Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, yaklaşık iki yıl önce, Türkiye‘nin 490 ton olan Altın rezervinin 450 tonunun,
İngiltere Merkez Bankası Bank Of England’da ‘emanette’ olduğunu
açıklamıştı. Altınların ne amaçla gönderildiğine yönelik, bugüne dek bir açıklama
yapılmadı. Kimi devletler, altınlarını
savaş durumunda dost bildiği savaş dışı ülkelere, ‘depolama ve güvenlik’ amacıyla gönderiyordu. Türkiye altınlarını
bu amaçla gönderilmiş olamazdı; çünkü savaşta değildi. Altınlar neden gönderildi
ve ne oldu?
Ülkemizde toplumsal muhalefetin ve siyasi tartışmanın yoğunlaştığı bir dönem yaşanıyor. Kendiliğinden gelişen kitlesel eylemlerin ve siyasi tartışmaların niteliğini yükseltmek amacıyla bu bloğu oluşturduk. Hiçbir parti, grup ve toplulukla bağımız yoktur. Yazar Metin Aydoğan'ın yazılarını yayınlayacağız. Düşünsel yaşamımıza katkı koyacağına inandığımız yazıların, bilimsel tartışmalara yol açmasını diliyoruz.
29 Eylül 2018 Cumartesi
25 Eylül 2018 Salı
DİL DEVRİMİ
Osmanlı tarihçilerine
göre; Türkler İslamiyet öncesinde göçebe barbarlardı, bilim ve edebiyata uygun
bir dilleri yoktu, Türkçe Arapça ve Farsça’nın sözcük ve kural egemenliği
altına girmeden yaşayamazdı. Türkler, “uygarlık bakımından tarihsiz, bilim
ve edebiyat bakımından dilsizdi”.(x) Devlet politikasına
dönüştürülen ortak söylem böyleydi. Atatürk,
kişisel araştırmalarla başlayıp bilimsel ve toplumsal bir devrim niteliği
kazanan Türk dil ve tarih çalışmalarına, her zaman büyük önem verdi. Yerli ve
yabancı bilim adamlarının ilgisini bu konuya çekmek için, bilimsel etkinlikler
düzenledi. 26 Eylül 1932’de Birinci Dil Kurultayı’nı topladı; Türk dil ve tarih
araştırmalarına uluslararası boyut kazandırdı. Dil konusunda şunları
söylüyordu; “Kendi
dili ile düşünmeyen, okuyup öğrenmeyen, kendi dilinde eğitim almayan bir ulus,
bağımsız olamaz; hiçbir ulus, dilindeki yabancı kültürlerin etkisini önlemeden
kendini bulamaz; dilde ödün verenler, ulusal savunma silahlarından birini
elinden bırakmış, güçsüz düşmüş, birliğini yitirmiş demektir”(y)
22 Eylül 2018 Cumartesi
TÜRKİYE’DE HAİN NEDEN ÇOK
Türkiye’de
bugün yaygın ve yoğun bir kimliksizleşme yaşanıyor. Yetki ve güç sahipleri,
işbirlikçiler, din adamı görünümlü çıkarcılar; aynı yerden buyruk almışçasına,
ülkeyi ayakta tutan değerlere saldırıyor. Bu tutum, kalıcılığı olan politik
işleyiş durumuna getiriliyor. Yozlaşma ve yabancılaşmanın, Batıcılık ya
da Arapçılık olarak geçerliliği olan bir yaşam biçimi haline gelmesinin
bir nedeni olmalıdır. Bu neden, tarihte kayıtlı süreçler toplamı ve bu toplamın
günümüzdeki uygulamalarında saklıdır. Dışa bağlanmanın, yabancılaşmanın ve
ihanetin yaygınlığına yanıt arayan her çaba, ister istemez Osmanlı
devşirmeciliğine ve onun yarattığı kapıkulu çıkarcılığına gidecektir.
17 Eylül 2018 Pazartesi
OKULLAR AÇILIRKEN
”Bugünkü okullarda
yetişen gençlere ülke yönetimi teslim edilemez. Biz, laik okullara karşı
imam–hatip okullarını bir seçenek olarak düşünüyoruz. Devletin kilit
mevkilerine yerleştireceğimiz kişileri, bu okullarda yetiştireceğiz” -Cevdet Sunay
TC 5.Cumhurbaşkanı…
”İmam–hatip
okullarında iyi eğitim veriliyor. O çocuklardan zarar gelmez. Türkiye laikliği
dinsizlik olarak anlamış, yanlış tatbikatlar yapmıştır. 1930’lardaki laiklik
anlayışını yanlış olarak görüyorum”.
-Kenan
Evren TC 7.Cumhurbaşkanı…
”Biz dindar ve kindar bir nesil yetiştireceğiz.”
-Recep Tayyip Erdoğan TC
12.Cumhurbaşkanı
”Eğitimin amacı yalnız hükümete memur yetiştirmek değil, ülkede ahlaklı, cumhuriyetçi, devrimci, atılgan, olumlu, giriştiği işleri başarabilecek yetenekte, dürüst, sorgulayıcı, iradeli, yaşamda karşılaşacağı engelleri yenecek güçte, karakter sahibi genç yetiştirmektir”.
Mustafa
Kemal Atatürk TC 1.Cumhurbaşkanı
15 Eylül 2018 Cumartesi
VARLIK FONU NEDİR, NE YAPACAK
Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan,
Resmi Gazete’de yayınladığı cumhurbaşkanı kararıyla kendisini Türkiye Varlık
Fonu (TVF) başkanlığına getirdi. Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ı Başkan Yardımcısı, Zafer Sönmez’i Genel Müdür yaptı. Varlık Fonu, Türkiye’nin kamusal
varlığını oluşturan büyük işletmelerin, devredildiği bir anonim şirkettir.
Ziraat Bankası, TPAO, Borsa İstanbul, Türksat, Telekom, Halk Bankası, Eti
Maden, Milli Piyango, İzmir Limanı, Çaykur, Türk Hava Yolları, BOTAŞ, PTT,
Türksat ve Türk Telekom’un sermayelerinde bulunan Hazine hisselerinin yanısıra 2
milyon metrekareden çok sahil arazisi bu şirkete devredilmişti. Sınırsız yetki ve yargı dokunulmazlığıyla
donatılan 7 kişilik yönetim kurulu; Türk ekonomisinin temelini oluşturan bu işletmeleri, denetimsiz ve sorumsuz konumlarıyla
özel şirketleri gibi yönetecekler. Devleti şirket haline getiren Varlık Fonu
girişiminin amacı ve önemi nedir? Halk için ne anlam ifade ediyor? Uygulamanın
sonuçları ne olacak?
13 Eylül 2018 Perşembe
SAKARYA MELHAMEİ KÜBRASI * (KANLI SAKARYA SAVAŞI)
22 Ağustos 13
Eylül arasında 22 gün 22 gece süren ‘Sakarya Meydan Savaşı’, bir gün farkla
dünyanın en uzun meydan savaşıdır. Kurtuluş Savaşı’nın dönüm noktasını
oluşturan bu savaş, yoksul bir ulusun birliğini sağladığında neleri
yapabileceğini gösteren evrensel boyutlu bir örnektir. Sakarya Savaşı’nda askerler
üniformasızdır ve paçavraya dönen giysiler içindedir. Yüzde yirmi beşinin
ayakları çıplaktır. Silah donanımı eksiktir. Açlığını gidermek için doğadan ot
toplayıp yemektedir. “Askeri otlatmaya çıkardım” sözcüğü, subayların
günlük emirleri içine girmiştir. Ön safta çarpışan subayların yüzde sekseni,
erlerin yüzde altmışı şehit olmuştur.
11 Eylül 2018 Salı
12 EYLÜL NEDİR, NE YAPMIŞTIR
1980 yılı Türkiye için, ekonomi ve siyaset başta olmak
üzere, toplumsal yaşamın her alanında büyük bir çöküşün yaşandığı bir kırılma
yılıdır. 1980’den söz edilince herkesin aklına doğal ve haklı olarak, silahlı
bir hareket yani darbe gelir. Bu, olayın gerçek boyutunu ortaya koymayan eksik
bir yaklaşımdır. 12 Eylül sabahı uygulamaya sokulan eylem, sanıldığıya
da uygulayıcılarının söylediği gibi; yalnızca ‘terör olaylarının’
zorunlu kıldığı bir sonuçdeğildir.
Ülkeyi küresel isteklere sınırsızca açarak, ulus-devlet
varlığını ortadan kaldırmaya yönelendış kaynaklı bir tasarımdır.
12 Eylül’le gerçek
darbe; Türkiye’nin ekonomisine, siyasetine, aydınlarına ve anlamını
Atatürkçülükte bulan ulusal bağımsızlık geleneklerine yapılmıştır. Darbe’nin başlangıcını, 12
Eylül’den değil, 24 Ocak
1980’den başlatmak yanlış olmaz.
12 Eylül, darbenin askeri ayağıdır.
8 Eylül 2018 Cumartesi
UYGARLIK GÖSTERGESİ KAĞIT VE SEKA
Birinci
Meclis’te, tutanakların tutulması başlı başına bir sorundu. Yazıcı eleman eksikliği
yanında ana sorun kağıt yokluğuydu. Meclis tutanakları; dilekçe kağıtlarına,
mektup kağıtlarına, hatta kese kağıtlarına yazılıyordu. Mustafa Kemal, meclis çalışmalarını tarihe taşıyacak tutanak
yazıcılığına büyük önem veriyordu. Kağıt sıkıntısını hiç unutmadı. Kitaba ve
okumaya önem veren yapısıyla, kağıdı uygarlığın ölçütü olarak görüyordu. Kağıt
konusunu ilk çözülecek sorunlar içine aldı ve kurtuluştan sonra kağıt sanayisi
kurmayı başardı. Cumhuriyet;
Kocaeli, daha sonra Dalaman ve Balıkesir’de açtığı fabrikalarla kendine yeter
hale geldi. Ancak, fabrikaların tümü 2000’den sonra satıldı ve kapatıldı. Türkiye’de
bugün herhangi bir kağıt üretimi yok. Gereksinim tümüyle dışarıdan
karşılanıyor. Dolar kurundaki hızlı değişim, kağıtla ilgili bütün alanları
olumsuz etkiledi. Gazeteler ve kitap yayıncıları güç duruma düştü. Yayınevleri
iş yapamaz duruma geldi.
3 Eylül 2018 Pazartesi
SİVAS KONGRESİ, MANDACILAR VE TIBBİYELİ HİKMET
İngiliz araştırmacı Dankwart A.Rustow’, Mustafa Kemal’in Sivas Kongresi’ni
düzenliği günler için; “demokrasi,
örgütlü ayaklanma, gerilla savaşı ve açık savaş hali arasında; bir
alacakaranlık dönemi” tanımını yapar. Bu dönemde, İstanbul için
tutuklanması gereken bir suçlu; işgalciler için, durdurulması gereken ‘asi bir generaldir’. Yunanlılar; İzmir’e
girmiş, çevreye yayılarak işgal
alanlarını genişletmektedir. Ermeniler ve yerli Rumlar savunmasız köylere
saldırıp, Türkleri göçe zorlayan kırım yapmaktadır. Asker sayısı azalmış iki
kolordudan başka elde askeri bir güç yoktur. Değişik bölgelerde ortaya çıkan
milli direniş örgütleri, dağınık ve örgütsüzdür. İstanbul’un yakalama emri
verdiği delegeler; atla, eşekle, kağnıyla ya da yaya olarak, gündüz saklanıp
gece ilerleyerek Sivas’a gelmektedir.
2 Eylül 2018 Pazar
İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NDA İNÖNÜ’NÜN DIŞ POLİTİKASI
İnönü’nün Türkiye’yi 2. Dünya
savaşına sokmadığı, ‘30’lar kuşağının
çocuklarını babasız bırakmadığı’ söylemi; yaygın olarak bir dış siyaset
başarısı olarak ileri sürülmüştür. Türkiye, savaşa girmedi ve çocuklar “babasız kalmadı”; bu sonuç yaşanan bir
gerçek. Gerçeği yansıttığı için bu söylem doğrudur. Doğru olmayan, bu söylemin 2.
Dünya Savaşı’na yönelik İnönü politikasının doğruluğunu gösteren kanıt
olarak kullanılmasıdır. İnönü’nün savaş süresince ‘ustalıklı bir politika’ uyguladığı yargısı, ancak konuyu yeterince
incelemeyenlerin ileri sürebileceği bir savdır. Konunun, gerçek boyutuyla
anlaşılması için; Türkiye’nin 1938-1945 arasında uyguladığı dış politikanın ele
alınması gerekir. Savaş sonrası politik yönelişi ve günümüze dek gelen
uygulamaları anlamak için bu gereklidir. Aşağıdaki yazı, bunu yapıyor.
1 Eylül 2018 Cumartesi
İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI (1939-1945)
1 Eylül 1939’da
Almanya Polonya’ya saldırdı, 2 gün sonra 3 Eylül’de İngiltere’yle Fransa
Almanya’ya savaş ilan etti ve İkinci Dünya Savaşı başladı. Büyük şirket
yöneticileri, hükümet yetkilileri ve bunların hizmetindeki politikacılar
dışında; çok az insan savaş istiyordu. İlk savaşın bitiminden henüz 21 yıl
geçmiş, bu savaşta çarpışan insanların çoğu, henüz emekli bile olmamıştı. ‘Noel’de biter’ denilen birinci savaş
tam dört yıl sürmüş ve 30 milyon insanın ölümüne yol aşmıştı. Avrupa nüfusunun
yüzde 70’i savaşın acılarını yaşamıştı. İngiltere ve Fransa, Almanya’ya savaş
ilan ettiğinde, bir öncekinde olduğu gibi, Londra sokaklarında, utku umutlarını
taşıyan törenler yoktu. Bu kez Paris’in bulvar kahvelerinde çıt çıkmıyordu.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)