Kıbrıs
konusunun geldiği noktayı anlamak ve gideceği yönü görmek için
konuyu geçmişiyle ele almak, günümüz koşullarını görmek ve
bu bütünlük içinde yorumlamak gerekir. Türklerin, Balkanlardan
ve Ege adalarından Anadolu’ya çekilmesi, Kurtuluş Savaşı’yla
kurulan Cumhuriyet’in temel yaklaşımları, İkinci Dünya Savaşı
sonrası politikaları, AB süreci ve ekonomik çöküntü göz önüne
getirildiğinde karşımıza ürkütücü bir tablo çıkmaktadır.
“Tarih
tekerrür eder”
özdeyişi tarihten ders alanlar için doğru değildir. Ancak,
tarihten ders almayanlar ve ulusal bilincini yitirenler için “tarih
tekerrür”
eder. Girit’i bilmeyen Kıbrıs’ı kavrayamaz, Kurtuluş
Savaşı’nı
anlamayan bağımsızlığın önemini bilemez; bu nedenle de her
zaman yitiren yan olur. Batının çözümlerini kurtuluş gibi
görmek, ulusal hakları yitirmeyi peşin olarak kabul etmekten başka
bir anlama gelmez.
Girit’i
Anımsamak
Türkler,
Kıbrıs’tan 98 yıl sonra 1669’da Girit’i ele geçirdi. O güne
dek Girit’i elinde bulunduran Venedikliler Kıbrıs’ta olduğu
gibi Hıristiyan halka o denli baskı uygulamışlardı ki Osmanlı
yönetimi, tarihin her döneminde istilaya uğrayan Giritliler için
adeta bir kurtuluş olmuştu. Girit halkı, kendilerine geniş haklar
tanıyan Türk yönetimi altında tam 152 yıl boyunca, tarihlerinin
en verimli dönemini yaşadı.
1821
yılında Yunanistan’da (Mora) başlayan ve Batılı büyük
devletlerin desteklediği milliyetçi ayaklanmalar etkisini Girit’te
de göstermekte gecikmedi ve Girit yeniden karışıklıklar ve
acılarla dolu yeni bir çatışma dönemine girdi.
Mısır
Valisi Mehmet
Ali Paşa
1822 ayaklanmasını bastırdı. Ancak Giritli Rumlar adanın,
Osmanlı İmparatorluğu’ndan o yıl kopmuş olan Yunanistan
Krallığı’na bağlanması için 1830 yılında yeniden ayaklandı.
Bu ayaklanma ve 11 yıl sonraki 1841 ayaklanması, Osmanlı Devleti
tarafından bastırıldı.
Rumlar
1866 yılında yeniden ayaklandılar ve Girit’in Yunanistan’a
katıldığını ilan ettiler. Ayaklanma bir süre bastırılamadı.
Ancak yüksek yetkilerle adaya gönderilen Serdarı
Ekrem Ömer Paşa
başarılı oldu ve isyanı denetim altına almaya başladı. Tam
isyan bastırılmak üzereyken Batılı büyük devletler devreye
girdiler ve Osmanlı İmparatorluğu’na bir nota vererek Girit’te
uluslararası bir komisyonun kurulmasını istediler. İstek kabul
edilmedi ve adaya olağanüstü yetkilerle Sadrazam Ali
Paşa
gönderildi.
Girit
Nizamnamesi
Batılıların
notası kabul edilmemişti ancak Sadrazam Ali
Paşa’nın
Girit’in yeni yönetim yapısını belirleyen ve adına Girit
Nizamnamesi
(1868) adı verilen kararlarıyla, ada Rumlarına Batılıların
vereceği haklardan belki de daha çoğu verilmişti. Girit, aynı
bugünkü Kıbrıs gibi “görüşmeler”,
“tartışmalar”
ve “ödünlerle”
dolu ve sonuçta adadaki Türk varlığını ortadan kaldıracak bir
sürece girmişti.
Girit
Nizamnamesi,
Girit’in yönetim yapısında yaptığı değişikliklerle ada
Rumlarını görünüşte eşit, ancak eylemsel olarak üstün duruma
getiriyordu. Nizamname,
adayı beş sancağa bölüyor ve sancaklardan ikisinde Türkler,
üçünde Rumlar mutasarrıf (Osmanlılarda il ve ilçe arasındaki
yönetim birimi olan sancakları yöneten devlet görevlisi)
oluyordu. Kaza (ilçe) kaymakamları ise kaza halkının çoğunluğuna
göre belirleniyor, Hıristiyan kaymakamın yardımcısı Müslüman,
Müslüman kaymakamın yardımcısı Hıristiyan oluyordu.
Kaza
ve sancaklarda oluşturulacak idare meclislerine ek olarak kazalarda
üçü Hıristiyan üçü Müslüman altı seçilmiş üye
öngörülüyor, halkın tümünün Hıristiyan olduğu yerlerde altı
üyenin tümü Hıristiyanlardan oluşuyordu.
Kaza
meclislerinden ayrı olarak 84 üyeli bir Girit Meclisi oluşturuluyor
ve bu meclis yılda bir kez toplanarak Girit’in genel sorunlarının
karara bağlamasını öngörüyordu. Adada yazışmaların Türkçe
ve Rumca yapılması kabul ediliyor ve Hıristiyanlarla Müslümanlar
arasındaki davalara bakacak olan Karma
Mahkemeler
kuruluyordu.1
1878
Ayaklanması ve Halepa Anlaşması
Giritli
Rumlar, kısa bir süre sonra Girit
Nizamnamesi’nin
koşullarını yeterli görmeyerek Yunanistan’a bağlanmanın
yollarını açacak yeni haklar peşinde koşmaya başladılar ve
Osmanlı İmparatorluğu’nun dış borç faizlerini bile
ödeyemeyecek duruma düştüğü 1878 yılında yeniden
ayaklandılar. 1878 ayaklanmasının sonucu, Girit Rumlarının
amaçları yönünde daha geniş haklar kazandıkları Halepa
Anlaşması
oldu.
Halepa
Anlaşması,
Hanya’nın anlaşmaya adını veren bölgesinde ve Batılı ülke
konsoloslarının önünde imzalandı. Anlaşmaya göre Girit’e beş
yıl süreli bir genel vali atanıyor ve genel vali Hıristiyan ya da
Müslüman olabiliyordu. Genel vali Hıristiyan olduğunda yardımcısı
Müslüman, Müslüman olduğunda ise Hıristiyan oluyordu. Girit
Genel Meclisi 80 üyeden oluşuyor, bu üyelerin 49’u Rum, 31’i
Müslüman oluyordu. Rumca Türkçe gibi resmi dil sayılıyor,
Osmanlı kağıt parası kullanımdan kaldırılıyor ve basın
üzerindeki tüm kısıtlamalar kaldırılıyordu.2
1897
Ayaklanması ve Yunan Çıkarması
Rumlar
Halepa
Anlaşması’nın
koşullarını da yeterli görmedi ve sürekli duruma getirdikleri
yeni hak istemlerini ve bu istemlere uyan eylemlerini sürdürdü.
1897 yılında çatışmalar yeniden alevlendi ve Yunanistan’ın
kışkırtmasıyla adada Türklere yönelik çete eylemleri arttı.
Yunanistan, önceki anlaşmaları hiçe sayarak Girit’e 1500
kişilik askeri güç çıkardı ve asker çıkarmakla kalmadı,
Teselya’da Osmanlı sınırına yönelik çete eylemlerine girişti.
Bunun
üzerine Osmanlı İmparatorluğu Yunanistan’a savaş açtı ve
kısa bir süre içinde kesin bir askeri zafer kazandı. Osmanlı
Ordusu Atina’ya doğru ilerlerken Batılı devletler devreye
girdiler ve ateşkes imzalattılar.
Girit’de
İngiltere, Fransa, İtalya ve Rusya himayesinde özerk bir yönetim
kuruldu. Girit’in Osmanlı İmparatorluğu’nun eyaleti olduğu
söylendi (eyalet-i mümtaziye) ancak bu yalnızca görünüşte
böyleydi. Yunanistan Kralı’nın oğlu Georgios,
“Olağanüstü
Komser”
sıfatıyla Girit’deki “özerk”
yönetimin başına getirildi, dört büyük devlet Girit’i işgal
altına aldı.
Askeri
Yengi Yetmiyor
Osmanlı
İmparatorluğu, kesin galip geldiği bir savaşın sonunda Batılı
ülkelerin politik manevra ve dayatmalarıyla Girit’i fiilen
yitirmiş oldu; savaş alanlarında kazanılan yengi, masa başında
yenilgiye dönüştürülmüştü.
Yenilginin
adı 11 yıl sonra kondu ve 1908 Meşrutiyeti’nin ilanından sonra
“Girit
Meclisi”
adanın Yunanistan’a katıldığını ilan etti. Osmanlı devlet
yetkilileri, bugün Kıbrıs konusunda “sert”
ve “kararlı”
açıklamalar yapan kimi politikacılar gibi, olayı “şiddetle”
protesto etti. Ancak bu protestolar sonuca yönelik hiçbir etki
yaratmadı; “Protestocular”,
Balkan savaşlarından sonra Londra
ve Bükreş
Anlaşmaları
ile Girit’in Yunanistan’a ilhakını kabul etti.
Doksan
yıl süren ve Batıya verilen ödünlerle dolu bir süreçten sonra
Girit yitirildi. Onbinlerce Giritli Müslüman Türk, servetlerini
orada bırakarak Türkiye’ye göçtü ve yoksulluk içinde
yaşamlarını sürdürmeye çalıştı.
Kıbrıs’ın
Önemi
Batının
Kıbrıs’a verdiği önem ve bu öneme uygun düşen politik–askeri
davranışlar çok eski bir öyküdür. Kıbrıs’ın Doğu
Akdeniz’deki stratejik konumu, bu adanın tarihin her döneminde
saldırılar ve ele geçirme girişimleriyle karşılaşmasına neden
olmuştur. Suriye, Filistin, Anadolu, Yunanistan ve Mısır
arasındaki ticaret yollarının kavşak noktasında olan Kıbrıs,
Doğu Akdeniz’e egemen olmak isteyen devletlerin, Antikçağdan
beri ele geçirmeyi amaçladıkları bir yer olmuştur. Bu nedenle
Kıbrıs’ın tarihi, yoğun ve sürekli çatışmalarla dolu bir
tarihtir.
Türkler,
Kıbrıs’ı 1571 yılında ele geçirdi. Türklerin Ada’yı
elinden aldığı Venedikliler, Girit gibi Kıbrıs halkı üzerine o
denli ezici bir baskı kurmuştu ki yerli Rum halkı, değişik
dönemlerde Osmanlı padişahlarına gönderdiği gizli elçilerle
kendilerinin “Venedik
zulmünden”
kurtarılmasını istemişti. 1777 yılında adada yaşayan 88 bin
kişinin 47 binini Türkler oluşturuyordu. Kıbrıs’daki Türk
egemenliği, 1878’e dek tam 307 yıl sürdü.
İngilizler
ve Kıbrıs
Kıbrıs’ı
Türklerin elinden almaya yönelen ilk Batılı devlet, o dönemin en
güçlü devleti olan İngiltere oldu. İngiltere Doğu Akdeniz,
Süveyş ve Hindistan ticaret yolunun güvenliğini sağlamak için
Kıbrıs’a kesin bir biçimde gereksinim duyuyordu. Amacını
gerçekleştirmek için Osmanlı İmparatorluğu’nun en güçsüz
anını bekledi.
1838’den
sonra, Tanzimat uygulamalarıyla Türkiye pazarını ele geçirmiş,
ticari ayrıcalıklar elde etmiş ve borçlandırma yoluyla Osmanlı
Devleti’ni akçalı (mali) açıdan çökertmişti. 1874–1875
yılı Osmanlı bütçesinin yüzde 76.5’i dış borç ödemelerine
ayrılmış durumdaydı. 3 Osmanlı devleti, içine düştüğü
akçalı bağımlılık nedeniyle herhangi bir siyasi direnç
gösteremiyordu.
“Geçici”
İşgal
İngiltere,
1875 yılında ortaya çıkan Hersek ayaklanmasını izleyen
uluslararası gelişmelerden de yararlanarak, önce Osmanlı
devletini Rusya’ya karşı korumak ve “Doğu
Akdeniz’de güvenliği sağlamak”
savlarıyla İstanbul’u zorlamaya başladı. Abdülhamit’in
zorlamalara karşıçıkması üzerine bu kez Kıbrıs’a zorla
gireceğini Babıâli’ye bildirdi ve 12 Temmuz 1878 günü, “geçici
olmak koşuluyla”
Kıbrıs’ı işgal etti. Bu “geçici
işgal”
değişik biçimlere bürünerek 1960 yılına dek 82 yıl sürdü.
İngiliz
işgalinin ilk 50 yılı sonrasında adadaki Türk nüfus beşte bire
dek düştü. Kıbrıslı Rumlar, tarihsel düşleri olan
Yunanistan’la birleşme (ENOSİS) isteklerini İngilizlere
ilettiler. Özellikle, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Batılı
Devletlerin hazırladığı “Atlantik
Beyannamesi” nde,
“self
determinasyon”un
(kendi kaderini tayin hakkı) yer almış olması Rumları
ümitlendirmişti. Ancak İngiltere 1947 yılında Kıbrıs’la
ilgili hiçbir statü değişikliğini kabul etmeyeceğini açıkladı.
Kilise
Öncülüğünde Ayaklanma
Kıbrıs
Rumları, İngiltere’nin olumsuz tavrına karşın 1948 Mayısında,
kilisenin öncülük ettiği bir “halk
oylaması”
düzenledi ve yapılan “oylama”
sonucu doğal olarak “ezici
bir çoğunlukla”
“ENOSİS”
çıktı. İngiltere bu oylamayı dikkate almadığı gibi kendi
yönetimine karşı girişilen her eylemi sert biçimde bastırdı.
Yunanistan
1951 yılında NATO’ya katıldı. Bu gelişme Kıbrıs Rumlarını
umutlandırmıştı. Kıbrıs’ın egemenliğinin Yunanistan’a
verilmesi, yani “ENOSİS”
in
gerçekleşmesi durumunda; Yunanistan’ın bir bölgesi durumuna
gelecek olan Kıbrıs’ın doğal olarak NATO’ya gireceğini,
İngilizlerin üslerini koruyacakları için bu gelişmeye onay
vereceğini düşünüyorlardı. Ancak İngiltere bu tür
yaklaşımları kabul etmedi ve Kıbrıs’tan vazgeçmeyeceğini
1953 yılında Yunanistan’a bildirdi.
Grivas
ve Gizli Örgütler
Yunan
tezinin kabul görmemesi Kıbrıs’ta kitlesel gösterilerin
yapılmasına neden oldu ve gizli silahlı örgütler kurulmaya
başlandı. Yunan subayı olarak Yunanistan’ın Anadolu’yu
işgalinde görev alan ve Türk düşmanlığıyla tanınan Albay
Gherghios Grivas,
Başpiskopos Makarios’a
danıştıktan sonra 3
yeraltı gerilla örgütü EOKA’yı (Kıbrıs Savaşçıları
Ulusal Örgütü) harekete geçirdi. 31 Mart 1955 gecesi Kıbrıs’ın
değişik bölgelerinde polis karakolları ve resmi daireler
bombalandı.
Terör
eylemleri yayılırken, Kıbrıs halkı bir bütün olarak
İngiltere’nin sömürgeci egemenliğine karşı direniyor ve
İngiliz hükümeti bu toplu direncin sıkıntısını yaşıyordu.
Ancak her şeye karşın Kıbrıs’tan da vazgeçemiyordu; Kıbrıs’a
gereksinimi vardı. Bu gerçeği Başbakan Anthony
Eden
Avam
Kamarasında
yaptığı konuşmada çok açık olarak şöyle dile getirmişti;
“İngiltere
ve Batı Avrupa’nın Ortadoğu’daki petrol kaynaklarını
koruyabilmesi için İngiltere’nin Kıbrıs’a ihtiyacı vardır.”4
İngiltere’nin
Çözümü
İngiltere’nin
girdiği açmaza bulduğu çözüm, dört yüz yıllık sömürgeci
imparatorluğunun bilinen yöntemi oldu. Ada halkı etnik ayırımlar
üzerinden bölünerek birbiriyle çatıştırılacaktı. Düşünülen
çatışma için Türk–Rum ayrılığının kullanılması, bunun
için de Türkiye’nin anlaşmazlığın tarafı durumuna
getirilmesi gerekiyordu. Oysa Türkiye’nin o güne dek, Kıbrıs’la
ilgili herhangi bir isteği ve bu isteğe bağlı bir politikası
yoktu.
Adnan
Menderes
hükümeti, politik seçeneklerini Batılı ülkelerin önceliklerine
göre belirlemeyi yerleşik bir tutum durumuna getirmişti. Bu
tutumun doğal sonucu olarak hükümet, İngiltere’nin Türkiye’yi
Kıbrıs sorununa katmak için gösterdiği aşırı isteğin ne
anlama geldiğini göremedi. İngiltere’nin etkinlik kurmak
istediği alanlarda ve sömürgelerde etnik ayrılıklar temelinde
çatışma çıkarmaya dayanan politikası şimdi Kıbrıs’ta
uygulanacak ve Türk–Rum çatışması sağlanacaktı. Bu
çatışmanın özdeksel (maddi) temeli Kıbrıs’ta fazlasıyla
vardı.
Rumlar
Ada’nın tümünde silahlanmış ve ENOSİS için savaşıma
(mücadeleye) kendilerini hazırlamıştı. İngilizlere karşı
yürütecekleri savaşımda Türkleri dikkate bile almıyorlardı.
Türk nüfus onlar için, ENOSİS’ten sonra baskı altına alınarak
Ada’dan uzaklaştırılacak bir azınlıktı.
ENOSİS
ENOSİS’in
Türkler açısından kabul edilmezliği açık bir gerçekti. Bu
açık gerçeğe karşın Türkiye, 1955’e dek herhangi bir önlem
almamış bu konuyu gündemine bile getirmemiş ve hemen hiç
irdelememişti. Kısa ya da uzun dönemli, Kıbrıs Türklerinin ve
Türkiye’nin çıkarlarını savunan bir politikaya ve bu
politikaya uygun hazırlıklara sahip değildi. Bu nedenle Kıbrıs
sorununa, kendi belirlediği ulusal bir politika ile değil,
İngiltere’nin çıkarlarına uygun düşen zaman ve biçimde, bir
oldu bittiyle katılmak zorunda kalmıştı.
Türk
Mukavemet Teşkilatı (TMT)
Türkiye,
Kıbrıs’ta eylemlerini sürdüren EOKA’ya karşı 1958 yılında,
Türk
Mukavemet Teşkilatı’nı
(TMT) oluşturdu. TMT’nin kurulma düşüncesinin, Dışişleri
Bakanı Fatin
Rüştü
Zorlu’ya,
bağlı olarak da İngiltere’ye ait olduğu yönünde kanı ve
savlar vardır (Fatin Rüştü Zorlu 27 Mayıs İhtilali’nden sonra
idam edilmiştir). TMT’nin kuruluşu ve Kıbrıs’a silah
sokulması çok dar bir kadronun bilgi ve kararı ile yapıldı.
1955’den
sonra Türkiye’de Kıbrıs ve Yunanistan, Yunanistan ve Kıbrıs’ta
ise Türkiye karşıtı kitle gösterileri yapıldı. Hükümet
destekli bu yapay gösteriler, özellikle adada yaşayan Türk ve Rum
halkı arasında ağır bir etnik gerilimin oluşmasına yol açtı
ve yüzyıllar boyu birlikte yaşayan iki halk hızla, uzlaşması
olanaksız düşmanlar durumuna gelmeye başladı.
Türkiye’de
“taksim”
düşüncesi oluşurken, Yunanistan’da ENOSİS düşüncesi
pekişti. 1955 yılında 6–7 Eylül olayları ortaya çıktı ve
İstanbul’daki Rum kökenli Türk yurttaşlarının işyerleri
yağmalandı. 27 Mayıs Devrimi’nden sonra kurulan mahkemelerde
Menderes
ve Zorlu,
Kıbrıs’a gönderilmek için ordudan temin edilen silahlar ve 6–7
Eylül olayları için suçlandılar.5
Londra
ve Zürih Anlaşmaları
İngiltere,
1959 yılında Türkiye ve Yunanistan’ı Kıbrıs sorununu görüşmek
üzere toplantıya çağırdı. Kıbrıs’tan herhangi bir temsilci
çağrılmamıştı. İngiltere, Kıbrıslıları Kıbrıs’la
ilgili hiçbir toplantıya çağırmamayı her zaman temel ilke
durumuna getirmişti.
Üçlü
görüşmeler 1959 Zürih ve Londra anlaşmalarının imzalanmasıyla
sonuçlandı. Anlaşmalara göre Kıbrıs, 16 Ağustos 1960’dan
başlamak üzere bağımsız bir cumhuriyet olacak, İngiltere’ye
Ada’nın belli bölgelerinde egemenlik hakları tanınacak, Türkiye
ve Yunanistan Kıbrıs’ta küçük de olsa askeri kuvvet
bulunduracaktı.
16
Ağustos 1960’da kurulan bağımsız Kıbrıs Cumhuriyetinin ilk
Cumhurbaşkanı Makarios,
Cumhurbaşkanı yardımcısı Fazıl
Küçük
oldu. Kabul edilen anayasaya göre, Türklere Kıbrıs’ın yönetim
ve yürütme organlarında yüzde 30 oranında katılma hakkı
tanınmıştı. 1959 Zürih ve Londra görüşmelerinin bir diğer
önemli sonucu, “Kıbrıs’ın
bağımsızlığının korunması”
ve “Kabul
edilen anayasanın uygulanmasını sağlamak üzere”;
Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’yi garantör ülke durumuna
getiren Garanti
Anlaşması’ydı.
İngiltere’nin
yalnız kalması ve Ada’da gördüğü toplumsal tepkinin şiddeti
nedeniyle imzalamak durumunda kaldığı Zürih ve Londra
anlaşmalarının Kıbrıs’ta kalıcı bir barışı
sağlayamayacağı çok açıktı. Kıbrıs’ta çatışmalar ve
kanlı olaylar gecikmedi. İngiltere sömürgeci geçmişine uygun
düşen bir politik manevrayla, hem üslerini korumuş hem de
kendisini çatışmaların hedefi olmaktan çıkarmıştı. Şimdi
çatışacak olan Rumlarla Türkler, çatışmaları “izleyecek”
olan da kendisiydi.
Rum
Saldırıları
İlk
çatışmalar her zaman olduğu gibi, Rumların anlaşmalara,
uluslararası hukuka ve insanlığa uymayan saldırgan
davranışlarıyla ortaya çıktı. Rumlar Anayasa’nın Türklere
verdiği hakları tanımak istemiyor ve yok sayıyordu. Kıbrıs
Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi’nin Türkler’den yana verdiği
kararlar uygulanmıyor ve Rumlar EOKA aracılığıyla sürekli
olarak saldırgan bir tavır içinde oluyorlardı. Rumların gerçek
hedefleri bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti’ni yaşatmak değil,
Yunanistan’la birleşmekti.
1963
yılında Makarios,
Anayasa’yı değiştirmek istediklerini resmen açıkladı. Bu
açıklama sanki Türklere karşı girişilecek genel bir saldırının
işareti gibiydi. Açıklamadan hemen sonra Aralık 1963’de, üç
gün içinde 24 Türk öldürüldü.
Saldırıları
durdurmak için Türk jetleri Ada üzerinde uyarı uçuşları yaptı.
Bir ay sonra (Ocak 1964) Londra’da bir toplantı yapıldı ve
burada Rumlar gerçek niyetlerini açıkça ortaya koydular. Daha üç
yıl önce imzalanmış olan ve bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti’nin
kuruluşuna temel oluşturan Garanti
Anlaşması’nın
kaldırılmasını istediler, Londra toplantısından bir sonuç
çıkmadı.
Rum
saldırıları artarak sürdü. Türk donanması 1964 yılında
Kıbrıs’a doğru yola çıktı, ancak üç gün sonra geri döndü.
Nisan 1964’de Makarios,
tek yanlı olarak Zurich ve Londra anlaşmalarını tanımadığını
açıkladı. Türk Dışişleri Bakanı’nın gerekirse Kıbrıs’a
çıkartma yapabileceğini açıklaması üzerine, ABD Başbakanı
Johnson
Başbakan İnönü’ye
“Bizden
aldığınız silahları Kıbrıs ’ta kullanamazsınız”
biçimindeki ünlü mektubunu yazdı.
Darbeler
1967’de
Yunanistan’da faşist bir darbe oldu ve “Albaylar
Cuntası”
adı verilen bir yönetim kuruldu. EOKA örgütü cuntadan aldığı
destekle Türklere karşı saldırılarını yoğunlaştırdı.
Boğazköy ve Geçitkale köylerine saldırdılar. Türk çıkarma
birlikleri yine Akdeniz’e açıldı, ancak yine geri döndü. Türk
jetleri yine uyarı uçuşları yaptı. 1967 yılında “Kıbrıs
Geçici Türk Yönetimi”
kuruldu.
EOKA’nın
lideri Albay Gherghios
Grivas
1974 başında öldü. EOKA’nın yerine kurulan EOKA-B, Türklere
karşı saldırılarını sürdürdü. EOKA-B tarafından 15 Temmuz
1974 tarihinde, Yunan subaylarının yönetimindeki Ulusal
Muhafız Birlikleri
aracılığıyla bir faşist darbe de Kıbrıs’da yapıldı.
Agrotur
İngiliz üssüne sığınan Makarios,
ABD’ye kaçtı. EOKA-B lideri Nikos
Sampson
Cumhurbaşkanı ilan edildi.
Türkiye,
darbeye karşı Ada’da üsleri bulunan ve Garantör devlet
konumundaki İngiltere’ye duruma karışması için başvurdu ve
doğal olarak reddedildi. İngiltere dilediğini elde etmişti.
Çatışmayı üzerinden atmış, üslerini korumuş ve Rumlarla
Türkleri birbirini kıran düşmanlar durumuna getirmişti.
1974
Çıkartması
Türk
Ordusu’nun Kıbrıs’a çıkartma yapması, hem Nikos
Sampson
cuntasının, hem de Yunanistan’daki “Gizikis
Cuntası”
nın devrilmesine yol açtı. Yunanistan’da General Gizikis’in
yerine Konstantin
Karamanlis,
Kıbrıs’ta Sampson’un
yerine Makarios
Cumhurbaşkanı oldular. Sorunu çözmek için yapılan görüşmelerde
Rumlar, askeri üstünlük kendilerindeymişçesine, 1959 Zurich ve
Londra anlaşmalarına hiç uymayan yeni öneriler getirdiler.
Makarios,
Türklere nüfusları oranında (yüzde 18) toprak verilmesini, bu
toprakların Kıbrıs’ın değişik yerlerinde kantonlardan (yasama
yetkisi olmayan küçük yönetim birimleri) oluşmasını, bu
kantonların merkezi yönetime bağlanmasını istiyordu. Türkler
ise coğrafi esaslara göre iki kümede toplanan bölgesel yönetim
birimlerinin oluşturulmasını istiyordu.
Rumların
istekleri, önceki anlaşmaları yok sayıyor ve üstelik Türkleri
Rum toplumu içinde küçük birimler durumunda hapsetmiş oluyordu.
Böyle bir oluşumda Türklerin kendilerini koruması tam olarak
ortadan kalkıyordu.
Görüşmelerden
doğal olarak bir sonuç çıkmadı ve eylemsel olarak Türklerin
elinde olan topraklarda, 13 Şubat 1975’de Kıbrıs Türk Federe
Devleti (KTFD) kuruldu, Rauf
Denktaş
bu devletin ilk cumhurbaşkanı oldu.
Türkiye’nin
Durumu
Türkiye’de,
Avrupa Birliği’ne aşırı “istekli”
politikacıların yönetimde olması, Kıbrıs’ın Türkiye ve
Türklerden koparılması için Batılılara değer biçilmez
olanaklar sunmaktadır. Türkiye’de halk içinde ulusal direnme
gücünün örgütsüz duruma getirilmiş olması, AB politikalarına
ve bu politikaları uygulamayı görev sayan “Türk”
politikacılarına geniş bir serbest alan yaratmıştır.
Halkın
karar süreçlerine katılması kesin ve saltık (mutlak) biçimde
önlenmiştir; ulusal tepkiler yavaş da olsa oluşmasına karşın
halk henüz örgütlü değildir. Kamuoyu deliksiz bir tekel durumuna
gelen Batı yanlısı medyanın etkisi altındadır. Bu durum,
küresel egemenlik peşindeki güçleri, Kıbrıs “sorununun”
artık kesin olarak çözülme zamanının geldiğine
inandırmaktadır. Gelinen noktanın herkesin anlayacağı açık
anlamı, Türkiye’nin Kıbrıs’tan uzaklaştırılmasıdır.
G8’lerden, Birleşmiş Milletlere, Davos’tan AB’ye,
Pentagon’dan NATO’ya dek hemen tüm uluslararası örgütlerde
konuşulan budur.
DİPNOTLAR
1 Büyük
Larousse Gelişim Yayınları sf.4584
2 a.g.e.
sf.4955
3 “Kıbrıs
Sorunu” Davit Philips,
20.Yüzyıl Tarihi, Arkın Kitapevi, sf.964
4 a.g.e.
sf.965
5 “Aslında
Hiç Kimse Uyumuyordu”
Albay (E) İsmail
Tansu,
ak. Tufan
Türenç “Neler Yapmadık Şu Kıbrıs İçin” Hürriyet
17.11.2001
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder