Japonya
1868’de başlattığı yenileşme ve kalkınma atılımıyla Batıya
yöneldi ancak Batıya öykünmedi (taklit etmedi). Gelişimini,
toplumsal yapısına uygun yöntemler kullanarak gerçekleştirdi.
Karma ekonomiyi başarılı bir biçimde uyguladı. Kalkınmada
devletin öncülüğü belirleyici oldu. Dış borçlanmaya ve
yabancı sermaye yatırımlarına izin verilmedi. Öz kaynakların ve
halkın birikimlerinin yatırım sermayesine yönelmesini sağlandı.
Ulusal sanayi gümrük duvarlarıyla koruma altına alındı.
Geri
ve Gözden Uzak
Japonya,
19.yüzyıl ortalarında koyu bir feodal yapı ve sosyal gerilik
içindeydi. Toplum bin yıl öncesinin gelenek ve kurallarıyla
yönetiliyordu. 17.yüzyıldan sonra Japonya’ya ulaşan hemen tüm
Hıristiyan gemileri yakılmış, gelenlerin tümü öldürülmüştü.
Feodal egemenler, Japon adalarından uzaklaşılıp başka insanlarla
ilişki kurulmasını önlemek için büyük ve dayanıklı tekne
yapımını yasaklamıştı. Japon eğitimi, bağnazlığın etkisi
altındaydı.
1854
Sözleşmesi
Japonya,
çok uzun bir süre dünyadan kopuk bir biçimde yaşadı; başka
ülkelerle hiçbir biçimde ilişkiye girmedi. 1854 Yılında, birkaç
savaş gemisiyle Amerikalılar’ın gelmesi ABD, İngiltere, Rusya
ve Hollanda’ya konsolosluk açma olanağı sağladı. Bu gelişme,
Japonların büyük çoğunluğunca ‘utanç
verici’
bir durum olarak kabul edilmişti. 1854 Sözleşmesi, Japonya’yı
anlaşması olanaksız iki kampa böldü. “Ya
gelenleri kesmek ya da gelenler gibi kalkınmış olmak”.
Gelişme
yanlısı aydın ve askerler, İmparator’un da desteğini alarak,
II.Mahmud’un
yaptığı gibi, güvenilmez unsurları temizleyerek orduyu
yenileştirdi. Gelişmiş ülkelere devlet görevlileri gönderilerek
oralardaki toplumsal koşullar inceletildi. Demiryolu, ekonomik
yapılanmalar, buharlı makina, telgraf ve zırhlı araçlar önem
verilen konular oldu. 1868 iyileştirmeler
(reformlar)
dönemine, (1868-1912) İmparatorun adından esinlenerek Meiji
Dönemi
denildi.
Meiji
Dönemi
1868’de,
halkı temsil edecek meclislerin kurulması kararı alındı.
İlerici
Parti’nin
ilk işi, dinsel eğitim kurumlarını yıkarak, hiçbir koşulda
ödün verilmeyen laik eğitimi yaygınlaştırmak oldu. Sanayi,
ticaret, kültür ve hukuk alanlarında köklü yenileşmelere
gidildi. Geri kalmışlıktan kurtulmak ve çağdaş uygarlığa
yetişmek için toplumun bütün kurumlarında tutuculukla savaşıma
girişildi. Ard arda gelen ayaklanmalar; İlerici Parti, Ordu,
Hükümet ve İmparator birlikteliğiyle kanlı bir biçimde
bastırıldı.
Yenileşme
İyileştirme
yanlıları toplumda sayıca azınlıktaydı. Demokrasi gerçekleşsin
diye seçme ve seçilme hakkı herkese verilmedi. Milletvekili
seçimlerinde oy verme hakkı, ‘eğitim
görmüş olma’
koşuluyla uygarlaşma yanlılarına tanındı. Başlangıçta tüm
Japonya’da oy verme hakkına sahip seçmen sayısı yalnızca 460
bin idi.
1868
de başlayan iyileştirmeler ödünsüz uygulandı. 1925 Yılında
Japonya’nın genç nüfusunun yüzde 99,4’ü çağdaş nitelikte
laik eğitim görüyordu. Halkın yüzde 94’ü okuma yazma
öğrenmişti.1
Eğitim düzeyi yükseldikçe seçmen sayısı da artmıştı.
Japonya’da oy verme hakkına sahip olanların sayısı, 1925
yılında 13 milyona çıkmıştı. Japonya, tarihçi H.G.
Wells’in
sonradan söylediği şu sözleri bilmeden uygulamıştı: “Bir
topluma seçme hakkından önce eğitim verilmelidir. Seçmen oy
vermeden önce bilgi sahibi olmalıdır. Oy kulübelerinden önce
okullar kurulmalıdır. Yeteri kadar eğitim görmeyenin elinde oy
pusulası yalnız yararsız değil aynı zamanda tehlikelidir de.”2
Batıcı
Değil Batılılaşma
Japonya
Batıya yöneldi ancak Batıya öykünmedi. Gelişimini, toplumsal
yapısına uygun yöntemler uygulayarak gerçekleştirdi. Karma
ekonomiyi başarılı bir biçimde işletti. Kalkınmada devletin
öncülüğü belirleyici oldu. Dış borçlanmaya ve yabancı
sermaye yatırımlarına izin verilmedi. Öz kaynakların ve halkın
birikimlerinin yatırım sermayesine yönelmesi sağlandı. Ulusal
sanayi gümrük duvarlarıyla koruma altına alındı.
Sanayileşme
Sanayileşme
izlencelerinin (programlarının) hazırlık ve uygulamasında, kamu
görevlileri ile özel firmalar sürekli iç içeydi. Hükümet,
kendine bağlı ticari kuruluşları, belirlediği alanlarda
tekelleştiriyor ve destekliyordu. Tekstil, elektrikli aletler,
metal, demir-çelik ve enerji yatırımları, hızla gelişti.
Girişimler, sanayi kolları ve imalatla sınırlı kalmıyor;
finans, iletişim ve yayın alanlarını da kapsıyordu.
Başlangıçta
belirli konularda görüşleri alınan yabancı danışmanların
tümü, kısa bir süre sonra ülkelerine geri gönderildi. Japonya
sanayileşme sürecinde, ulusal ekonomiyi koruyacak olan, yüksek
gümrük vergileriyle dışalım sınırlamalarından ödün vermedi
ve yabancı sermaye kullanmadı. Genel bir anlayış olarak, gelişmiş
ülkelerin tümünün uygulamış olduğu bu tutumu, Japonya daha
katı bir biçimde uyguladı.
Devletin
İşlevi
Devlet,
özel girişime tüm olanaklarını sundu ancak uygulanacak ekonomik
politikalarda söz sahibi olmayı bırakmadı. Bu tutum, hemen
aynısıyla bu gün de sürmektedir.
1925’lerde
oluşturduğu devlet sanayi siyaseti ile dışsatımı geliştirmek
için dışsatım birlikleri kurdu, dış pazarlar hakkında bilgi
toplamak için yeni örgütlenmelere gitti. İç pazarda yıkıcı
yarışma (rekabet) adını verdiği liberal ticari ilişkileri
denetim altında tutmak için devlet tekelleri oluşturdu. 1931
yılında çıkardığı sanayi denetim yasasıyla, belirli sanayi
sektörleri için piyasa denetimi getirdi.
Japonya’nın
hızla gelişmesini sağlayan bu girişimlerin benzerleri, Türkiye’de
genç Türkiye Cumhuriyeti’nde uygulanmaya başlanmıştı. Ne var
ki, Türkiye’de de büyük başarı sağlayan bu tutum 1940’lardan
sonra bırakılmış, Japonya’da ise kararlılıkla sürdürülmüştür.
Sorunlar
Ve Savaş
Sanayide
elde edilen gelişme Japonya’ya ‘yeni
sorunlar’ da
getiriyordu. I.Dünya Savaşı sonrasında tecimsel (ticari) yarışa,
Avrupalılar’ın yanına ABD de eklenmişti. Dışsatım yeterince
arttırılamıyor, hammaddenin hemen tümü dışardan geliyordu.
Dünya pazarları önceden paylaşılmıştı ve bu pazarlarda
Japonya’ya pay vermeye kimsenin niyeti yoktu. Sıkışan sanayi
tekelleri, desteğini arkasına aldığı devletten daha çok destek
ve dış pazar sağlamak için girişimde bulunmasını istiyordu.
Açıkçası devlete, Ne
yaparsan yap pazar sağla
istemiyle yüklendiler. Örneğin Tokyo Borsasının üst düzey
yöneticilerinden Kawai
Yoshinari:
“Devletin,
doğru ve geniş bir bakışla zirvede durarak ekonomiye önderlik
etmesini ve denetimini arttırmasını”
istiyordu. Nissan
şirketinin kurucusu Kuhara
Funanasuka,
ise “Hükümetten,
Japon ulusunun başka devletlere karşı yarışma gücünü
arttırması için yardımcı olmasını; dış pazarlara açılacak
sanayilere, dış yatırım için uygun koşulları yaratmasını; bu
girişim için hükümetin, tüm şirketleri, kârlarının yüzde
50’sini bu amaç için ayırmaya zorlamasını”
istiyordu.3
Savaştan
Sonra
Japonya
ikinci dünya savaşından yenik çıkmasına karşın, aynı
kalkınma anlayışıyla büyümesini sürdürdü. 1952-1973 Yılları
arasında yıllık üretim artışı ortalama yüzde 10 oldu.
1960-1984 yılları arasında dünya otomobil üretimindeki payı
yüzde 1’den, yüzde 23’e çıktı. Dünya imalat sanayi ürünleri
dışsatımındaki payı, 1955 de yüzde 4,2 iken 1985 de yüzde 15,5
oldu. Dış yatırımlar 1951 de 3,6 milyar dolardan 1986 da 35
milyar dolara çıktı.4
DİPNOTLAR
1 “Atatürkçülük
Nedir ?” Falih Rıfkı Atay,
Bateş Yay., sf.12
2 a.g.e.
sf.12
3 “Fletcher”
sf.110-111, ak. J.E.Garten,
“Soğuk Barış”
Sarmal Y. 1994, sf.115
4 “Yeni
Dünya Düzeni mi Süper Emperyalizm mi ?” Yıldız Serter,
05.02.1997. Cumhuriyet
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder