15 Haziran 1926 Mustafa
Kemal Atatürk’e İzmir’de suikast
tasarlanan gündür. Yazıyı bu nedenle yayınlıyoruz.
Saltanatın kaldırıldığı
1922 yılından beri, gerçekleştirilen hemen her yeniliğe karşı
çıkan “karşıtçılar
cephesi”, Mustafa
Kemal’le meşru
sınırlar içinde başedemeyeceğini anlamıştı. Devrim atılımları
uygulanıp halka mal oldukça o güçleniyor, karşıtları güç
yitiriyordu. Çok yakında, hiçbir şey yapamaz duruma düşecekleri
için, zaman yitirmeden ve hangi biçimde olursa olsun onu
durdurmalıydılar. Kurmakta olduğu yeni düzen, daha çok
güçlenmeden Mustafa
Kemal ortadan
kaldırılmalıydı. Suikastçıların amaç ve düşüncesi buydu.
Giritli
Şevki
Motorcu
Giritli Şevki,
15 Haziran 1926 Pazartesi günü, ivecen
(aceleci) adımlarla İzmir Valiliği’nin merdivenlerinden
çıkıyordu. Amacı, Vali ile görüşüp “her
şeyi” anlatmaktı.
“Gazi Paşa’ya
Kemeraltı’nda suikast yapılacaktı. Suikastçılar, son
toplantılarını onun evinde yapmışlardı. Suikasttan sonra
Yunanistan’a onun teknesiyle kaçacaklardı.”
1
Giritli
Şevki’nin
suikastı bildirdiği gün, yurt gezisi nedeniyle Balıkesir’deydi.
14 Haziran’da buradan ayrılacak, 15 Haziran’da İzmir’de
olacaktı. Ancak, herhangi bir nedeni olmamasına karşın, İzmir’e
gelişini “salt
içgüdü, ya da bir tür önseziyle”2
bir gün ertelemiş, böylece belki de saltık (mutlak) bir ölümden
kurtulmuştu. “Komitacılığı
ve komitacı zihniyeti biliyordu.”3
Savaşım içinde geçen yaşam ona, “devrim-karşı
devrim çatışmasının kurallarını öğretmiş”4,
yöntem ve anlayışlar konusunda ona yeterli deneyim kazandırmıştı.
İzmir’e
gelişinin nedensiz ertelenmesi, Giritli
Şevki’yi
kuşkulandırmıştı. Suikast düzenleyicilerinin önde gelen
kişileri, Emekli Binbaşı Sarı
Edip Efe ve Manisa
Milletvekili Abidin
Bey’in, “olay
anında İzmir’de olmadıklarını kanıtlamak için”5
İstanbul’a dönmeleri de eklenince, kuşkusu korku durumuna gelmiş
ve “devletin haberi
var” düşüncesiyle
suikastı haber vermişti.
Suikast,
Kemeraltı’nda üç yolun birleşim yerinde, bugünkü Kemeraltı
Karakolunun az ilerisinde yapılacaktı. Burada, araba ister istemez
yavaşlayacak, o sırada üç ayrı yerden ateş açılacak ve “çiçek
demetleri arasında gizlenen el bombaları üzerine atılacaktı.”6
Kargaşa’dan yararlanılarak “Yemiş
Çarşısı’nda bekleyen bir arabayla, Şevki’nin sahilde
bekleyen motoruna gidilecek”7
ve Yunanistan’a kaçılacaktı.
Suikastçılar
Suikastçıların
başında; genç bir deniz teğmeni olan Rize Milletvekili Ziya
Hurşit, emekli
Jandarma Yüzbaşısı, İttihatçı Sarı Edip
Efe ile İttihat ve
Terakki Merkez Yönetim Kurulu Üyesi ve eski Maarif Vekili, İzmit
Milletvekili Şükrü
Bey vardı. Yakınında
bulunmuş bu kişileri tanıyordu ve bulundukları yere gelmeleri
için onlara yardım etmişti.
Ziya
Hurşit’i, yaşı
küçük olmasına karşın milletvekili yaptırmış, Sarı
Edip Efe’ye
Milli Mücadelede yer vermiş (Sarı Efe adını bu dönemde
almıştı), Şükrü
Bey’i de Malta’dan
kurtarıp İzmit Milletvekili yapmıştı.8
Gürcü Yusuf,
Laz İsmail
ve Çapur Hilmi,
suikast için kiralanan sabıkalılardı. Pusu, Çapur
Hilmi’nin kardeşi
Berber Nuri’nin
dükkanında kurulacaktı. Laz
İsmail, yanında
Nimet Naciye
adlı bir kadın da getirmişti.9
Suikastın
boyutu, başlangıçta fazla geniş görünmüyordu. Ancak soruşturma
genişletilince, eski İttihat
ve Terakki
üyelerinden, Terakkiperver
Cumhuriyet Fırka’sı
yöneticilerine dek uzanan büyük bir gizdüzen (komplo) ile
karşılaşıldı.
1919’da
Samsun’a birlikte çıktığı karargâh subaylarından en yakın
arkadaşı Albay Arif
Bey, Manisa
Milletvekili Abidin
Bey, Sivas
Milletvekili Halis
Turgut Bey, İstanbul
Milletvekili İsmail
Canbulat Bey, Erzurum
Milletvekili Rüştü
Paşa, Emekli
Veteriner Albay Rasim
Bey ve “hayatta
kalan İttihatçıların önderi durumundaki”10
eski Maliye Nazırı
Cavit Bey,
Kara Vasıf Bey,
Küçük Talat Bey,
eski Polis Müdürü Azmi
Bey gibi ünlü
ittihatçılar işin içindeydiler.
Soruşturmalar,
olayı ayrımlı konumda olsalar da; Rauf
(Orbay)
Bey, Adnan
(Adıvar)
Bey, Kazım
(Karabekir) Paşa,
Ali Fuat (Cebesoy)
Paşa, Rafet
(Bele)
Paşa, Cafer
Tayyar Paşa’ya dek
götürüyordu.
Karşılaşılan
durum, dar bir kümenin kendiliğinden girişimi değil, geniş bir
çevreyi kapsayan ve iktidar değişimini amaçlayan siyasi bir
kalkışmaydı. Bu durumu, 8.Kolordu Komutanı Salih
(Omurtak)
Paşa’ya 19 Haziran
1926’da çektiği telgrafta, “suikast
birkaç serserinin tertip eseri değil, muhaliflerin devrim ve
Cumhuriyete karşı giriştikleri büyük bir ihanet kalkışmasıdır”
diyerek açıklayacaktır.11
Amaç ve
Düşünce
Saltanatın
kaldırıldığı 1922 yılından beri, gerçekleştirilen hemen her
yeniliğe karşı çıkmış olan “karşıtçılar
cephesi”, onunla
meşru sınırlar içinde baş edemeyeceğini anlamıştı. Devrim
atılımları uygulanıp halka mal oldukça o güçleniyor,
karşıtları güç yitiriyordu. Çok yakında, hiçbir şey yapamaz
duruma düşecekleri için, zaman yitirmeden ve hangi biçimde olursa
olsun durdurulmalıydı. Kurmakta olduğu yeni düzen, daha çok
güçlenmeden Mustafa
Kemal ortadan
kaldırılmalıydı. Suikastçıların amaç ve düşüncesi buydu.
Karşıtçılar
Cephesi
Ziya
Hurşit’ten Kazım
(Karabekir)
Paşa’ya dek, konum
ve niteliği ayrımlı birçok insan, katılarak, destekleyerek ya da
sessiz kalarak, suikast girişimiyle ilişkiliydi. Tutuklanarak
mahkemeye çıkarılan sanıklar; doğrudan katılıp uygulayanlar,
özendirip örgütleyenler ve duyduğu halde haber vermeyenler
olarak, üç ana kümede toplanmıştı. Gizli siyasi çalışma
içindeki eski İttihatçılar, suikastı örgütleyip uygulayan
etkin unsurdu. İçlerinde Kurtuluş
Savaşı önderlerinin
de bulunduğu Terakkiperver
Cumhuriyet Fırkası
yöneticileri ise, duydukları halde haber vermeyenler içine
giriyordu.
1926
başından beri büyük kentlerde, özellikle İstanbul’da, gizli
örgütler kurulmuş, bu işte uzmanlaşmış İttihatçılar, sanki
Karakol Cemiyeti
yeniden kurulmuş gibi çalışmıştı. Örgütün başında, “eski
Maliye Nazırı Selanikli Yahudi Cavit”12
vardı. “Doğu
Masonlarından dostları ve uluslararası bankerlerle ilişkisi olan
Cavit Bey, örgütün perde arkasındaki beyniydi.”13
Suikastçılar
başarılı olsaydı, yitirilen yalnızca onun yaşamı değil, Türk
Devrimi olacaktı.
“Türkiye halkını
ve ondan büyük bir ulus yaratma görevini”14
yerine getirecek bir başka önder yoktu. Cumhuriyet çok yeniydi,
kadro yetişmemişti. Devrim’i, tek başına o temsil ediyordu. “O
Türkiye’ydi ve onu yok etmek, Türkiye’yi yok etmekti.”15
Yargılamalar
Ziya
Hurşit ve
yanındakilerle başlayan tutuklamalar, soruşturmalarla birlikte
hızla arttı ve paşalara dek uzandı. Cavit
Bey ve Doktor
Nazım Bey başta
olmak üzere İttihatçılar, 25 milletvekili, Kazım
(Karabekir), Ali
Fuat (Cebesoy), Refet
(Bele), Cafer
Tayyar, Mersinli
Cemal Paşalar
ard arda tutuklandılar. Yurt dışında olan Rauf
(Orbay) ve Adnan’la
(Adıvar),
bulunamayan eski İzmir Valisi Rahmi
Bey, mahkemede
bulunmadan (gıyaben) yargılandılar.
İstiklâl
Mahkemesi, 26
Haziran’da İzmir’de başlayan duruşmalarda, doğrudan öldürme
eylemini ele aldı ve eylemle ilişkili gördüğü sanıkları
yargıladı. Yirmi iki gün sonra, 18 Temmuz’da, Ankara’daki
duruşmalarda ise, suikastla dolaylı bağlantısı olanları içeren,
siyasi ağırlıklı yargılama yaptı.
İzmir
duruşmalarında ana konu öldürme eylemi, Ankara duruşmalarında
ana konu, “hükümet
darbesi ve rejimi değiştirme”
girişimiydi. İzmir’de suikasta katılanlar başta olmak üzere,
içlerinde Albay Arif,
Rüştü Paşa,
Albay Baytar Rasim,
eski Ankara Valisi Abdülkadir
ve İttihatçı Kara
Kemal’in de
bulunduğu 13 sanık ölüm cezasına çarptırıldı. Paşalar ve
bir bölüm sanık beraat etti. Kalan sanıkların, Ankara’da
yapılacak duruşmalarda yargılanmasına karar verdi.16
Paşaların
yargılanması, hükümete dek uzanan rahatsızlıklar yarattı.
İstiklâl
Mahkemesi,
Ankara’da gözaltına alınan Kazım
Paşa’yı serbest
bıraktıran Başbakan İsmet
Paşa’yla çelişkiye
düştü, ancak mahkeme dediğini yaptı ve “eski
komutanları”
yargıladı. Ali Fuat
(Cebesoy)
Paşa, daha sonra
yayımladığı anılarında, Mustafa
Kemal’in kendisine;
“Paşaları senin
hatırın için affettirdim”
dediğini yazmıştır.17
Ankara’da
açılan davada, sanıklara yüklenen, rejimi devirme ve vatana
ihanet suçuna karşılık gelen cezalar, Takrir-î
Sukûn ve Vatana
İhanet yasalarında
bulunuyordu. Bölücü bir unsur olarak, Türk
Devrim hareketine
düşmanca saldıran ve eski siyasi alışkanlıklarından bir türlü
vazgeçmeyen “İttihatçı
azınlık”,
Kemalistlerce Ankara’da yargılandı. Mustafa
Kemal’e ilk
suikastı (1908) onlar yapmıştı.18
Sonuncusunu da onlar yapıyordu.
Eski Düzen
Artıkları
İttihatçı
taban, Kurtuluş
Savaşı ve
devrimlere büyük oranda katılmış, üstlendikleri görevleri
başarıyla yerine getirmişlerdi. Ancak, İmparatorluğun yıkılış
sorumluluğunu taşıyan ve sayıları çok olmayan kimi eski
yöneticiler, “Türk
devrim hareketini ikiye bölen bir düşmanlığın”
ana unsuru gibi çalışıyor, sürekli ona saldırıyordu.
Bu
unsurları, “köklü
bir milli programdan yoksun devrik bir rejimin, kişisel çıkarlara
bağlı artıkları”19
olarak değerlendiriyordu. “Bir
takım para kaynaklarıyla beslenen, yeraltı çalışmasında
uzman”20
ve dış bağlantılı bu insanlar, Cumhuriyet devrimlerinin sinsi ve
kararlı düşmanları olarak örgütlenmişlerdi. Devrim’in
yarattığı meşruiyetle bu örgüt dağıtılacak, İttihatçılık
Türk siyasi yaşamından silinerek, bir türlü bitmeyen
devrim-karşı devrim çatışması, devrimden yana bitirilecekti.
Yabancıların
İlgisi
Türkiye’de,
Devrim’e
karşı ortaya çıkan her hareket, “yabancı
sermaye çevrelerinin”
ilgisini çekiyor ve destek alıyordu. Ankara’daki ulusçu yönetime
son vererek eski düzene geri dönmek, Avrupalılar için tutkulu bir
istek, önceliğini yitirmeyen bir amaçtı.
Bu
yolla, “Türkiye’nin
zenginliklerine yeniden el konulacak”,
koruyucu olarak “Yunanlılarla
Ermeniler geri getirilecekti.”21
Ankara hükümetinin bu oyuna izin vereceğini düşünmek, “bir
çılgınlıktı”22,
ancak Avrupa’nın Cumhuriyet’e yönelik kalıcı politikası,
Mustafa Kemal’e
yönelen her karşı çıkışı desteklemeyi gerektiriyordu.
Cezalar ve
Dış Basın
Ankara
İstiklâl Mahkemesi,
elli sanıktan; dördüne ölüm, dokuzuna onar yıl hapis cezası
verdi; otuz yedi sanığı suçsuz buldu. İttihatçı
gizli örgütün önderleri, eski Maliye
Nazırı Cavit
Bey ve eski İaşe
(Beslenme) Nazırı
Kara Kemal’di.
Cavit Bey
“bilgi ve düşünce
gücüyle”, Kara
Kemal ise “örgütçülük
yeteneğiyle”23
dikkat çekiyor; Kara
Kemal, Dünya Savaşı
sırasında edindiği servete dayanarak örgüte akçalı kaynak da
sağlıyordu. Ölüm cezasına çarptırılan dört kişi, önder
konumundaki Cavit Bey,
Kara Kemal,
Artvin Milletvekili Hilmi
ve İttihat ve Terakki’nin sorumlu yazmanı Nail
Bey’di.24
Cezaların
uygulanmaması için, Avrupa’da baskı düzeyine ulaşan ve dava
henüz bitmeden devreye sokulan, uluslararası bir af girişimi
başlatıldı. “Londra,
New York ve Berlin’deki büyük Yahudi örgütleri, sanıkların
bağışlanmalarını sağlamak için Ankara’ya telgraf üzerine
telgraf gönderdi.”25
Cavit
Bey
sürgündeyken ona akçalı yardım yapan büyük finans şirketleri,
özellikle Viyana’daki Rothchilds
ve Londra’daki Sassaun
Bankerlik Kurumları
devinime (harekete) geçerek, “İngiliz
ve Fransız Hükümetinden Cavit için acele olarak girişimde
bulunmasını”
istediler.26
Batı
basını bu konuda yoğun yayın yaptı. Fransız Bakan Albert
Sarraut,
“Türk-Fransız
dostluğu adına ve Gazi düzeyinde girişimde bulunmak için”27
Ankara’ya geldi. Cavit
Bey, “yüksek
dereceli bir Masondu.”28
Ankara’ya gelen Sarraut
da Doğu Mason
Örgütü’nün
yüksek dereceli ustasıydı.29
Atatürk,
Sarraut’u
Çankaya’da kabul etti ve “Cavit’in
affedilmesi için kendisine adeta yalvaran”30
Fransız Bakan’a şunları söyledi: “Adaletin
kılıcı bazen masonlara vurur, ama tarihin kılıcı daima
zayıflara vurmuştur. Ben bu sonunculardan değilim. Bu adamlar
benim hayatıma kastettiler. Bu o kadar önemli değil. Ben hayatımı
yüz kere savaş meydanlarında ortaya koydum ve gerekirse yine
koyarım. Ama bunlar, Türk halkının hayatına kastetmek istediler.
Bunu benim affetmeye hakkım yoktur.”31
Uluslararası
bankerler,
Mason locaları,
yabancı hükümetler
ve Yahudi
sermayesi’nin,
hangi koşullarda ve hangi işler için bir araya geleceğini,
girişilen ortak eylemin ne anlama geldiğini biliyordu. Ülke içi
sorunlara, hangi amaçla olursa olsun, dışardan karışılmasını
hoş görmesi, özyapısına (karakterine) ve devlet anlayışına
uygun değildi. Dışardan gelen örgütlü karışmayı, “komplonun
genişliğinin ve ulaştığı uluslararası yaygınlığının”32
kanıtı saydı. Af isteğinin geldiği yer, onun için, verilen
cezanın doğruluğunun kanıtıydı.
Cumhurbaşkanı
olarak, “idam
müzekerelerini”
duraksamadan imzaladı. Attığı imza, yıllarca önce çok başka
amaçla söylediği bir kızgınlık sözünü, gerçeğe
dönüştürüyordu. Birinci Dünya Savaşı sırasında, aç kalma
noktasına gelen Ordu’nun gereksinimini karşılamak için,
“Bulgaristan’dan
yiyecek satın alma önerisini geri çeviren”
Maliye Nazırı
Cavit Bey’in
aymazlığına öfke duymuş ve öfkesini, “böyle
adamları asmak gerek”
sözleriyle dile getirmişti.33
“Silah
Arkadaşları”
Kurtuluş
Savaşı’nı
birlikte başardığı “silah
arkadaşlarının”,
suikast olayındaki konumları, onun için üzücü olduğu kadar
anlaşılmaz bir durumdu. Devrim atılımlarına destek olmak bir
yana, üstelik yeğin (şiddetli) biçimde karşı çıkmışlardı.
Kurdukları partiyle toplumun geri unsurlarına yönelmişler, siyasi
savaşım adına devrime zarar veren bir uğraş içine girmişlerdi.
Devletin elinde, “hepsinin
aleyhinde önemli kanıtlar vardı. Kazım Karabekir, içeriği
önemli olmasa da Şeyh Sait’e mektup yazmıştı.”34
Bu tür davranışları anlamıyor ve tepki gösteriyordu.
Terakkiperver
Cumhuriyet Fırkası
yöneticisi eski komutanlarla, Rauf
(Orbay) ve Adnan
(Adıvar)
Beylerin, suikastı
duydukları, ancak hükümete haber vermedikleri, sorgular süresince
ortaya çıktı. Sarı
Edip Efe sorgusunda,
“suikastın,
Terakkiperver Fırkası Umumi Heyeti tarafından kararlaştırıldığını”
söylemişti.35
Gürcü Yusuf
ise, Rauf (Orbay)
Bey’in, suikastı
duyduğunda, “ben
Avrupa’da
bulunayım, siz ne
yaparsanız yapın”
dediğini söylüyordu.36
Lord
Kinross,
Terakkiperver
Fırkası’nın
İzmir Suikastı
konusundaki tutumu hakkında şu yorumu yapar: “Bir
bilgisizlik uykusu içinde, partilerinin gizli tedhişçi hareketler
için paravan gibi kullanılmasına göz yummuşlardı.
Terakkiperverci Paşalar, gerçekte olup biteni iyice görmüş
olsalar, bu duruma düşmezlerdi. Ama aslında hiç de duyarlı
davranmamışlar, komplonun gözleri önünde gelişmesine seyirci
kalarak hükümete haber vermeyi savsaklamışlar, böylece ülke
içinde düzensizlik ve anarşi yaratmaktan dolayı suçlanmayı hak
etmişlerdi.”37
1926’da
Ordu Milletvekili olan Faik
Bey (Ziya Hurşit’in
kardeşi), Başbakan İsmet
Paşa ve Mahkeme
Başkanı Ali
Çetinkaya’ya,
Kazım (Karabekir)
Paşa ile ilgili
ilginç açıklamalar yapmıştı. Açıklamaya göre; suikast
girişiminden kısa bir süre önce, Kazım
Paşa Meclis’te
kendisine; “Mustafa
Kemal’in Bursa çevresinde gezide olduğunu biliyorsunuz. Bu
sıralar vefat ederse İsmet Paşa’ya karşı ben ne vaziyet
almalıyım” diye
beklenmedik bir soru sorar.
Faik
Bey, şaşkınlık
içinde bu soruya, “İsmet
Paşa bizlerle görüşmez, Meclis’in büyük çoğunluğu
elindedir. Eğer görüşmek isterse sizin başbakan, kendisinin de
cumhurbaşkanlığına gelmesini kabul eder”
yanıtını verir. Bu yanıt üzerine Kazım
Paşa’nın yaptığı
açıklama, daha da şaşırtıcıdır: “Cumhurbaşkanlığını
İsmet Paşa’ya verelim mi?”38
Öldürülme
Girişimleri
İzmir
Suikastı,
karşılaştığı tek öldürme girişimi değildi. Yaşamının
değişik aşamalarında, özellikle Kurtuluş
Savaşı’na
başladıktan sonra, birçok kez öldürülmek istenmişti.
İttihatçıların
düzenlediği 1908’deki ilk girişimden sonra, Kurtuluş
Savaşı sırasında,
bir İngiliz ajanı “Hint
Müslümanı”
görüntüsü altında ve öldürme amacıyla çevresine oldukça
yaklaşmış, ancak başarılı olamadan yakalanarak yargılanıp
Ankara’da asılmıştı. Yemeğine zehir konmuş, “şiddetli
acılar çekerek büyük bir çaba sonucu yaşama dönmüştü.”39
İzmir
Suikastı’nı
gerçekleştirenler; daha önce 1925 kışında, Ankara’da bir
başka suikast düzenlemişti. “İstanbul’dan
gönderilen ve Terakkiperver Fırka’nın kimi ileri gelenlerince
barındırılan”40
öldürme ekibi, Mustafa
Kemal’in arasıra
uğradığı, “kulüp
binasının önüyle, Çankaya yolu üzerindeki kavşak noktasını
pusu yeri” olarak
saptamıştı. Öldürme eyleminin dışında kalmış bir yönetim
kurulu üyesi,
suikastı duyup durumu Fırka
liderlerine bildirince, “açığa
çıkma korkusu”
eylemi erteletmişti.41
Karşı
Devrimin Sonu
İzmir
Suikastı, bitmeyecek
gibi görünen tutucu karşıtçılığın son önemli çıkışıydı.
Bu aykırı eylemle kendi sonunu da getirmiş oldu. Türkiye’nin
gelişimi için gerçekleştirilecek yeni atılımların önünde
artık, yeraltına çekilen gericilik dışında, ciddi bir güç
kalmamıştı.
Devrimlerin
tamamlanarak özgür ve gönençli bir toplum yaratılması, bu amaca
hizmet edecek devlet örgütünün demokratik ve laik ilkeler
üzerinde güçlendirilmesi, artık açık direnişle
karşılaşmayacaktı. Mustafa
Kemal ve Cumhuriyet
Hükümeti, gerilimli
çatışmalar, ölüm çekinceleriyle dolu savaşımlardan sonra,
bundan böyle daha rahat çalışabileceklerdi.
Halkın
Öfkesi
İzmir’deki
öldürme girişimi, tüm yurtta büyük bir öfke dalgasının
yayılmasına neden oldu. Suikastı
öğrenen halk, o gün sokağa döküldü ve “alçakların
hemen cezalandırılmasını”
isteyen gösteriler yaptı.42
Savcılığın yer gösterme için olay yerine getirdiği sanıkları,
“onları parçalamak
isteyen halkın elinden”
polis güçlükle kurtardı.43
Ülkenin her yerinden ona ve Meclis’e, geçmiş olsun dileklerini
ileten ve “suikastçıları
lanetleyen”
telgraflar gönderildi.
Atatürk,
Suikastın
ortaya çıkışından bir gün sonra, 16 Haziran’da İzmir’e
geldi ve suikastın
yapılacağı otelin önünde bir konuşma yaptı. Kemeraltı
sokaklarını dolduran “insan
seline” karşı
yaptığı bu konuşmada “olayın,
başka yerler varken, düşmandan son kurtarılan şerefli İzmir’de”
ortaya çıkmasından duyduğu üzüntüyü bildirdi; bu tür
“alçakça
girişimler, devrimin kutsal ateşini söndüremeyecektir”
dedi.44
Benzer bir konuşmayı, kendisini ziyarete gelen İzmirlilere karşı
yaptı ve “Ben
ölürsem milletimizin, birlikte yürüdüğümüz yoldan asla
ayrılmayacağına eminim. Bu konuda gönlüm rahat. Düşmanlarımızın
son çırpınış hareketleri, bizim devrim ateşimizi söndüremez”
dedi.45
18
Haziran’da Anadolu Ajansı’na yaptığı açıklamada ise şu
ünlü sözlerini söyledi: “Alçak
girişimin, benim kişiliğimden çok, kutsal Cumhuriyetimiz ve onun
dayandığı yüksek ilkelerimize yönelik olduğundan kuşku
yoktur... Benim naciz (önemsiz) vücudum bir gün elbet toprak
olacaktır. Ancak, Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır
(sonsuza dek yaşayacaktır). Türk milleti, güven ve mutluluğunu
sağlayacak ilkelerle, uygarlık yolunda kararlılıkla
yürüyecektir...”46
DİPNOTLAR
- “Gazi Paşa’ya Suikast” Uğur Mumcu, Tekin Yay., 2.Basım, İst.-1993, sf.7
- “Atatürk” Lord Kinross, Altın Kit., 12.Baskı, İst.-1994, sf.496
- “Bozkurt” H.C. Armstrong, Arba Yay., İst-1996, sf.193
- a.g.e. sf.193
- “Atatürk” Lord Kinross, Altın Kit., 12.Baskı, İst.-1994, sf.496
- a.g.e. sf.296
- “Gazi Paşa’ya Suikast” Uğur Mumcu, Tekin Yay., 2.Basım, İst.-1993, sf.8
- “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, 3.Cilt, Remzi Yay., 8.Basım, İst.-1983, sf.267-268
- “Gazi Paşa’ya Suikast” Uğur Mumcu, Tekin Yay., 2.Basım, İst.-1993, sf. 8
- “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, 3.Cilt, Remzi Yay., 8.Basım, İst.-1983, sf.281
- “Gazi Paşa’ya Suikast” Uğur Mumcu, Tekin Yay., 2.Basım, İst.-1993, sf.26
- “Bozkurt” H.C. Armstrong, Arba Yay., İst-1996, sf.194
- a.g.e. sf.194
- a.g.e. sf.193
- a.g.e. sf.193
- “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, 3.Cilt, Remzi Yay., 8.Basım, İst.-1983, sf.274
- a.g.e. 3.Cilt, sf.275
- a.g.e. 1.Cilt, sf.139
- “Atatürk” Lord Kinross, Altın Kit., 12.Baskı, İst.-1994, sf.502
- a.g.e. sf.502
- “Mustafa Kemal” Benoit Méchin, Bilgi Yay., Ank.-1997, sf. 271-272
- a.g.e. sf.272
- “Türkiye Cumhuriyetinde Tek Parti Rejiminin Kurulması 1923-1931” Mete Tuncay, Tarih Vakfı Yurt Yay., 3.Baskı, İst.-1999, sf.169
- “Gazi Paşa’ya Suikast” Uğur Mumcu, Tekin Yay., 2.Bas., 1993, sf.93 ve 95
- “Mustafa Kemal” Benoit Méchin, Bilgi Yay., Ank.-1997, sf.275
- a.g.e. sf.275
- a.g.e. sf.275
- a.g.e. sf.272
- “Bozkurt” H.C. Armstrong, Arba Yay., İst-1996, sf.198
- “Mustafa Kemal” Benoit Méchin, Bilgi Yay., Ank.-1997, sf.275
- a.g.e. sf.275
- a.g.e. sf.275
- “Atatürk” Lord Kinross, Altın Kit., 12.Baskı, İst.-1994, sf.503
- “Bozkurt” H.C. Armstrong, Arba Yay., İst-1996, sf.191
- “Gazi Paşa’ya Suikast” U.Mumcu, Tekin Yay., 2.Basım, İst.-1993, sf.15
- a.g.e. sf.11
- “Atatürk” Lord Kinross, Altın Kit., 12.Baskı, İst.-1994, sf.499
- “Gazi Paşa’ya Suikast” U.Mumcu, Tekin Yay., 2.Basım, İst.-1993, sf.33-34
- “Bozkurt” H.C. Armstrong, Arba Yay., İst-1996, sf.181
- “Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri IV” Kaynak Yay. 3.Bas., 2001, sf.195
- a.g.e. sf.195
- “Atatürk” Lord Kinross, Altın Kit., 12.Baskı, İst.-1994, sf.497
- “Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri IV” Kaynak Yay., 3.Bas., 2001, sf.196
- “Atatürk” Lord Kinross, Altın Kit., 12.Baskı, İst.-1994, sf.497
- “Tek Adam” Ş.S.Aydemir, 3.Cilt, Remzi Yay., 8.Basım, İst.-1983, sf.270
- “Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti tarihi Kronolojisi 1918-1938” Prof. Dr. U.Kocatürk, TTK, 2.Bas., 1988, sf.458 ve “Tek Adam” 3.C., sf.270
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder