Türkiye, bugün 1938’in değil,
1919’un koşullarını yaşıyor. Gizli işgale dönüşen dışa bağımlılık,
ulusal varlık için kalıcı sorunlar yaratıyor. İktidar sahipleri, ele
geçirdikleri devlet gücünü yitirmemek için, her yolu meşru sayan bir tutum
içindeler. Halk yoksul ve sahipsiz. Büyük bir bölümü dostu, düşmanı seçemiyor. Gelinen
noktanın sorumluluğunu taşıyan çıkar peşindeki politikacılar, ayrıcalıklarını
korumak için; tedirginlik yaratan ve halkı çatışmayla tehdit eden tehlikeli bir
yola giriyor. Ekonomik çöküntüyle yaratılan karmaşa ve yoksunluk içinde
Türkiye, göz göre göre dağılmaya doğru gidiyor. Durumun
ayırtına varanlar, henüz yeterince örgütlü değil. Ancak, ülkenin geleceğinden
kaygı duyanların sayısı artıyor. Kaygı, giderek mücadeleye dönük toplumsal
tepkiye dönüşüyor. İnsanlar, peşinden gideceği bir önder bekliyor ve ‘dip dalgası’ yükseliyor. Ülke,
yurtseverleri göreve çağırıyor.
Ülkemizde toplumsal muhalefetin ve siyasi tartışmanın yoğunlaştığı bir dönem yaşanıyor. Kendiliğinden gelişen kitlesel eylemlerin ve siyasi tartışmaların niteliğini yükseltmek amacıyla bu bloğu oluşturduk. Hiçbir parti, grup ve toplulukla bağımız yoktur. Yazar Metin Aydoğan'ın yazılarını yayınlayacağız. Düşünsel yaşamımıza katkı koyacağına inandığımız yazıların, bilimsel tartışmalara yol açmasını diliyoruz.
30 Aralık 2017 Cumartesi
27 Aralık 2017 Çarşamba
ENDONEZYA BAĞIMSIZLIK DEVİNİMİ
Sömürgeci Hollanda; 27 Aralık 1949 günü, 1945
yılında ilan edilen bağımsızlığı kabul etti ve Endonezya halkı, 344 yıl sonra
özgürlüğüne kavuştu. 17.805 adadan oluşan, dünyanın bu en kalabalık Müslüman ülkesi;
Avrupalılar gelmeden önce sakin bir yaşam sürüyordu. Çin, Hint ya da Arap
tüccarlarıyla ticaret yapıyor, başka Güney Doğu Asya ülkeleri gibi, düzen
içinde yaşıyordu. Önce, 1511 yılında
Portekizliler geldi. Acentalarını kurdular, kaleler ve zindanlar yaptılar.
Askerlerine ve silahlarına dayanarak, şiddete dayalı acımasız bir sömürü düzeni
kurdular. 450 yıl boyunca Avrupa’dan gelenlerin ulusları değişti ancak bu düzen
değişmedi. Altın ve baharatla başlayan talan ticareti kauçuk, teneke ve
petrolle sürdü.
25 Aralık 2017 Pazartesi
TAKVİMVE SAAT YENİLEŞMESİ
26 Aralık 1925 günü çıkarılan iki yasayla Miladi Takvim’e geçildi ve zaman ölçümü yani
saat düzeni yenilendi. Osmanlı döneminde; uzun süre Türk Takvimi’yle, Hicri
Kameri Takvim’i birlikte kullanılmıştı. I.Mahmut döneminde, 1740’da,
Hicret tarihinden başlayan, ancak Güneş yılı esasına dayanan ve yılbaşını 1
Mart kabul eden; Rumî, Malîya da Hicri Şemsi denilen yeni bir takvim daha
kullanılmaya başlandı. Devlet, 1917’de savaş sırasında, Gregoryen Takvimi de
kullandı ve takvim konusu tam bir karmaşa durumuna geldi. Osmanlı ülkesinde,
aynı anda altı tür takvim kullanılıyordu. Türkiye Cumhuriyeti, 26 Aralık 1925’te çıkardığı yasayla
karmaşaya son verdi ve dünyanın büyük bölümünde kullanılmakta olan Gregoryen
esasına dayalı Miladi Takvim’i kabul etti. Günü, zaman dilimlerine ayıran saat
belirleme aynı takvim gibi, karmaşa içindeydi. Ülkede iş yapan Avrupalılara,
azınlıklara ve Müslümanlara ait, birbirinden değişik saat uygulamaları vardı.
Oluşan saat karmaşası içinde, mevsimlere göre değişen ve güneşin doğuşuyla
batışına bağlanan genel yaklaşımlı “alaturka
saat”, günün gereksinimlerine yanıt veremez duruma gelmişti. Ayrıca,
Türkiye saatte yaşadığı karmaşa nedeniyle, uluslararası saat düzeninin dışında
kalıyordu. Oysa, bu düzene katılmak ve uluslararası ilişkilerde yaşanan
güçlükleri ortadan kaldırmak zorundaydı. 26 Aralık’ta kabul edilen yasa bunu
yapıyordu.
23 Aralık 2017 Cumartesi
ABDULHAMİD VE I.MEŞRUTİYET
Anayasa
sayılacak ilk metin, 23 Aralık 1876’da ilan edilen I.Meşrutiyet’le kabul
edildi. 2.Abdülhamid’in
Batılılara güven vermek için düzenlediği bu içi boş girişim, kimi tarihçi
tarafından mutlak monarşiye karşı atılan demokratik bir adım olarak
nitelendirilir. Bu doğru değildir. I.Meşrutiyet, bugünkü anayasa
değişikliği gibi, devlet yönetiminin en üstünde olan kişinin istemini yerine
getirme girişimidir. Bu girişimi incelemek, 1921’de kabul edilen Anayasa’yla
1923’te ilan edilen Cumhuriyet’in değerini anlamak
için önemlidir. 1876 ile 1921 arasındaki 45 ve 1921’le 2017 arasındaki 96
yıllık sürecin değerlendirilmesi gerekir. Önemli olan nereye gelindiği değil
nereden nereye gelindiğidir. I.Meşrutiyet,
yabancıların
isteklerine göre politika belirlemenin ve bunu halka başarıymış gibi sunmanın
örneklerinden biridir. Sırp ayaklanmasının sürdüğü ve Osmanlı İmparatorluğu’nun
zararına yeni sınır belirlemelerinin düşünüldüğü günlerde, Abdulhamid
Avrupa
ülkelerini İstanbul’da toplantıya çağırmıştı. “Tersane Konferansı” adı verilen bu toplantıda, dört ay önce tahta çıkan 2.Abdülhamid, Avrupalılara güven verip sınır
değişiminden vazgeçmelerini isteyecekti. Toplantı sürerken (23 Aralık 1876 Cumartesi
günü) şamatalı gösterilerle Meşrutiyet
ilan edildi.
Göstermelik bu girişimin, doğal olarak gerek Avrupalılar ve gerekse halk
üzerinde bir etkisi olmadı. 11 ay sonra
ortadan kaldırıldı.
18 Aralık 2017 Pazartesi
İSRAİL; DOST MU TERÖRİST Mİ
Cumhurbaşkanı
Recep Tayyip Erdoğan; 2014 yılında Hatay’da, Gazze ablukası için
konuşurken, İsrail’e Hitler
göndermesi yapmış ve “Biz antisemitizme
karşıyız ama herkes bilsin ki Hitler’in izinden giden İsrail gibi terör devletlerine
de karşıyız”. İki yıl sonra, 27 Haziran 2016’da; Roma’da Türkiye’nin
İsrail’le anlaşma imzaladığında, öncekilerden çok farklı sözler söyledi: “anlaşmanın, iki ülke ve Filistin için
hayırlara vesile olmasını diliyorum”; “İsrail’le
Türkiye’nin birbirine ihtiyacı var” dedi. Bugün ise, İsrail’in
Kudüs’ü başkent yapmasına tepki gösteriyor ve ‘2014 söylemine’ geri dönüyor. “İsrail
bir işgal devletidir ve İsrail aynı zamanda bir terör devletidir... Yaptığı tüm
terör eylemleri için adete ödüllendirilmektedir”.x)
12 Aralık 2017 Salı
TEKKE VE TARİKATLARIN KALDIRILMASI
13 Aralık 1925’te yürürlüğe giren yasayla Tekke ve
Zaviyeler kapatıldı. Bu yasayla, şeyhler ve dervişler, tekkelerini kapatmakla
kalmadılar, yan örgütleri durumundaki derneklerini de dağıttılar. Kendilerine
ayrıcalık sağladığına inandıkları biçimsiz giysilerini çıkardılar. Herkes gibi;
ceket, iskarpin, pantolon, kasket ya da şapka giydiler, kravat taktılar.
Sokakta hiç kimse, onları artık diğer insanlardan ayıramıyordu. “Başkasının
sadakasıyla geçinen” insanlar ortadan kalkmıştı. Belki de yaşamlarında ilk
kez, “emekleriyle geçinmek için” çalışmaya başlamışlar, halk içinde
yaşayan emekçiler haline gelerek kişiliklerini bulmuşlardı. Onlar, artık
Türkiye Cumhuriyeti’nin yurttaşları, eşit haklara sahip bireyleriydi. Bunların
bir bölümü, okul ya da camilerde kapıcılık, bekçilik gibi hizmet görevi yapan
devlet görevlileri, bir bölümü zanaatlar, bir bölümü de, “keçi kılından
şapka örüp satan” esnaf haline geldiler.
7 Aralık 2017 Perşembe
YUNANİSTAN ZİYARETLERİ VE KIBRIS
Cumhurbaşkanı Recep
Tayyip Erdoğan, 7 Aralık’ta Selanik’e gidiyor. Bir ay önce Binali Yıldırım İngiltere’ye gitmişti. Başbakan
Yardımcısı Hakan Çavuşoğlu, Erdoğan’dan önce Atina’ya gidip
Başbakan Aleksis Çipras ve Dışişleri
Bakanı Nikos Kotzias’la görüşmeler
yaptı. Kotzias, 23 Ekim’de Türkiye’ye
geldi. Çipras ise,17 Ekim’de ABD’ye
gidip Trump’la görüştü; ‘Türkiye’yi şikayet
etti’. Şubat ayında Selanik’te ‘Yüksek Düzeyli Stratejik İşbirliği
Toplantısı’ adı verilen bir toplantı yapılacak. Bu trafik, hayra alamet
değil. Türkiye, ekonomideki kriz derinleşirken, terörle mücadele hız kesmeden
sürerken, Suriye’de Kürt egemenliği genişlerken ve Yunanistan adaları işgal
edip silahlandırılırken; Atina ile kurulan uzlaşma politikası ne anlama
geliyor?
4 Aralık 2017 Pazartesi
5 ARALIK 1934; CUMHURİYET VE KADIN HAKLARI
Kadın sorununun çözümünü, ‘Türk kadınına ödenmesi gereken bir borç’ olarak görüyordu. Savaşı
tüm ulus kazanmıştı ama kadınların taşıdığı yük ve gösterdiği özveri çok
yüksekti. ‘Yaz kış demeden, kucaklarında
çocukları, önlerinde cephane yüklü kağnılarıyla ordunun ihtiyaçlarını
karşılamışlar’; bununla yetinmeyip, erkeklerin bıraktığı çalışma alanlarını
doldurmuşlardı. ‘Tarla sürüp ürün
yetiştirmişler, evlerinin yiyecek ve yakacağını sağlayarak ocaklarının ateşini
yanar tutmuşlardı’. Anadolu kadını gerçekleştirdiği kutsal eylemle, hem
yuvasını hem de orduyu ayakta tutmuştu. Bu gerçeği, herkesten çok, o biliyor ve
yargısını; “Dünyada hiçbir ulusun kadını,
ben Anadolu kadınından daha çok çalıştım, ulusumu kurtuluş ve zafere götürmek
için, Anadolu kadını kadar hizmet ettim diyemez” sözleriyle dile
getiriyordu.(x)
SİYASETTE “KUTSAL İTTİFAK”; ÖZELLEŞTİRME
Türkiye’de
bugüne dek değişik büyüklükte 204 KİT, 94 kuruluşta bulunan kamu payları (halka
arz ve İMKB’de hisse satışı yoluyla), 10 liman, 81 elektrik santrali, 40 Tesis/işletme, 3 bin
483 taşınmaz, 3 gemi ve 36
maden sahası satılmıştır.
Satışların toplam tutarı 68 milyar dolardır.
Satış bedelleri ve sözleşme koşulları incelendiğinde göze çarpan ilk özellik,
satışların düşük bedellerle ve işletmenin bankadaki parasıyla birlikte satılmış
olmasıdır. Kimi satışta bedeller o denli düşüktür ki satılan malın adeta üstüne
para verilmiştir. Seka Balıkesir İşletmesi 1,1 milyon, Amasya Şeker 1,25 milyon
(Balıkesir Seka ve Amasya Şeker’in satış bedeli İstanbul’da ortalama bir
dairenin fiyatı kadardır), PETKİM 273,7 milyon, Seydişehir Alüminyum (tüm
taşınmazlar ve barajıyla birlikte) 305 milyon, SEKA Aksu İşletmeleri 3,5
milyon, Eti Bakır 21,8 milyon, TÜPRAŞ 453,9 milyon dolara satılmıştır.
2 Aralık 2017 Cumartesi
ÖZELLEŞTİRME Mİ SOYGUN MU
Özelleştirme uygulamaları Türkiye’de, geri dönüşün, dışa
bağımlılığın ve ekonomik çöküşün kuramsallaştırıldığı; bilinçli ve tasarlı
anti-ulusçu bir izlencenin son aşamasıdır. Toplumsal yaşamı ulus birliği
temelinde sürdürüp geliştirmenin gerçek unsurları olan kamusal işletmeler,
azgelişmiş ülkeleri ayakta tutan ekonomik güç merkezleridir. Bu merkezleri
elden çıkarmanın, ulus-devlet varlığının temel dayanaklarını ortadan kaldırma
anlamına geleceği açıktır. Özelleştirme uygulamalarının, ulusal çözülmenin
yolunu açan ve bu uygulamaları ister istemez ulus karşıtlığına götüren bir
eylem olmasının nedeni budur.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)