Türkiye’de Kemalizme karşıtlık, Atatürk’ün ölümüyle başlayan ve Batıyla
dolaysız ilişkisi olan bir süreçtir. Batıya bağlanma Kemalizm’den kopuşu, Kemalizm’den
kopuş da Batıya bağlanmayı hızlandırmıştır. Birbirini etkileyen bu ikili
sürecin kaçınılmaz sonucu, Kemalizm’in; politikadan ekonomiye,
yönetim işleyişinden kültüre, dilden tarihe dek uygulamadan kaldırılması
olmuştur.
Tanzimatçılık
Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Ankara’da düzenlediği, “AB’ne
Giriş Sürecinde Din–Siyaset İlişkileri Şurası” toplantısında konuşan
Hollanda Leiden Üniversitesi Profesörü Alexander de Groot,
şunları söyledi: “Atatürk dürüst bir devlet adamı bir Türktü. O da süper bir
tanzimatçıydı; tek başına tanzimatçı odur. Yaptığı rehberlikte tanzimatçılık yolunu
izlemiştir. Türkiye’nin trajik kaderi tanzimatçılıktır, başka bir çıkışı
yoktur. Çıkış yine tanzimatçılıkla olacaktır”.1
Alexander de Groot’un, yargısı yalnızca,
Atatürk ve Tanzimatçılık konularında bilgisi olmayan bir Batılının
çarpık görüşleri değildir. Bu sözler, Batıda ve Türkiye’de uzun yıllar
sürdürülen bilinçli ve tasarlı bir tutumun en özlü anlatımıdır. Bilinen bir
gerçektir ki Atatürk, Türk Devrimi’ni, Batıyla çatışarak ve
Batıya karşın gerçekleştirmiştir; kurtuluştan sonra ödün vermeden yaptığı ilk
iş, Tanzimat dönemi uygulamalarını tüm sonuçlarıyla ortadan kaldırmak ve
bunu Lozan’da Batılılara kabul ettirmek olmuştu.
Batının
Tutumu
Batıya karşı gerçekleştirdiği anti–emperyalist devrimle,
dünyanın hemen tüm yoksul ülkelerine örnek olan Kemalizmin, tanzimatçılık
düzeyine indirgenerek; düşünsel yapısının, devrimci özünün ve ulusal
ereklerinin çarpıtılması, kalıcılığı olan bir Batı politikasıdır. Bu politika
Türkiye’de de, başta devlet kurumları olmak üzere toplumsal yaşamın her
alanında uygulanmış ve Kemalizm içi boş bir kavram durumuna
getirilmiştir.
Atatürk’ü, “yüzünü Batıya
döndüren kararlı bir batılılaşmacı”, “AB oluşumunu hedef alan bir
reformist” olarak gösteren açıklamalar; Batıdaki sahte Atatürk “övgüleri”,
kişilere bağlı, nedensiz ve kendiliğinden dile getirilmiş sözler değildir. Alexander
de Groot, Atatürk’ü bilmediği için onu tanzimatçı olarak
gösteren, bilgisi eksik bir kişi değildir. Atatürk ve Atatürkçülük,
küreselleşme çöküntüsünün yaşandığı özellikle bugün, Batı için önem verilen bir
çekincedir. Örgütlenmesine ve eyleme dönüşmesine asla izin verilmemelidir, bu
nedenle çarpıtılmalıdır.
Türkiye'de
Durum
Yürütülmekte olan ABD, NATO, IMF, GB ve AB politikaları
hep Atatürkçülük adınadır. “Türkiye’yi Avrupa ile bütünleştirecek olan güç
1919 ruhudur”, “AB’ne giriş ulu önder Atatürk’ün Türkiye’ye gösterdiği
batılılaşma hedefinin zorunlu bir sonucudur”, “Gümrük Birliği Protokolü
Atatürk’ün eseridir”; resmi çevrelerde ve medyada söylenenler bunlardır.
Üstelik bunlar yalnızca söylenmiş söz değil, Batıda sürdürülen kalıcı bir
devlet politikasıdır.
