Batının
Kıbrıs’a verdiği önem ve bu öneme uygun düşen politik–askeri
davranışlar eski bir öyküdür. Kıbrıs’ın Doğu Akdeniz’deki
stratejik konumu, bu adanın tarihin her döneminde saldırılar ve
ele geçirme girişimleriyle karşılaşmasına neden olmuştur.
Suriye, Filistin, Anadolu, Yunanistan ve Mısır arasındaki ticaret
yollarının kavşak noktasında olan Kıbrıs, Doğu Akdeniz’e
egemen olmak isteyen devletlerin, Antik Çağ’dan beri ele
geçirmeyi amaçladıkları bir yer olmuştur. Bu nedenle Kıbrıs’ın
tarihi, yoğun ve sürekli çatışmalarla dolu bir tarihtir.
Türkiye,
Kıbrıs ve Avrupa Birliği
AB’nin
Kıbrıs konusunu ele alıp kararlar üretmesi, sanıldığı gibi
yeni bir olgu değildir. Kıbrıs, AB’nin kuruluşundan özellikle
de 1974’den beri önem verdiği ve Avrupalıların Ortadoğu
politikalarında sürekli ilk sırada yer alan bir konudur. AB’nin
Kıbrıs’a gösterdiği “ilgi”,
her zaman “çok
yakın”
olmuş, ancak bu ilgi, 1995’te kabul edilen Gümrük
Birliği Protokolü’nden
sonra doğrudan Türkiye karşıtı bir politikaya dönüşerek
yoğunlaşmıştır.
Sonu
Gelmeyen İstem
Avrupa
Parlamentosu, Türkiye’nin üyelik başvurusunun reddedilmesinden
bir yıl sonra, 20 Mayıs 1988 tarihinde, Kıbrıs konusunda bir
karar aldı. Türkiye’yi suçlayan ve “Kıbrıs’daki
Durum”
başlığıyla alınan bu kararda şunlar söyleniyordu: “Avrupa
Topluluğuna ortak üye olan bir ülkenin topraklarının (Kıbrıs
y.n.), yine Toplulukla ortaklık ilişkileri içindeki başka bir
ülkenin (Türkiye y.n.) askerleri tarafından yasalara aykırı bir
biçimde işgali, Türkiye ile Topluluk arasındaki ilişkilerin
düzeltilmesi önündeki en önemli engellerden biridir.”1
Avrupa
Parlamentosu, 13 Aralık 1995 tarihinde, Türkiye’nin Gümrük
Birliği Protokolünü
onayladı ve Kıbrıs konusunda oybirliğiyle şu kararı aldı:
“Türk
Hükümeti ve TBMM Kıbrıs’ın bölünmüşlüğüne son vermek
için somut adımlar atmalı ve işgal altında tuttuğu Kıbrıs
topraklarından çekilmelidir.”2
Avrupa
Parlamentosu, bu kararı aldığı günlerde Türkiye’de hemen tüm
politikacılar, iş çevreleri ve medya Gümrük
Birliği’ne
girmenin bayramını yapıyor ve “coşkulu”
açıklamalarda bulunuyorlardı. AP, onayladığı Gümrük
Birliği Protokolü’nü,
AB Komisyonu’nun 9 Kasım 1995 tarihinde hazırlamış olduğu bu
yazanağa (rapora) dayandırıyor ve bu yazanakta şu söyleniyordu:
“GB
’ye sokulmuş bir Türkiye ile Kıbrıs Sorunu daha kolay
çözülür.”3
Avrupa
Parlamentosu, 19 Eylül 1996 tarihinde Kıbrıs’la ilgili şu
kararı aldı: “Avrupa
Parlamentosu, Türk hükümetinden özellikle işgalci askeri
güçlerini geri çekmesini ve Kıbrıs sorununa adil ve
uygulanabilir bir çözüm çağrısında bulunan Birleşmiş
Milletler kararlarını kabul etmesini ve uygulamasını ister.”4
AP’nun
17 Eylül 1998 tarihinde aldığı karar, yine Türk Ordusu’nun
Kıbrıs’tan çekilmesini istiyordu. Karar şöyleydi: “Avrupa
Parlamentosu Türkiye’ye Ada’nın askersizleştirilmesini
sağlamak amacıyla, Kıbrıs’tan askeri güçlerini çekmesi için
somut adımlar atma çağrısında bulunur.”5
AB,
Türkiye’den “Ada’nın
askersizleştirilmesini”
isterken, Kıbrıs Rum kesimi sürekli silahlanıyor, Yunanistan
adalara yasa dışı üsler kuruyordu.
Helsinki
Doruğu ve Sonrası
Kıbrıs’ın
Türkiye karşıtı uluslararası bir sorun durumuna getirilmesinin
dönüm noktası, 1999’daki Helsinki
Doruğu
kararlarıdır. Türk hükümetinin, bu Doruk’da Kıbrıs konusunun
AB gündemine taşınmasını kabul etmesi, Kıbrıs konusunun
Ada’daki Türk halkı ve Türkiye’nin çıkarlarına uygun
düşmeyen bir yola girmesine neden olmuştur.
Türkiye’nin
AB’ye özellikle 1980’lerden sonra gösterdiği “aşırı
bağlanma isteği”
doğal ve kaçınılmaz olarak, Avrupalılara, Kıbrıs konusunu
istedikleri yönde “çözme”
olanağını vermişti. 1974’den sonra Türkiye’ye karşı
uygulanan engelleyimler (ambargolar), 1980 öncesinde iç savaş
durumuna gelen dış kaynaklı politik terör ve ekonomik–mali
yetmezlikler, Asala Terörü, PKK’nın kurulması; hep 1974
yılından sonra yoğunlaşmıştır. 1980’den sonra Turgut
Özal’ın
tam üyelik başvurusu ile Türkiye’nin AB üyeliği için her
türlü ödünü verebilecek yöneticilere sahip olduğunun ortaya
çıkması üzerine Kıbrıs, AB belgelerinde daha çok dile
getirilmeye başlanmıştır.
Helsinki’de
Kıbrıs’ı ele alan 9.başlam (madde) şöyleydi: “AB
Konseyi, politik bir çözümün Kıbrıs’ın (AB’nin
Kıbrıs ’tan anladığı yalnızca Rum kesimidir)
AB’ye katılımını kolaylaştıracağının altını çizer.
Üyelik müzakerelerinin tamamlanmasına kadar kapsamlı bir çözüme
ulaşılamamış olursa Konsey, üyelik konusundaki kararını,
yukarıda belirtilen husus çerçevesinde bir ön şart olmaksızın
verecektir.”6
Söylenenlerin
açık anlamı şuydu: Biz Kıbrıs Cumhuriyeti’nin meşru
temsilcisi olarak kabul ettiğimiz Kıbrıs Rum kesimini AB’ye tam
üye yapacağız. Türkiye olarak işgal ettiğiniz Kıbrıs
topraklarından çekilirseniz istediğimiz bu katılım
kolaylaşacaktır. Kıbrıs’tan çekiliniz...
“Kıbrıs’ı
Rumlar Temsil Eder”
Türk
halkının kafasını karıştıran bu tür söylem ve eylemler yoğun
bir biçimde aralıksız sürerken Avrupa Parlamentosu, Helsinki
Zirvesi’nden iki ay sonra 10 Şubat 2000 tarihinde Kıbrıs’la
ilgili şu kararı aldı: “Türkiye
Kıbrıs Cumhuriyeti topraklarının yüzde 37’sini yasadışı bir
biçimde işgal etmektedir. AB’nin genişleme süreci 31 Mart 1998
tarihinde başlatılmış ve 10 Kasım 1998’de aralarında
Kıbrıs’ın da bulunduğu ilk ülke grubu ile katılma görüşmeleri
başlatılmıştır. Üyelik Ada’nın tümünü kapsamalı ve
Ada’yı bölen anlaşmazlığa barışçıl bir çözümün
bulunması için süreç hızlandırılmalıdır.”7
Avrupa
Parlamentosu, 5 Ekim 2000 tarihinde Kıbrıs konusunda bir başka
karar daha aldı. Türkiye’nin AB’ye tam üye olabilmesi için
Kıbrıs sorununu bir an önce çözmesini isteyen ve Türk
Ordusu’nun işgal gücü olduğunu ileri süren bu kararda şunlar
söyleniyordu: “Kıbrıs
Cumhuriyeti’nin (Rum kesimi) Ada’yı bir bütün olarak temsil
etme hakkına sahip tek devlet olduğu kabul edilmiştir. Kıbrıs’ın
en önemli toprakları 26 yıldır Türkiye tarafından işgal
edilmiştir. Kıbrıs (Rum kesimi) Kopenhag Kriterlerini tam olarak
yerine getirdiği için AB üyeliğine alınacaktır. Bu konuda
Türkiye’nin yapacağı her türlü itiraz, politik ve manevi
açıdan geçersizdir.”8
Bu
karar, AB’nin Türkiye’ye yönelttiği açık bir gözkorkutmaydı
(tehditti). “Anlamı”
şuydu: AB, Kıbrıs’ı Rum adası olarak görmektedir. Ve bu adayı
AB’ye katacaktır. Türk Ordusu işgal ettiği topraklardan çekilip
Türkiye’ye dönmelidir. Dönmezse, yakında AB üyesi olacak olan
Kıbrıs’ı değil, AB’yi işgal etmiş duruma gelecektir.
Sonrasını siz düşünün...
Suçlamalar
AB
parlamentosu, 6 Eylül 2001 tarihinde Kıbrıs’ın AB üyeliğiyle
ilgili “İlerleme
Raporu”’nu
görüşmek üzere toplandı ve Luxemburg’lu sosyalist parlamenter
Jacques
Poos’un
hazırladığı yazanağı görüştü. Türkiye hakkında son derece
ağır suçlamalar bulunan yazanakta, Türk Ordusu Kıbrıs’ta
“işgalci
güç”
olarak tanımlanıyor ve orduyu Ada’da kilise ve manastır gibi
dini alanları tahrip etmekle suçluyordu.
Yazanakta
ayrıca, Kıbrıs’ın AB’ye tam üyeliği için Ada’daki
sorunların çözümünün bir ön koşul olmadığı (sorun
çözülmezse de biz Kıbrıs’ı AB’ye alacağız diyor),
Türkiye’nin “Ulusal
Programı”’nda
Kıbrıs’la ilgili sözlerin kabul edilemez olduğu, Kıbrıs’ın
AB üyeliğine karşın Ankara’nın Kuzey Kıbrıs’ı ilhak
etmesi durumunda Türkiye’nin AB şansının kalmayacağı
açıklanıyor ve bu yazanak 31’e karşı 504 oyla kabul
ediliyordu.9
Silahla
Korkutma
Türkiye’yi
Ulusal Güvenlik Stratejisi’ne birincil tehlike olarak koyan
Yunanistan’da, 10 Ekim 2001 tarihinde Savunma Bakanı aracılığıyla,
“stratejisine”
uygun düşen bir açıklama daha yapıldı. Yunanistan Savunma
Bakanı Yannus
Papandoniu,
Ta
Nea Gazetesi’ne
verdiği demeçte şunları söyledi: “Kıbrıs’ın
AB’ye giriş saati geldiğinde Türkiye’nin tehditleri karşısında
Yunan Silahlı Kuvvetleri hazır olacaktır. Kıbrıs’la Yunanistan
arasındaki Birleşik Savunma Doktrini çerçevesinde Kıbrıs’ın
bağımsızlığı dahil, ulusal çıkarlarımızın korunması için
Yunan Silahlı Kuvvetleri gereğini yapacaktır.”10
Yunan
Silahlı Kuvvetlerinin Türkiye’ye karşı hazır olduğunu ve günü
geldiğinde gereğini yapacağını söyleyen Yannos
Papandoniu,
17 Nisan 2002’de “Türkiye’nin
Yunanistan için bir numaralı tehdit olduğunu”
ileri sürdü. Papandoniu,
Amerikan Savunma çevrelerinin dergisi olarak bilinen Defense
New’a
verdiği demeçte de şunları söyledi: “Yeni
savunma stratejimiz, oluşan yeni ortamdaki tehditlere yanıt verecek
niteliktedir. Yunanistan için tehditler açık. İlk sırada Türk
tehdidi geliyor. Ulusal topraklarımız üzerinde spesifik iddiaları
vardır.”11
Kıbrıs’ı
temel alarak Türkiye’yi tehdit edenler yalnızca Kıbrıs Rum
Yönetimi ve Yunanistan değildi. Brüksel’de ya da Avrupa
başkentlerinde alınan kararlar, hazırlıklar ve açıklamaların
birleştikleri ortak nokta; Türkiye’nin Kıbrıs’ı terk etmesi
ve Kıbrıs’ın AB ile bütünleşmiş olan Yunanistan’a ya da
bir başka deyişle, Yunanistan’ı içine alan AB’ye
verilmesiydi.
Bu
yöndeki açıklamalar artık gözkorkutma aşamasına getirilmişti;
bunu en açık bir biçimde dile getirenlerden biri de AB-Türkiye
Karma Parlamento Komisyonu Başkanı Daniel
Cohn Bendit’di.
Bendit
TÜSİAD’ın 26 Kasım 2001 tarihinde kendisine verdiği öğle
yemeğinde şunları söylüyordu: “Kıbrıs’ın
üyeliği AB genişlemesinin önceliklerinden biridir. Kıbrıs bir
bütün halinde AB’ye üye olmalıdır. Türkiye, Kıbrıs’ı
ilhak etmesi durumunda Avrupa toprağının bir parçasını ilhak
etmiş olacaktır.”12
Avrupa Parlamentosu üyesi Fransız Parlamenter Jean
Charles
daha açık konuştu ve “Türkiye’nin
Kıbrıs’ı ilhakı savaş nedenidir.”13
Daniel
Cohn Bendit
ve Jean
Charles’in
Kıbrıs üzerinden Türkiye’ye yönelttikleri gözkorkutmanın
kapsamı, içerik ve sonuç olarak silahlı çatışmayı da içeren
bir niteliğe sahipti ve bu gözkorkutma İstanbul’da “Türk”
işadamlarının önünde yapılıyordu.
Avrupalılar
özellikle AGSP (Avrupa Güvenlik ve Savunma Politikası) adıyla
Avrupa Ordusu’nu kurmaya giriştikten sonra bu tür söylemleri
daha sık dile getirir olmuşlardı; bu konuda görüş açıklayan
yalnızca Cohn
Bendit
ve Jean
Charles
değildi. Avrupa Birliği Komisyonu’nun Genişlemeden
Sorumlu Üyesi
Günther
Verheugen
aynı günlerde şunları söylemişti: “Eğer
Kıbrıs sorununa siyasi bir çözüm gelmezse, eğer AB üyeleri
buna rağmen Kıbrıs’ın tam üyeliğini kararlaştırırsa
Türkiye ile Avrupa Birliği arasında büyük bir kriz yaşanır.”14
Milliyetçi
Yunanistan, Avrupacı Türkiye
Yunanistan
Başbakanı Kostas
Simitis
kendi deyimiyle, “Ülke
için büyük önem taşıyan milli konuların çözümü için” 24
Mayıs 2002’de Yunan halkına milli birlik çağrısında bulundu.
Aynı gün tüm parti başkanlarıyla bir araya gelerek Kıbrıs ve
AGSP konularında “ulusal
bütünlüğü”
sağlayacak görüşmeler yaptı. Görüşmelerden sonra yaptığı
açıklamada, Kıbrıs sorununun çözümü, Kıbrıs Rum kesiminin
Avrupa üyeliği ve AB-NATO ilişkilerinin düzenlenmesi konularında
“gerçek
saatin”
geldiğini söyledi ve şu açıklamayı yaptı: “Bu
noktada, seferberlik, konsantre olma, mücadele ruhu ve her şeyin
üzerinde milli birliğe gereksinim var. Buradan güçlü bir
Yunanistan isteyen tüm Yunanlılara sesleniyorum. Güvenli, barış
ve refah içinde bir Yunanistan için bu üç büyük konunun ülkemiz
yararına çözülebilmesi çabalarında dayanışma içinde olunması
gerekiyor.”15
Kostas
Simitis
Yunan halkını “Güçlü
Yunanistan”
için “milli
birliğe”
çağırırken aynı gün yani 24 Mayıs’ta Türkiye Cumhurbaşkanı
Ahmet
Necdet Sezer
de bir “milli”
çağrı yapıyor, ancak bu çağrıda, “AB’nin
Partiler üstü ulusal bir konu olarak ele alınması”16
gerektiğini belirterek “Avrupa
treninin kaçmaması için”17
parti
liderleriyle bir zirve yapacağını açıklıyordu. Sezer
şunları söylüyordu: “Avrupa
Birliği
tam
üyelik yönelimimiz, toplumumuzun geniş bir kesimince desteklenen
bir çağdaşlaşma tasarımıdır. Ulusal nitelikteki bu konuya
partilerüstü bir anlayışla yaklaşmak ve 2002 yılının kritik
niteliğine uygun adımları atmamızı sağlayacak bir ortak görüş
oluşturmakta zorunluluk vardır.”18
Tarihten
Ders Almak
Kıbrıs
konusunun geldiği noktayı anlamak ve gideceği yönü görmek için
konuyu geçmişiyle ele almak, günümüz koşullarını görmek ve
bu bütünlük içinde yorumlamak gerekir. Türklerin, Balkanlardan
ve Ege adalarından Anadolu’ya çekilmesi, Kurtuluş Savaşı’yla
kurulan Cumhuriyet’in temel yaklaşımları, İkinci Dünya Savaşı
sonrası politikaları, AB süreci ve ekonomik çöküntü göz önüne
getirildiğinde karşımıza ürkütücü bir tablo çıkmaktadır.
Türkiye’nin
Tanzimat’dan beri (1923–1938 arası dışında) Batıyla kurduğu
ilişkiler süreci; yerine getirilmeyen sözler, uyulmayan
anlaşmalar, kandırma ve oyalamaya dönük davranışlar ve bunlara
bağlı olarak yitiklerle dolu uzun ve acılı bir dönemi oluşturur.
“Tarih
tekerrür eder”
özdeyişi tarihten ders alanlar için doğru değildir. Ancak
tarihten ders almayanlar ve ulusal bilincini yitirenler için “tarih
tekerrür”
eder. Girit’i bilmeyen Kıbrıs’ı kavrayamaz, Kurtuluş
Savaşı’nı
anlamayan bağımsızlığın önemini bilemez; bu nedenle de
herzaman yitiren yan olur. Batının çözümlerini kurtuluş gibi
görmek, ulusal hakları yitirmeyi peşin olarak kabul etmekten başka
bir anlama gelemez.
Gelinen
noktayı belki de en iyi gören ve en özlü biçimde ifade eden
Alithia
Gazetesi Başyazarı
Alakos
Konstantinides’dir.
Konstantinides,
Kıbrıs’ın iki devletli olarak AB’ne girmesini kabul etmek
istemeyen Rumları kastederek; “Gevşek
federasyon fikrine karşı çıkılmasını hiç anlamıyorum Kıbrıs
AB sürecindedir. Oysa AB de gevşek bir federasyon değil midir”
derken Rumlar açısından çok yararlı bir saptama yapmaktadır.
AB,
içine aldığı ikinci sınıf ülkelerin devlet varlıklarını
törpüleyen, onları başta Almanya olmak üzere büyüklerin
eyaletleri durumuna getiren ve Avrupa Birleşik Devletleri oluşumunu
amaçlayan bir yapılanmadır. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne
devlet adı verilerek Güneyle birlikte AB’ye üye yapılmasının,
Kıbrıs’ın Türkiye’nin elinden çıkmasından başka bir
sonucu kuşkusuz olmayacaktır. Kıbrıs Rumları, halk oylamasında
verdiği olumsuz kararla, süreci kendi açısından şimdilik
kitlemiş oldu.
DİPNOTLAR
1 “Düngen
Bugüne Avrupa Birliği ilişkileri”,
Dr.Esra
Çayhan
İst.,1997, ak. H.
Yalçınsoy-A.Aşırım “Türkiye’deki Siyasi Partilerin Avrupa
Birliğine Bakışı”,
Sude Ajans,2000, sf.169
2 “Yeni
Dünya Düzeni Kemalizm ve Türkiye” Metin Aydoğan
Umay Yayınları, 12.Baskı 2004, sf.874-875
3 “AB’nin
Türkiye Politikası Nedir?(2)”
Prof.Dr.E.Manisalı
Cumhuriyet, 31.10.1997
4 Europeean
Parliament, Resalution on the political situation in Turkey (B4–0986,
0987,0988,0989,0990/90 and B-4–0991/96) 19.09.1996, ak. Türk–İş
Yayını “Avrupa
Birliği Türkiye’den Ne İstiyor”
sf.3
5 Europeean
Parliament, Resalution on the Commission Reports on developments in
relations with Turkey since the entry into force of the Customs Union
(COM (96) 0491–C4 0605/96 and COM (98) o147–C4-
0217/98–17.09.1998; ak. Türk–İş Yayını “Avrupa
Türkiye’den Ne İstiyor”
sf.4
6 Aydınlık
Dergisi, 26.11.2000
7 European
Parliament Secretariat Working Party Task–Force “Enlargement”,
Turken and Relations with the Europen Union, Briefing No.7,
PE.407/rev. 3, Lüxenburg, 10.02.2000; ak.Türk–İş Yay., “Avrupa
Birliği Türkiye’den Ne İstiyor”
sf.4
8 Aydınlık,
08.10.2000
9 “Üyeliğe
Karşılık Kıbrıs”
Cumhuriyet, 01.09.2001 ve “Avrupa’dan
Sert Kıbrıs Raporu”
Hürriyet, 07.09.2001
10 “Ordumuz
Türk Tehditine Hazır”
Hürriyet, 11.11.2001
11 “Papondoniu
: Türkiye Bir Numaralı Tehdit”
Cumhuriyet, 25.04.2002
12 “Ya
Kıbrıs, ya Üyelik” Eylem Türk–Şükrü Andaç,
Milliyet, 27.11.2001
13 “AGSP’de,
Kıbrıs’ta Çatışma Korkusu”
Cumhuriyet, 09.11.2001
14 “Savsaklamanın
Ceremesi” Orhan Erinç,
Cumhuriyet 03.12.2001
15 “Büyük
Yunanistan Rüyası”
Cumhuriyet 25.05.2002
16 a.g.g.
17 “Sezer:
AB Partiler Üstü”,
Cumhuriyet 25.05.2002
18 a.g.g.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder