Emperyalizmin
Kürtlere olan ilgisi, petrolün öneminin artması ve Ortadoğu’da
zengin petrol yataklarının bulunmasıyla yoğunlaşmıştır.
Bölgeyi denetim altında tutabilmek için, bölgedeki devletlerin
güçlenmesine izin verilmemiş, yörenin geri unsurları bu amaçla
kullanmıştır. Kurtuluş
Savaşı
içindeki gerici ayaklanmalarla, Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki
İslamcı-Kürtçü ayaklanmaların yoğunluğu bundandır.
Emperyalist
Karışma
Kürt
ayaklanmaları, gerek Kurtuluş
Savaşı
süresince ve gerekse, Cumhuriyet döneminin ilk on beş yılında;
Ankara hükümetini uğraştırmış ve kıt olan akçalı
olanakların önemli bir bölümünün bu yönde harcanmasına neden
olmuştur. Ayaklanmaların hemen tümü, emperyalist devletlerle
bağlantılıdır ve dinsel gericiliğe dayandırılmıştır.
Tarihsel
ve toplumsal bir gerçeklik olarak, yüzyıllar boyu birlikte yaşamış
ve iç içe geçmiş olan Türkler ve Kürtler, güçlerini ve
gelecek umutlarını birleştirip, yoksulluktan ve gerilikten
kurtulmaya giriştikleri bir dönemde, birbirlerine düşman edilmeğe
çalışıldı. Ancak, özellikle İngilizlerin bu tasarı (planı),
Kemalizmin
uyguladığı gerçekçi politikalarla bozuldu, bu iki halk, özgür
ve bağımsız bir ulusun eşit haklara sahip yurttaşları olarak
birleştirildi.
Batılı
büyük devletler, Kurtuluş
Savaşı’nda
ve Cumhuriyetin ilk yıllarında uygulamaya çalıştıkları ancak
başarılı olamadıkları Kürt politikasını, hemen aynısıyla
bugün yeniden gündeme getiriyor. Atatürk
döneminde
tam anlamıyla bozulmuş olan bu oyunu, 21.Yüzyılın başında
yeniden oynuyor ve ne yazık ki bu kez daha başarılı oluyorlar.
Devrim ilkelerinin resmi politikadan çıkarılmış olmasının
olumsuz sonuçları, her alanda olduğu gibi bu konuda da etkisini
gösteriyor ve 1930’lu yıllarda çözülmüş olan sorun, izlenen
yanlış politikalar nedeniyle yeniden sorun durumuna geliyor.
Mustafa
Kemal ve Kürtler
Mustafa
Kemal
Kurtuluş
Savaşı’na
başlarken, Misak-ı
Milli
sınırları içinde kalan Kürt unsurların, emperyalizmin ayrılıkçı
yaymacasına (propagandasına) ve maddi çıkar sözverilerine
kanarak, ulusal savaşıma zarar verecek bir davranış içine
girmemeleri için yoğun çaba göstermiştir. Çabası, girişeceği
savaşıma güç katacak bağlaşıklar (müttefikler) bulmak
değildi.
Atatürk,
Kürtleri hiçbir zaman, bağlaşma (ittifak) yapılacak bir dış,
ya da yabancı unsur olarak görmemiştir. O’nun için, Kürtler,
tarihsel, toplumsal ve kültürel olarak, Türk unsurlarla kaynaşmış
çıkarları ve gelecek umutları Misak-ı
Milli
sınırları içinde yaşayan tüm insanlarla birlikte, bağımsız
bir ulusun yaratılmasında saklı olan yerel unsurdur.
Savaşıma
başlarken 15.Kolordu Komutanı Kazım
Karabekir Paşa’ya
gönderdiği yazıda şöyle diyordu: “...
Ben Kürtleri ve hatta öz kardeş olarak bütün milleti bir tek
nokta çevresinde birleştirmek ve bunu bütün dünyaya Müdafai
Hukuk’u Milliye Cemiyetleri aracılığıyla göstermek karar ve
azmindeyim. Esasen milli vicdandan doğan bu kadar büyük başka bir
kuvvet tasavvur edemiyorum...”1
Erzurum
Kongresi Kararları’nın
1.Maddesinde konuya şöyle değinilir. “Doğu
Vilayetleri adını taşıyan, Erzurum, Sivas, Diyarbakır,
Mamuretülaziz (Elazığ),
Van,
Bitlis... bölgesinde yaşayan bütün İslam unsurları,
birbirlerine karşı hürmet ve fedakarlık hissi ile doludurlar ve
ırksal, toplumsal ve çevresel koşullarına saygılı
özkardeştirler.” 2
İsmet
İnönü
Lozan’da
Türkiye adına okuduğu bildiriye; “Türkiye
Büyük Millet Meclisi Hükümeti Türklerin olduğu kadar Kürtlerin
de hükümetidir; çünkü, Kürtlerin gerçek ve meşru
temsilcileri, Millet Meclisi’ne girmiştir ve Türklerin
temsilcileriyle aynı ölçüde ülkemiz hükümetine ve yönetimine
katılmaktadırlar”
der.3
Yurttaşlık
Bağı
Anadolu’da
yaşayan ve Türk ulusunu oluşturan tüm unsurların, birbirlerine
yurttaşlık bağıyla bağlı, eşit ve özgür bireyler
olduklarının kabul ve ilanı, ‘günün gereği olarak’ ortaya
sürülen siyasi bir davranış değildir. Özellikle Türk ve
Kürtlerin birbirlerinden ayrılmaları; gerek kültürel ve tarihsel
oluşum, gerekse yaşadıkları coğrafya nedeniyle olanaksızdır.
Kemalizmin
konuyla ilgili saptamaları içtendir, bilimsel ve toplumsal
gerçeklere dayalıdır.
Mustafa
Kemal
Türk ulusunun tanımını; “Türkiye
Cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk milleti denir”
biçiminde yapmıştır.4
Burada kullanılan ‘Türkiye
Halkı’
tanımı, bilinçli olarak seçilmiştir ve ulusu oluşturan, değişik
etnik kökenden unsurları kapsamaktadır.
Belirleyici
olan unsurun, ulusa adını ve dilini vermesi ise olağan bir
sonuçtur. Önemli olan, ulus bireylerinin her yönden eşit olmaları
ve bu eşitliğin, gerek devletin ve gerekse toplumun bütün
birimlerinde gerçek anlamda yaşama geçirilmesidir.
Fransız
Ulusunun adını Franklar
verdi ancak Fransa Franklardan
başka, Normanlar,
Basklar,
Brötonlar,
Provensaller
vb. gibi birçok etnik yapı ve ırkların karışımından meydana
geldi. İtalyan Ulusu ise adını aldığı İtalyot’lardan
başka Romalılar,
Germenler,
Etrüskler
ve Yunanlılardan
oluştu. Türk Ulusu ise bunlardan çok daha zengin bir etnik yapı
üzerine oturmuştur. Sümerler,
Hititler,
Lidyalılar,
İyonlar’dan
geçerek ve her çeşit Türk boyuyla birleşerek, Çerkezler,
Arnavutlar,
Kürtler,
Türkmenler,
Lazlar’dan
oluşmuştur. Türk ulusunun asal unsuru kuşkusuz ki Türlerdir.
İzmit
Konuşması
Mustafa
Kemal’in
16 Ocak 1923 günü İzmit’te yaptığı konuşmada, Kürt
sorunuyla ilgili dile getirdiği görüşler, o güne dek yaptığı
açıklamalara, verdiği sözlere uygundur ve Türkiye
Cumhuriyeti Devleti’nin
resmi görüşünün temeli niteliğindedir. Vakit
Gazetesi
başyazarı, Ahmet
Emin Yalman’ın,
“Kürt
sorunu nedir?”
sorusuna verdiği yanıtta şunları söylemişti: “...
Bildiğiniz gibi bizim milli sınırlarımızda var olan Kürt
unsurlar, o şekilde yerleşmişlerdir ki, pek az yerde yoğundurlar.
Fakat yoğunluklarını yitire yitire ve Türk unsurunun içine gire
gire öyle bir sınır doğmuştur ki, Kürtlük adına bir sınır
çizmek istersek Türklüğü ve Türkiye’yi mahvetmek gerekir.
Sözgelimi, Erzurum’a kadar giden, Erzincan’a, Sivas’a kadar
giden, Harput’a kadar giden bir sınır aramak gerekir. Ve hatta
Konya çöllerindeki Kürt aşiretlerini de gözden uzak
tutmamak
gerekir. Dolayısıyla başlı başına bir Kürtlük
düşünmektense,
bizim
Teşkilat-ı
Esasiye Kanunu gereğince zaten bir tür yerel özerklikler
oluşacaktır. O halde hangi livanın (Osmanlı’da il ve ilçe
arasında bir yönetim birimi) halkı Kürt ise onlar kendilerini
özerk olarak idare edeceklerdir. Bundan başka Türkiye’nin halkı
söz konusu olurken onları da beraber ifade etmek gerekir. İfade
olunmadıkları zaman bundan kendilerine ait sorun yaratmaları daima
mümkündür. Şimdi Türkiye Büyük Millet Meclisi, hem Kürtlerin
ve hem de Türklerin yetki sahibi vekillerinden oluşmuştur ve bu
iki unsur bütün çıkarlarını ve kaderlerini birleştirmiştir.
Yani onlar bilirler ki bu ortak bir şeydir. Ayrı bir sınır çizmek
doğru
olamaz.”5
“Özerklikten”
Kasıt
Burada
sözü edilen “özerk
yönetim”
tanımını kimi çevreler, ayrımlı bir biçimde yorumlamış ve
Cumhuriyet hükümetlerinin verilen bu söze uymadığını ileri
sürmüştür. Oysa, burada ‘Teşkilat-ı
Esasiye Kanunu’
gereğince oluşturulacak ‘bir
tür yerel özerklik’
sözleriyle anlatılan yerel yönetim biçimi, ırk ve etnik kökene
dayanan ve bu unsurlara özel ayrıcalıklar tanıyan bir biçim
değildir. Böyle bir anlayış, ulusal birliğe büyük önem veren
ve yurttaşlar arasında hiçbir ayrıcalığa izin vermeyen
Kemalizmin
özüne aykırıdır.
Burada
anlatılan, bütün ülkede geçerli olacak biçimde halka tanınacak
yerel yönetimleri oluşturma hakkını, Kürtler de kullanacağı
için, çoğunlukta oldukları yerlerde yerel örgütleri onların
oluşturacak olmasıdır. “Bir
tür özerk yönetimler”
olarak tanımlanan yerel örgütler; belediyeler, belediye
meclisleri, il özel idareleri gibi seçimle oluşturulan devlet
kurumlarıdır.
Şunu
da belirtmek gerekir ki, Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti, bu
açıklamanın yapıldığı 1923’den 1938’e dek tam 15 yıl,
Kürt-İslam ayaklanmalarıyla uğraşmıştır. Büyük çoğunluğu
emperyalizme dayanan bu ayaklanmalar, yalnızca Kürt sorununda
değil, tüm toplumsal yaşamda, demokratik açılımların
gecikmesine neden olmuş ve Cumhuriyet yönetimlerini sürekli olarak
tedirgin etmiştir. Buna karşın, Türkiye Cumhuriyeti Devleti
verilen sözü tutmuş ve katılımcılığa dayanan yerel kurumları
çeşitli desteklerle yaşatmış ve geliştirmiştir.
Kurtuluş
Savaşı’yla Başlayan Ayaklanmalar
Mustafa
Kemal,
Samsun’a çıkıp ulusal savaşımı başlattıktan sonra, Kürt
ayaklanmalarında büyük bir artış görüldü. Ayaklanmaların
çıkış zamanlaması bunların bir merkezden yönlendirildiğini
gösteriyordu. Nitekim 50 yılı aştığı için bugün açıklanmış
bulunan, ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya gizli belgelerinde bu
durum çarpıcı bir biçimde görülmektedir.
Mustafa
Kemal,
durumu bu belgeleri görmeden saptamıştı. Elazığ Valisi Ali
Galip
ve Noel’in
Sivas
Kongresi’ni
basacağı duyumunu aldığında Kongre’de şu konuşmayı
yapmıştı: “İngilizlerin
amacı, para ile memleketimizde propaganda yapmak ve Kürtlere
Kürdistan kurma sözü vererek, aleyhimize ve bize karşı suikast
düzenlemeye yöneltmek olduğu anlaşılmış, karşı önlemler
alınmıştır.” 6
İngiliz
Belgeleri ve Ayaklanmalar
İngiltere’nin
İstanbul’daki Yüksek Komiser Yardımcısı Amiral Webb,
Dışişleri Bakanı Lord
Curzon’a
gönderdiği 19 Ağustos 1919 günlü yazanakta (raporda) şunları
yazıyordu: “Amerika,
Trabzon ve Erzurum’u içine alan bir Ermenistan’ı himaye edecek,
geri kalan dört il ise bir Kürt devleti olarak İngilizler’in
himayesine bırakılıyor.”7
Kürt
aşiret reislerinin nasıl satın alındıklarını ve kime karşı
kışkırtıldıklarını gösteren iki gizli belgeyi, bir başka
İngiliz Yüksek Komiseri Amiral
Calthorpe,
9 Temmuz 1919 ve 21 Temmuz 1919 tarihlerinde hazırlar ve Londra’ya
gönderir:
“Binbaşı Noel (Kürtler
içinde çalışan binbaşı rütbeli bir İngiliz ajanı)
Abdülkadir ve Bedirhanoğulları ile görüştü. Abdülkadir satın
alındığı takdirde güçlük çıkarmaz.”8
“Binbaşı Noel, Kürt şefleriyle görüş birliğine varırsa,
bundan büyük yararlar sağlayacağını söylüyor... Kürtler
henüz Mustafa Kemal’e karşı ayaklanmadı. Noel bunu
başarabileceğinden emin.”9
İngilizler’in,
Kürtleri çıkarları için nasıl kullandığını gösteren
kendilerine ait iki gizli yazanak, o gün olduğu gibi bu gün de
geçerliliğini korumaktadır ve emperyalizmin az gelişmiş ülke
insanlarına bakışını göstermesi açısından ilginçtir. Hohner
imzalı
ve 27 Ağustos 1919 tarihli yazanakta şöyle söylenmektedir: "Kürt
sorununa verdiğimiz önem Mezopotamya’ya verdiğimiz önemdendir.
Yoksa Kürtlerin ve Ermenilerin durumu bizi hiç ilgilendirmez.”10
Öbür
yazanak, 28 Kasım 1919 tarihlidir ve İngiliz ajanı Kindston
kaleme almıştır: “Kürtlere
ne kadar inanmasak da onları kullanmamız çıkarımız
gereğidir.”11
ABD
Görüşü
O
günlerin genç ve istekli yeni emperyalist ülkesi ABD’nin,
İstanbul’a Yüksek Komiserlik göreviyle gönderdiği, İspanya
Savaşına katılmış deneyimli subayı Amiral Bristol;
Kürt sorununun gerçek temellerini, Washington’a gönderdiği, 20
Şubat 1922 tarihli gizli yazanakta ortaya koyar: “...
Şimdi Kürdistan Mezopotamya’nın ünlü petrol yatakları
nedeniyle yabancı entrikalar başladığı için kuşkusuz ciddi
sorunlar yaratabilecektir. İngilizler herhalde, Kürdistan’ı
denetim altına almak için Kürtleri Türklere karşı kullanmak
isteyecektir... Batıdaki savaş Türklerin lehine biterse, Türkler
yetenekli askeri liderlerinin biriyle Kürt sorununa son verebilir.
İngilizler kuşkusuz bu durumu bilmektedir. Gene de Kürt sorunu ile
uğraştığı sürece, Mustafa Kemal’in Musul’a el
koyamayacağını düşünmektedirler. Dolayısıyla Kürtçülük
hareketlerini desteklemektedirler.”12
Mayıs
1919: Ayaklanmalar Başlıyor
Kurtuluş
Savaşı
örgütlenip kalıcı bir güç olmaya başlayınca önce gerici
ayaklanmalar, hemen ardından da Kürt ayaklanmaları ortaya çıktı.
1920 ve 1921 yıllarında irili ufaklı tam 60 gerici ayaklanma oldu.
Bandırma,
Gönen,
Susurluk,
Kirmasti,
Karacabey,
Biga,
İzmit,
Adapazarı,
Düzce,
Hendek,
Bolu,
Gerede,
Nallıhan,
Beypazarı,
Bozkır,
Konya,
Ilgın,
Kadınhanı,
Karaman,
Çivril,
Seydişehir,
Beyşehir,
Koçhisar,
Yozgat,
Yenihan,
Boğazlıyan,
Zile,
Erbaa,
Refahiye,
Zara,
Viranşehir
bu ayaklanmaların bir bölümüydü.13
Mustafa
Kemal,
Samsun’a çıkmadan bir hafta önce 11 Mayıs 1919’da, ilk Kürt
ayaklanması başladı. Midyat’ın
güneyindeki aşiretlerin reisi olan Ali
Batı,
Kürt devleti kurmak üzere ayaklandı. Üç ay süren ayaklanma, 19
Ağustos 1919’da bastırıldı.
Ankara
Hükümeti’nin kurulmasından sonra arka arkaya patlak veren Kürt
ayaklanmalarının ilki Koçgiri
Ayaklanması’dır.
135 köye yayılmış olan Koçgiri aşireti, Yunan ordusunun
Bursa’dan saldırıya geçmesinden iki hafta önce, saldırıya
destek olurcasına, 6 Mart 1921 günü ayaklandı.
Bunların
da amacı bir Kürt devleti kurmaktı. Oysa Mustafa
Kemal,
bu aşiretin ileri gelenlerinden Alişan
ile Sivas’ta görüşmüş ve onu milletvekili adayı göstermişti.
Ayaklanmanın çıktığı günlerde Türkiye
Büyük Millet Meclisi’nde
72 Kürt milletvekili vardı.14
Ayaklanma yaklaşık üç ay sonra 17 Haziran 1921’de bastırıldı.
Musul
ve Nasturiler
Musul’un
kime kalacağı tartışmalarının olduğu günlerde, İngiltere
Musul
sorununun ele alınması için Milletler Cemiyetine (dönemin
Birleşmiş Milletleri) başvurdu. Bundan bir gün sonra, 7 Ağustos
1924’de Nasturi
Ayaklanması
başladı. İngilizler; Erbil,
Kerkük
ve Rewanduz
bölgelerinde silahlandırdıkları Nasturileri
(bölgede yaşayan bir Hıristiyan topluluğu) Hakkari bölgesinde
ayaklandırdı.
Ayaklanma
28 Eylül 1924’de bastırıldı ve ayaklanmacılar İran’a kaçtı.
Musul’u
denetimi altına almak isteyen İngilizler bu ayaklanmayı tasarlı
(planlı) ve örgütlü bir biçimde çıkarmıştı. Milletler
Cemiyeti’nde,
‘Türklerin,
kendi sınır boylarına bile hakim olamadıkları, Musul’u
almalarıyla orayı da istikrarsızlaştıracakları’
yönünde yaymaca (propaganda) yaptılar.
Şeyh
Sait
Nasturi
Ayaklanması’nın
bastırılmasından yaklaşık dört ay sonra, Sunni Şafi
mezhebinden bir Nakşibendi olan Şeyh
Sait,
ayaklandı. Hamidiye alay komutanlarından Mutki aşireti reisi Muşlu
Hacı
Musa,
Mayıs 1923 de Erzurumda, Kürt
Azadı Cemiyeti’ni
kurmuştu.
Şeyh
Sait
bu derneğin üyesiydi. Kürt
Azadi Cemiyeti’nin
1924 yılındaki ilk kongresinde; en geç Mayıs 1925 tarihinde bir
ayaklanma başlatılacağı, gerekli dış yardımın İngiliz ve
Fransızlar tarafından yapılacağı, kongreye katılan delegelere
bildirilmişti. Ayaklanma biraz da rastlantı sonucu saptanan günden
önce, 13 Şubat 1925’te başladı. Türkiye’de düşünülen
demokratik açılımların, zorunlu olarak, gerilemesine neden olan
bu ayaklanma, 3,5 ay süren etkili bir savaşım ile 31 Mayıs 1925
tarihinde bastırıldı.
Şeyh
Sait
ayaklanması,
aynı Nasturi
Ayaklanma’sında
olduğu gibi İngiltere kaynaklıydı ve Musul petrol bölgesinin ele
geçirilmesine yönelikti. Bu durumu açık bir biçimde gösteren
gizli belgelerden birisi de, Fransa’nın Bağdat’taki Yüksek
Komiserliği’nin, Paris’e gönderdiği yazanaktır : “Şeyh
Sait ayaklanması kendiliğinden birdenbire meydana çıkmadı.
Kürdistan dağları yabancıların kışkırtması ve desteği ile
ayaklandı. Ayaklanma işareti İstanbul’daki Kürt yanlısı
çevrelerden geldi. Bu bölgede ortaya çıkan olaylar, İngilizlerin
uğradıkları yenilgiden sonra hiç affetmedikleri Mustafa Kemal’e
ve Ankara’daki Meclise karşı yürüttükleri siyasetin bir
parçasıdır... Kürt ayaklanması bundan daha iyi koşullarda
patlak veremezdi. Ayaklanma, Türklerin Musul üzerindeki iddialarını
araştıran komisyonda, Türklerin kendi topraklarındaki Kürtler
arasında bile huzuru sağlayamadığını gösterecekti.”15
Kürt
ayaklanmaları, Şeyh
Sait Ayaklanması’ndan
sonra da sürdü. 1938’e dek süren bu ayaklanmaların adları ve
tarihleri şöyleydi; Sasan
Ayaklanması
(1925-1937), Ağrı
Ayaklanmaları
(1926-1930), Koçuşağı
Ayaklanması
(1926), Zeylan
Ayaklanması
(1930), Oramar
Ayaklanması
(1930). Cumhuriyetin ilanından sonra meydana gelen bu
ayaklanmalardan başka; Roçkotan
ve Raman
(1925), Biçar
(1927),
Tendürük
(1929), Savur
(1930), Pülümür
Tedip
(yola getirme) eylemceleri (harekatları) meydana gelmiştir.
Dersim’in
Önemi
Dersim
Ayaklanması’nın,
gerek ayaklanmacılar gerekse genç Cumhuriyet açısından ayrı bir
önemi vardır. Kürt olmayan Dersim, Osmanlı’dan beri zorlu doğa
koşulları ve etkin aşiret egemenliğiyle neredeyse, Anadolu’nun
ortasında içine kapanmış ayrı bir ülke gibiydi. Bölgeye tümden
egemen olan aşiretler; vergi vermiyor, askere insan göndermiyor ve
kendi adlarına vergi topluyordu. Sürekli olarak besledikleri özel
silahlı güçleri vardı.
Aşiretçilik
ve göçerlik geçerli düzendi ve bölgenin tek “ekonomik”
eylemi, ticaret değil eşkiyalıktı. Türkiye Cumhuriyeti yasaları
bu bölgeye henüz ulaşmamıştı. Ulusal bütünlüğün
tamamlanması, Dersim halkının, göçerlik ve feodal gerilikten
kurtarılması ve bitmek bilmeyen ayaklanmalara son verilmesi için,
Dersim sorunu çözülmeliydi.
Ankara’nın,
kalıcı bir çözüm bulunması için kararı şuydu: ‘Dersim
sorunu yalnızca askeri eylemlerle çözülemez. Kalıcı bir çözüm
için, toplumsal ve ekonomik önlemlerin alınması gerekmektedir...’
Bu anlayışla yapılacak işlerin tasarlanmasına 1927’de başlandı
ve alınan kararlar bir izlence düzeniyle uygulamaya sokuldu.
Önce,
bölgeyle olan ulaşım sorununu çözmek için yol ve köprüler
yapıldı. Aşiret dışı köylülere toprak verilerek bunların
tarım ve ticaretle uğraşmaları sağlandı. Eğitime özel önem
verildi, ilk elden, Pülümür,
Mazgirt
ve Hozat’ta
bölge okulları açıldı. Aşiretler hakkında araştırmalar
yapıldı. Nüfus ve silah güçleri ile etkinlik alanları, ekonomik
durumları saptandı. Aşiretlerin tüzel kişilikleri kaldırıldı,
bu nitelikteki taşınmazları devletleştirildi.
1935
yılında, 2884 sayılı “Dersim’in
vilayet teşkilatına alınması”
için, bir yasa çıkarıldı. Vali ve komutan yetkilerini
birleştirerek yönetim gücünü arttıran bu yasa ile Dersim’in
adı Tunceli olarak değiştirildi.
Bu
gelişmelerden rahatsız olan ve bölgede yüzlerce yıl neredeyse
eylemli (fiili) bir bağımsızlık içinde yaşayan aşiret şefleri,
tepki göstermekte gecikmedi. 21 Mart 1937’de ayaklandılar. 1938
yılında ayaklanma bastırıldı. Yalnızca Demenan
Aşireti
yüksek dağlara çekilerek 1942 yılına dek direndi.
Sonuçta
Dersim,
Türkiye Cumhuriyeti’nin başka bölgelerinden herhangi bir ayrımı
olmayan yurt parçası durumuna getirildi. Eşkiyalık önlendi ve
Tunceli
kısa sürede, bölgenin okuma oranı en yüksek ve Cumhuriyet
ilkelerine bağlı ili durumuna geldi.
Aşiret
Etkinliği
Kürt
ayaklanmaları, yüz yılı aşkın bir süredir, Ortadoğu’ya
yönelik emperyalist politikaların değişmeyen gereci (malzemesi)
olmuştur. Her türden gericilik, gelişmeye kapalı yerel gelenekler
ve ilkel bir örgütsüzlük içinde yaşayan yöre halkı, sayıları
500’ü bulan aşiretler tarafından ‘tutsak
alınmış’
durumdadır.
Dinsel
gericilikle iç içe girmiş olan bu aşiretler, halkın çok sınırlı
olan gelir kaynaklarına el koyar ve sürekli bir biçimde
birbirleriyle çatışır. Reisleri, aracılığıyla satın
alınmaları, bu yolla da, yöre halkının kandırılmasına alet
edilmeleri kolaydır. Çabuk ayaklanırlar ve kolay yenilirler. Bu
nedenle bölge halkına, sürekli olarak acı ve gözyaşı
vermişlerdir. Bu durum, yalnızca Türkiye’de değil, Irak, İran
ve Suriye’de de böyledir.
Petrol
ve Emperyalizm
Emperyalizmin
Kürtlere olan ilgisi, petrolün öneminin artması ve Ortadoğu’da
zengin petrol yataklarının bulunmasıyla yoğunlaşmıştır.
Bölgeyi denetim altında tutabilmek için, bölgedeki devletlerin
güçlenmesine izin verilmemiş, yörenin geri unsurları bu amaçla
kullanmıştır. Kurtuluş
Savaşı
içindeki gerici ayaklanmalarla, Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki
İslamcı-Kürtçü ayaklanmaların yoğunluğu bundandır.
Mustafa
Kemal’in
Kürt sorunuyla ilgili olarak 1922 yılında söyledikleri bugün,
hiç eskimemiş saptamalardır; “...
Kürt sorunu, karışık, çetin bir sorundur. Şunu dikkate
almalısınız ki, Kürdistan, petrol, bakır, kömür, demir ve daha
başka madenler bakımından zengin bir yöredir. Başta, başlıca
düşmanımız İngiltere olmak üzere, birçokları bu bölgeye göz
koymuş bulunuyor. Burada stratejinin; İran’a, Kafkasya’ya,
Irak’a giden ticaret yollarının da etkisi vardır. İngiltere
Kürtlerin üç devlete ait olmasından yararlanmakta, bunu da bir
koz olarak kullanmaktadır. İngiltere kendi egemenliği altında bir
Kürt devleti kurmak ve bu sayede; İran’a, Kafkasya’ya kumanda
etmek istemiştir. İngiltere eskiden beri Kürt liderlerini satın
almaktadır. Şimdi Kürt liderleri bölünmüş bulunuyor. Kimi
İran’a, kimi İngiltere’ye, kimi de bize bağlıdır...”16
DİPNOTLAR
1 “Atatürk’ün
Tamim, Telgraf ve Beyannameleri”
sf.34
2 “Milli
Mücadelede Erzurum” Cevat Dursunoğlu,
Ankara 1946, sf.160
3 “Lozan
Barış Konferansı Tutanaklar Belgeler”
1.Takım, 1.Cilt, 1.Kitap sf.348-349
4 “Medeni
Bilgiler ve Mustafa Kemal’in El yazıları”
Prof. Dr. Afer
İnan,
1969, Türk Tarih Kurumu Yayını, sf.351
5 “Mustafa
Kemal-Eskişehir-İzmit konuşmaları”
Kay.Yay., 1993, sf.105
6 “Sivas
Kongresi Tutanakları” Uluğ İldemir.
TTK Bas., Ankara-1969, sf.78, ak. Uğur
Mumcu “Kürt-İslam Ayaklanmaları”
Tekin Yay., 19. Bas. 1995, sf.21
7 “İngiliz
Belgelerinde Türkiye” Erol Ulubelen,
Çağdaş Yay., İst. 1982, sf.195 ak. U.Mumcu
“Kürt-İslam Ayaklanması”
Tekin Yay., 19.Bas., 1995, sf.15
8 “İngiltere’nin
Güneydoğu Anadolu Siyaseti ve Binbaşı E.W.Noel’in Faaliyetleri”
Mim Kemal Öke,
Türk Kül.Araş.Ens.Yay., Ankara 1988, sf.24. Hindistan Bak.Arşivi
Belge No: IOR L/PS/11/151 P.23 333 23.04.1919, ak. a.g.e. sf.15-16
9 “İngiliz
Belgelerinde Türkiye” Erol Ulubelen,
Çağdaş Yay.-İst. 1982, sf.193, ak. a.g.e. sf.19
10 “Kürt-İslam
Ayaklanması” U.Mumcu,
Tekin Yay., 19. Bas., 1995, sf.24
11 “İngiliz
Belgelerinde Türkiye” Erol Ulubelen,
Çağdaş Yay., İst. 1982, sf.193-196. Kaynak Özgün belge: 734/488
sf.206 ve 907/609 ak. Uğur
Mumcu “Kürt İslam Ayaklanması”
Tekin Yay., 19.Basım, 1995, sf.24
12 “Amerikan
Gizli Belgeleriyle Türkiye’nin Kurtuluş Yılları”
Milliyet Yay., İst. 1978, sf.160-161, a.g.e. sf.33-34
13 “Genelkurmay
Tarih Encümeni Başkanlığı”,
114 Sayılı Mecmua, ak. Ş.Süreyya
Aydemir, “Tek Adam”
Remzi Kit., 8.Bas., 1981, 2.Cilt, sf.294
14 “Dersim
Tarihi” Nuri Dersimi
(Baytar Nuri) sf.111-113. Eylem Yay., İst., Eylül 1979, ak. Hıdır
Göktaş “Kürtler, İsyan-Tenkil”
Alan Yay., 3.Baskı, 1991, sf.31
15 “Fransız
Dışişleri Bakanlığı Gizli Belgeleri” E.Levant,
(1918-1929 Kürdistan Cause Serisi, Vol 101, sf.21 v.d.) ak. Uğur
Mumcu “Kürt - İslam Ayaklanmaları”
Tekin Yay., 19. Basım, 1995, sf.97
16 “Bir
Sovyet Diplomatının Anıları” Aralof,
Birey Yay., sf. 20
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder