20.Yüzyıl başında, Yemen’den
Arnavutluk’a, Kafkasya’dan Trablusgarp’a dek, çok geniş bir
alanda savaşan subaylar, çatışmalar içinde pişerek kendilerini
yetiştirdiler. Gittikleri hemen her yerde onları bekleyen;
donanımsızlık, her türlü yoksulluk ve ihanet ayaklanmalarıydı.
Maaşsız ve güvencesiz durmadan savaştılar. “Ülkenin
bir ucundan bir ucuna koşuyor, eriyip gidiyorlardı”. Sivil
ya da asker Türk aydını, canını
dişine takarak, onur ve
varlık mücadelesine girişmişti. Tarih, ülkesine tutkun bu
kuşağı, savaşçı vatanseverler olmaya adeta mahkum
etmişti. Mustafa Kemal,
bu kuşağın insanıydı.
Acılı
Kuşak
Osmanlı
aydınları, 19.yüzyılın son çeyreğinde, kararlı bir
atılganlıkla vatan
savunmasına girişti.
Sürekli çatışmalar, yoğun dış saldırı; iç siyasi baskı ve
doğal olmayan ölümlerle iç içe yaşadılar. “Destanlarla
büyümüş”, çok genç
bir kuşaktılar. İmparatorluğun çöküşünü izlerken, öfke ve
kızgınlık içinde bunalıyorlardı. Kişiselliği aşmış
savaşkan ülkücülerdi. Vatan savunmasında sorumluluk yüklenip
düşmanla boğuşmanın yanında; “tutuklanmalar,
cezaevleri, hatta idam sehpalarıyla”
uğraştılar. Anadolu’nun yoksul insanlarının, cephelerde
tükenişi gibi, “koca
bir imparatorluğun çöküşü, sanki onların kaderi olmuştu”.1
Osmanlı
Yurtseverleri
Osmanlı
İmparatorluğu’nda yurtsever aydınlar, yenilgiler sürecine tepki
olarak, 19.yüzyılın ikinci yarısında ortaya çıktılar. Bu
kuşak, yüzyıllarca süre gelen savaşların, yenilgilerin ve bir
türlü bitmeyen göç acılarının ürünleriydiler. Kararlı ve
özverili, savaşkan bir aydın kuşağı, özellikle subaylar, geç
de olsa sonunda ortaya çıkıyordu.
Gözlerinin
önünde yitip giden ülkenin acısını duyarak mücadeleye
atıldılar. Savaşların sert ortamında yetişerek, olağanüstü
bir direngenliğe ulaşmışlardı. Ancak soruna çözüm getirecek
kalıcı bir kurtuluş yolu bulamıyor, Batıcılık-yurtseverlik
ikilemi içinde bocalıyarak, dünya olaylarını yerli yerine
oturtamıyorlardı. Çoğunluğu, ölümü göze alan katıksız
yurtseverlerdi ama yeterince tanımadıkları Batı etkisinden
kurtulamıyorlardı.
Harp
Akademisi’nin genç kurmayları; Harbiye,
Tıbbiye ve Mülkiye
öğrencileri, büyük bir özveri ve inançla mücadeleye atıldılar.
Namık Kemal
(1840-1888), Ziya Paşa
(1829-1880), Tevfik Fikret
(1867-1915), Gaspralı
İsmail (1851-1914),
İsmail Akçura
(1876-1935) bu kuşağın öncü düşünürleriydiler.
20.Yüzyıl
başında, Yemen’den Arnavutluk’a, Kafkasya’dan Trablusgarp’a
dek, çok geniş bir alanda savaşan subaylar, bu aydınlardan
etkilenerek ve çatışmalar içinde pişerek kendilerini
yetiştirdiler. Gittikleri hemen her yerde onları bekleyen;
donanımsızlık, her türlü yoksulluk ve ihanet ayaklanmalarıydı.
Maaşsız ve güvencesiz durmadan savaştılar. Okuyorlar ve
tarihteki büyük başarıları öğrenmenin verdiği özgüvenle,
kimliklerini, ruh ve inançlarındaki değerleri yitirmemeye
çalışıyorlardı. “Ülkenin
bir ucundan bir ucuna koşuyor, eriyip gidiyorlardı”.2
Sivil
ya da asker Türk aydını, canını
dişine takarak, onur ve
varlık mücadelesine girişmişti. Tarih, ülkesine tutkun bu
kuşağı, savaşçı vatanseverler olmaya adeta mahkum
etmişti. Mustafa Kemal,
bu kuşağın insanıydı.
Selanik
20.Yüzyılın
başında Selanik, yalnızca Balkanlar’ın değil, tüm
İmparatorluğun en varsıl, en gelişkin ve en eski kentlerinden
biri, belki de birincisiydi. İstanbul’dan 79 yıl önce 1374’de
ele geçirilmiş, yarım bin yıllık bir Türk kentiydi. Ekonomik ve
kültürel canlılığın yarattığı yüksek yaşam düzeyiyle,
nitelikli bir siyasi devingenlik içinde bulunan bir ordu merkezi,
bir asker kentiydi. Siyasi ve kültürel örgütler, gazete ve
dergileriyle aydınlar, askerler, subaylar, birlikler ve savaş
araçları, kentin doğal dokusu gibiydi.
Devletin
güçsüz düşmesini fırsat bilen ve Batının desteğini
arkalarına alan küçük Balkan devletleri, gözlerini Selanik’e
dikmişler, onu ele geçirmek için her yolu denemektedirler.
Yıldırmanın (terörün) her türünü kullanan Bulgar ya da Yunan
çetecilerin vahşeti, Müslüman Türk halkı üzerinde derin izler
bırakmakta3,
Selanik’in ve İmparatorluğun geleceğinden kaygı duyan aydınlar,
bir araya gelerek tartışmakta ve örgütlenmektedirler. Kışlalar,
okullar, aile ya da arkadaş toplantılarının değişmeyen konusu,
ülkenin içinde bulunduğu kötü durum ve geleceğe yönelik
yapılması gerekenlerdir. Türk halkının yaşadığı ve
yaşayacağı olumsuzlukları herkes görmekte, ancak atılacak adım
konusunda kimse; çoğunluğun katılacağı, açık ve uygulanabilir
bir öneri getirememektedir.
Beyaz
Kule Gazinosu
Böyle
bir Selanik’te büyüyen Mustafa
Kemal, 1907 yılında
kıdemli yüzbaşıdır. O yılın bir yaz akşamında,
arkadaşlarıyla sıkça buluştukları Selanik’in ünlü Beyaz
Kule Gazinosu’nda bir
araya gelmişlerdir. Konuşmaların ana konusu, doğal olarak,
ülkenin içinde bulunduğu sorunlar ve yapılması gerekenlerdir.
Değişik
ve ileri düşünceleri nedeniyle, daha çok o konuşmakta,
arkadaşları yeni bir bakış açısı ve değişik bilgilerle
karşılaşmanın çekiciliğiyle ona sorular sormaktadırlar.
Ülkenin durumu ve geleceğiyle ilgili değerlendirmelerde
bulunurken, “tam yetkili
olsan sen ne yaparsın”
sorusuyla karşılaşır. Verdiği yanıt 26 yaşında bir kurmay
subay için çok şaşırtıcıdır.
Önce,
ülkenin ekonomik-siyasi yapısını, ordunun genel durumunu ortaya
koyar. Siyasi ve idari düzen değiştirilecek, saltanata son
verilecektir. Ordu yeniden yapılandırılacak, savunması olanaksız
topraklardan çekilinecek ve “çekirdek
savunma cephesi” adını
verdiği yeni bir anlayışla, Türkler’in yaşadığı yerler
kesin biçimde savunulacaktır. Savaş çıkması kaçınılmaz
görünen Balkanlar’da ilk darbe Bulgaristan’a vurulacak, Balkan
devletlerinin bir araya gelmesi önlenecektir. Ancak bütün bu
işler, “kağşamış
(eskiyip çürümüş y.n.) orduyla”
değil, kurulacak yeni bir orduyla yapılacaktır.4
Düşündüğü
atılımları gerçekleştirmek için, masada bulunan arkadaşlarına
vereceği görevleri tek tek açıklar. Kimini Başbakan ya da Bakan,
kimini Genelkurmay Başkanı yapmaktadır. Masadakiler şaşkınlık
içindedirler, ama o çok ciddidir. “Bunları
yapmak için sen ne olacaksın,
yoksa padişah mı?”
sorusuna verdiği yanıt, konumunun çok ötesindeki amaçlarını ve
o yaşta sahip olduğu özgüven duygusunu ortaya koyar: “Hayır,
ondan da büyük”.5
Benzer
görüşleri daha sonra da dile getirir. Harbiye’yi bitirdiği gün,
ailesine yazdığı coşkulu mektupta, özenle seçilmiş
sözcüklerle, amaçlarının yüksekliğinden ve yöneldiği
ülkülerden söz eder.6
1904 yılında, Harp Akademisi’ndeki arkadaşlarına, “yıkılmakta
olan İmparatorluk’tan, yeni bir Türk devleti çıkarmalıyız”
der.7
Kurmay stajını yaptığı Şam’dan gizlice geldiği Selanik’te,
güvendiği arkadaşlarını “köhnemiş
olan bu çürük yönetimi yıkmak, milleti hakim kılmak ve vatanı
kurtarmak için, sizi göreve davet ediyorum”8
diyerek örgütlenmeye çağırır.
Mustafa
Kemal’i tanıyıp
anlamak, mücadelesinden ve başardığı işlerden yararlanmak için,
bu sözlerin içerdiği derinliği sürekli akılda tutmak gerekir.
Söylendiği günlerde, inanılması olanaksız gençlik düşleri
gibi görünen bu görüşler, tüm gücüyle inandığı amaca
yönelen bir insanın, neler yapabileceğini gösteren çok çarpıcı
bir örnektir. Beyaz
Kule Gazinosu’nda
söylediklerinin hemen tümünü, üstelik her aşamada düş
görüyor yargılarıyla
karşılaşarak gerçekleştirmesini bilmiştir.
Çanakkale’de,
Doğu Cephesi’nde, Samsun’a giderken ya da devrimleri
gerçekleştirirken yapılanlar, herkese düş
gibi geliyordu. 1938’de sonsuzluğa giderken; saltanatı kaldırmış,
“padişah’tan da daha
büyük”, Cumhurbaşkanı
olmuş, arkadaşlarını bakan ve başbakan yapmış, “çekirdek
savunma cephesi”ni
Misak-ı Milli’yle gerçekleştirmiş, elde tutulamayacak topraklar
için sonuçsuz serüvenlere girişmemiş, yeni bir devlet ve yeni
bir ordu kurmuş, Bulgaristan’a karşı, diğer Balkan ülkeleriyle
birlikte Balkan Antant’ını
imzalamıştı.
Kendini
Geleceğe Hazırlamak
Seçtiği
amaç için, kendisini her yönüyle yetiştirmesini bilmiştir.
Askeri Lise’de, Harp Okulu’nda, Akademi’de ve görev yaptığı
birliklerde, yurt sevgisinin biçim verdiği düşüncelerini,
araştırma ve incelemeye dayalı, dikkatli bir çabayla sürekli
geliştirdi. Duygularının, bilimin önüne geçmesine asla izin
vermedi. “Ulusun başına
gelen bütün felaketlerin sorumlusu sanki kendisiymiş ve devleti
kurtarmak sanki yalnızca onun göreviymiş gibi”9
sorumluluk duyuyor, geceleri uyuyamıyordu. Harp Okulu’nda
arkadaşlarına, “ben
sizler gibi sakin uyuyamıyorum. Sabahlara kadar gözüm açıktır”
diyordu.10
Ülkesine
karşı duyduğu sorumluluğu taşıyabilmek ve amacına ulaşabilmek
için, iyi bir eğitime sahip olmak ve yapacağı işe inanmak
gerektiğini genç yaşta kavramıştı. Ancak, inancı ve geleceğe
yönelik amaçlarıyla, okulda verilen eğitim arasında, kapatılması
güç bir düzey farkı vardı.
Dünyadaki
gelişmeleri, düşünce akımlarını öğrenmek, her konuda bilgili
olmak istiyordu; ama o dönem okullarında, bilgi ve bilinç
yaratmayan, son derece yetersiz, kimi zaman bilimden uzak bir eğitim
veriliyordu. Teknik ve düşünsel yenilikler; felsefe, sosyal
bilimler ve özellikle tarih, bilimsel boyutuyla öğretilmek bir
yana, neredeyse yasaktı. Yöneticiler için tarih, “uzak
durulması gereken bir baş belası, huzur kaçıran bir kabustu”.11
Askeri okullarda, sürgünü göze alan “vatansever
komutan ve subaylar, padişahçı komutanlarla çatışarak”
öğrencilerine birşeyler öğretmeye çalışıyor12,
ama sınırlı kalmak zorunda kalan bu bilgiler, ona yetmiyordu.
Okul
eğitiminden ayrı olarak, kendini yetiştirmek için yoğun ve
sürekli bir çaba içine girdi. İlerde, “başarı,
başarılı olacağım; zafer, zafer benimdir diyenlerindir”13
sözleriyle dile getirdiği anlayışını, kendine karşı o
günlerde uyguluyordu. Bilginin bilinç, bilincin direnme gücü
yaratacağını bilerek, gelecekteki mücadele günlerine
hazırlanıyor, sürekli araştırıyor, herşeyi sorguluyordu.
Yönünü kesin olarak belirlemişti. Kendisini ülkesine adayacak,
çizdiği yolda sonuna dek gidecekti.
Yurtseverliği,
duygulu ve içtendi. “Ey!
Vatan toprağı, sana herşey feda, kutlu olan sensin, hepimiz senin
fedaileriniz...”14
diyen yazılar yazıyordu. Ancak, duygululuğunun duygusallığa
dönüşmesine izin vermiyor; ülke sevgisinin, akıl ve bilime
dayalı, güçlü bir ulusal bilinçle donatılması gerektiğine
inanıyordu.
Ülke
sorunlarına gösterdiği duyarlılığı, kişisel ilişkilerine de
yansıtır. Dostluk ve dayanışmaya önem verir, her zaman yardıma
hazırdır. Kendisine saygı ve bağlılık gösteren geniş bir
çevresi, her dönemde vardır. İkili görüşmelerde, özellikle
ülke sorunlarıyla ilgili olanlarda; az konuşur, daha çok dinler,
görüştüğü kişiyi anlamaya çalışır. Nitelikli bir
örgütleyici ve etkili bir konuşmacıdır. Bilgi aktarmada,
düşüncelerini kabul ettirmede çok yeteneklidir.15
Manastır
1895-1898
yıllarında eğitim gördüğü Manastır
Askeri Lisesi’nde,
matematik başta olmak üzere fen derslerinde başarılıydı.
Düzenli çalışıyor, ancak bu derslerdeki başarının kendisi
için yeterli olmayacağını hissediyordu. Mesleğinde başarılı
olmak isteyen bir askerin; genel tarih, harp tarihi, toplumbilim
(sosyoloji), genel kültür ve dil öğrenimini geliştirmesi
gerektiğini görmeye başlamıştı. Yönelişinde, daha sonra
“minnet borcum vardır,
bana yeni ufuklar açmıştır”
dediği, tarih öğretmeni Kıdemli Yüzbaşı Mehmet
Tevfik Bey’in
büyük etkisi vardı.16
Bir yandan derslerine
çalışıyor, bir yandan okuyup inceleyeceği kitap ve kaynak
arıyordu.
1897’de
patlak veren Türk-Yunan savaşında, yengi elde edilmesine karşın,
masa başında yitiklerle dolu bir anlaşmaya imza atılmıştı.
Büyük devletlerin karışmasıyla, ordunun Atina’ya ilerlemesi
durdurulmuş, Teselya
Yunanistan’a bırakılmış; Girit’de, Rumlar’a yeni haklar
tanınmıştı. Bu olay, o dönem aydınlarını olduğu gibi, 16
yaşındaki Mustafa
Kemal’i de derinden
etkiledi. “Savaşa
katılmak için”
okuldan kaçmayı bile düşünmüştü.17
Düşündüğünü
gerçekleştirip askeri zaferin onuruna erişse bile, yenilmiş gibi
geri dönecekti. Tüm benliğinde acısını duyduğu bu gerçek,
onu, genç yaşına karşın yanılgıya değil, tam tersi kararlı
bir direngenliğe götürdü.
DİPNOTLAR
- “İttihat ve Terakki” Taylan Sorgun, Kum Saaati Yay., 2.Bas, İst-2003, sf.13
- “Tek Adam” Ş.Süreyya Aydemir, 1.Cilt, Remzi Kit., 9.Bas, İst-1983, sf.6
- “Atatürk ve Devrim” Ord.Prof. E. Ziya Karal, Zir. Ban.Yay., 1980, sf.5
4 “Tek
Adam” Ş. S.Aydemir,
1.Cilt., Remzi Kit., 9.Bas., İst.-1983, sf.115
5 a.g.e.
1.Cilt, sf.116
6 “Tek
Adam” Ş. S.Aydemir,
1.Cilt, Remzi Kit., 9.Bas., İst.-1983, sf.77
7 “Atatürk
ve Devrim”,
Prof.
E.Ziya Karal,
Zir. Ban.Yay., 1980, sf.31
8 “Türk
Ordusu ve Milli Egemenlik” Albay
(E)
Cemil Denk,
Türksolu, 03.05.2004, Sayı 55, sf.2
9 “Atatürk
ve Devrim” Ord.
Prof.
E.Ziya Karal,
Zir. Ban.Yay., 1980, sf.6
10 “Atatürk’ün
Yaşamı” U.İldemir,
T T.K. Bas, 2. Bas, Ank-1988, sf.15
11 “Atatürk’ün
İstanbul’daki Çalışmaları” Sadi Borak,
Kaynak Yay., 2. Bas., İstanbul-1998, sf.14
12 “İttihat
ve Terakki” T. Sorgun,
Kum Saati Yay., 2.Bas., İst.-2003, sf.13
13 “Atatürk
ve Dervrim” Prof.E.Ziya
Karal,
Zir. Ban.Yay., 1980, sf.18-19
14 a.g.e.
sf.20
15 “Atatürk’ün
Yaşamı” U.İldemir,
T. T. K. Yay., 2.Bas., Ank.-1988, sf.7
16 “Sınıf
Arkadaşım Atatürk” A.Fuat Cebesoy,
Temel Yay., İst-2000, sf.27
17 “Tek
Adam” Ş.Süreyya Aydemir,
1.Cilt, Remzi Kit., 9.Bs, İst-1983, sf.71
The Final Question: Is it the devil or the Jews?
YanıtlaSilIt is the Jews, and it is genetic. They have been poisoning human mind for thousands of years with their dogma of being the chosen people. They are poisoning our food, water, and air by fooling us into believing that we need junk food, fluoridated water, and air sprayed with toxic chemicals. They have been outsmarting all of us exponentially by keeping secret science and knowledge to enslave humanity. They have never abandoned their dream of being the chosen people. Every time people realize their manipulation tactics, and decide to get rid of them.
It is not the United States of America or evil Europeans. It is the Jews. Jews perform the U.S. bashing instead of telling you the truth and their agenda. They tell you all evil comes from the U.S. when the truth is all evil comes from Jews. They are against God, and his creation. Why would anyone mass with God, and his creation, that I do not know, but I can imagine what would happen if you do.
This time they have gone so far with their attempt to dumb down, degenerate, poison, and enslave American people, while at the same time destroying, and colonizing Middle East with their ISIS tool. They are actively weakening European nations as well, while at the same time going after powerful anti-Zionist super nations like China, Russia, and Iran. The plan is of course to make them fight each other, kill each other while putting all these nations in debt by using FED system. It is a magical system where Zionist bankers pose as they have gold and they lend it to American people to print dollars and to keep it for themselves. It is created as a debt to American people. It should be created as American people's money instead. The financial enslavement and the scheme they are running turning Americans into slaves controlled by money. They are cheating, stealing, killing, fooling, colonizing, making fun out of it, and enjoying the stupidity of human kind.
You know the drill. You know Bernie. You listen to Donald all day long. Donald has been given coverage and attention to make sure he will run against Bernie. You know the plan to take the Middle East from Muslims. You know Jews control and manipulate the U.S. population, they are in control, and they outsmart their surrounding one to ten at least, one to one hundred most of the time, and one to thousand in many cases. They know what insurance you have, what doctor you will see, where you will go under surgery, what will you buy when you stop by the market, they give you a discount to make sure you get that one, they call you when you have a financial problem, they make sure you get bad mood, bad food, poisoned water, toxic air, earth, culture, knowledge, perception, understanding, society, law, legal environment, police force, FBI, DEA, DOJ, CIA, NSA, Hollywood, Wall Street, Harvard, Law Schools, Colleges and Universities, villages, towns, cities, states, countries, continents, creeks, rivers, lakes, seas, oceans, farms, forests, jungles, plants, animals, birds, fish, soaps, shampoos, toothpastes, organic butternut and spaghetti squashes.