 Temmuz’da padişah olan Vahdettin’in, orduyu 8 Kasım’da
dağıtması nedeniyle, yalnızca bir hafta sürdü. Savaşın önemli günlerinde Alman
generallerin yönetimine bırakılan bu önemli ordu, yenilginin kabul edildiği
gün, kalıntı durumuna geldikten sonra ve yalnızca bir hafta için onun
komutasına verilmişti. Teslim olmak, teslim etmek, ordu dağıtmak gibi yapısına
hiç uymayan işler ona yaptırılacaktı.
Mondros Mütarekesi, Osmanlı
İmparatorluğu’nun galip devletleri temsil eden İngiltere’yle imzaladığı ateşkes
antlaşmasıydı. Amiral Arthur Calthorpe,
önceden hazırlanmış bir metni, Limni Adası’nın Mondros Limanında Osmanlı
devletini temsil eden yetkililerin önüne koymuştu. Yirmi beş başlamdan (maddeden)
oluşan ve ağır koşullar içeren bırakışma (mütareke) anlaşmasına göre; İstanbul
ve Çanakkale boğazları ile Toros tünelleri, galip devletlerce işgal edilecekti.
Anlaşma (itilaf) Devletleri “güvenlikerini tehlikeye düşürecek olayların patlak vermesi durumunda”,
başka stratejik nokta ve bölgeleri de işgal edebilecekti. Osmanlı Devleti,
sınır güvenliği ve iç güvenlik için gerekli birlikler dışında ordusunun tümünü
dağıtacak, liman ve demiryollarıyla tüm telsiz, telgraf ve kablo istasyonları
anlaşma subaylarının denetimine verilecekti.15
Anadolu’yu
Kurtarmak
Ordunun
dağıtılmasını elden geldiğince önlemeye ve silahları ülkenin değişik yörelerine
göndermeye karar verdi. “Savaş Müttefikler için bitmiş olabilir, ancak bizi
ilgilendiren savaş, şimdi başlıyor”16 diyordu. 3 Kasım’da,
Hükümet’ten, Mondros Mütareke’sinin ilerde Türkiye zararına
işletilebilecek belirsizlik içeren koşulların açılmasını istedi. Yanıt
alamayınca, kendi düşüncesini Hükümet’e bildirdi. Anadolu’nun savunulması için
önemli gördüğü İskenderun Limanı ve Toros tünelleri üzerinde duruyordu. 5
Kasım’da gönderdiği telgrafta, “Mütareke koşulları içindeki belirsizlikleri
giderecek önlemler alınmadan, orduları terhis etmemeliyiz” diyordu.17
Ali Fuat (Cebesoy) Paşa’yı Adana’ya çağırdı. Ülkeyi kurtarmak için
yapılması gerekenler konusunda görüşlerini açıkladı ve “Bundan sonra, millet
kendi haklarını kendisi arayacak ve koruyacaktır. Bizlerin, mümkün olduğu kadar
ona bu yolu göstermemiz ve bütün ordu ile birlikte yardım etmemiz gerekir” diyerek,
ondan komutası altındaki birlikleri (20.Kolordu) dağıtmamasını istedi.18
Ordu’nun
elindeki silahlar, Anadolu’nun içlerinde çok az insanın bildiği yerlere
taşınmalı ve korunmalıydı. Terhis edilecek güvenilir subaylarla doğrudan ilişki
kurdu. Onları, “gerilla gurupları oluşturmak için biraraya gelmeye”19
ve ilerdeki ulusal direniş için hazırlıklı olmaya çağırdı.
“Denizden uzak
iç bölgelerde, ilerde kuracağı ulusal kurtuluş ordusu için silah sığınakları”20 kurulmasını istedi; “Urfa, Maraş, Antep’e silah
gönderdi”.21 Güven duyduğu kişilere ne yapmaları gerektiğini ve
nasıl destek olacağını açıkça söylüyor, onları ulusal direniş için
yüreklendiriyordu. Örneğin, ne yapılması gerektiğini bilmediklerini söyleyen
Antepli Ali Cenani’ye, “Bölgenizde hiç mi erkek kalmadı? Kendinizi
savunmanın yollarını bulun. Örgütlenin. Milli bir kuvvet toplayın. Ben size
gerekli silahları veririm” diyordu.22
İngilizler 3
Kasım’da İskenderun’a bir kurul göndererek, “karaya asker çıkaracaklarını”,
bu nedenle “limandaki mayınların temizlenmesini” istedi.23
İsteği, aynı gün çektiği bir telgrafla İstanbul’a bildirdi ve Hükümet’in
görüşünü sordu. Sadrazam İzzet Paşa’nın, “İskenderun’a asker
çıkarılması ve Toros tünellerinin işgali yalnızca koruma amaçlıdır; işgalin
yerine ve genişliğine İngiliz Komutanı karar verecektir”24
biçimindeki yanıtına karşı çıktı ve birliklere, “İskenderun’a asker
çıkarılması durumunda, çıkarmanın silah kullanılarak önlenmesi” buyruğunu verdi.25
Bu buyruk
üzerine Hükümet telaşa kapıldı. İzzet Paşa, buyruğun, “Devlet
siyasetine ve ülke yararına kesinlikle aykırı” olduğunu söyleyerek
kaldırılmasını istedi ve “Ateşkes Antlaşması’nda, bize uygunsuz hükümleri
kabul ettiren gaflet değil, kesin yenilgimizdir” dedi.26
Hükümete ve saygı duyduğu İzzet Paşa’ya verdiği
yanıt, ülke savunması söz konusu olduğunda soruna yaklaşım biçimini ve
özyapısını ortaya koyan önemli bir belgedir ve çok ünlüdür. Sözkonusu yanıtta
şunları söyler: “İngilizler’in her isteğine boyun eğecek olursak, İngiliz
doymazlığının önüne geçmeye imkan kalmayacaktır... İngilizler’in elde etmek
istediği sonucu onlara kendi yardımımızla vermek, tarihte Osmanlılık için,
özellikle bugünkü hükümet için kara bir sayfa oluşturur... İngilizler’in
aldatıcı davranış, öneri ve davranışlarını, İngilizler’den daha çok haklı bulan
emirleri uygulamaya, yaradılışım uygun değildir. Başkomutanlık Kurmay
Başkanlığı’nın kurallarına uymadığım takdirde, birçok suçlamalar altında kalmam
doğal olduğundan, komutanlığı hemen teslim etmek üzere yerime atayacağınız
zatın acele olarak gönderilmesini rica ederim”.27
İstanbul’a
Dönüş
11 Kasım
1918’de Yıldırım Orduları Komutanlığı’ndan ayrıldı; aynı gün akşam
üzeri, Adana’dan trenle İstanbul’a hareket etti. Dört yıl süren “kanlı bir
boğuşmanın” ve yıpratıcı gerilimlerin bedensel yorgunluğu içindeydi; ancak,
şaşılacak bir ruh sağlamlığı ve savaşım (mücadele) kararlılığına sahipti.
İstanbul’a dönüşünü, “son değil, yeni bir başlangıç” olarak görüyordu.28
Yüklendiği tüm sorumlulukların altından kalkmış ve “silahın
yüksek şerefini korumasını bilmişti”.29 Şimdi, “uzun ve
felaketli dört savaş yılının kanlı boğuşmalarından, yenilgiye uğramadan çıkan
tek Türk komutanı”30 olarak İstanbul’a gidiyordu. Zaman
yitirmeden yeni bir savaşıma, ulusal kurtuluş savaşımına girişecekti.
DİPNOTLAR
1
“Çankaya” Falih
Rıfkı Atay, Sena Mat.,
İstanbul-1980, sf.94
2
a.g.e. sf.94
3
“Tek Adam”
Ş.S.Aydemir, I.Cilt, Remzi Kit.,
9.Bas., İst.-1983, sf.301
4
“Milli Kurtuluş
Tarihi” D.Avcıoğlu, III.Cilt, İst.
Mat.-1974, sf.953
5
“Tek Adam”
Ş.S.Aydemir, I.Cilt, sf.301; “Atatürk”
Lord Kinross, sf.137 ve “Çankaya” Falih Rıfkı Atay, sf.95-97
6
“Milli Kurtuluş
Tarihi” D.Avcıoğlu, III.Cilt,
İst.-1974, sf.952-954, “Atatürk Hayatı ve Eseri-I”, Y.H.Bayur, Atatürk
A.Mer., Tıpkı Bas., 1997, sf.122-133 ve “Çankaya” F.R.Atay, Sena Mat.,
1980, sf.95-97
7
“Çankaya”
F.R.Atay, Sena Mat., 1980,
sf.97 ve “Atatürk Hayatı ve Eseri–I” Y.H.Bayur, Atatürk Araş. M, Tıpkı
Bas., 1997, sf.122-133
8
“Çankaya” Falih
Rıfkı Atay, Sena Mat.,
İstanbul-1980, sf.97
9
“Tek Adam”
Ş.S.Aydemir, I.Cilt, Remzi Kit.,
9.Bas., İst.-1983, sf.303
10
a.g.e. sf.303
11
“Kurt ve Pars”
Benoit Mechin, Kum Saati Yay.,
İst.-2001, sf.80
12
“Tek Adam”
Ş.S.Aydemir, I.Cilt, Remzi Kit.,
9.Bas., İst.-1983, sf.305
13
a.g.e. sf.305
14
a.g.e. sf.304
15
“Atatürk”
L.Kinross, Altın Kitaplar Yay.,
12.Bas., İst.-1994, sf.164
16
“Atatürk”
L.Kinross, Altın Kitaplar Yay.,
12.Bas., İst.-1994, sf.164
17
“Çankaya” Falih
Rıfkı Atay, Sena Mat.,
İst.-1980, sf.147
18
“Kaynakçalı
Atatürk Günlüğü” U. Kocatürk, T.İş Ban.Yay., sf.72
19
“Mustafa Kemal
Atatürk ve Cumhuriyetin Doğuşu” Dietrich Gronau, Altın Kitaplar Yay., 2.Bas., İst.-1994, sf.126-127
20
a.g.e. sf.127
21
“Atatürk”
L.Kinross, Altın Kitaplar Yay.,
12.Bas., İst.-1994, sf.166
22
“Atatürk”
L.Kinross, Altın Kitaplar Yay.,
12.Bas., İst.-1994, sf.165
23
“Kaynakçalı
Atatürk Günlüğü” U. Kocatürk, T.,İş Ban., Yay., sf.72
24
a.g.e. sf.72
25
“Atatürk’ün
Hayatı ve Eseri” Y.Hikmet Bayur, Atatürk Araş. Mer., Tıpkı Bas., Ank.-1997, sf.184-185
26
“Kaynakçalı
Atatürk Günlüğü” U. Kocatürk, T.,İş Ban., Yay., sf.73
27 “Türk İstiklal
Harbi, I.Cilt, Mondros Mütarekesi ve Tatbikatı” Gen.Baş.Harp Tarihi Dairesi, Ankara-1963, sf.53 ve 202;
ak. Prof.U.Kocatürk
“Kaynakçalı Atatürk Günlüğü” T.İş Ban.Yay., Ank, sf.72-73 ve
“Çankaya” Falih Rıfkı Atay, Sena Mat., İst.-1980, sf.148
28
“Atatürk” L.
Kinross, Altın Kitaplar Yay.,
12.Bas., İst.-1994, sf.163
29
a.g.e. sf.163
30
a.g.e. sf.163
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder