1923-1938 arasını incelemek, bir tarih araştırması değil,
günümüz sorunlarına çözüm arama ve ulusal varlığı korumayla ilgili bir
eylemdir. Bu yargıya neden olan gerçek, Türkiye’nin, 1923 öncesi koşullara geri
götürülmesi ve Sevr’in, askeri işgal
dışında, bütün koşullarıyla uygulanıyor olmasıdır. Kendisinin, çocuklarının ve
ülkesinin geleceğini düşünen herkes, çok şey yitirmekte olduğunu ve çatışmalı
bir geleceğe doğru sürüklendiğini görmeli, tehlikeli gidişi durdurmak için çaba
harcamalıdır. Bunu yaptıklarında, kaçınılmaz olarak Atatürk’e ulaşacaklar ve başardığı eylemin, Türkiye için anlamını
daha iyi kavrayacaklardır.
Yaşamın Gerçekliği
Türkiye, bugün,
Osmanlının son döneminde olduğu gibi, ekonomik ve siyasi olarak Batının yarı-sömürgesi
durumuna düşmüştür. Görmek isteyenlerin kolayca görebileceği bu gerçek, ülkeyi
aynı durumdan kurtaran Mustafa Kemal’i ve eylemini, güncel kılmaktadır. Gizli
İşgal’e dönüşen dışa bağımlılık, Türkiye’yi Türkler için ve Türkler
tarafından yönetilen bir ülke olmaktan çıkarmış, ulusal gücü kırmaya yönelik
baskı, toplumsal yaşamın sıradan olayı durumuna gelmiştir. Ülke yönetimine
getirilen işbirlikçiler, Türk ulusunun ve halkının değil, yabancıların
isteklerini yerine getirmektedir. Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlının gittiği yola
sokulmuş durumdadır.
Çekincenin ayırdında
olanlar, henüz yeterince güçlü ve örgütlü değil. Kötü gidişin sorumluluğunu
taşıyan yetki sahipleri, ülkenin altını oyan uygulamalar içindeyken; “Türkiye’nin
iyiye gittiğini”, yapılanların “çağın gereği ve küreselleşmenin doğal
sonucu” olduğunu, bağımsızlığın yerini, artık “karşılıklı bağımlılığın”
aldığını ve “korumacılığın çağdışı olduğunu” ileri sürüyorlar.
Söylenenlerin kuşkusuz bir değeri yok. Yaşanan gerçek, söylenenlere hiç uymuyor. Güçlüler, kendilerini koruyup daha çok güçlenirken, güçsüzleri; baskı, yoksulluk ve dağılma bekliyor. Devletin, her gün bir birimi etkisizleştirilip yok edilirken, bilinçli izlencelerle (programlarla) birlik duyguları köreltiliyor; ulusal varlığa saldırılar aralıksız sürüyor. Yoksullaşan örgütsüz ve sahipsiz halk, dostunu düşmanını seçemez durumda. Türk ulusuna karşı, Batı kaynaklı ekonomik ve siyasi bir terör uygulanıyor. Yaşanmakta olan somut gerçek bu.
Ülkeyi uçuruma götürenler, dışardan aldıkları yönergeleri (direktifleri) yerine getirmeyi aralıksız sürdürürken, kötü gidişin ayırdına varanlar tepkisel bir devinim içine giriyor. Ulusal değerlere yapılan saldırıyı görenler her geçen gün artıyor.
Özelleştirilen ya da kapatılan fabrikalardaki işçiler, tarlasını ekemez duruma düşen çiftçiler, işyerini yitiren esnaf, yoksullaşan memur, terörün acısını yaşayan şehit aileleri ve ülke için kaygı duyan aydınlar; yaşanan sürecin ne anlama geldiğini kavramaya başladılar. Gerçeği, önceden görerek değil, yaşayarak öğrendiler, öğreniyorlar.
Geleceği Görmek
Ancak, bu böyle olmamalı. Gerçek, onun sert yüzüyle karşılaşınca görülebiliyorsa, ortada önemli bir sorun var demektir. Uygar olmak, bir başka söylemle insan olmak, olayları önceden görmeyi ve önlem almayı gerekli kılar.
Geleceği görerek önlem alacak olanlar, önce ülke yönetiminde görev ve sorumluluk alan yetki sahipleri, yani yöneticilerdir, öyle olması gerekir. Ülke yönetenlerin insanlaşma düzeyini, ellerinde bulundurdukları yönetim yetkisini kullanma biçimi belirleyecektir. Yetkiyi, halktan yana mı, yoksa dış isteklerden yana mı kullanacaklar? Asal sorun budur.
1923-1938 arasında yapılanlar, o günün toplumsal koşullarıyla
birlikte ele alınmalıdır. Ayrıntılı bilgi ve kavrama yetisi gerektiren bu iş, o
dönem insanları artık aramızda olmadığı için, çok okuyarak başarılabilir. O
dönemi sanki yaşamış gibi duyumsamak gerekir. Bu ise bilgi ve bilinçle
sağlanabilir. Yakın tarihimizde gerçekleştirilen büyük dönüşüm, neden-sonuç bütünlüğü
içinde değerlendirilmeli ve o günün koşullarını anlayarak Türk Devrimi’nin
gerçek boyutunu kavranmalıdır.
“Sürekli Devrim”
Fransız tarihçi Paul
Gentizon, Türk Devrimi’ni Fransız ve Rus Devrimi’nden daha ilerde
bulur ve “sürekli devrim, Türkiye’den başka hiçbir ülkede bu denli etkili
olmamış; siyasi kurumları, toplumsal ilişkileri, din uygulamalarını, aile
ilişkilerini, ekonomik yaşamı, geleneklerini ve toplumun moral değerlerini değiştirmemiştir”
der.
Gentizon haklıdır. Türk
Devrimi’ni inceleyenler, birbirini izleyen ve birbirini tamamlayan başdöndürücü
bir eylem süreciyle karşılaşır. Türkiye, onbeş yıl içinde ve gerçek anlamda, “bir
çağdan yeni bir çağa” taşınmıştır. Bu denli kısa bir süreye sığdırılan
büyük dönüşümün kapsamı ve derinliği şaşırtıcıdır ve dünya tarihinde örneği
yoktur.
Sağlam Temel
1923-1938 arasında yapılanlar, Türkiye'yi bugüne dek ayakta tutan temellerdir. Halkın ve ülkenin gerçekleriyle uyuşan bu temel, o denli sağlam atılmış ki; Türkiye Cumhuriyeti, 11 Kasım 1938'de başlayan yetmiş yedi yıllık geri dönüş sürecine karşın, varlığını bugüne dek sürdürebildi.
Ancak, artık yolun sonuna gelindi. Harcanan miras tükenmek üzere. Cumhuriyet'in yarattığı kurumlar ve ulusal kazanımlar, dış kaynaklı izlencelerle, devlet katında direnç görmeden ortadan kaldırılıyor. Yitirilenlerin değerini anlamanın en iyi yolu; onları kazanmak için verilen savaşımı bilmek, çekilen sıkıntıları öğrenmektir.
Kendisinin, çocuklarının ve ülkesinin geleceğini düşünen herkes, çok şey yitirmekte olduğunu ve çatışmalı bir geleceğe doğru sürüklendiğini görmeli, tehlikeli gidişi durdurmak için çaba harcamalıdır. Bunu yaptıklarında, kaçınılmaz olarak Atatürk'e ulaşacaklar ve başardığı eylemin, Türkiye için anlamını daha iyi kavrayacaklardır. Atatürk'ü incelemenin, eyleminden ders çıkarmanın önemi buradan gelmektedir.
Güncel ve Evrensel
1923-1938 arasını incelemek, bir tarih araştırması değil,
günümüz sorunlarına çözüm arama ve ulusal varlığı korumayla ilgili bir
eylemdir. Bu yargıya neden olan gerçek, Türkiye’nin, 1923 öncesi koşullara geri
götürülmesi ve Sevr’in, askeri işgal dışında, bütün koşullarıyla
uygulanıyor olmasıdır.
Dünyanın koşulları nitelik olarak değişmemiştir. Bugün
küreselleşme adı verilen emperyalist işleyişin, insanlığa verdiği zarar,
20.yüzyıl başında olduğundan ayrımlı değil. Ezilen-ezen ayırımı, üstelik daha yeğin
(şiddetli) olarak varlığını sürdürüyor. Bu ayrıma, bugün, Kuzey-Güney ayrılığı
deniliyor. Atatürk’ün ve gerçekleştirdiği eylemin güncelliği ve
evrenselliği buradan geliyor.
Yapılması
Gereken
Başarısı uygulamalar içinde kanıtlanan ve Türkiye’nin gücünü
oluşturan bu eylem, günün koşullarına
uygun olarak yeniden geçerli kılınmazsa, ulusal varlık korunamayacaktır. Önce,
Cumhuriyet’i yıkma eylemi durdurulmalı, ardından ve zaman yitirilmeden, Atatürk
politikaları uygulamaya sokulmalıdır. Geç kalınırsa, uzun olmayan bir zaman
diliminde, korunacak bir Cumhuriyet kalmayacaktır.
Bu savın kanıtları, günlük yaşamda en açık biçimiyle
görülüyor. Bilgi yetersizliği nedeniyle çıkış yolu bulamayanlar, içine
düştükleri karamsarlık ve edilgenlikten kendilerini kurtarmalıdır. Çıkış yolu
vardır ve ulusun birliği sağlanırsa başarı kesindir.
Birliğin sağlanması durumunda Türklerin Anadolu’da neler
yapabileceğini, Atatürk bize göstermiştir. Yapılacak iş açık ve
yalındır. Ulusçu aydınlar, önce kendilerini sonra halkı bilinçlendirmeli ve
Türk Devrimi’ni yeniden toplum yaşamına sokmanın yolunu bulmalıdır.
Türk ulusunun gerçek gücü görülmeli, bu gücün harekete
geçirilmesinin herkesin üzerine düşen bir görev olduğu bilinmelidir. Bu görev,
hem geçmişe karşı ödenmesi gereken bir borç, hem de gelecek için yerine
getirilmesi gereken bir ödevdir.
Haklı
Olmanın Gücü
Geç kalınan her gün, kaçınılmaz gibi görünen ilerdeki karmaşa günlerinde, çekilecek acıların artması demektir. Ulusu ve özgürlüğü savunanlar, haklı ve meşru oldukları için güçlüdürler. Gücümüzü bilelim, gerçek dışı sanlara, aldatıcı sözvermelere ve sanal amaçlarla halkın kandırılmasına izin vermeyelim ve örgütlenelim.
Türk ulusunun çimentosu olan Atatürk ve gerçekleştirdiği büyük devrim, güçlü dayanaklarımızdır. Cumhuriyet devrimlerine sahip çıkmanın, haklarımıza ve geleceğimize sahip çıkmak olduğunu bilelim; bugüne yön veren yakın tarihimizi öğrenelim.
Bunlar yapılmadığında, Türkiye Cumhuriyeti Devleti, 776 bin kilometrekare yüzölçümü, Başkenti Ankara olan ulus devlet yapısıyla korunamayacaktır. Ekonomik ve siyasi çürümüşlük, devlet yapısını etkisiz kılmış, bir görüntü durumuna sokmuştur. Bu görüntünün ne kadar korunacağı ya da yerine neyin ne zaman konulacağı, bizim değil, yabancıların kararına kalmış durumdadır. Avrupa Birliği ve ABD ilişkileri, ayrılıkçı terör, Ermeni kararları ya da Patrikhane eylemleri, Türkiye'nin götürüldüğü yeri göstermektedir. Kendi ülkesinde özgürce karar alamayan bir devletin, uzun süre ayakta kalması olası değildir.
Evet, kaçırılan her gün, geç kalınan yıllarla ödenemeyecek bedellere malolacak süre demektir.. Hala vakit varsa eğer, işte o günün başlangıcı şu andır. Ülkenin korunamayacak durumu karşısında, yeni bir 19 mayıs gerekmiyorsa ne zaman gerekecektir!... Haklılığımızın gücünü bile kullanamayacak kadar aymazlık ve vurdumduymazlık içindeysek, kaybetmeyi göze mi aldık yoksa..
YanıtlaSil