Kasıtlı
Çarpıtma
Atatürkçülüğü düşünce ve eylem olarak, Batıyla
bütünleşmeyi amaçlayan bir devinim olarak görmek ve göstermek, bilgisizlikten
kaynaklanmıyorsa kasıtlı bir amaç taşıyor demektir. Atatürk,
Batılılaşmak gibi bir tanım kullanmamıştır. Bu tanım, Atatürk’ün anlayış
ve eylemiyle yapısal bir uyumsuzluk içerir. Atatürkçülüğü Batılılaşmacı bir
devinim olarak görmek, varlığı Batıyla savaşım içinde oluşan ve 20.yüzyıl
dünyasına biçim veren bu devinime yapılabilecek büyük haksızlık ve düşüngüsel
(ideolojik) hakarettir.
“Muasır medeniyet” (dönemin uygarlık
düzeyi) olarak tanımlanan ilerleme anlayışı, “batılılaşmak” değil,
Batıya karşın kalkınmak ve güçlenmektir. Atatürk’ün uygarlaşma anlayışı,
Türklerin tarihsel ve toplumsal değerlerinin korunması ve yeniliğe her zaman
açık bu değerlerin yaşatılıp geliştirilmesi üzerine kuruludur. Bu amaç için,
yalnızca Batıdakiler değil onunla birlikte, dünyanın her yerindeki bilimsel
nitelikli gelişmelerdir. Bu gelişmeler izlenecek ve bunlardan
yararlanılacaktır. Nutukta bu anlayışını açıkça dile getirir ve şunları
söyler: “Biz Batı medeniyetini taklitçilik yapalım diye almıyoruz. Onda iyi
olarak gördüklerimizi, kendi bünyemize uygun bulduğumuz için, dünya medeniyet
seviyesi içinde benimsiyoruz”.2
Batıyı Bilmek
Mustafa Kemal Atatürk, Batının ne
olduğunu, ne yapmak istediğini ve Türkiye için ne anlama geldiğini iyi bilir;
bu nedenle ölene dek onunla bağımlılık doğuracak herhangi bir ilişki kurmaz,
anlaşma yapmaz.
Ulusal bağımsızlık konusunda ödünsüzdür. “Çağdaş
uygarlık düzeyini yakalamak ve geçmek” olarak dile getirdiği anlayış,
uygarlığı ve toplumsal gelişmeyi tanımlar. Çağdaşlaşmadan yanadır, “Batıcı”
değildir. 10.Yıl Nutkunda; “Ulusal kültürümüzü çağdaş uygarlık
düzeyinin üstüne çıkaracağız”3 der (Tümcenin başındaki “ulusal
kültürümüz” sözcüğü özellikle günümüzde hep atlanır).
Tam bağımsızlık dayalı anlayışını, yaşadığı sürece,
Devlet politikası durumuna getirmiştir. Batıyla ilgili görüşleri çok açıktır. Büyük
Taarruz’un hazırlıklarının sürdüğü günlerde, 3 Mart 1922’de Batının
saldırgan devletleri için şunları söylüyordu: “İstilacı ve saldırgan
devletler yerküresini kendilerinin malikhanesi ve insanlığı kendi hırslarını
tatmin için çalışmaya mecbur esirler saymaktadırlar. Sonuç olarak Dünya iki
guruba ayrılmaktadır. Birincisi Doğu ki, kendi varlığını, bağımsızlığını artık
kavramıştır, bu bilinçle el ele vermiştir. Diğer bir gurup daha var ki bunlar,
sırf kendi hırslarını tatmin için çalışmaktadır. Bunların amacı zulüm ve baskı
olduğu için, onları lanetle anmakta kendimizi haklı görüyoruz”.4
Emperyalizme
Karşıtlık
Kemalizm, gerçekleştirdiği anti–emperyalist savaşımla
yoksul uluslara kurtuluş yolunu göstermiş, bu ülkeleri sömürge durumuna getiren
Batılı devletlere büyük zarar vermiştir. Bu nedenle Batı, bir ulusal
bağımsızlık düşünce ve eylemi olan Kemalizmi kendisi için her zaman
tehlike olarak görmüş, Kemalizmin etkisini başta Türkiye olmak üzere tüm
dünyada ortadan kaldırmaya çalışmıştır.
Ezilen ulusların kurtuluş yolunu gösteren Kemalizm’le,
varlığı bu ulusların sömürülmesine bağlı olan Batı emperyalizmi arasında
yapısal bir karşıtlık vardır ve bu gerçeği en iyi kuşkusuz Mustafa Kemal
biliyordu. Şunları söylüyordu: “Biz Batı emperyalizmine karşı, yalnızca
kendi kurtuluş ve bağımsızlığımızı korumakla yetinmiyoruz. Aynı zamanda batılı
emperyalistlerin, bütün güçleri ve bilinen bütün imkanlarıyla, Türk ulusunu
emperyalizmin aracı olarak kullanmak istemelerine engel oluyoruz. Bununla bütün
insanlığa hizmet ettiğimize inanıyoruz”.5
Bu sözlerden bir yıl sonra 1921 yılında, silah
gereksiniminin üst düzeye çıktığı savaş günlerinde ise şunları söylüyordu: “İlkbahara
kadar üç ay içinde bu silahları elde edemezsek, diplomasi kanallarıyla bir
çözüm yolu aramak zorunda kalacağız. Bunu arzu etmiyorum. Biliyorum ki Batı ile
uyuşma Türkiye’nin kaçınılmaz olarak köleleştirilmesi anlamına gelecektir”.6
Mustafa Kemal,
önderlik ettiği devinimin; kapsamını, tarihsel derinliğini, yoksul uluslar
üzerindeki etkisini ve bu etkinin Batı için taşıdığı önemi bilmektedir. Bu
nedenle Batıyla kurulan ilişkilerde hep ölçülü davranmış ve onunla bağımlılık
doğuracak bir ilişkiye girmemiştir. Olanaksızlıkların çaresizliğiyle, Batının
manda ve himayesini kabul etmek isteyenler için 1919 yılında; “Ahmaklar
memleketi Amerikan mandasına, İngiliz koruyuculuğuna bırakmakla kurtulacak
sanıyorlar. Kendi rahatlarını sağlamak için bütün bir vatanı ve tarih boyunca
devam edip gelen Türk bağımsızlığını feda ediyorlar”7 deyip
manda önerilerini kesin bir biçimde reddediyordu.
Atatürk,
Türkiye-Batı ilişkilerini nasıl ele aldığını ve nasıl değerlendirdiğini pek çok
konuşmasında açıklamıştır. Bu açıklamaların en çarpıcı olanlarından birini, 29
Ekim 1930 yılında Ankara Türk Ocağındaki Cumhuriyet Bayramı kutlamasında
yapmıştır. Amerikan Associated Press Muhabiri Miss Ring, Atatürk’e;
Türkiye’nin ne zaman batılılaşacağını, Amerikanlaşacağını sorduğunda şu yanıtı
almıştı: “Türkiye bir maymun değildir. Hiçbir milleti taklit etmeyecektir.
Türkiye ne Amerikanlaşacak, ne de batılılaşacaktır. Türkiye yalnızca
özleşecektir”.8
Tam
Bağımsızlık
Kemalizm’de
tam bağımsızlık ulus devlet varlığının temel koşuludur. Tam bağımsız tutum ve
davranış, yalnızca Kurtuluş Savaşı süresince değil, zaferden sonra da ödünsüz
sürdürülmüştür. Gerçek bağımsızlığın, ekonomik bağımsızlığa bağlı olduğu ve bu
işi başarmanın, askeri başarıdan çok daha güç olduğu bilinciyle hareket
edilmiştir. Ulusal bağımsızlık konusunda, ortalama çözümler, ödün vermeye
dayalı uzlaşmalar hiçbir koşulda kabul edilmez. Sorun, sürekli devrim
anlayışı ve bu anlayışa uygun yöntemlerle ele alınmış ve çözülmüştür.
Tam bağımsızlığa gösterilen duyarlılık, dar kapsamlı bir
ulusçuluğa değil, Batı egemenliğine ve onun kaynağı kapitalist emperyalizme
olan karşıtlığa dayalıdır. Emperyalist işleyiş, özünden kavranmış ve bu
kavrayış, uygulanabilir izlence (program) ve eylemlerle somut gerçekliğe
dönüştürülmüştür.
Mustafa Kemal, 1921 yılında
Meclis’te şunları söylüyordu: “Toplumsal doktrin açısından biz yaşamını,
bağımsızlığını kurtarmak için çalışan emekçileriz, yoksul bir halkız.
Efendiler! Halkçılık, toplumsal düzenini emeğine, haklarına dayandırmak isteyen
bir toplumsal doktrindir. Efendiler, biz bu hakkımızı korumak, bağımsızlığımızı
güven altına almak için, Meclisçe, Milletçe bizi yok etmek isteyen emperyalizme
karşı ve bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı milletçe savaşı uygun gören bir
doktrini izleyen insanlarız”.9
Atatürk, Türk toplumunun
yapısını, sınıfsal özelliklerini ve kitlelerin gelişme isteklerini, bilime ve
gerçeklere uygun olarak incelemiş ve savaşımını bu incelemenin sonuçlarına
dayandırmıştır. Evrensel değerlerden yararlanmasına karşın, Türk toplumunun
özgün yapısı ve tarihsel özelliklerini hiçbir dönemde gözden uzak tutmamış ve
başka ülkelerdeki uygulamaları öykünmeye çalışmamıştır. 1923 yılında; “Hiçbir
ulus, başka bir ulusun taklitçisi olmamalıdır. Çünkü böyle bir ulus, ne taklit
ettiği ulusun aynısı olabilir; ne de kendi dahilinde kalabilir. Bunun sonucu
kuşkusuz ki hüsrandır”10 derken kuracağı yeni devletin hangi
anlayış ile örgütleneceğini açıklamış oluyordu.
Atatürk, özdeğerlerden ödün
vermeden kalkınıp güçlenmek ve ileri bir uygarlık düzeyine ulaşmakla; “Avrupa’yı
taklit etmek”, “Avrupalılaşmak” ya da “Avrupalı olmak” gibi
boyueğici (teslimiyetçi) davranışlar arasına, net bir çizgi çizmiştir. 6 Mart 1922 günü
TBMM’nde şunları söylüyordu: “Durumu düzeltmek için mutlaka Avrupa’dan öğüt
almak, bütün işleri Avrupa’nın emellerine göre yürütmek, bütün dersleri
Avrupa’dan almak gibi bir takım düşünceler belirdi. Oysa hangi bağımsızlık vardır
ki, yabancıların öğütleriyle, yabancıların planlarıyla yükselebilsin? Tarih
böyle bir olay kaydetmemiştir”.11
Kemalist
Düşünce ve Eylem
Kemalist düşüngü (ideoloji) ve eylem; ülkeyi ve halkı
tanıma, ona güvenme, dünya siyaseti ve bölgesel sorunları kavrama, bağımsız
düşüngü, kararlı anti–emperyalist tavır, özgüven ve tam bağımsızlıkta
ödünsüzlük, ulusal birliği sağlama becerisi, askeri ve siyasi örgütlenme
yeteneği ile oluşmuştur. Temelinde sömürgeciliğe ve emperyalizme karşıtlık
vardır. Kapsamı ve niteliğinin zorunlu bir sonucu olarak tanzimatçılık,
Batıcılık gibi yaklaşımlarla birlikte olması mümkün değildir; Kemalizm,
tanzimatçılığın anti–tezidir.
1919–1938 arasındaki 19 yıllık Atatürk döneminin
öncesi ve sonrası, “Batıya yanaşma”, “Batıyla birlikte olma” ve “Batıya
bağlanma” anlayışının belirleyici olduğu bağımlılık dönemleridir. 1923–1938
arasında Türkiye Cumhuriyeti Devleti; gümrüklerinin sahibiydi, deniz ve
limanlarına egemendi; gümrük dizgesi ulusaldı, vergilerini ve resimlerini
ulusal çıkarlara göre saptayabiliyordu yatırımlarını özgürce
belirleyebiliyordu, iç ve dış siyasette hiçbir ülkeye bağımlılığı yoktu; ülke
yabancılar için açık bir pazar olmaktan kurtarılmıştı.12
Fransız tarihçi Jean–Poul Roux, Atatürk
dönemindeki Türk Devleti için şu saptamayı yapmıştır: “Türkiye Cumhuriyeti
Devleti, Türk budununa (boy, kavim, millet) dayanan, Türk kalmak isteyen,
kendini Türk hisseden, Türkler tarafından Türkler için yönetilen bir devletti”.13
Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye
Cumhuriyeti Devleti’nin Türk halkı için taşıdığı anlamı, 1923 Ocağında yaptığı
konuşmada şöyle dile getirmişti: “Bu devlet sizin. Devlet sizsiniz. Bu
devletin geleceğine ne sultanların, ne halifelerin, ne de başka hiçbir kimsenin
müdahaleye hakkı yoktur. Bütün yetki sizindir. Biz, sonuçta sizin iradenizi
yerine getirmekle, sizin çıkarlarınıza hizmet etmekle görevli olan kişileriz”.14
Kemalist
Yöntem
Kemalist uygulamalar, ulusal yapıya
uyumlu izlencelerle olağanüstü başarılar elde etti. Gerek izlenceler gerekse
uygulamalar Türkiye’ye özgüydü, Batıyla bir ilişkisi yoktu. Söylev ve
demeçlerinde dile getirdiği ulusal bağımsızlık ve ulusal egemenlik anlayışı,
1923–1938 arasında Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin temel politikası oldu.
Kemalist politika şu temel yaklaşımlar üzerine
kurulmuştur.
1.Tam bağımsızlık ve ulusal
bağımsızlık, asal ilke yapıldı; hiçbir biçimde ödün verilmedi. Yönetim
işleyişinde, ekonomide, maliyede, kültürde, dilde, dinde ve toplumsal yaşamın
tüm alanlarında; bağımsızlığa dayalı bir düzen kuruldu, bağımsız ve bağlantısız
bir dış siyaset izlendi…
2.Ulusal bağımsızlık ve toplumsal
gönenci sağlamak için, Türk toplumunun özellikleri, somut durum ve halkın
özlemlerini temel alan izlenceler uygulandı. Devrimler, bir kararlılıkla
sürdürüldü ve sürekli devrim anlayışı her aşamada geçerli kılındı. Her devrim
başka bir devrimin başlatıcısı oldu.
3.Uluslaşma sürecine engel
oluşturan feodal yapılar, tutucu gelenekler kaldırıldı, Türkiye topraklarında
yaşayan insanların tümü, eşit haklara sahip yurttaşlar durumuna getirildi.
Etnik ve dinsel ayrımlar ya da azınlık sorunları, ulusal varlığın
bütünleştirici işleyişi içinde çözüldü.
4.Ekonomik büyüme ve kalkınma
atılımında, ülke kaynakları esas alındı.
, Enflasyonsuz ve borçsuz bir kalkınma yöntemi bulunarak hızlı bir
kalkınma sağlandı. Devletin öncülük ettiği ve ulusal nitelikli özel
girişimciliğe yer veren kalkınma yönteminde; başarılı olan KİT’ler kuruldu,
özelleştirme değil devletleştirme yapıldı. Yeraltı ve yerüstü varlıklar,
madenler, ormanlar, limanlar, göller, doğal ve tarihi varsıllıklar kesin ve
saltık (mutlak) biçimde koruma altına alındı.
5.Batılı devletlerle, bağımlılık doğuracak
ilişkiye girilmedi, borç alınmadı, tersine Düyun-u Umumiye borçları ödendi.
Sınırlı düzeyde alınan dış kredi demiryollarının devletleştirilmesinde ve kibrit
tekelinin kurulması gibi ulusal amaçlarla kullanıldı.
6.Karşılıksız para basılmadı, 15
yıl boyunca denk bütçe gerçekleştirildi. Her yıl ortalama yüzde 9 büyüme
sağlandı, 1936 yılında dış ticaret fazlası sağlandı, ulusal kambiyo
uygulamasından ödün verilmedi.
7.Parçalı ve dağınık bir yapı
içinde olan hukuksal düzen tümüyle yenilendi, değişik adlarla çalışma yürüten
mahkemeler kapatıldı, merkezi işleyişe bağlı Cumhuriyet Mahkemeleri kuruldu...
8.Mahalle mektepleri, maarif
okulları, medreseler, tarikat okulları, misyoner mektepleriyle değişik türde
insan yetiştiren eğitim karmaşasına son verildi, bu okullar kapatılarak ulusal
eğitim üzerinde birlik sağlandı.
9.Yerli üretime önem verildi,
ulusal pazar gümrük koruması altına alındı; sermayesi, işçisi, mühendisi Türk
olan ulusal fabrikalar açılmış ve ulaşım, iletişim, enerji yatırımları yapıldı.
10.Ulusal tarımın gerilik ve olanaksızlıklardan
kurtulması için sınırlı olanaklara karşın üretici köylü desteklendi, makinalı
ve sulu tarıma geçildi, tarım kredi olanakları kolaylaştırdı, üretim
kooperatifçiliği teşvik edildi, tohum iyileştirme istasyonları ve devlet
üretime çiftlikleri açıldı. Topraksız köylüye toprak dağıtıldı, tarım okulları
ve köy eğitmen kursları açıldı.
Yaratılan
Yeni Düzen
1919–1938 arasındaki Kemalist uygulamalarla; kendine
yeten, sorun ve gönenci paylaşmayı amaçlayan, bağımsız ve özgür olarak barış
içinde yaşayan ve geleceğe umutla bakan bir toplum yaratılmıştı. Atatürk döneminin
gerçeği, Tanzimat ya da AB–IMF Batıcılığından çok başka bir şeydi. Atatürk
bu gerçeği 1935 yılında şöyle açıklamıştı: “Akdeniz’i Karadeniz’e demirle
bağladık. Anadolu’da özel şirketler elindeki bütün demiryollarını satın aldık.
Birçok ülke dünya ekonomik bunalımı karşısında sarsılmış ve umutsuzluğa
düşmüşken, biz bu kapsamlı yıkım karşısında asla irkilmedik. Yurdun ekonomisini
yeni bir düzene yöneltmiş bulunuyoruz. Ulusal ticareti düzenleyerek iç pazarı
harekete geçirip, kendimizi korumayı başardık. Asıl önde tuttuğumuz iş, geniş
bir endüstri programını gerçekleştirmeye başlamak oldu. Görüyorsunuz ki yepyeni
bir planlı ekonomi düzeni kurmakla uğraşıyoruz”.15
DİPNOTLAR
1 “AB Atatürkçülükle
Bağdaşır mı?” Metin Aydoğan, Gazete Müdafaa-i Hukuk, 03.11.2000, sayı 25
2 “Nutuk II”, sf. 700, ak. Suat İlhan, “Avrupa Birliğine Neden Hayır”,
Otüken Yay., 2000, sf.95
3 “Cumhuriyet Bayrağı
Altında” C.Atuf Kansu, Bilgi Kit., Kasım 1998, sf.91
4 “Atatürk’ün Resmi
Yayınlara Girmemiş Söylev, Demeç, Yazışma ve Söyleyişleri” Kaynak Yay., sf.144
5 “Reis Paşa Doğru
Görmüştü”, Atilla İlhan Cumhuriyet, 18.02.2002
6 “Milli Kurtuluş
Tarihi”, Doğan Avcıoğlu, İstanbul Matbaası ,1974, 2.Cilt, sf.846
7 “Milli Kurtuluş
Tarihi” Doğan Avcıoğlu, İst. Mat., 1974, 1.Cilt, sf.265
8 “Türkiye; 29 Ekim
1930, Türkiye; Mart 2002” Turgay Tüfekçi, Orkun Dergisi, Mart 2002, Sayı 49, sf.4
9 “Milli Kurtuluş
Tarihi” Doğan Avcıoğlu, İst. Mat., 1974, 2.Cilt, sf.731
10 “Atatürk’ün Söylev ve
Demeçleri” 2.Cilt, ak. Hüseyin
Cevizoğlu, “Atatürkçülük” , Ufuk Ajans Yay., sf.59
11 “Uyanın Artık”, Prof.Dr. Ç.Yetkin, Gazete Müdafaa-i Hukuk,
15.12.2000, Sayı: 31
12 “Atatürk’le Bir Ömür”
Sabiha Gökçen, Altın Kitapları, sf.179
14 “Yeni Dünya Düzeni
Kemalizm Ve Türkiye”, Metin Aydoğan, Umay Yay., 12.Baskı , 2004, sf.802– 803
13 “Başlangıçtan
Atatürk’e Türk halkı Eylemleri ve Devrimler” Prof.Dr. Çetin Yetkin, Ümit Yay., 1996, sf.354
14 “Gazi Mustafa Kemal
Atatürk’ün 1923 Eskişehir-İzmit Konuşmaları”, Türk Tarih Kurumu Yay., Ankara 1982, sf.8
15 “Mustafa Kemal
Döneminde Ekonomi”, Bilsay Kuruç, Bilgi Yay., 1987, sf.18–19
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder