29 Eylül 2018 Cumartesi

İNGİLTERE’YE GİDEN ALTINLAR NE OLDU



Maliye Bakanı Mehmet Şimşek, yaklaşık iki yıl önce, Türkiyenin 490 ton olan Altın rezervinin 450 tonunun, İngiltere Merkez Bankası Bank Of England’da ‘emanette’ olduğunu açıklamıştı. Altınların ne amaçla gönderildiğine yönelik, bugüne dek bir açıklama yapılmadı. Kimi devletler, altınlarını savaş durumunda dost bildiği savaş dışı ülkelere, ‘depolama ve güvenlik’ amacıyla gönderiyordu. Türkiye altınlarını bu amaçla gönderilmiş olamazdı; çünkü savaşta değildi. Altınlar neden gönderildi ve ne oldu?

25 Eylül 2018 Salı

DİL DEVRİMİ



Osmanlı tarihçilerine göre; Türkler İslamiyet öncesinde göçebe barbarlardı, bilim ve edebiyata uygun bir dilleri yoktu, Türkçe Arapça ve Farsça’nın sözcük ve kural egemenliği altına girmeden yaşayamazdı. Türkler, “uygarlık bakımından tarihsiz, bilim ve edebiyat bakımından dilsizdi”.(x) Devlet politikasına dönüştürülen ortak söylem böyleydi. Atatürk, kişisel araştırmalarla başlayıp bilimsel ve toplumsal bir devrim niteliği kazanan Türk dil ve tarih çalışmalarına, her zaman büyük önem verdi. Yerli ve yabancı bilim adamlarının ilgisini bu konuya çekmek için, bilimsel etkinlikler düzenledi. 26 Eylül 1932’de Birinci Dil Kurultayı’nı topladı; Türk dil ve tarih araştırmalarına uluslararası boyut kazandırdı. Dil konusunda şunları söylüyordu; “Kendi dili ile düşünmeyen, okuyup öğrenmeyen, kendi dilinde eğitim almayan bir ulus, bağımsız olamaz; hiçbir ulus, dilindeki yabancı kültürlerin etkisini önlemeden kendini bulamaz; dilde ödün verenler, ulusal savunma silahlarından birini elinden bırakmış, güçsüz düşmüş, birliğini yitirmiş demektir”(y)

22 Eylül 2018 Cumartesi

TÜRKİYE’DE HAİN NEDEN ÇOK



Türkiye’de bugün yaygın ve yoğun bir kimliksizleşme yaşanıyor. Yetki ve güç sahipleri, işbirlikçiler, din adamı görünümlü çıkarcılar; aynı yerden buyruk almışçasına, ülkeyi ayakta tutan değerlere saldırıyor. Bu tutum, kalıcılığı olan politik işleyiş durumuna getiriliyor. Yozlaşma ve yabancılaşmanın, Batıcılık ya da Arapçılık olarak geçerliliği olan bir yaşam biçimi haline gelmesinin bir nedeni olmalıdır. Bu neden, tarihte kayıtlı süreçler toplamı ve bu toplamın günümüzdeki uygulamalarında saklıdır. Dışa bağlanmanın, yabancılaşmanın ve ihanetin yaygınlığına yanıt arayan her çaba, ister istemez Osmanlı devşirmeciliğine ve onun yarattığı kapıkulu çıkarcılığına gidecektir.

17 Eylül 2018 Pazartesi

OKULLAR AÇILIRKEN



Bugünkü okullarda yetişen gençlere ülke yönetimi teslim edilemez. Biz, laik okullara karşı imam–hatip okullarını bir seçenek olarak düşünüyoruz. Devletin kilit mevkilerine yerleştireceğimiz kişileri, bu okullarda yetiştireceğiz”                                                 -Cevdet Sunay TC 5.Cumhurbaşkanı


”İmam–hatip okullarında iyi eğitim veriliyor. O çocuklardan zarar gelmez. Türkiye laikliği dinsizlik olarak anlamış, yanlış tatbikatlar yapmıştır. 1930’lardaki laiklik anlayışını yanlış olarak görüyorum”.
-Kenan Evren TC 7.Cumhurbaşkanı


”Biz dindar ve kindar bir nesil yetiştireceğiz.”
-Recep Tayyip Erdoğan TC 12.Cumhurbaşkanı


Eğitimin amacı yalnız hükümete memur yetiştirmek değil, ülkede ahlaklı, cumhuriyetçi, devrimci, atılgan, olumlu, giriştiği işleri başarabilecek yetenekte, dürüst, sorgulayıcı, iradeli, yaşamda karşılaşacağı engelleri yenecek güçte, karakter sahibi genç yetiştirmektir”.

Mustafa Kemal Atatürk TC 1.Cumhurbaşkanı

15 Eylül 2018 Cumartesi

VARLIK FONU NEDİR, NE YAPACAK



Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan, Resmi Gazete’de yayınladığı cumhurbaşkanı kararıyla kendisini Türkiye Varlık Fonu (TVF) başkanlığına getirdi. Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ı Başkan Yardımcısı, Zafer Sönmez’i Genel Müdür yaptı. Varlık Fonu, Türkiye’nin kamusal varlığını oluşturan büyük işletmelerin, devredildiği bir anonim şirkettir. Ziraat Bankası, TPAO, Borsa İstanbul, Türksat, Telekom, Halk Bankası, Eti Maden, Milli Piyango, İzmir Limanı, Çaykur, Türk Hava Yolları, BOTAŞ, PTT, Türksat ve Türk Telekom’un sermayelerinde bulunan Hazine hisselerinin yanısıra 2 milyon metrekareden çok sahil arazisi bu şirkete devredilmişti.  Sınırsız yetki ve yargı dokunulmazlığıyla donatılan 7 kişilik yönetim kurulu; Türk ekonomisinin temelini oluşturan bu işletmeleri, denetimsiz ve sorumsuz konumlarıyla özel şirketleri gibi yönetecekler. Devleti şirket haline getiren Varlık Fonu girişiminin amacı ve önemi nedir? Halk için ne anlam ifade ediyor? Uygulamanın sonuçları ne olacak?

13 Eylül 2018 Perşembe

SAKARYA MELHAMEİ KÜBRASI * (KANLI SAKARYA SAVAŞI)



22 Ağustos 13 Eylül arasında 22 gün 22 gece süren ‘Sakarya Meydan Savaşı’, bir gün farkla dünyanın en uzun meydan savaşıdır. Kurtuluş Savaşı’nın dönüm noktasını oluşturan bu savaş, yoksul bir ulusun birliğini sağladığında neleri yapabileceğini gösteren evrensel boyutlu bir örnektir. Sakarya Savaşı’nda askerler üniformasızdır ve paçavraya dönen giysiler içindedir. Yüzde yirmi beşinin ayakları çıplaktır. Silah donanımı eksiktir. Açlığını gidermek için doğadan ot toplayıp yemektedir. “Askeri otlatmaya çıkardım” sözcüğü, subayların günlük emirleri içine girmiştir. Ön safta çarpışan subayların yüzde sekseni, erlerin yüzde altmışı şehit olmuştur.

11 Eylül 2018 Salı

12 EYLÜL NEDİR, NE YAPMIŞTIR



1980 yılı Türkiye için, ekonomi ve siyaset başta olmak üzere, toplumsal yaşamın her alanında büyük bir çöküşün yaşandığı bir kırılma yılıdır. 1980’den söz edilince herkesin aklına doğal ve haklı olarak, silahlı bir hareket yani darbe gelir. Bu, olayın gerçek boyutunu ortaya koymayan eksik bir yaklaşımdır. 12 Eylül sabahı uygulamaya sokulan eylem, sanıldığıya da uygulayıcılarının söylediği gibi; yalnızca terör olaylarının’ zorunlu kıldığı bir sonuçdeğildir. Ülkeyi küresel isteklere sınırsızca açarak, ulus-devlet varlığını ortadan kaldırmaya yönelendış kaynaklı bir tasarımdır. 12 Eylül’le gerçek darbe; Türkiye’nin ekonomisine, siyasetine, aydınlarına ve anlamını Atatürkçülükte bulan ulusal bağımsızlık geleneklerine yapılmıştır. Darbe’nin başlangıcını, 12 Eylül’den değil, 24 Ocak 1980’den başlatmak yanlış olmaz. 12 Eylül, darbenin askeri ayağıdır.

8 Eylül 2018 Cumartesi

UYGARLIK GÖSTERGESİ KAĞIT VE SEKA



Birinci Meclis’te, tutanakların tutulması başlı başına bir sorundu. Yazıcı eleman eksikliği yanında ana sorun kağıt yokluğuydu. Meclis tutanakları; dilekçe kağıtlarına, mektup kağıtlarına, hatta kese kağıtlarına yazılıyordu. Mustafa Kemal, meclis çalışmalarını tarihe taşıyacak tutanak yazıcılığına büyük önem veriyordu. Kağıt sıkıntısını hiç unutmadı. Kitaba ve okumaya önem veren yapısıyla, kağıdı uygarlığın ölçütü olarak görüyordu. Kağıt konusunu ilk çözülecek sorunlar içine aldı ve kurtuluştan sonra kağıt sanayisi kurmayı başardı. Cumhuriyet; Kocaeli, daha sonra Dalaman ve Balıkesir’de açtığı fabrikalarla kendine yeter hale geldi. Ancak, fabrikaların tümü 2000’den sonra satıldı ve kapatıldı. Türkiye’de bugün herhangi bir kağıt üretimi yok. Gereksinim tümüyle dışarıdan karşılanıyor. Dolar kurundaki hızlı değişim, kağıtla ilgili bütün alanları olumsuz etkiledi. Gazeteler ve kitap yayıncıları güç duruma düştü. Yayınevleri iş yapamaz duruma geldi.

3 Eylül 2018 Pazartesi

SİVAS KONGRESİ, MANDACILAR VE TIBBİYELİ HİKMET



İngiliz araştırmacı Dankwart A.Rustow’, Mustafa Kemal’in Sivas Kongresi’ni düzenliği günler için; “demokrasi, örgütlü ayaklanma, gerilla savaşı ve açık savaş hali arasında; bir alacakaranlık dönemi” tanımını yapar. Bu dönemde, İstanbul için tutuklanması gereken bir suçlu; işgalciler için, durdurulması gereken ‘asi bir generaldir’. Yunanlılar; İzmir’e girmiş,  çevreye yayılarak işgal alanlarını genişletmektedir. Ermeniler ve yerli Rumlar savunmasız köylere saldırıp, Türkleri göçe zorlayan kırım yapmaktadır. Asker sayısı azalmış iki kolordudan başka elde askeri bir güç yoktur. Değişik bölgelerde ortaya çıkan milli direniş örgütleri, dağınık ve örgütsüzdür. İstanbul’un yakalama emri verdiği delegeler; atla, eşekle, kağnıyla ya da yaya olarak, gündüz saklanıp gece ilerleyerek Sivas’a gelmektedir.

2 Eylül 2018 Pazar

İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI’NDA İNÖNÜ’NÜN DIŞ POLİTİKASI



İnönü’nün Türkiye’yi 2. Dünya savaşına sokmadığı, ‘30’lar kuşağının çocuklarını babasız bırakmadığı’ söylemi; yaygın olarak bir dış siyaset başarısı olarak ileri sürülmüştür. Türkiye, savaşa girmedi ve çocuklar “babasız kalmadı”; bu sonuç yaşanan bir gerçek. Gerçeği yansıttığı için bu söylem doğrudur. Doğru olmayan, bu söylemin 2. Dünya Savaşı’na yönelik İnönü politikasının doğruluğunu gösteren kanıt olarak kullanılmasıdır. İnönü’nün savaş süresince ‘ustalıklı bir politika’ uyguladığı yargısı, ancak konuyu yeterince incelemeyenlerin ileri sürebileceği bir savdır. Konunun, gerçek boyutuyla anlaşılması için; Türkiye’nin 1938-1945 arasında uyguladığı dış politikanın ele alınması gerekir. Savaş sonrası politik yönelişi ve günümüze dek gelen uygulamaları anlamak için bu gereklidir. Aşağıdaki yazı, bunu yapıyor.

1 Eylül 2018 Cumartesi

İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI (1939-1945)


1 Eylül 1939’da Almanya Polonya’ya saldırdı, 2 gün sonra 3 Eylül’de İngiltere’yle Fransa Almanya’ya savaş ilan etti ve İkinci Dünya Savaşı başladı. Büyük şirket yöneticileri, hükümet yetkilileri ve bunların hizmetindeki politikacılar dışında; çok az insan savaş istiyordu. İlk savaşın bitiminden henüz 21 yıl geçmiş, bu savaşta çarpışan insanların çoğu, henüz emekli bile olmamıştı. ‘Noel’de biter’ denilen birinci savaş tam dört yıl sürmüş ve 30 milyon insanın ölümüne yol aşmıştı. Avrupa nüfusunun yüzde 70’i savaşın acılarını yaşamıştı. İngiltere ve Fransa, Almanya’ya savaş ilan ettiğinde, bir öncekinde olduğu gibi, Londra sokaklarında, utku umutlarını taşıyan törenler yoktu. Bu kez Paris’in bulvar kahvelerinde çıt çıkmıyordu.