Haçlı
seferleri, dünyayı talan ve kırım alanına dönüştüren
sömürgeciliğin ön adımıdır. Onuncu yüzyılda, koyu bir
karanlık ve yoksunluk içindeki Avrupalılar için, varsıl Ortadoğu
ve Uzakdoğu gerçek bir hazineydi. Oraya ulaşma ve ele geçirme
isteği, sınır konmamış bir hırs ve toplumsal tutku durumuna
gelmişti. Hırsları ve istekleri o denli yoğundu ki, çılgınlığa
dönüşen saldırganlık tarihte benzeri olmayan bir vahşete
dönüşmüştü. Kilisenin dinsel söylemlerle beslediği bu
girişim, varlığı ve etkisini günümüze dek sürdürmüştür.
Haçlı
anlayışı,
bin yıldır süren ve talana dayanan Batı politikasının tarihsel
ve düşünsel temelini oluşturmuştur.
Yoksul
Avrupa
Avrupa,
Batı Roma İmparatorluğu’nun yıkılışından sonra altıyüz
yılı aşkın bir süre, çatışmalarla dolu karışık ve yoksul
bir dönem yaşadı. Ancak, birinci binyıl biterken feodal düzen
oturmaya ve göreceli olarak daha düzenli bir ortam oluşmaya
başlamıştı. Ekili alanlar genişliyor, tarımda verim artıyor ve
bu artışlar o dönemde ortaya çıkan nüfus patlamasıyla
birleşince kent yaşamı canlanıyordu.
Ancak
bu gelişmeler, artan nüfusun gereksinimlerini karşılamaya
yetmiyor ve halkın yoksulluğunu giderilemiyordu. Feodal
despotlar ve işsiz şövalyeler
kentleri köyleri yağmalıyor, köylüler ürünlerine el koyan
senyör’lere
karşı ayaklanıyordu.
Koşullar
ve Sonuçlar
Yaşanan
süreç, sorunlara çözüm getirecek koşulları da yaratacak;
toplumsal düzeni, gereksinimlere yanıt verecek bir biçim almaya
zorlayacaktı. Bu “zorlama”
10.yüzyıl Avrupası’nda birbirine bağlı iki iç gelişmeye yol
açtı. Tarımsal
ilerleme kentleşmeyi, kentleşme mal üretimini ve tecimi (ticareti) geliştirdi.
Ancak,
toplum içinde bu gelişime engel oluşturan ilişkiler de varlığını
sürdürüyordu. Feodaller,
köylülerin ürünlerine üretime yönelmeksizin el koymayı
sürdürüyor, bu nedenle sermaye birikiminin sağlanmasında
geciktirici bir rol oynuyordu. Ayrıca, feodalizmin parçalı yönetim
düzeni, birbirinden bağımsız kentler arasında yapılan
alışverişin, bütünlüğü olan tecimsel (ticari) dizge durumuna
gelmesini önlüyor; bu da ekonomik gelişim önünde, bir başka
engel oluşturuyordu.
Sermaye
biriktirmek ve tecimi geliştirmek için yeni yol ve yöntemler
bulunmalı ve uygulanmalıydı. Bu arayışın varacağı yer doğal
olarak, dışa açılmak ve dışardan gelir getirmekti. Dışarı
açılma sözkonusu olduğunda ise gözlerin döndüğü yer,
kaçınılmaz olarak, varsıllığı dillerden düşmeyen Doğuydu.
Çin
ve Hindistan’ın “sonsuz”
kaynakları ve o dönemde ileri bir toplumsal gönenç yaratmış
olan Ortadoğu’nun varsıllığı, yoksul Avrupa için gerçekten
ulaşılması ve ele geçirilmesi gereken bir “hazine”ydi.
Bu istek Avrupalı feodalleri, herhangi bir insani değere sahip
olmayan “altın
avcıları”
durumuna sokmuştu. Hırsları ve istekleri o denli yoğundu ki,
kendilerine hiçbir sınır koymuyorlardı. Kristof
Kolomb,
Hindistan ya da Çin’e gideceğim diye, bilmeden Amerika’ya
ulaşmıştı.
Haçlı
Anlayışı
Haçlı
Seferleri,
bu eğilimin bir parçası ve başarılı olamayan ilk uygulamasıydı.
Daha sonra, yerli halkları perişan edecek sömürgeciliğe dönüşen
bu uygulama, varlığını ve etkisini bugüne dek sürdürmüştür.
Haçlı
anlayışı
bin yıldır süren ve saldırganlığa dayanan Batı
politikalarının, tarihsel ve düşünsel temelini oluşturmuştur.
Ortadoğu’nun
Varsıllığı
Müslümanların
8.yüzyılda İspanya’yı fethetmesi, Yakındoğu’daki
Emevi-Abbasi egemenliği ve daha sonraki Selçuklu Devleti’nin
artan gücü; hem varsıl bir uygarlık yaratmış, hem de
Hıristiyanlığın Doğuya uzanan “ileri
karakolu”
Bizans’ı güç durumda bırakmıştı.
Doğuya
ulaşmak amacındaki Batı dünyası, bu amacı gerçekleştirmek bir
yana, ellerindeki toprakları bile koruyamıyor ve geriye doğru
sürekli küçülüyordu. Haç merkezi Kudüs Müslümanların eline
geçmiş, Türkler Anadolu’da 11.yüzyılın sonunda İznik’i
merkez yapacak denli Bizans’a sokulmuştu. Doğunun ticaret yolları
ve limanları Müslümanların elindeydi; Anadolu’da Türkler,
İspanya’da Berberiler, Avrupa’nın iki yakasını tutmuştu.
Din
Kılıklı Yağma Girişimi
Birincisi
1095, sonuncusu ise 1268’de yapılan ve hemen tümü Türkler
tarafından engellenen Haçlı
Seferleri,
12. ve 13.yüzyılları kapsayarak yaklaşık 200 yıl sürdü. Sekiz
ayrı girişimden oluşan seferler, dolaysız bir yağma
hareketiydi ancak bu girişim, koyu bir “din”
baskısı altında tutulan Avrupa halklarına, “baskı
altındaki din kardeşlerinin kurtarılması”
ve “Hıristiyanlığı
yayma görevinin yerine getirilmesi”
olarak sunuldu. Buna kendi deyişleriyle, “İsa’ya
yeni kuzular toplamak”
diyorlardı.1
Barbar
Müslümanlar’ın
elegeçirdiği “kutsal
topraklar”
kurtarılacak, buralarda “inanç
özgürlüğü”
yeniden sağlanacaktı. Halka bunlar söylendi ve “elde
edilecek gelirden pay almak isteyen”
tüm Hıristiyanlar savaşıma çağrıldı. Yüzbinlerce insan,
kumaştan büyük haçlar dikilmiş giysiler giyerek, savaşmak üzere
Ortadoğu’ya gitti; bu savaşta ölenler “cennete”,
kalanlar ise “altına”
kavuşacaktı.
Papa’nın
Çağrısı
Papa
II.Urbanus,
18 Kasım 1095 tarihinde Katolik Kiliseleri Clermont
Konsilini
(piskoposlar meclisi) toplayarak “Doğu
Hiristiyanlarının çektiği acılar”
üzerine bir vaaz verdi. Aynı vaazda tüm Hıristiyanları, onlara
yardım için “İslam’a
karşı verilecek savaşa”
çağırdı ve bu çağrıya uyanların, “İsa’nın
mezarını ziyaret eden hacılar gibi”
tüm günahlarından arınacağını açıkladı.2
Bu
çağrı, Hıristiyanların yoksul ve eğitimsiz kesimlerinde son
derece etkili oldu. Avrupa’da, toplumsal çılgınlığa dönüşen
Türk ve Müslüman düşmanlığı yayıldı. “Altın
elde
etmek”
ya da “cennete
gitmek”
isteyen yüzbinlerce insan, çocuklarını ve ailelerini bırakarak
200 yıl boyunca bu serüvene katıldılar.
Gidiş
geliş o denli uzun sürüyordu ki “kıskanç
Hıristiyanlar”
kilisenin önerilerine uyarak “kendileri
yokken günah işlememeleri”
için karılarına “bekâret
koruyucular”
takıyordu. Üzeri deriyle kaplanan, ön bölümünde bir kilit ve
alt bölümünde “cinsiyetle
ilgili olmayan gereksinimler”
için iki küçük delik bırakılan demirden yapılmış bu araçlar,
kalçanın hemen üstünden kitleniyor, anahtarı da haçlı
seferine
katılan kocada bulunuyordu.3
Sınır
Tanımayan Yağma Hırsı
Haçlılar,
yalnızca ulaşabildikleri Müslüman kentlerini değil, geçtikleri
her yeri, din ayırımı gözetmeden yağmaladılar. Ele geçirdikleri
yerlerde siyasi entrikalar çevirip darbeler düzenlediler,
kendilerine ait “krallıklar”
kurdular, toplu öldürmelere giriştiler. Pierre
I’Ermite
ve Yoksul
Gaviler
komutasındaki I.Haçlı Seferinde, Hıristiyan olan Macaristan ve
Balkanlar’da başlayan yağma, İstanbul önlerine dek sürmüştü.
Bizans İmparatoru I.Eleksios,
bu başıbozuk orduyu, İstanbul’a bulaşmamaları için hemen
Anadolu’ya geçirmişti. Ancak bunlar ele geçirdikleri Antakya,
Urfa, Şam ve Kudüs’ü Bizans’a vermediler, buralarda “krallık”
ve “kontluklar”
kurdular. 1101 ve 1104 yıllarındaki iki büyük savaşta, Türkler
tarafından kılıçtan geçirilen Haçlı
ordusunun, çok küçük bir bölümü geri dönebildi.
Dördüncü
Haçlı Seferi’nde, Haçlı ordusu, Venedikliler ile Macaristan
arasında anlaşmazlık konusu olan ve Macarların elinde bulunan
Zadar
kentini ele geçirerek Venediklilere verdi. Aynı seferde, Bizans
İmparatorluğu’nu sarsan hanedan çekişmelerine karıştılar ve
İstanbul’u ele geçirdiler, Bizans İmparatoru İznik’e kaçtı.
Haçlı
Vahşeti
Haçlılar’ın
çıkar sözkonusu olduğunda Hıristiyanları da kapsayan toplu
öldürme eylemleri, Müslümanlara yöneldi ancak Yahudileri de
içine aldı. I.Haçlı Seferi sonunda Kudüs’ü
ele geçirdiklerinde, kentteki Müslümanlar ve Yahudilerin tümü
kılıçtan geçirildi. Haçlılar’a karşı ana direnme gücünü
oluşturan Türkler, doğal olarak en çok kırıma uğrayan kesimdi.
İbnül
Esir,
Tarih-ül
Kamil
adlı yapıtında, Haçlı vahşetini ortaya koyan olaylar aktarmış
ve şunları yazmıştır: “Açlık
çeken Haçlılar’ın Türk şehitlerini mezardan çıkarıp
yemeleri, tarihin her zaman korku ve lanetle anacağı bir vahşet
hatırasıdır. Birgün 1500 şehit birden çıkarılmış ve
bunlardan 300’ünün mübarek başı
kesilerek,
Türkler’e karşı ittifak görüşmelerine gelen Arap elçilerinin
görmesi için Mısır’a gönderilmişti. Arap elçiler Türkler’in
bu biçimde öldürülmüş olmasına sevinmişler ve kesik başları
atlarına yükleyerek götürmüşlerdi.”4
“Çocuk
Haçlı Seferi”
Avrupa’da
yaratılan ve toplumsal çılgınlığa dönüşen “dinsel
coşku”
o düzeye varmıştı ki, V.Haçlı Seferi sırasında başlarında
“genç
peygamberlerin”
bulunduğu ve çok sayıda çocuğun katıldığı iki ayrı “Çocuk
Haçlı Seferi”
bile düzenlendi; Macaristan’da “Genç
Çobanlar Haçlıları”
Aziz
Louis’yi
“kurtarmak
için”
yola çıktı.
Marsilyalı
esir tüccarları insanlık dışı bu girişimden yararlandı ve çok
sayıda “genç
hacı adayını”
Mısır’a sattılar; binlerce Hıristiyan çocuk ya öldü ya da
esir pazarlarına düştü.5
Katolik
kilisesinin para hırsı çok yüksekti ve kutsal sayılan her şey
parayla satılıyordu. Kilise, büyük bir feodal imparatorluk
durumuna gelmişti, saray entrikalarını çok aşan uygulamalar
yapılıyordu. Örneğin 1033 yılında, iç dengeleri korumak için,
12 yaşında bir çocuk Papa seçilmişti.6
Haçlı
Seferlerinin Türklere Etkisi
Haçlı
Seferlerinin;
gerek Avrupalılar gerekse bu seferlere karşı koyup yenilgiye
uğratan Türkler için önemli ve kalıcı sonuçları oldu.
Ekonomik, siyasi, toplumsal, dinsel alanları kapsayan ve etkileri
bugüne dek gelen bu sonuçlar, Ortadoğu ve Avrupa, bağlı olarak
da dünya tarihine uzun süre yön verdi.
“Haçlı
ruhu”
Avrupa’da; siyasetten kültüre, dinden ekonomiye dek her alanda
yerleşik bir anlayış ve toplumsal bir gelenek olarak varlığını
yüzlerce yıl sürdürdü. “Kutsal
toprakları kurtarma” düşüncesi
sürekli canlı kaldı. Bu düşünceye daha sonra; Bizans, Kıbrıs,
Ege adaları ile Yunanistan’ın savunulması ve Türklerin
Anadolu’dan gönderilmesi amacı eklendi.
Başka
biçimlerde de olsa, haçlı saldırı ve anlayışı günümüze dek
sürdü. Birçok Hıristiyan, 14.yüzyıl boyunca Haçlı giysileri
giydi. 1334’de düzenlenen yeni bir Haçlı
Seferiyle,
İzmir Türkler’den (Aydınoğulları’ndan) geri alındı.
1365’de Kıbrıslı I.Pierre,
Haçlı ordusu desteğiyle İskenderiye’yi yağmaladı. 1389’da
Osmanlılara karşı düzenlenen Haçlı Seferi, Kosova’da bozgunla
sonuçlandı. Niğbolu (1396), Varna (1444), 2.Kosova’da (1448)
Haçlı orduları yine yenildiler. İnebahtı
Deniz Savaşı
(1499) ve 2.Viyana
Kuşatması’nda
Osmanlılar, Haçlı ordularıyla savaştılar.
Özellikle
ilk dönemdeki Haçlı Seferleri Anadolu’da büyük bir yıkıma
yol açtı ve o dönemde beylikler halinde olan Türk varlığının,
merkezi bir devlete ulaşmasını, eşdeyişle Osmanlı Beyliği’nin
bir imparatorluğa dönüşmesini geciktirdi.
Haçlı
Seferlerinin Avrupa’ya Etkisi
Haçlı
Seferlerinin Avrupa’ya dönük sonuçları daha etkili ve daha
kalıcıydı. Bu seferleri çıkar sağlamak için kârlı bir
yatırım alanı olarak gören Avrupalı feodaller,
gereksinim duydukları parayı bulmak için mülklerine karşılık
borç alıyor, yenilgiyle döndüklerinde ya da öldüklerinde ise bu
taşınmazları yitiriyorlardı. Bu durum doğal olarak, senyörlük
kurumunun temsil ettiği feodal
yönetim birimlerinin parçalanmasını hızlandırıyor ve merkezi
krallıkların güçlenmesine yol açıyordu.
Başlangıçta
saygınlığı yüksek olan Katolik Kilisesi, yenilgilerle eski
gücünü yitirdi ve Hıristiyanlık büyük parçalar halinde, yeni
mezheplere bölündü. Kilisenin güç yitirmesine neden olan bu
sonuç, merkezi krallıkların güçlenmesini ve halkın kralların
peşine takılmasını hızlandırdı. Beysoylular, devlet ve toplum
üzerindeki egemenliklerini arttırdılar. Kral
ve hanedan dışındaki sınıflar arasında eşitsizlikler, senyör
düzenine
oranla göreceli olarak azaldı. Eskiden geçim aracı durumuna
getirilerek yaygınlaşan soygunculuk, yolkesicilik ortadan kalkmaya,
kanun ve kural egemenliği gelişmeye başladı.7
Ekonomik
Sonuçlar
Haçlı
Seferleri, önemli ekonomik sonuçlar doğurdu. Karadan yapılan
seferler, özellikle sefer yolu üzerinde bulunan yerleşim
birimlerinde yıkıma neden olup ekonomik işleyişe zarar verirken,
askerlerin deniz yoluyla taşınması Doğu Akdeniz tecimini
canlandırdı.
Bu
canlanma Avrupa’da, bir yandan gemi yapımcılığını geliştirdi,
diğer yandan seferlerin bir anlamda amacı olan dış tecimi
büyüttü. Avrupa’da çok tutulan ve pahalıya satılan; baharat,
ipek, yün ya da halı gibi değerli ürünlerin pazara sürülmesi, tecimsel sermayenin güçlenmesine yol açtı. Cenova,
Piza
ve Venedik
gibi kıyı kentleri, önemli tecim merkezleri oldu.
Papalar
ya
da senyörlerin, seferlerde kullanmak için İtalyan bankerlerinden
borç almaları, bankacılığın gelişmesine yol açtı.
Sanayiciler ve tecimenler (tüccarlar), savaşları ekonomik büyümenin aracı
olarak başarıyla kullandılar ve bu kullanım günümüze dek süren
bir gelenek oluşturdu, Batı politikalarının temeline yerleşti.
Doğudan
Öğrenilenler
Avrupalılar;
pirinç,
şeker
kamışı,
pamuk,
dut,
şeftali,
incir,
kayısı
gibi tarımsal ürünleri Haçlı Seferleriyle öğrendiler ve Güney
Avrupa’da bunları yetiştirmeye başladılar.8
O güne dek Avrupa’da bilinmeyen yeldeğirmenleri,
arbalet
(oluklu ok),
tambur,
trampet
Ortadoğu’dan öğrenildi; koku,
pomat,
ipekliler
ve alkolsüz
içecekler
kullanım maddeleri oldu. Beysoyluların (aristokratların) o güne
dek iç duvarları çıplak olan şatolarında; bakırdan
işlenmiş süs kaplamaları,
Avrupa’da üretilemeyen Doğu
kumaşları
ve değerli
halılar
görülmeye başlandı. Avrupalılar, büyük buluşlardan olan
pusulayı,
kağıdı
ve top
barutunu,
Haçlı Seferleri sırasında Doğudan öğrendiler.9
Avrupalıların
yalnızca ekonomik değeri olan ürünlerde değil, düşünce
yapıları ve bilim alanlarında da Doğudan öğrendikleri o denli
çok bilgi vardı ki, bu edinimlerin önem ve boyutu, belki de en
iyi, Citeaux
tarikatı rahiplerinden Guillaurne
de Saint-Thierry’nin
değerlendirmelerinde görülür. Saint-Thierry,
Haçlı
Seferlerine
katılanlar ve onların Avrupa’ya getirdikleri bilgiler için
şunları söyleyecektir: “Mon-Dieu
kardeşleri! Onlar
(seferlere katılan rahipler y.n.), Batının
karanlıklarına Doğunun ışığını, Galya’nın
(bugünkü Fransa, Belçika, Almanya’nın Batısı ve İtalya’nın
kuzeyini içine alan bölge y.n.) soğukluğuna
eski Mısır’ın dinsel ateşini getirmişlerdir.”10
DİPNOTLAR
- “Rönesans ve Felsefesi” Yalçın Kaya, Tiglat Mat., 1999, sf.9
- “Discours Politiques et Militaries”François de la Nove, ak. Michael J.Heath, “Crusading Commenplaces : La Nove Lucinge and Rhetoric Against the Turks” Genevze Droz S.A. sf.31
- “Batıda Kadın” Hüseyin Kılıç, Otopsi Yay.-2000, sf.156
- “Tarih–ül Kamil”‘in 1303 Mısır Basımı C.10, s. 94 ve Fransızca Çeviri C.1, S. 192; Danişmend s.100; ak. Prof.İlhan Arsel, “Arap Milliyetçiliği ve Türkler” Kaynak Yay. 6.Basım-1999, sf.280
- “Büyük Larousse” Gelişim Yay., 8.Cilt, sf.4916
- “Batıda Kadın” Hüseyin Kılıç, Otopsi Yay.-2000, sf.132
- “Ana Britannica” Ana Yayıncılık A.Ş. 14.Cilt, sf.284
- “Tarih II”, Kaynak Yayınları, 2.Cilt, sf.243
- a.g.e. sf.243
- “Orta Çağ’da Entellektüeller” Jacques Le Goff, Ayrıntı Yay.-994, sf.39
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder