Antik Çağ Ege
uygarlığı, her uygarlık gibi kendisinden öncekilerden etkilenerek ortaya çıkmış; sanat, siyaset, edebiyat, felsefe alanlarında
sorgulayıcı bir anlayışla ileri ürünler vermişti. Köleci üretim ilişkilerine
dayanan siyasi düzen ise, soyluerki (aristokrasi) egemenliğin bireysel
diktatörlükle değil, beysoyluların tümünün katıldığı bir düzenle
sürdürülmesiydi. Katılımcılığa dayanan demokratik işleyiş, yönetim düzeni
içinde yer almış ancak bu işleyiş nüfusun küçük bir bölümünü oluşturan beysoylular
sınıfının kullandığı bir ayrıcalık olmaktan ileri gidememişti. Antik Çağ
demokrasisi adı verilen siyasi düzen gerçekte bir beysoylu
demokrasisidir.
Ege Uygarlığı
Günümüz Avrupa
kültürünün temelini oluşturduğu kabul edilerek bugün Helen Uygarlığı adı
verilen Tunç Çağı uygarlığı M.Ö.9.yüzyılda Ege Denizi çevresinde ortaya çıktı. Kültürel
temelini, Mısır ve Fenike uygarlıkları oluşturmuştu. Helenler’le bir ilişkisi olmamasına karşın, Kuzeyde
Makedonya ve Trakya; Anadolu’da Frikya, Misya, Lidya,
Karya ve İyonya’dan oluşan bu uygarlığa, Batılılar Helen
Uygarlığı adını verdiler. Ancak, bu uygarlığın konumuna uygun düşen
tanımlama, herhalde Helen değil her iki kıyıyı kapsayan Ege Uygarlığı
olmalıdır.
Ege Uygarlığı’nı, özellikle M.Ö.8.yüzyıldan sonra, tek bir uygarlık
olarak adlandırmak güçtür. Kuzeyden gelen Dor kavimlerinin 8.yüzyılda
başlayan yayılmalarıyla, Grek Uygarlığı geriye giderken, Batı Anadolu’daki
İyon Uygarlığı, parlak bir döneme girmişti.
İyonya
Ege Uygarlığı’nın
en ileri parçasını oluşturan İyon Uygarlığı, Anadolu’nun Batı kıyılarını
kapsıyor ve Aka, Lidya, Eti, Minos ve Miken
uygarlıklarının bir ürünü olarak M.Ö.8.yüzyılda ortaya çıkıyordu. İyon (İon)
kelimesinin aslının, Türkçede sahip efendi anlamına gelen İye’den geldiği
ve aynı anlamda olan Türkçe aka, eke, eti, ata sözcük ailesinden olduğu
kimi tarih araştırmacılarının kabul ettiği bir görüştür.1
Kendine özgü ses
düzenine sahip İyon dili, bugünkü Grekçe değildi. İyon
dili, Hint-Avrupa adıyla kümeleştirilen dillerden olmadığı gibi
Sami dili de değildi. Fransız tarihçi A.Jarde; “Grek Halkının
Oluşumu” (La formation du peuple Grec) adlı yapıtında, “Grek
dilinde Hint-Avrupa dilleriyle açıklanamayan birçok sözcük bulunduğunu ve bu sözcüklerin
başka bir dilden alındığını” söylemiştir.2
Konuyla ilgili araştırma yapan kimi tarihçiler; İyon
diline, gerek köken gerekse yapı olarak, Anadolu ve Trakya’da
kullanılmış olan Orta Asya dillerinin birçok kelime verdiğini kabul
etmektedir. Ayrıca eski Grek yazısı da bugünkü Yunan yazısı değildi.
Birçok yerde tabletleri bulunan eski Grek yazısı bugüne dek
okunamamıştır.3
Antik
Çağ Katılımcılığı
Katılımcılığa dayanan
demokratik işleyiş, siyaset düzeninin bünyesine sokulmuş, ancak bu işleyiş,
nüfusun küçük bir bölümünü oluşturan soylular sınıfının kullandığı bir
ayrıcalık olmaktan ileri gidememişti. Bu nedenle, “demokrasinin beşiği”
olarak kabul edilen İlk Çağ uygarlığı, ayrımlı biçimlerde de olsa, benzerleri
hemen tüm sınıflı toplumlarda görülen ve azınlık egemenliğine dayanan bir
devlet biçimini ortaya çıkarmıştı.
İnsan topluluklarının devlete geçişin ilk evrelerinden
beri kral ya da egemen sınıfın temsilcileri tarafından yönetilmesi,
devlet kuran tüm uygarlıkların olduğu gibi Ege uygarlığının da ortak özelliğidir.
Ancak, kendilerine uygarlık ve “demokrasi” adına ayrıcalıklı konum
arayan Batılılar, Grek Uygarlığı’na özel önem vermişler, Sparta ve Atina’daki azınlık
yönetimlerini, demokrasi olarak niteleyip, kendilerine örnek almış ve
kültürlerinin dayanağı yapmışlardır.
Soylular
Demokrasisi
Antik kent
devletlerinde başlangıçta soylular sınıfının tümünü kapsayan yönetime katılma
hakkı, giderek daralmaya başladı. Gelişen deniz ticareti ile varsıllaşan ve
ayrıcalıklı sınıf içinde daha da ayrıcalıklı bir küme durumuna gelen soylu
varsıllar, yönetim üzerindeki etkilerini arttırdılar. Meclisler ve onu
belirleyen seçimlere yön verenler onlardı. Yönetim kararlarına katılmanın
ölçütü artık, eşitlik değil varsıllıktı.
Ayrıcalıklı sınıfın bireyleri, “eşit”
yurttaşlardı, ancak bu yalnızca görünüşte böyleydi. Soylular sınıfı içinde
ortaya çıkan ayrışmayla, kararlara katılma hakkına sahip olanların sayıları
azalmaya başlamıştı. Bu gelişme, yönetim biçiminin “soylular demokrasisi”nden
otokrasiye dönüşmesi ve oligarşik yönetimlerin ortaya çıkmasıyla sonuçlanacaktır.
Avrupalıların
Tavrı
Avrupalı’lar, “Atina
demokrasisi” adıyla tanımlanan İlk Çağ kent düzenine, kültür ve
yönetim köksüzlüklerini gidermek amacıyla sahip çıkmışlardır. Bu nedenle İlk
Çağ tarihine, çoğunlukla, bilimsel ve yansız bir bakışla yaklaşamazlar.
Grek ya da Roma uygarlıklarını gerçek boyutuyla değil, olumsuzlukları
olumluluklara dönüştürerek ve konuya gizemli bir hava da vererek ele alırlar.
Ancak, konuya bilimsel
nesnellikle yaklaşanlar da kuşkusuz vardır. Bunlardan biri olan Pirenne
Jacques, “Atina demokrasisi”nin, “politik alanda özgürlüğü hiçbir
zaman kabul etmemiş” olduğunu söyler ve “dar bir site milliyetçiliğine
sıkışıp kaldığını” ileri sürer.4
Jacques’e göre Atina ve
benzer konumdaki Grek kentlerinde, topluma egemen olanlar, “soylular
sınıfının çıkarlarını”, diğer bireylerin en basit “doğal ya da sosyal
gereksinimlerinin önüne” koyar. Atina “demokrasisi”, “baş eğmeyi,
acıya katlanmayı ve ses çıkarmadan çalışmayı” kabul ettiren baskıcı bir
düzendi.5
Eşitlerin
Eşitsizliği
Küçük devletçikler
(polis) olarak yapılanan Helen kentlerinde nüfusun az olması, yurttaşlık
haklarına sahip azınlığın toplanarak birlikte karar vermesine olanak sağlıyordu.
Sparta nüfusunun 250 bine ulaştığı en kalabalık dönemlerde bile, Kent
meydanı’nda (agora)
yapılan karar toplantılarına katılma hakkı yalnızca 6 bin kişiye tanınmıştı.6
Katılım oranı, nüfusu
6 bin olan Aegina ve 2 bin olan Plataea’da da ayrımlı değildi ve
zaman içinde giderek küçülüyordu.7 Sparta’da eşitlerin sayısı
M.Ö.5.yüzyılda 6 bin iken 4.yüzyılda 1500’e, 3.yüzyılda 700’e düşmüştü.8
Sparta’da vatandaşlık haklarına
sahip egemen sınıftan başka, tarım işleriyle uğraşan ve sınırlı haklara sahip pariyekler ile esir konumundaki hilotlar adı verilen sınıflar vardı. Bunlar, yoksulluklarından
ve onursuzluklarından dolayı siyasi hakların tümünden yoksun bırakılmışlardı.
Baskıyı sürekli kılan hükümet, her yıl hilotlara karşı silahlı sefer düzenler ve yolda ya da tarlada gördükleri
hilotları rastgele
öldürürlerdi.9
Sparta’nın kuralsız öldürmeyi
içeren vahşi yöntemleri, yalnızca hilotlarla sınırlı kalmaz, her aile “sağlıklı olmadığına” karar
verdiği çocuklarını da öldürürdü. “Yeni bir bebek doğduğunda, baba onu muayene
için aile büyüklerinin önüne getirir; sağlıklı olduğuna karar verilirse bebek
babasına verilir, aksi durumda derin bir su çukuruna atılarak öldürülürdü”.10
Gerçek bir soyluerki (aristokrasi) olan Atina
demokrasisinde, yarım milyona varan nüfus içinde, vatandaşlık hakkına sahip
insan sayısı 30 bin kadardı. Atina vatandaşı olmak için Atinalı ana ve babadan
doğmak gerekirdi.
Nüfusun çok büyük bölümünü metek adı verilen ve
herhangi bir hakka sahip olmayan esirler ve yabancı kökenliler oluştururdu.
Egemenlik kurulan yörelerde yerel halk hızla köleleştirilir ve “Helenizmin
hizmetine” alınırdı. Aristoteles, esir metekler’i şöyle tanımlıyordu: “Metekler;
esir, canlı bir mülk, evcil hayvanlara benzeyen ve insan olan bir alettir”.11
Atina
Demokrasisi ve Kadın
Atina “demokrasisi”,
kadınları kölelerle bir tutar, baba kızını istediği adama satabilirdi. Kadın erkeğin
kendisi için verdiği kararlara uymak zorundadır, uymazsa aşağılayıcı bir tanım
olan Partenos Ademos ön adını alırdı.
Koca, karısını
değiştirmek ya da başkasına vermek hakkına sahipti. Doğurmayan bir kadını
kovmamak, tanrılara karşı gelmek sayılır ve kusur kimde olursa olsun kadın
evden kovulurdu.
Çokeşlilik yaygın ve
geçerli ilişki türüdür. Koca karısına düşüncelerini açmaz, çünkü o, düşüncesine
başvurulacak akılda biri değildir. Evlilikte sevgi ve saygı değil, erkeğin
isteklerinin yerine gelmesi esastır, evlilik Atina’da Sophokles’in
deyimiyle “bir alışveriştir”.12
Grek
ailesinde değişmez kılınan erkek üstünlüğü, karı-koca ilişkisini önemli oranda
köle ilişkisine dönüştürmüştü. Antik Grek şiirinin ilk ustalarından Hesidos
(M.Ö.800), Grek ailesinin temelini, “karı ile sabana koşulan öküzün”
oluşturduğunu söylüyordu.13
Aileyi, sınırsız
yetkilerle tam bir despot gibi yöneten erkek egemenliği için, ünlü Aristo
(M.Ö.284-322), “erkek yaradılıştan üstündür, kadın ise ondan aşağıdır; erkek
haklı olarak buyurur kadın ise boyun eğer, bu kaçınılması olanaksız bir
yasadır” diyordu.14
Köle emeğine dayanan ve kadınlara siyasi hak tanımayan
Antik çağ Grek anlayışı, bu konudaki etkisini Batıda bugüne dek
sürdürmüştür. Kölelik ancak 19.yüzyılda kaldırılmış, kadınlara siyasi temsil
hakları ise 20.yüzyılda tanınmıştır. Oysa Antik çağ Ege uygarlığının ortaya
çıktığı dönemlerde, Orta Asya’daki
Türk boylarında; yönetime katılma, kadına verilen önem, köle kullanmama ve
egemenlik kurulan halklara tanınan haklar konusunda ileri uygulamalar vardı.
Günümüzle
Örtüşme
Antik çağ demokrasisi
ile günümüz Batı demokrasileri arasında, “yönetim haklarının
sınırlanması ve bu hakların ayrıcalıklı bir azınlık tarafından kullanılması”
konusunda, birbiriyle örtüşen bir anlayış vardır.
Batı demokrasilerinde
bugün var olan, “kesin” ve “değişmez” ortak özellik; yönetime
katılma hakkının, seçimlere ve gösterişli parlamento toplantılarına karşın,
halk tarafından değil, nüfusun küçük bir azınlığınca kullanılıyor olmasıdır.
Halk oy verme hakkına sahiptir ancak bu hak, ’ustalıklı önlemlerle onu yönetime getirecek bir araç olmaktan
çıkarılmış ve seçimler’ halkı yönetimden uzak tutan bir kısır döngü durumuna
getirilmiştir.
Batıda bugün demokratik
bir yönetim düzeninden söz edilecekse, bu düzenin sınırlarının, Antikçağ kent
devletlerindeki beysoylu demokrasisinin sınırlarından daha geniş
olmadığı herhalde kabul edilecektir.
İkibin yıllık aradan sonra, hala yaşatılan bir başka benzerlik, siyasi düzenin, temsil haklarını küçük bir azınlık yararına sınırlıyor olmasına karşın, en ileri ve evrensel bir uygarlık işleyişi olarak sunulmasıdır. Bu anlayışın doğal sonucu, kendisi dışındaki tüm uygarlıkların yok sayılması ya da uygarlık sayılmamasıdır.
Antik çağ demokrasileri, bugünün Batı demokrasilerinde olduğu gibi, yalnızca siyasi alanda değil, bu alana bağlı olarak toplumsal yaşamın başka alanlarında da, herkesi kapsayan dengeli bir gelişme sağlayamamıştır. Sanat, yazın (edebiyat) ve bilgelikte (felsefede), ileri ürünler ortaya çıkarılmış, ancak aynı başarı, örneğin tıp ve doğa bilimlerinde gösterilememiştir. Düşünsel alanda bilgelik akımları geliştirilmiş, ancak kuramsal olarak gerçekleştirilen bu gelişme, insanı temel alan uygulamalara dönüşememiştir.
DİPNOTLAR
1 “Tarih I” Kaynak Yay., 4.Baskı 2000, sf.182
2 a.g.e. sf.181
3 a.g.e. sf.186
4 “Büyük Dünya
Tarihi”, Jacqes Pirenne Meydan Yay.,
sf.79; ak. Hüseyin Kılıç, “Batı’da Kadın”, Otopsi Yay.-2000, sf.30
5 “Batıda Kadın”
Hüseyin Kılıç, Otopsi Yay.-2000 sf.32
6 “Sosyalizm ve
Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi” İletişim Yay., 8.Cilt, sf.2500
7 a.g.e. sf.2501
8 “Tarih I,
Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri” Kaynak Yay., 4.Bas. 2000, sf.206
9 a.g.e. sf.206
10 “Batı Felsefe
Tarihi” Bertrand Russell, Kitaş
Yay.-1969 sf.173; ak. Hüseyin Kılıç “Batıda Kadın” Otopsi Yay.-2000,
sf.32
11 “Tarih I, Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri”, Kaynak Yay., 4.Bas.-2000, sf.221
12 “Seks Açısından
Bir Kadın–Bir Erkak” Kraft Ewing Altın Kit. Yay.-1970, sf.172; ak. Hüseyin Kılıç, Otopsi
Yay.-2000, sf.38
13 a.g.e. sf.40
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder