Türk-Kürt
ilişkilerinin
kökeni, Abbasi Devleti’nin bölgede egemen olmasına dek gider.
Gazneli
Mahmut’tan
(988-1030), Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nun kurucusu Tuğrul
Bey’e,
(990-1063), Alparslan’dan
(1029-1072), Anadolu Selçuklularına ve Osmanlı döneminden geçerek
günümüze dek gelir. Türk-Kürt
birlikteliği,
devlet görevlerinde yer almayla sınırlı kalmayan ve toplum
düzeninin her alanına yayılmış kalıcı bir kaynaşmaya
ulaşmıştır. Bu iki halkın insanları, etnik kökenine
bakılmaksızın; tarımdan hayvancılığa, zanaatçılıktan tecime
(ticarete), kent yaşamından göçerliğe dek yaşamın her
alanında, eşit biçimde yer aldılar; benzer değer yargıları,
ortak yönelişler ve aynı dinsel inanış içinde, çok uzun süre
birlikte yaşadılar.
Gönüllü
Birliktelik
Türk-Kürt
ilişkileri;
çok uzun süre birlikte yaşamanın, iç içe geçerek güce
dayanmayan özümlemenin (asimilasyon), gönüllü bütünleşmenin
ve ortak değerlere sahip olmanın tarihi gibidir. Halklar arasındaki
her ilişki özgündür ancak her özgünlüğün aynı zamanda
başkalarıyla benzerlikleri de vardır. Türk-Kürt
birlikteliği
kadar benzeri olmayan bir özgünlüğe, dünya halkları arasında
herhalde rastlanamayacaktır.
Bilinmezliklerle
dolu, binlerce yıllık ortak geçmişe sahip Türkler ve Kürtler,
çok uzun dönemler boyunca, barışçı bir ortam içinde birlikte
yaşayarak birbirleriyle kaynaşmışlardır. Türkleşen Kürtler,
Kürtleşen Türkler vardır, pek çok konuda yaşam ve duygu birliği
içindedirler. Çatışmasız geçen Osmanlı döneminden sonra,
bugün aynı devletin eşit haklara sahip yurttaşlarıdırlar.
Türk-Kürt
ilişkilerinde halka inen bir çatışma ve gerilim yaşanmamıştır.
12.yüzyıldaki birkaç çatışma sayılmazsa, 19.yüzyıla dek,
yani dış kışkırtmanın başlatılmasına dek, 700 yıl barış
içinde yaşamışlardır.
Bugün,
hala tam olarak çözülmemiş olan ve çok eskiye giden, etnik köken
birliktelikleri ya da ayrılıkları ne olursa olsun, Kürtler ve
Türkler son bin yılı birlikte yaşamış ve aynı devletin
yönetimi altında bütünleşmiştir. Anadolu’da yaşayan bu iki
halk, birlikte
yaşamak zorunda kalan iki yabancı unsur
değil, aynı
ulusu oluşturan iki iç unsur haline gelmişlerdir.
Tarihin ve günümüzün yaşanan gerçeği budur.
Yöneten-Yönetilen
Türk-Kürt
ilişkilerini;
ekonomik, sosyal ve kültürel açıdan inceleyip, bu ilişkileri
tarihsel boyutuyla ortaya koymak, konunun uzmanlarınca yapılması
gereken ve herhalde yapılacak olan bir iştir. Konu, yüzeysel de
olsa, yönetim işleyişi açısından ele alınırsa, karşılaşılacak
olan ilk gerçek; son bin yıl içinde, Türkler’in
yöneten, Kürtler’in ise yönetilen
konumda olmalarıdır.
Osmanlı
İmparatorluğu’nda merkezi yönetiminin tanıdığı özerklik
hakkına
bağlı olarak, Kürtler iç işlerinde serbest bırakılmıştır.
Cumhuriyet döneminde ise, özerklik aşılarak yönetimin tümü
herhangi bir sınır konmaksızın başka etnik kökenliler gibi
Kürtlere de açılmıştır.
Kürtlerin Tarihi
Kürtler
günümüzde, Türkiye, Irak, İran ve daha az olmak üzere Suriye ve
eski Sovyetler Birliği topraklarında yaşayan bir halktır. Etnik
kökenleri aynı olmasına karşın ekonomik ve kültürel olarak en
gelişkin olanları, Cumhuriyet yönetiminin sağladığı olanaklar
nedeniyle, Türkiye’de yaşayanlardır.
Kürtlerin
tarihleriyle ilgili görüş birliği yoktur. M.Ö.1000 yıllarında
Türklerle birlikte Orta
Asya’dan
geldikleri, Hint-Avrupa dil kümesine bağlı oldukları ya da
yaşadıkları bölgenin yerleşik
halkı olduklarını
ileri süren görüşler bulunmaktadır.
Yöreden
yöreye hatta köyden köye ayrılıklar gösteren dilleri; Arapça,
Farsça, Türkçe ve Latin kökenli dillerin etkisi altında kalarak
oluşan toplama bir dildir. Karmaşık bir dağılım içindedir.
Kuzey lehçesi Kırmançi,
İran ve Doğu Irak’ta konuşulan Sorani,
bir İran ağzı olan Zazaca,
Iraklı Kakaylar’ın Goranisi,
Türkmenistan
ve Azerbeycan
Kürtçesi,
Irak’ın Süleymanisi,
Mikrisi,
Kuzey Irak’ın Badinan’ı
değişik ve çoğu kez birbirini anlamayan Kürt lehçeleridir.
Çoğunluğunu Türkiye’de yaşayanların oluşturduğu bir kısım
Kürt, fonetik Latin
abecesini
kabul ederken, Irak ve İran Kürtleri Arap
harflerini,
eski Sovyetler Birliği’ndeki Kürtler de Kiril
abecesini
benimsemiştir.
Kürt
Dili
Kürt
dilindeki çeşitliliğin nedeni, toplumsal düzenin uzun dönemler
boyunca, ulusal duygunun gelişmediği aşiret ilişkilerine
dayanması ve Kürt yaşam biçiminin bu ilişkilerce belirlenmiş
olmasıdır. Dil birliğinin sağlanamaması, Kürt topluluklarının
bir araya gelmesini ve Kürtler’in uluslaşmasını
önlemiştir.
Alman
toplumbilimci Prof.Max
Weber
(1864-1920), Kürtçe’nin kökenbilim
(etimoloji)
açısından; “birliği
olmayan”,
“daha
çok Farsî kurallara yatkın”,
“sözcük
karışımı”
bir dil olduğunu söyler. Prof.Fritz
Neumark
ise, Kürtçe’de fiilin ve fiil çekimlerinin bile oluşmadığını
ileri sürer. Ona göre Kürtçede fiiller, daha çok isim olarak
kullanılmıştır.1
Max
Weber,
Kürtler
adlı
yapıtında, Kürtçe için, “Kürt
dili, bir diller karışımı değil, belki bir sözcükler
karışımıdır. Bir millet dili olmaktan çok, göçlerin ve
istilaların etkisi altında zaman içinde oluşmuş bir dildir”
der.2
Petersburg
Akademisi’nin 20.yüzyıl başında yayımladığı ve Ortadoğu
dillerini içeren sözcüklerle derlenen 8307 sözcükten; 3080’i
kök olarak Türkçe, 2000’i yeni Arapça, 1030’u yeni Farsça,
1240’ı eski Farsça (Zend), 370’i Pehlevi, 220’si Ermeni ve
108’i Keldani iken, yalnızca 30’u asıl ve eski Kürtçe’dir.3
Etnik
Köken
Kürtler’in
etnik kökenleri konusunda, tarihçiler arasında görüş birliği
yoktur. Kürt adı Sümer yazıtlarındaki “kar-da-ka”,
Asur tarihindeki (M.Ö.1000) “Kur-ti-e”
gibi aşiret adlarıyla ilişkilendirilmeye çalışılmıştır.
Antik Ege uygarlığındaki “Korduene”,
Roma dönemindeki “Gordoya”
gibi bölge adlarıyla bağlantılama çabaları da vardır. Kimi
tarihçiler, Kürtlerin Karduklular’dan
geldiğini söylemektedir.
Doğu
bilimci Minorski,
Kürtlerin İran asıllı olduklarını ve Urmiye
Gölü
çevresinden Güneye göç ettiklerini ileri sürmüş, bir başka
Doğu bilimci N.J.Marr,
Kürtler’in kökenini Gürcülere bağlamıştır. Bir küme
tarihçi ise, Kürtler’in Orta
Asya’dan
Batıya göç etmiş bir Türk boyu olduğu görüşündedir.4
Kökenleriyle
ilgili ayrımlı görüşlere koşut olarak, Kürtlerin tarihlerinin
başlangıcına ilişkin çok az bilgi vardır. Son zamanlarda,
emperyalist merkezlerin destek ve denetimi altında bulunan kimi
“Kürt
milliyetçileri”,
Kürt tarihi konusunda abartılı ve dayanıksız görüşler ileri
sürmektedirler. Çok sayıda basılıp halka ulaştırılan kitap ya
da broşürlerde, “Kürtlerin
acılı tarihi”
Sümerler’e dek götürülmekte, Hurriler,
Lulubiler,
Urartular,
Mitanniler
hatta Med’ler
bile, Kürtler’in ataları sayılmaktadır.5
Yazılı
Tarih
Kürtler’e
ait bilgiler, Arapların bölgeyi ele geçirdikleri 10.yüzyılda
belirginleşmektedir. Mesudi,
İstahri
gibi yazarlar, Kürt aşiretleri, bunların yaşadıkları yerler ve
yaşam biçimlerine ilişkin bilgi vermişlerdir.
7-10.yüzyıllar
arasında genellikle karıştıkları olaylar nedeniyle adlarını
duyuran Kürtler, o dönemde Mervaniler,
Hasanveyhiler
gibi derebeylikler oluşturmuşlardı. 11.yüzyıl göçleri
sırasında Türkler, bu beylikleri ortadan kaldırdılar; onların
yerini Türk hanedanlar aldı. Karakoyunlu
ve Akkoyunlu
Türkmen devletlerinden sonra bölgede, kısa bir süre Safeviler
(Şah
İsmail)
ve arkasından Osmanlılar (I.Selim-Yavuz)
egemen oldu.6
Kürtler,
Çaldıran Savaşı’ndan sonra (1514) ve kendi istekleriyle,
Türklerle birlikte yaşamayı kabul etti. Kürt kökenli Osmanlı
devlet adamı olan
İdris
Bitlisi’nin
(?-1520) girişimleri sonucu bir araya gelen 25 büyük aşiret
reisi, Osmanlı buyruğu altına girmeye karar verdi. Bitlisi,
I.Selim’in
(Yavuz)
isteği doğrultusunda 40 bin Alevi öldürerek bölgeyi
Türkmenlerden arındırdı, buna karşılık Padişah, yönetimi
altına giren Kürt aşiretlerine, geniş haklar içeren özerklik
verdi. Türk-Kürt ilişkileri, bu olaydan sonra yaklaşık 300 yıl
süren, çatışmasız bir döneme girdi.
Erime
Eritme
Türkler’le
Kürtler arasında, uzun geçmişe dayanan ilişkiler, 11.yüzyıldan
sonra yoğunlaşmaya başladı. 12. yüzyılda, yeni bir göç
dalgasıyla Anadolu’ya yönelen Türkmenler,
büyük kümeler halinde Musul,
Rakka
ve Urfa’ya
yerleşmeye başladılar. Önlenemeyen göç ve yerleşimler, Anadolu
Selçukluları’nı olduğu kadar, yörede yaşayan Kürtleri de
rahatsız etti.
C.Cahen’in
“genişleme
içinde bunalım”7
adını verdiği bu gelişme nedeniyle, Türkmen-Selçuklu
çatışması yanında, oldukça yeğin bir Türkmen-Kürt
çatışması daha
ortaya
çıktı. Prof.Faruk
Sümer’in,
“kartallarla
leyleklerin savaşı”na8
benzettiği
çatışma (1185), kısa bir süre içinde, Musul ve Cizre’den
Suriye, Malatya, hatta Azarbeycan’a dek yayıldı ve Kürtler’in
yenilgisiyle sonuçlandı. Adlarını önderlerinin adından alan
Rüstem
Türkmenleri
ile Kürtler arasındaki bu çatışma, ilk ve o boyuttaki tek büyük
Türk-Kürt çatışmasıdır.
Tarihsel
Köken
Türk-Kürt
ilişkilerinin
kökeni, Abbasi Devleti’nin bölgede egemen olmasına dek gider. Bu
devletin yönetiminde, özellikle ordusunda belirleyici güç
durumuna gelen Türkler, Doğan
Avcıoğlu’na
göre, “Türkler
gibi savaşkanlıklarıyla tanınan”9
Kürtler’le, çok önceden tanışmışlar ve onlara “iyi
askerler”
olarak “İslam
ordularında”
görev vermişlerdi.
Gazneli
Mahmut
(988-1030) ve Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nun kurucusu Tuğrul
Bey
(990-1063), ordularında “Kürt
askerler kullanmıştı”.
Alparslan
(1029-1072), Anadolu’nun fethinde büyük önem taşıyan Malazgirt
Savaşında
“Kürtler’den
önemli destek görmüştü.”
Alparslan’dan
sonra başa geçen Melik
Şah
(1055-1092), amcası Kavurd’la
giriştiği yönetim savaşımında, Kürt askerlerin desteğini
alarak başarıya ulaşmıştı. Selçuklu hükümdarlarının
hizmetinde paralı askerlik yapan ve bir Kürt aileden gelen
Selahaddin
Eyyübi’nin
(1137-1193) ordusu, Türkler’den oluşuyordu ancak bu orduda,
önemli sayıda Kürt askeri de vardı.10
Büyük
Selçuklular
ve Karakoyunlular
döneminde, yöredeki Kürt aşiretleri, bu iki Türk Devleti’yle
uyumlu birliktelikler oluşturdular. Selçuklu ordusunda paralı
asker olan ve Suriye’ye vali atanan Kürt kökenli Eyyüp
bin Şadi
(12.yüzyıl) (Selahaddin Eyyübi’nin babası), 3.Haçlı Seferinin
başlamasıyla Haçlılar’a
karşı Suriye’nin birliğini sağladı ve Eyyübi
Devleti’ni kurdu.
Eyyüp
bin Şadi,
Selçuklu hükümdarlarının hizmetinde bulunmayı gelenek haline
getiren bir Kürt ailedendi ve kurduğu devletin asker ve
bürokrasisinin hemen tümü, Türkler’den oluşuyordu.
Karakoyunlular;
Câkirlu,
Ayinlu,
Süleymanî,
Zırkî
ve Mahmudî
gibi
Kürt aşiretlerini, toplumun asal unsuru saymış, devlet
kadrolarını onlara açık tutmuştu. Aynı tutumu, Anadolu
Selçukluları, Osmanlılar ve ardından Türkiye Cumhuriyeti Devleti
de sürdürmüş; Türk-Kürt
kaynaşmasını
pekiştiren bu uygulama, sekiz yüz yıl süren bir gelenek halinde,
devlet işleyişine yerleşmiştir.
Kalıcı
Kaynaşma
Türk-Kürt
birlikteliği,
devlet görevlerinde yer almayla sınırlı kalmayan ve toplum
düzeninin her alanına yayılmış kalıcı bir kaynaşmaya
ulaşmıştır. Bu iki halkın insanları, etnik kökenine
bakılmaksızın; tarımdan hayvancılığa, zanaatçılıktan tecime
(ticarete), kent yaşamından göçerliğe dek yaşamın her
alanında, eşit biçimde yer aldılar; benzer değer yargıları,
ortak yönelişler ve aynı dinsel alışkanlıklar içinde, çok
uzun süre birlikte yaşadılar.
Geçmişte,
birçok Türk beyi, Kürtler’in çoğunlukta olduğu bölgelerde
beylikler kurarak yöreyi Türkleştirdi. İlerki dönemlerde kimi
Türkmen boyları Osmanlı baskısından kurtulmak için, Kürtçe
öğrenip kendilerini Kürt gösterdiler. 11. ve 12.yüzyıllarda
başlayan karşılıklı etkileşim, Anadolu’nun Türkleşme
sürecine zarar vermedi, Kürtler’in rahatsız olacağı bir sonuç
yaratmadı. Bugüne dek gelen uzun süreç içinde, Türkler’le
Kürtler, bin yıllık beraberliğin yarattığı kaynaşma ile iç
içe geçerek barışçı bir ortam içinde yaşadılar.
Kaynaşmanın
Boyutu
Türk-Kürt
kaynaşmasını gösteren çok sayıda örnek vardır. Üzerinde
yeterince çalışılmamış olan bu konu, tarihçilerin ilgisini
bekleyen işlenmemiş bir alan durumundadır. Türk-Kürt
kaynaşmasına
örnek olabilecek gelişmeler, yalnızca başlık olarak yazılsa
bile, karşımıza uzun bir liste çıkar. Burada, okuyucuya konuyla
ilgili genel bir yaklaşım sağlayacak birkaç örnek vermekle
yetinilecektir.
Revadi
Kürtleri’nden
Tebriz egemeni Ahmedil,
Selçuklu emiridir. Ölünce yerine özgürlüğünü geri verdiği
(azatlığı) Türk kölesi Aksungur
geçmiş ve oğullarıyla birlikte onun hanedanlığını
sürdürmüştür.11
Türkmen boylarından Saluroğulları,
Kıfcakoğulları,
Berçemoğulları
ve Avşar
Şumlaoğulları
Kürtler’in yaşadığı bölgelerde beylik kuran Türk boylarıdır.
Türkmen
Sungurluların Atabeyler
Devleti, Kürtler ve Kürtler’e yakın Lur,
Şul,
Şabankare
topluluklarıyla iç içedir. Erbil’de, Türk Beğ-tigin
boyu, ünlü Gökbörü’nün
hükümdarlığında güçlü bir beylik kurar. Bu beylik yerel
halkla o denli bütünleşir ki, kimi Kürt tarihçileri, kesinlikle
Türk olan Beğ-tigin
beyliğini, aynı Berçemoğulları
gibi Kürt sayarlar. Güneydoğu ve Doğu Anadolu’da başka Türk
beylikleri de kurulur. Mardin’de Hınıs-ı
keyfa,
Silvan’da Artukoğulları,
Diyarbakır’da İnaloğulları,
Harput ve Muş’ta Çubukoğulları,
Bitlis’te Togan-Arslanoğulları
ve Erzurum’da Saltukoğulları,
Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da o dönemde kurulmuş Türk
beylikleridir.12
Kürt
tarihi Şerefname’ye
göre (Şerefname’yi, Osmanlı Devleti’nin Bitlis emiri yaptığı,
annesi Türk olan ve Safevi sarayında yetiştirilen Şeref
Han
(1543-1604) yazmıştır)13,
Melkışî
adı verilen Çemişkezek
Kürt beyleri, Türk olan Erzurum Saltuklular’ın
soyundandır. Bölgedeki Türk-Kürt kaynaşmasıyla ilgili çok
sayıda örnek verilen Şerefname’de,
Çemişkezek
konusunda şunlar yazılıdır. “Çemişkezek
beylerinin adları, onların Türkler’in çocuklarından ve
torunlarından olduklarının bir başka kanıtıdır. Çünkü bu
adların hiçbirinin Kürt ya da Arap adıyla bir ilgisi yoktur.”14
Yine Şerefname’ye
göre, Buldukanî
diye anılan Eğil
Kürt
beyleri, Türk Emir
Bulduk
soyundan gelir. Palu
ve Çermuk
Kürt beyleri de Türk’tür. Gelbaği
beyleri, bir Kürt reisine “damat
olup onun yerine geçen”,
Ustaçlu
Türkleri’nden Abbas
Aka’nın
soyundan gelir.15
Selçuklular
ve “Kürdistan” Tanımı
Türk
kökenli Kürt beylikleri konusunda araştırmalar yapan Rus tarihçi
B.Nikitin
“Kürtler”
adlı yapıtında; “Kürt
yıllıkları karıştırıldığında, kullanılmış olan Türk ad
ve unvanlarının sayısının çokluğu hayretle görülür”
der.16
“Kürtlerin
yurdu”
ya da “kürdistan”
olarak anılan bir bölge adı, Selçuklu Sultanı Sancar’a
dek, hiçbir kaynakta geçmez. Sancar,
yeğeni Süleyman
Şah
için Hamedan
bölgesinde
bir eyalet oluşturur ve buraya “kürdistan”
adını verir; ilk kez Sancar’ın
getirdiği bu tanım, o günden sonra kullanılmaya başlanır.17
Arap
tarihçiler; Kürtler
için Ekrâd,
Türkler için ise Etrâk
sözcüklerini kullanırlar. Her iki sözcüğün de Araplar için
anlamı, etnik köken anlatımından daha çok, göçebeliğe dayanan
yaşam biçiminin tanımlanmasıdır. Sözcükler arasındaki
benzerlik, aynı zamanda, etnik ayrılığı örten bir yakınlığı
ifade eder. Arap düşününde Türk-Kürt ilişkisi konu
edildiğinde, bu ilişki, sözcük benzerliğinin ötesine geçer.
Birlikteliğin
Getirdikleri
Toplumlararası
ilişkilerde karşılıklı etkileşim, tarihin her döneminde olduğu
gibi günümüzde de süren ve yalnızca göçebe ilişkilerinde
değil, tümüyle yerleşik duruma gelen toplumlarda da görülen,
yadsınmaz bir gerçekliktir. İlişki içindeki toplumlar arasında,
ilişkinin niteliğine uygun olarak, karışmalar,
kaynaşmalar
ve birbiri içinde erimeler
in
oluşması kaçınılmazdır. İlişkiler süreci içinde daha az
gelişkin topluluklar, gelişkin olanın içinde erimeye
başlar. Bu eriyiş,
aynı zamanda bir eritiş
sürecidir.
Bu karmaşık süreç içinde, bir topluluk eski kimliğini tümüyle
yitirse bile, eridiği topluma birçok yeni öğe katar.
Kendiliğinden
oluşan bu kaynaşma, bir doğal özümleme
(asimilasyon) olgusudur; zora dayanmadığı sürece, uygarlığın
gelişim göstergesidir. Toplumlar bu gelişime bağlı olarak ve
sürekli bir değişkenlik içinde, yenileşip olgunlaşırlar.
Toplumsal birliğin çağdaş karşılığı olan uluslaşma,
tarihsel dayanaklarını, ruh ve anlayış birlikteliği oluşturan
bu olgunlaşma içinde bulur. Ulusa adını vererek üst kimliği,
toplumsal kaynaşma içinde daha gelişkin ve güçlü olan unsur
verir. Ancak bu biçimde oluşan ulus birliği; kan, ırk ya da din
birliğinin öne çıktığı bir toplum biçimi değil; dil, toprak,
kültür ve ekonomik çıkar birlikteliğine dayanan demokratik bir
yapıdır.
Ulus
Devlet Birlikteliği
Kürt-Türk
birliği, günümüzde, somut karşılığını ulus-devlet
örgütlenmesinde bulan, ileri bir düzeye ulaşmıştır. Ulus
oluşumunda üst kimliği, doğal ve zorunlu olarak Türkler
oluşturmuştur ancak bu oluşum, belki de başka hiçbir toplumda
görülemeyecek denli, uzun geçmişli gönüllü birlikteliklere
dayalıdır.
Birlikte
yaşamanın yarattığı ortak duygu ve çıkar birliktelikleri,
toplumsal alışkanlıklar, kalıcı bağdaşıklıklar ve akrabalık
ilişkileriyle, Türk
ve Kürt
unsurlar, bugün o denli iç içe girmiştir ki; Batının büyük
para ve çaba harcayarak sürdürdüğü yüz elli yıllık bölünme
girişimi, bu birlikteliği hala çözebilmiş değildir.
Mustafa
Kemal Atatürk,
Türk-Kürt
kaynaşması
konusunda, değişik konuşma ve yazışmalarında görüşlerini
açıklamıştır. Bu açıklamaların birinde, 16 Ocak 1923
tarihinde İzmit’te halka yaptığı konuşmada şunları
söylemiştir: “Bilindiği
gibi, milli sınırlarımız içinde yaşayan Kürt unsurlar, o
biçimde yerleşmişlerdir ki, pek az yerde çoğunluktadırlar.
Çoğunluklarını yitire yitire ve Türk unsurunun içine gire gire
öyle bir sınır oluşmuştur ki, Kürtlük adına bir sınır
çizmek istesek, Türklüğü ve Türkiye’yi mahvetmek gerekir.
Sözgelimi, Erzurum’a kadar giden, Erzincan’a, Sivas’a kadar
giden, Harput’a (Elazığ y.n.) kadar giden bir sınır aramak
gerekir... Türkiye’nin halkı konu edilirken onları (Kürtleri
y.n.) da ifade etmek gerekir. İfade olunmadıkları zaman, bundan
kendilerine sorun yaratmaları daima mümkündür. Şimdi Türkiye
Büyük Millet Meclisi, hem Kürtler’in hem de Türkler’in yetki
sahibi milletvekillerinden oluşmuştur ve bu iki unsur bütün
çıkarlarını ve kaderlerini birleştirmiştir...”18
DİPNOTLAR
1 “Tek
Adam” Ş.S.Aydemir,
Remzi Kit., 8.Baskı, İst.-1981, 3.Cilt, sf.213
2 a.g.e.
sf.213
3 a.g.e.
sf.213
4 Ana
Britannica, Ana Yayıncılık A.Ş. 20.Cilt, sf.132
5 “Kürt
Kökeni, Büyük Boylar”
Welatê
Torî-Nergıza Torî,
Koral Yay., 1991
6 Büyük
Larousse, Gelişim Yay., 12.Cilt, sf.7285
7 “Türklerin
Tarihi” Doğan Avcıoğlu,
5.Kitap, Tekin Yay., 1996, sf.1966
8 a.g.e.
sf.1966
9 a.g.e.
sf.2030
10 a.g.e.
sf.2030
11 a.g.e.
sf.2030
12 a.g.e.
sf.2031
13 Büyük
Larousse, Gelişim Yay., 18.Cilt, sf.11052
14 “Şerefname”
Bozarslan çevirisi, sf.208; ak. Doğan
Avcıoğlu,
“Türkler’in
Tarihi”
Tekin Yay., 1996, 5.Kitap, sf.2031
15 a.g.e.
sf.2031
16 “Les
Kurdes”
B.Nikitine,
sf. 183; ak. Doğan
Avcıoğlu
“Türklerin
Tarihi”
Tekin Yay., 5.Kitap 1996, sf.2032
17 “Türklerin
Tarihi”
Doğan
Avcıoğlu,
Tekin Yay., 5.Kitap 1996, sf.2032
18 “Mustafa
Kemal Eskişehir-İzmit Konuşmaları”
Kaynak
Yay., 1993, sf.105
Sayın hocam elinize sağlık paylaşımınız için lakin yazınızın bazı bölümlerinde, delil ve kanıt eksikliği bulunmaktadır.Mesela malazgirtten girmiş abbasilerden çıkmış, yazınızın bir bölümünde "karakoyunluları" kürt aşireti olarak göstermiş, bir diğerinde Türk devleti olarak göstermişsiniz. Bu paylaşımda çok büyük kanıt eksikliği var ayrıca,
YanıtlaSilKarakoyunlular ya da Karakoyunlu Devleti, (Azerice: Qaraqoyunlu dövləti, Farsça: قره قویونلي) başkenti Tebriz olan ve 1380-1469 yılları arasında bugünkü Doğu Anadolu, Güney Kafkasya, Azerbaycan ve Kuzey Irak topraklarında egemenlik sürmüş Oğuz Türklerinin kurmuş olduğu bir devlet.
Umarım yorumumu yayınlarsınız.