Halkın
örgütlenmesi, Türkiye’de adeta cezalandırılması gereken bir
eylem durumuna getirilmiş, örgüt
sözcüğü yıllarca;
devlet karşıtlığının, yasa tanımazlığın ya da gizli işlerin
göstergesi yapılmıştır. Oysa, halkın zaman yitirmeden
örgütlenmesi ve gelecekte kaçınılmaz gibi görünen ulusal
savunmaya hazırlanması gerekiyor. Halkı
örgütlemek
aydınların görevidir. Aydınlar, önce kendilerini sonra kitleleri
örgütler. Örgütlenmenin okulu yoktur ya da bu işin okulu yaşamın
kendisidir. Tarihsel gerçekler unutulduğu ve yaşamın
gerçeklerinden kopulduğu için, herşey yaşanarak yeniden
öğrenilecektir. Türkiye’de yeni bir ulusal uyanış başlamıştır
ancak ne yazık ki bu uyanış örgütünü yaratmak için işe
sıfırdan
başlamak zorundadır.
Soru:
Türkiye’nin
ana sorunu sizce nedir. Halk nelerden kaygı duyuyor, neleri
tartışıyor?
Metin
Aydoğan: Türkiye,
çoksorunlu
bir ülke durumuna gelmiştir. Ana sorun, bana göre ulusaldır ve
misakı
milli sınırlarının
korunup korunamaması düzeyine gelmiştir. Halkın tartıştığı
konuya gelince; tartışmalar iki konuda yoğunlaşmış durumda.
Gelir düşüklüğü, işsizlik ve yoksulluk ile ülkenin
geleceğinden kaygı. Bunların dışında oldukça geniş bir kesim,
koyu bir karanlık içinde televizyonların ve din
tüccarlarının etkisi
altında. Türk toplumu yoğun bir yoksullaşma ve yozlaşma içinde.
Türkiye Cumhuriyeti, tarihinde gördüğü en tasarlı, en yıkıcı
saldırıyı yaşıyor.
Geçim
güçlüğünden yakınanlar, ücret düşüklüğünden, işsizlikten
sözederken; varsıl ya da yoksul, ülke sorunlarına duyarlı
insanlar gelecekten kaygı duyarak; evlerde, kahvelerinde, arkadaş
toplantılarında, okullarda aynı şeyi tartışıyor, aynı soruyu
soruyor: “Ülkenin
gidişi iyi değil, ne yapmak gerekir”...
Soru:
Soruya
yanıt verilebildi mi?
Metin
Aydoğan: Somut
bir sonuca henüz ulaşmasa da, soruna çözüm olabilecek sağlıklı
yanıt, aynı noktada buluşmaya yönelmiş durumda. Şöyle
özetlenebilir: “Düşünsel
ya da inançsal ayrılıklar, kırgınlık ve kızgınlıklar bir
kenara bırakılmalı, siyasi ayrım gözetmeden ulusal birlik
anlayışıyla bir araya gelinmeli yani örgütlenmeli”.
Bu
sonuç, birçoğumuza yanıtı tam olarak alınamayan soyut bir görüş
gibi gelebilir. Daha elle tutulur bir yanıt bekliyor, varılan
sonucun anlam ve önemi yeterince kavranmıyor olabilir. Ülkenin
geleceği için kaygı duymasına karşın, ne yapılması
gerektiğini bilmeyenler, gözleriyle
görüp elleriyle tutabileceği bir
çıkış yolunu bekleyip, kendilerini işin dışında tutuyor
olabilir. Ulusal bilinç, yeterince gelişip toplumun her kesimine
yayılmamış olabilir. Ülke gerçekten tehlikede olmasına karşın
bu yükselme şimdilik güçlü bir ulusal örgüt yaratamamış
olabilir. Ancak, çıplak gözün gördüğü bir gerçek var.
Türkiye olağan olmayan bir süreçten geçiyor ve çatışma yüklü
bu süreç niteliğine uygun koşulları yaratıyor. İnsanlar istese
de istemese de koşulların gerekli kıldığı davranışlara
yöneliyor ve toplumsal gerçeklik tarafından eğitiliyor. Türkiye,
ulusal varlığın sözkonusu olduğu bir çatışmaya hazırlanıyor.
Soru:
Çıkış yolu ne
olmalıdır?
Metin
Aydoğan: Toplumların
bu tür geçiş dönemlerinde yaşayacağı karmaşa ve çatışmanın
sonucunu belirleyecek ana etmen, kitlesel eylem ve bu eylemi
yönetecek olan örgütlerdir. Toplumsal savaşımda, örgütsüz bir
devinimin başarılı olduğu görülmemiştir. Örgütlü bir halkın
yenilmesi de görülmemiştir.
Halkı
örgütlemek ise
aydınların görevidir. Bilinçli insan demek olan aydınlar, önce
kendilerini sonra kitleleri örgütler. Kitle örgütlenmesinde
ortaya çıkacak halk önderleri, sorunun gerçek sahipleri olarak,
içinden çıktığı halkın tüm kesimlerine ulaşır ve savaşımı
başarıya ulaştırır. Bunlar genel doğrulardır.
Türk
aydını, Atatürk’ün
ölümünden beri yetmiş yedi yıl boyunca, baskı altında
yaşamıştır. Bu gerçek göz önünde tutulduğunda, bugün
yaşanmakta olan aydın
aymazlığını belki
de olağan karşılamak gerekiyor. Ulusal bağımsızlığı amaç
edinerek, örgütlenmeye çalışan ulusçu
aydınlar, bu ülkede
şiddetin hemen her türüyle karşılaşmış ve acı çekmiştir.
Halkın
örgütlenmesi, Türkiye’de adeta cezalandırılması gereken bir
eylem olmuş, örgüt
sözcüğü yıllar
boyu; devlet karşıtlığının, yasa tanımazlığın ya da gizli
işlerin göstergesi yapılmıştır. Halka açık ya da dolaylı
söylenen şuydu: Bu
işlere karışma, yetkililer gereğini yapar, bunlarla uğraşırsan
başın derde girer.
Soru:
Örgütlenmeyle aydınlar
arasındaki
ilişkiyi
biraz açar mısınız?
Metin
Aydoğan: Türk insanının
en yetenekli olduğu ve bugün en çok gereksinim duyduğu eylem
örgütlenmektir. Devlet ve ordu kurmak, bunları yönetmek,
toplumsal düzeni sağlamak, Türklerin neredeyse genlerine işlemiş
bir özelliktir.
Ancak,
sanki gizli bir el ülkemizde birlikte davranmayı önlemeye
çalışmış, bunu büyük bir beceriyle başararak Türkiye’yi
aydınsız
ve örgütsüz
bir ülke durumuna getirmiştir. Ülkenin yaşadığı çekinceli
durum, bu olumsuz sürecin doğal sonucudur. Ülke, geçmişte ezilip
susturulan aydınlarına
muhtaç duruma geldi; uzun yıllar süren aydın
kırımı
nedeniyle ortada aydın
bırakmadı. Türkiye, Atatürk’ün
en tehlikeli sonuç olarak gördüğü duruma düştü ve iç
cepheden çökertildi.
Aydın
denen geniş bir kesim bugün, ulusal çıkarların değil, çok ayrı
şeylerin peşindedir. Geçmişteki baskıyı bilen bir başka kesim,
ürkek ve çekingendir. Konuya duyarlı genç kuşak ise, örgütsel
deneyime ve yeterli bilgiye sahip değildir; ne yapması gerektiğine
karar verememektedir.
Oysa,
halkın zaman yitirmeden örgütlenmesi ve gelecekte kaçınılmaz
gibi görünen ulusal savunmaya hazırlanması gerekiyor. Bu ise,
başarılması güç bir iştir; bilinç kararlılık ve özdeksel
güç gerektirir. Halkın bir araya gelme girişkenliği köreltilmiş,
örgütlü davranmak neredeyse unutulmuştur.
Soru:
Örgütlenme
nasıl öğrenilecek, nasıl uygulanacak?
Metin
Aydoğan: Ulusal
eğitimdeki bozulmanın yarattığı bilinçsiz ortam, geçmişten
özellikle yakın geçmişten ders çıkarılmasını olanaksız
kılmaktadır. İnsana acı veren yalın gerçek, Kurtuluş
Savaşı’nın
ve dayandığı Müdafaa–i
Hukuk
örgütlenmesinin bilinmeyen bir konu durumuna gelmiş olmasıdır.
Örgütlenmenin okulu yoktur ya da bu işin okulu yaşamın
kendisidir. Tarihsel gerçekler unutulduğu için, herşey yaşanarak
yeniden öğrenilecektir. Türkiye’de yeni bir ulusal uyanış
başlamıştır ancak ne yazık ki bu uyanış örgütünü yaratmak
için işe sıfırdan
başlamak zorundadır.
Örgütlenme
konusunda yararlanılabilir sonuçlar çıkarmak için, yalnızca
bugünü değil, yakın
geçmişi ve bu geçmiş
içindeki siyasi gelişmeleri incelemek gerekir. Üstelik bu
inceleme gerek Türkiye’yi gerekse dünyayı kapsamalı, iç ve dış
gelişmeler birlikte irdelenmelidir. Yakın
geçmiş ele alınırken,
uzak geçmiş
de incelenmelidir. Bugün
nasıl yakın
geçmişin sonucuysa,
yakın geçmiş
de uzak geçmişin
sonucudur.
Soru:
Örgütlenmenin sınırı
nedir, bugün ne tür bir örgütlenme gereklidir?
Metin
Aydoğan: Örgütlenmeden
söz edildiğinde pekçok insanın usuna, yönetim savaşımı veren
siyasi partiler gelmektedir. Partiler (iç ve dış egemenlerin
kurdurdukları dışında), sayısız örgüt türü içinde en ileri
ve etkili olan siyasi örgütlerdir. Günümüzde yapıldığı gibi,
dernek kurar gibi üç beş kişinin biraraya gelerek kolayca
oluşturulan etkisiz tabela örgütleri değildir. Kurulup
yaşatılması için; bilinç, birikim ve inanç ister; halka
ulaşmayı gerekli kılar.
Örgüt
ve örgütlenme, yaşamın her alanında varlığını sürdüren,
öncesiz ve sonrasız ilişkiler ağıdır. Tecimsel işletmelerden
orduya, pazaryerlerinden spor etkinliklerine, okullardan
sayrılarevine (hastahanelere) dek insana yönelik her oluşum birer
örgüt, bu oluşumları ayakta tutan her girişim örgütsel
ilişkidir. Bu anlamıyla, en az iki kişinin biraraya gelmesini
örgütsel ilişki saymak gerekir.
Aile,
en küçük
toplumsal örgüttür. Örgütlenelim derken bunun içine kuşkusuz
bu küçük birim
de girmektedir. Örgütlenme kavramı aile için kullanılırsa,
bunun anlamı; kendi içinde bütünlüğü olan, yaşam biçimi ve
törel (ahlaki) yapısı oturmuş, düşünsel birliğe ulaşmış
düzenli bir yapının oluşmasıdır.
Aile
içinde yurtsever bir anlayışın egemen kılınması, bir eğitim
sorunudur ve bu sorun ana ve babanın ödevidir. Çocuklar büyüyüp
bilinç düzeyleri ana ve babayı aştığında bu ödev onlara
geçer. Bu ödevi, eşe dosta, akrabalara dek genişletmek gerekir.
İşte size, çoğu kez önemsenmeyen ancak başarılması gereken
örgütsel bir ilişki. Görüşlerini yakın çevresine bile kabul
ettiremeyen bir kişi, ülkenin esenliğine katkı koyamayan
başarısız bir örgütçüdür.
Kent
ya da köylerde, insanlar çeşitli ilişkiler içindedir. Mahalle
esnafları, komşular, muhtar ya da kahvehane arkadaşları hergün
ilişkide olunan insanlardır. Bu insanlarla, karşılıklı saygıya
dayalı ilişkiler kurmak, ülke sorunlarına yönelik görüş
alışverişinde bulunmak, bilgilendirmek ve düşünce birliğine
ulaşmak örgütsel bir etkinliktir. Ya da örgütlenmenin ilk
adımıdır.
Okullar,
işletmeler ve fabrikalar insanların toplu olarak bulunduğu
yerlerdir. Buralarda, kendini saydırmak ve güvene dayalı ilişkiler
kurmak önemlidir. Her topluluğun doğal bir önderi vardır. Okul
ya da fabrikalarda, yurtseverler doğal önder konumuna
gelmelidirler. Bu gerçekleştirilirse, çok sayıda kişi sendika ya
da parti gibi daha ileri örgütlenmelere götürülebilir.
Yaşadığımız
ortam içinde, çocukluktan yaşlılığa dek zorunlu ve sürekli
ilişkiler içindeyiz. Önemli olan, bu ilişkilerin bilinçli
davranışlarla toplumsal yaşamın düzeyini yükseltecek insanca
ilişkilerinin kurulup korunmasıdır. Bu öncesiz ve sonrasız
sonsuz bir süreçtir. Toplumun kendisi örgütsel bir yapılanma,
toplumsal ilişkiler ise örgütsel etkinliklerdir. Örgütlenmeliyiz
denildiğinde, içinde yaşadığımız ve sürdürmekte olduğumuz
bu denli geniş alandaki çok çeşitli ilişkilerden oluşan
etkinliklerden söz ediyoruz demektir. Bu geniş alanda herkesin ülke
yararına yapabileceği bir şey vardır. İki kişiyi biraraya
getirmekten dernek ve partilere üye olmaya ya da kurmaya dek her
türlü eylem örgütsel bir etkinliktir. Geleceğine egemen olmak
isteyen her birey, kendine uygun örgütsel
çalışmayı sürdürmeli
ve bu yönde çalışmalıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder