Sömürgeci Hollanda; 27 Aralık 1949 günü, 1945
yılında ilan edilen bağımsızlığı kabul etti ve Endonezya halkı, 344 yıl sonra
özgürlüğüne kavuştu. 17.805 adadan oluşan, dünyanın bu en kalabalık Müslüman ülkesi;
Avrupalılar gelmeden önce sakin bir yaşam sürüyordu. Çin, Hint ya da Arap
tüccarlarıyla ticaret yapıyor, başka Güney Doğu Asya ülkeleri gibi, düzen
içinde yaşıyordu. Önce, 1511 yılında
Portekizliler geldi. Acentalarını kurdular, kaleler ve zindanlar yaptılar.
Askerlerine ve silahlarına dayanarak, şiddete dayalı acımasız bir sömürü düzeni
kurdular. 450 yıl boyunca Avrupa’dan gelenlerin ulusları değişti ancak bu düzen
değişmedi. Altın ve baharatla başlayan talan ticareti kauçuk, teneke ve
petrolle sürdü.
Adalar Ülkesi
Tropikal ormanları, yanardağları ve güzel
koylarıyla yüzlerce ada ve bu adalardaki ayrı dil ve etnik topluluktan oluşan
Endonezya; iki milyon kilometrekare toprağı ve 250 milyon nüfusuyla (dünyada
dördüncü), zengin doğal kaynaklara sahip bir Güney Doğu Asya ülkesidir. Son
dörtyüz yıllık tarihi, Hindistan’la hemen aynıdır. Belki bu yüzden, adalar
topluluğu bu ülkeye, Hollanda Doğu Hindistan’ı da denilmiştir.
Endonezya, okyanuslararası Güney Pasifik deniz yolunun ve
Çin ulaşımının üzerinde bulunuyordu. Bu ulaşımın özellikle Süveyş Kanalı’nın
açılmasından sonra değeri artmış ve doğal varsıllığının yanında stratejik
konumuyla da önem kazanmıştı.
Sömürgeciler
Önce, 1511 yılında Portekizliler geldi.
Portekizlilerin yerini 17.yüzyıl başında Hollandalılar aldı. 1602 de kurulan Hollanda
Doğu Hindistan Şirketi 1605’den sonra Endonezya adalarının büyük bölümünü
egemenliği altına aldı. 19.Yüzyıl’ın ilk yarısında kimi adaların yönetimini
İngiltere’ye kaptırmış olsa da, Hollanda Endonezya’daki etkinliğini sürdürdü.
Hollanda’nın sömürgecilik yöntemleri, Portekiz
yöntemlerinden ayrımlı değildi. Örneğin, Genel Vali Von den Bosh; 1830-1870 arasında uyguladığı tarım düzeni ile
Hollanda’ya ölçüsüz servet gönderdi. Endonezya o denli sömürüldü ki, o güne dek
açlık nedir bilmeyen bu bereketli ülkede, yaygın ve sürekli bir kıtlık ortaya
çıktı. Daha sonra kendi adıyla anılan bu düzende, üretici köylüler ürünlerini
sömürge yönetiminin belirlediği fiyatla Hollandalı ‘tüccarlara’ satacak ve yılın 65 günü herhangi bir ücret almadan,
yönetimin belirleyeceği tarım alanlarında çalışacaktı.
Yoksulluk Düzeni
Von
der Bosh’un uygulamalarıyla
köylüler öylesine yoksulluk nedeniyle kitleler halinde ölmeye başladı. Bunun
üzerine yüzyıl sonunda, ‘insancıl’! yaklaşımlarla
yeni yasalar çıkarıldı. Bundan böyle, köylüler işledikleri toprakların beşte
birinden elde ettiği ürünleri kullanabilecek, bu bölümler için kalıt (miras)
hakkı tanınacak, buralarda şeker kamışı üretimi serbest bırakılacaktı!..
Köylülerin işine yaramayan bu yasalarla, tarımda zorla çalıştırmanın
yerini; küçük kolonlar ve özellikle, o tarihlerde ıssız olan Sumatra ovalarını
elegeçiren Avrupalı büyük şirketlerin alması sağlandı. Kahve, şeker, çay,
tütün, kınakına ve yağlı bitkilerin üretiminde büyük artışlar oldu.
Yerel Tepki ve
Ulusçuluk
Yabancılara karşı yerel tepki, başka
sömürgelerde olduğu gibi Endonezya’da da hep var oldu. Toplumsal yaşamına,
gelir kaynaklarına ve özgürlüklerine yapılan baskıdan bunalan kitleler; zaman
zaman, bilinçsiz tepkilerini eyleme dökerek, işgalcilere karşı ayaklandı. 19.Yüzyıl
sonlarında Sumatra’da başgösteren Atjek
Ayaklanması, Endonezya’daki bu tür
çatışmaların en kanlı olanıdır.
Hollandalılar 1904 yılında Atjekler’i vahşice ezdi ancak yerlilerin
bu yenilgisi Endonezya ulusçuluğunun da başlangıcı oldu. Ulusçuluğun ilk
önderleri, orta sınıfı oluşturan eğitim görmüş Indo-Avrupalılar, varlıklı
Javalılar ve yerlilere yakınlık duyan Hollanda kökenli Endonezyalılardı.
Aydın kesimde gelişen Endonezya ulusçuluğu başlangıçta
bütünüyle ithal malıydı.
20-30 yıl önce kendileri gibi olan Japonya’nın Uzakdoğu’da elde ettiği başarılar,
1917 Rus ve 1923 Türk Devrimleri, ulusçuluğun gelişmesine yol açtı. 1920
yılında Endonezya Komünist Partisi, 1927’de de Dr. Sukarno’nun sol
eğilimli Endonezya Ulusal Partisi kuruldu. Bu partilerin 1927’de Batı Java’da
başlattıkları zamansız ayaklanma kanlı bir biçimde bastırıldı.
Önderlik Sorunu
Ulusal savaşıma önderlik eden kadrolar,
girişimleri eylemin uluslararası boyutunu ve ülkelerine kazandıracağı politik
konumun ne olması gerektiğini bilmiyordu. Bu ‘önderler’, Hollanda’nın boyunduruğundan kurtulma konusunda bile
net ve kesin bir görüşe sahip değildi. Kimi ulusçu ve sosyalist parti
yöneticileri, ülkelerinde sömürgeciliğin bir yüzyıl daha sürmesi gerektiğine
inanıyordu. Sömürge yönetimi ise bu süreyi üç yüz yıl olarak hesaplamaktaydı.
1927 yenilgisine ve yeterli olmayan politik
bilince karşın, ulusçuluk akımı Endonezya’da hızla gelişti. Sukarno’nun “tek insan, tek dil, tek vatan” sloganı etkili oldu ve geniş halk
yığınlarını çevresine topladı. 1930 yılında Genç
Endonezya (Endonezya Moda) adlı
etkili bir gençlik eylemi doğdu.
1940’larda ulusçuluk akımı geniş bir boyut kazanmıştı.
Ancak, yoğun halk desteğine karşın önderler, Hollanda’ya karşı bir eyleme hala
girişmiyordu. Endonezya’lıların yapamadığını Japonlar yaptı. Yıkılmayacağı
sanılan Hollanda yönetimi, Almanya’nın 1940 yılında Hollanda’yı işgal
etmesinden sonra Endonezya’ya çıkartma yapan Japonlar tarafından ortadan
kaldırıldı.
Japon İşgali
1941 yılının ortalarında Endonezya’nın başta
kauçuk, teneke, petrol ve hurda çelik olmak üzere hammaddeleri Japonya’ya
gidiyordu. Bu akıştan rahatsız olan ABD, Japonya’ya karşı engelleyim (ambargo)
koydu ve Japonya’nın ABD’deki tüm gelir kaynakları donduruldu. Bu katı
ambargonun doğal sonucu, Japonya’nın 7 Aralık 1941’de ABD donanmasına
saldırması ve askeri çatışmaya gönüllü bu iki ülkenin ikinci dünya savaşına
katılmaları oldu.
Endonezya ulusçularındaki bilinç eksikliğinden
kaynaklanan boyuneğmeci (teslimiyetç) yan, Japon işgalinde de kendisini gösterdi.
Birçok parti yöneticisi, Japonya’nın Endonezya’yı Hollanda boyunduruğundan
kurtaracağını ve böylece daha özgür bir ortamın oluşacağını söylüyor, Japon
işgalini memnunlukla karşılıyordu. Ancak, bu düş çok çabuk bitti. Japonya,
gideni aratan baskı yöntemleriyle Endonezya adaları üzerinde kesin bir
egemenlik kurdu.
Cumhuriyet ve Sukarno
İkinci dünya savaşının bitmesiyle günün özel
koşullarından yararlanılarak, 17 Ağustos 1945’de Endonezya Cumhuriyeti ilan
edildi ve Sukarno Cumhurbaşkanı
oldu. Ancak, Hollanda’nın Endonezya’yı bırakmaya niyeti yoktu. Endonezya
Cumhuriyeti’nin Java ile sınırlı tutulmasını ve Lahey’den yönetilen bir
federasyon içinde kalmasını istiyordu.
1945 sonlarında Hollanda ve İngiltere adalara asker
çıkarmaya başladı. Endonezyalı ulusçular, bağımsızlık için ilk kez kendi
başlarına eyleme geçerek bu işgallere karşı silahlı savaşıma başladı. Başarılı
bir gerilla savaşından ve çeşitli çatışmalardan sonra Hollanda egemenlik
haklarını 27 Aralık 1949 da, 16 konfedere devletten oluşan, Birleşik Endonezya Devleti’ne bıraktı.
Sömürgeden Yarı-Sömürgeye
Endonezya Ulusal Bağımsızlık Savaşımı, kendi
gücüne, halkına ve savaşım kararlılığına yeterince sahip olmayan, askeri ve
politik bilinçten yoksun önderliğin, ülkeye ve kadrolara vereceği yitikleri
gösteren çarpıcı bir örnektir. 1930 yılında Hollanda’nın sömürgeci yönetiminden
ayrılıp ayrılmamayı tartışan, 1941’de Japon işgalini iyi karşılayan ve 1947’de
Hollanda-Endonezya Birliği’ni kabul eden bu önderlik, kazanılan bağımsızlığı
doğal olarak koruyamadı.
ABD’nin ikinci dünya savaşından sonra uyguladığı yeni
düzen politikalarına dayanan bağımsızlık, Endonezya’nın sosyo-ekonomik
yapısında bir değişiklik getirmedi. Sömürgeden yarı-sömürge konumuna geçen ülke
yarı-feodal özelliklerini sürdürdü.
Politik Karmaşa
Ulusçu öncü kadroların politik
öngörüsüzlüğünden yararlanan Hollandalıların birtakım uygulaması, emperyalist
böl yönet politikalarına gösterilecek çok ilginç örnekler durumundadır.
Cumhuriyetin ilan edildiği 17 Ağustos 1945’den sonra, adalara asker çıkaran ve
silahlı direnişle karşılaşan Hollandalılar, yeni kurulmuş olan Cumhuriyet
yönetimini sıkıştırmak ve toplumsal ayrılıkları arttırmak istiyordu. Bunun için
hükümeti güç durumda bırakmak ve ülkede ulusçu devinimi bölmek için, Komünist Partisi’ne
destek verdi.
Girişim, kısa sürede sonuç verdi ve uzun
süredir ilgi görmeyen Endonezya Komünist Partisi’nin yeniden doğmasını
ve ulusçu eylemin başına geçmesini sağladı. Hollandalılar, komünistleri
kendileri için bir çekince olarak görmüyordu. Onların görüşüne göre,
komünistler aracılığıyla Sukarno ve
hükümetini ulusçu yandaşlarının gözünden düşürmeyi başarabilirlerse, eylemi
bölebilir ve takımadaların tümüyle Hollandalıların eline geçmesini
sağlanabilirdi.
Komünist lider Musso
ve genç yardımcısı D.N. Aidit,
ülkeyi dolaşarak yandaş toplamaya ve Cumhuriyetin yönetimini Endonezya Ulusal
Partisi’nin elinden almak için bir hükümet darbesi yapmaya ve sosyalist devrimi
gerçekleştirmeye kalkıştı. Başarıya ulaşmayan ancak yoğun iç karışıklıklara yol
açan bu girişim 1965 yılındaki tarihin gördüğü en büyük insan kırımından biri
olan vahşetin belki de başlangıcıydı.
CIA Darbesi ve Kanlı
Kırım
Endonezya’yı bağımsızlığına kavuşturan Sukarno’nun ulusçu uygulamalarına
karşı, 1965 yılında CIA ya bağlı generallerce sağ bir askeri darbe yapılacağı
söylentileri yayılmıştı. Muhafız alayı komutanı Albay Untung bu darbeyi önlemek amacıyla 30 Eylül 1965 günü eyleme geçti.
Ancak girişimi 5 Ekim’de bastırıldı.
General Suharto,
askerlerden sonra Müslümanların ve öğrencilerin de desteğini alarak, 30 Eylül
darbesinden sorumlu tuttuğu komünistlere karşı büyük bir insan avı başlattı.
Kitle kırımında yoğun olarak şeriatçı Müslümanlar kullanıldı. Ülkedeki ulema
sınıfı, komünistlerin kafir-i nabir (savaş hainleri) sayılması gerektiğini ve
bunların katl-i vacip olduğuna dair fetvalar yayınladı.
Yarasa denen özel cinayet birlikleri durmadan insan öldürdü ve
bu cinayetlere Stormking uygulamaları
(lamba ışığı cinayetleri) denildi. Bu
adı almalarının nedeni, cinayetlerine gece lamba ile çıkmalarıydı. Beş ay
içinde bir milyon Komünist Parti üyesi ya da sempatizanı öldürüldü. (3 milyon
üyesi, 15 milyon sempatizanıyla Endonezya Komünist Partisi dünyanın 3.büyük
Komünist Partisi’ydi.) Tutuklananların sayısı resmi belgelere göre 250 bin
kişiydi. Bunların önemli bir bölümü, hiç yargılanmadan 15 yıl son derece ilkel
cezaevlerinde tutuldu. Aidit
yakalandı ve yargılanmadan öldürüldü.
Acılı Örnek
Endonezya katliamı, yönetim yetersizliği
içindeki politik devinimlerin uluslara ne denli acılar yaşattığını gösteren
ürkütücü bir örnektir. Günümüz dünyasında bir ülke iyi yönetilmiyorsa,
jeopolitik konumu önemliyse ve petrol başta olmak üzere doğal zenginliklere
sahipse, dış kaynaklı sorunlar ve sıkıntılardan kurtulamadığı bilinen bir
gerçekliktir. Endonezya bunların tümüne sahipti.
Stratejik konumu, Güney Asya, Çin, Japonya ve
Avustralya’nın deniz ulaşım yollarının tam kesişme noktasında olması nedeniyle
önemliydi. Hemen her adası yüzmeyen bir uçak gemisiydi. ABD 1965 yılında
Vietnam’a eylemsel olarak karışmış ve buraya yoğun biçimde asker çıkarmıştı. En
büyük korkusu Kuzey’inde Çin’in yer aldığı Vietnam’da çarpışırken, Güney’de 3
milyon üyeli Komünist Partisi’nin yapabileceği eylemlerdi. Ayrıca, Güney
Doğu Asya’nın kesin olarak kendi etki alanına girmesini istiyordu. Yalnızca bu
bölgede değil, dünyanın her yerinde, ulusal bağımsızlık devinimlerine karşıtlık
ABD’nin temel politikasıydı. Üçüncü dünya bloğunda yer alan Endonezya, kendisi
için bir çıbanbaşı ülke durumundaydı.
Bilinçsizlik ve Öngörüsüzlük
Endonezya bağımsızlık devinimiyle Türk Devrimi karşılaştırıldığında,
Kemalist önderliğin niteliği daha iyi anlaşılacaktır. Halkını tanıma ve ona
güvenme, dünya siyasetini ve bölgesel sorunları kavrama, erişilen tarih
bilinci, anti-emperyalist tavır, özgüven ve tam bağımsızlıkta kararlılık ile
askeri ve siyasi örgütlenme yeteneği... 20.Yüzyıl’da ortaya çıkan hiçbir ulusal
bağımsızlık deviniminde, bu niteliklerin tümünü birden bünyesinde toplamayı
başaran başka bir devinim görülmüyor.
Endonezya’da bağımsızlık savaşımına öncülük eden
önderler, benzer konumdaki başka ülkelerde olduğu gibi, Kemalizmin ideolojik,
örgütsel ve askeri alanlarda ulaştığı düzeyi yakalayamadı. Ancak, Türk
devriminden ve doğurduğu sonuçlardan etkilendiler. Bu etkilenme Endonezya’da
bağımsızlık savaşıyla sınırlı kalmadı ve toplumsal kalkınma dönemini de
kapsadı. Sukarno, Müslüman reformcu Natsir ile 1940 yılında giriştiği
tartışmada, devletin alması gereken biçim konusunda; Türkiye’deki laik devlet
biçimini savunuyor ve Mustafa Kemal’in
din ve devlet işlerini ayırarak, hem devleti hem de dini güçlendirdiğini
söylüyordu.1
DİPNOTLAR
1 “Kemalizm ve İslam
Dünyası (1919-1938): Bazı İşaret Taşları” François Georgeon, Arba Yay. sf. 41
Amazing. http://mffqqi4hkd.dip.jp http://3ow4t1m5pj.dip.jp https://imgur.com/a/xp8F6vn https://imgur.com/a/mljd8sq https://imgur.com/a/ekp6Pu4 https://imgur.com/a/cgu9yVB https://imgur.com/a/3X4afNJ
YanıtlaSil